Türkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2019 Cuma

#MuzafferSarısözen

Muzaffer Sarısözen, 1899 yılında Sivas ilinin Cami-i Kebir mahallesinde doğdu. Babası Sarıhatipzadelerden Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi, annesi Zeliha Hanım'dır. Sivaslılar, Sarıhatipzadeleri " Saçlıefendiler " diye bilirler. Ve Sarısözeni de "Saçlıların Muzaffer" diye tanırlardı. Sarısözen ilk müzik şevk ve hevesini ailesinden almıştır. Beş erkek kardeş içinde Kemal ve Abdulkadir Sarısözen de şairidir. Abdulkadir Sarısözen'e şairliği dışında türküler ve halk çalgılarıyla yakından ilgisi olduğu için " Çalgıcı Vali " denirmiş. Sarısözen ailesinin Sivas'taki evlerinin üst çatı katının camları vitray duvarları kütüphane yapılarak arada gizli bölmeler oluşturulmuştur. Bu gizli bölmelere ud keman bağlama tanbur gibi sazlar konulurmuş. Nakşibendi bir ailenin çocuklarının bu aletleri çalması Sarısözen'in dünyaya geldiği dönemde son derece aykırı bir şey olduğu için böyle bir yola baş vurulmuştur.

Sarısözen, 1930 yılının Eylül ayında Milli Eğitim Müdürü olan 
Ahmet Kutsi Tecer ile tanışmıştır. Tecer, Sarısözen ile tanıştıktan sonra 1930'da "Halk Şairlerini Koruma Derneği"ni kurar ve Sarısözen genel katip olur. İlk halk şairleri bayramı 1930'da yapılır ve Aşık Veysel bu şekilde ortaya çıkarılır. Bayram sonunda çıkarılan Sivas halk şairleri bayramı adlı bröşürde SarısözenSivas halayları başlıklı yazısını yayınlar ve halayların notalarını koyar. Bu büyük bir ihtimalle bizde halaylar hakkında yazılmış ilk notalı makaledir.

17 Ağustos 1937'de Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup 
Ankara'dan Sivas'a derleme yapmak amacıyla giderler. Ahmet Kutsi Tecer Halil Bedii Yönetken'e Sarısözen'i tavsiye ederek gruba katılmasını söyler. Böylece türkülerin resmi olarak değerlendirilmesi Maarif vekili Saffet Arıkan'ın zamanında başlar. Derleme grubu Almanya'dan getirilen "Saca" markalı hem elektrik hem de akü ile çalışan alıcı ve verici ses kaydeden makinelerle çalışır. Konservatuarın folklor arşivindeki 10.000 ezginin derlenmesinde, fişlerin doldurulmasında, onun bitmek tükenmek bilmeyen sabır ve azmi büyük rol oynamıştır.

1943'te Muzaffer Sarısözen, Halil BediiYönetken ve Rıza Yetişen'den oluşan grup Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon'da; 1944'de Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Muş'ta; 1945'te Ankara, Çankırı, Yozgat ve Kırşehir'de; 1946'da İçel, Antakya ve Antalya'da; 1947'de Çanakkale, Bursa ve Tekirdağ'da; 1948'de Bolu, Sinop ve Zonguldak'ta; 1949' Bilecik ve Eskişehir'de; 1950'de Van, Kars, Çorum ve Ağrı'da;  1951'de İzmit'te; 1952'de İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis'te derleme yapmıştır.

Sarısözen, derleme gezilerinde kendi çabası ve emeği ile topladığı bağlama, cura, ney, çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka, gibi bir çok halk sazından kolleksiyon oluşturmuştur. Ayrıca derleme gezileri sırasında kaynak kişiler ile halk oyunlarını görüntüleyen fotoğraflardan bir resim albümü yapmıştır. Ne yazık ki; ölümünden sonra evi olarak gördüğü, çok değer verdiği, özen gösterdiği arşivi topladığı on binlerce ezgi ve halk çalgıları kendi haline terk edilmiştir.

Muzaffer Sarısözen'in halk müziğine verdiği hizmet kadar halk oyunlarına verdiği hizmet de büyüktür. 1950 yılında İtalya ve İspanya'daki Avrupa Uluslararası Raks Müsabakalarına, Erzurum bar ekibi ve davulcu Kara Yılan, zurnacı Mümtaz Ardıç ile katılır. Madrid'te 68.000 kişinin önünde, Biariz ve San Sebastian'da yapılan 5 yarışmada ekip birinciliği aldı. Vedat Nedim Tör ve Mesut Cemil Bey'in daveti ile Yurttan Sesler'in başına Muzaffer Sarısözen getirildi. 1946 yılında Yurttan Sesler korosunu çalıştırmaya başlayarak derlenen türküleri koro üyelerine öğretti ve yayınlara başladı. Program büyük ilgi gördü. 1953 yılında İzmir'de, 1954 yılında İstanbul radyolarında "Yurttan Sesler" topluluklarını kurarak, halk türküleri ve oyunlarının yurt çapında sevilmesi ve tanıtılmasında büyük rol oynadı.

Muzaffer Sarısözen'e kadar radyolarda düzenli ve programlı halk müziği çalışmaları olmamıştır. Yurttan Sesler topluluğunu kurduktan sonra, programlarına kaynak kişileri ve bölge sanatçılarını davet ederek radyo sanatçılarına örnek dersler vermiştir. Muzaffer Sarısözen, Yurttan Sesler topluluğunu yetiştirerek ilk koral halk müziği icrasını başlatmış; toplu bağlama çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuş ve halk müziğinde koro seslerini numaralayarak otantik karakterin kaybolmasını önlemiştir.

Muzaffer Sarısözen, 1941 yılında Yurttan Sesler korosuna giren Neriman Altındağ'la tanıştı ve 1951 yılında dünya evine girdiler. Bu evlilikten 1952 yılında oğlu Memil Sarısözen dünyaya geldi. 1962 yılında Sarısözen prostat rahatsızlığından dolayı Devlet Demiryolları Hastanesi'ne yatırıldı ve burada ameliyat olacağını öğrenince diğer doktorlara tercihen özellikle kendisinin öğrencisi olan bir operatöre ameliyat oldu. Daha sonra ağabeyi Abdulkadir Sarısözen'in evine çıktı fakat tekrar rahatsızlandığında Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı ve sağlığına kavuşamayarak 4 Ocak 1963 yılında vefat etti.

22 Kasım 2016 Salı

Yıldıray Çınar : Selviye Benzer Meşesi


Selvi'ye benzer Meşe'si
Çaresiz aşka düşesi
Top top olmuş Menevşe'si
Gül dalında öten Bülbül
Bu dertten bıktım usandım
Bu derdime derman Bülbül


Dertli dertli gezer misin
Bu derdimi yiter misin
Bende ki dert sende olsa
Gül dalında öter misin
Bu derdimin dermanını
Acep sorsam söyler misin


Söz ve Müzik : Yıldıray Çınar
Yöre : Samsun

Yıldıray Çınar : Dostum Dostum


Bin cefalar etsen almam üstüme 
Gayet şirin geldi dillerin dostum 
Varıp yad ellere meyil verirsen 
Gış ola bağlana yolların dostum 
Dostum dostum dostum gelsene canım 

İlahi olmaya yardan ayıran 

Bahçede bülbüller ötüyor uyan 
Kula gölge ise Allah’a ayan 
Senden ayrılalı gülmedim dostum 
Dostum dostum dostum gelsene canım 

Pir Sultan Abdal’ım gülüm dermişler 

Bu şirin canıma nasıl kıymışlar 
İster isem dünya malın vermişler 
Sensiz dünya malı n'ederim dostum 
Dostum dostum dostum gelsene canım 
 
Ali Sultan

6 Kasım 2016 Pazar

Yıldıray Çınar : Helal Et Hakkını Helal Et Anam


Yıllarca sinende gezdirdin beni
Helal et hakkını helal et anam
Suçumu bağışla üzdüysem seni
Helal et hakkını helal et anam

Yalanmış anladım başka sevgiler
En güzel sevgiler sendeymiş meğer
Yüzünü görmeden ölürsem eğer
Helal et hakkını helal et anam

Gözlerin ne tatlı bakıyor bana
Sözlerin ne tatlı ne yakın cana
Bu yavrun her zaman muhtaçtır sana
Helal et hakkını helal et anam

Söz : Mehmet Erbulan
Müzik : Yıldıray Çınar

3 Kasım 2016 Perşembe

Yıldıray Çınar - Şu Dünyaya Geldim Etmedim Seyran

Şu dünyaya geldim etmedim seyran
Almadım muradım sürmedim devran
Ellere görünür hem düğün bayram
Bana da görünür yas nenni nenni

Nedendir nedendir bilmem nedendir
Bilmem talihim mi yoksa kader mi
Tecellim güllen di kime ne deyim
Söyleyemedim kalmışam naçar

Bir kapıyı kapayan birini açar
Bunlar kara gündür tez gelir geçer

22 Ekim 2016 Cumartesi

Ahmet Kaya : Şafak Türküsü Videosu


Şafak Türküsü 

1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan`ı düşün anne
şeyh bedrettin`i
börklüce`yi
torlak kemal`i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya`nın
deniz`i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim cok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz sivası eylül`ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara kıllı ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond`u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım`in gözleriyle pırıl pırıl moskova`yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir oğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çicek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
cam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılısıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anna bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
cam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan salterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anna bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çicekler
çicekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yoğun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne

Ağustos-Ekim 1983
Şafak Türküsü, 1984) 

Nevzat Çelik

21 Ekim 2016 Cuma

Fatih Kısaparmak : Fırat Türküsü Videosu


Şu fırat’ın suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem akar serindir
Yarimi götürdü (anam) kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir

Daha gün görmemiş taze gelindir
Ölem ölem derdo öem taze gelindir
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem

Kömürhan köprüsü harput'a bakar
Ölem ölem derdo ölem harput'a bakar
Körolası zalim fırat ocaklar yıkar
Ölem ölem ocaklar yıkar nasıl gülem

Ahbapların gelmiş ağıtlar yakar
Ölem ölem derdo ölem ağıtlar yakar
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem

18 Ekim 2016 Salı

Yıldıray Çınar - Kader Torbası Videosu




Kader Torbası Türküsü'nün Sözleri:


Kader torbasına elimi uzattım
Tecelli kağıdım karalı çıktı
Ölüm defterine bir yol göz attım
Dertlerim içinde sıralı çıktı

Vah beni beni
Aman dağlar oy canım dağlar oy
Neden benim iki gözüm durmaz ağlar oy

Nereye gitsem pınar baştan kuruyor
Kader lamba yakmış beni arıyor
Kime iyilik eyesem bir daş vuruyor
Dostum düşman oldu ileri çıktı

Vah beni beni
Aman dağlar oy canım dağlar oy
Neden benim iki gözüm durmaz ağlar oy

Kader böyle buna izzet ne yapsın
Böyle gelmiş böyle gider ne yapsın
Hasta can veriyor doktor ne yapsın
Ciğer parça parça yaralı çıktı

Vah beni beni
Aman dağlar oy canım dağlar oy
Neden benim iki gözüm durmaz ağlar oy

17 Ekim 2016 Pazartesi

Ah Bir Ataş Ver Türküsü'nün Hikayesi

Dumlupınar isimli denizaltısı uzun bir seferden dönmektedir.

Mürettebatın yorgunluğunun da etkisiyle bir anlık dalgınlık sonucu;


Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı.


Ay ışığı olmadığından gece kapkaranlıktı. Çarpışmanın etkisiyle Dumlupınar birkaç saniye sonra sulara gönüldü.


Gemide bulunan toplam 81 mürettebattan 21’i geminin arka tarafına kaçarak torpido bölmesine sığındı.


Mahsur kalan 21 mürettebat ile iletişime geçenler, mahsur kalanları kurtarmak için seferber oldular.


Mahsur kalanlar oksijenin yetersiz olduğunu biliyorlardı.


Yardıma gelenler ise içerideki oksijeni idareli kullanmaları için konuşmamaları, sigara içmemeleri ve türkü söylememeleri için uyarı yaptılar.


Ancak saatler süren kurtarma çalışmaları yanıtsız kaldı. Tüm umutlar tükenmişti.


İkinci bir uyarı geldi; “İçeride konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz ve hatta sigara da içebilirsiniz…”


Tüm yurt torpidodan yükselen türküyü dinledi…


Ah, Bir Ateş Ver, Cıgaramı Yakayım…

Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla Türküsü'nün Hikayesi



Vaktiyle, Hafik ilçesinin Sofular köyünde Hızır adında bir genç varmış.
O zamanlar bu köyün halkı Alevi imiş. Zamanla yoldan çıkmışlar.
Onların bu durumunu beğenmeyen Hızır, köyden ayrılmaya karar vermiş,çıkmış yola.Ha şurası, ha burası derken Banaz’a kadar gelmiş.Pir Sultan’ın yanına azap durmuş.Sonra da müridi olmuş.
Aradan seneler geçmiş, bir gün Hızır:“Pirim, demiş; Sen herkese himmet ediyorsun, herbiri çeşitli makamlara geçiyor, ne olur, bana da himmet et, büyük adam olayım, ben de bir makama geçeyim.”
Pir Sultan şöyle bir düşündükten sonra gülümsemiş. “Ulan Hızır ben dua ederim, belki sen de büyük adam olursun;
Hatta paşa, vezir de olursun ama, sonunda gelip beni astırırsın.”
Yine de duasını eksik etmemiş.Hızır İstanbul’a gidip saraya girmiş.Ağa, Kapıcıbaşı, Paşa, Beylerbeyi derken vezir olup Sivas valiliğine atanmış.
Pirini unutmamış, haber gönderip huzuruna getirtmiş.Hürmet, izzet, ikram derken bir hayli de sohbet etmişler
Yemekte mükellef bir sofra donanmış.Pir Sultan yiyeceklere şöyle bir bakıp hemen geriye çekilmiş.Paşa şaşırmış.
“Birşey mi oldu pirim?”. Pir Sultan, “Hızır, demiş; Bu yemeklerde zina kokuyor.İçinde yetim hakkı var, sen bunları haram para ile yaptırmışsın.”
Hızır Paşa “Yok pirim” dediyse de dinletememiş.Ama bir hayli de içerlemiş.Pir Sultan biraz daha ileri gidip, “Bunları ben değil, köpeklerim bile yemez.
İstersen çağırayım da gör” demiş.Hemen ünlemiş, köpekler anında gelmişler.Bir tepsiye haram yemek, bir tepsiye helal yemek konmuş.
Önce haram yemekler getirilmiş.Köpekler şöyle bir koklayıp geri geri çekilmişler.
Arkasından helal yemeklerle dolu tepsi gelmiş.Köpekler onu da kokladıktan sonra, kuyruklarını sallaya sallaya yemeye başlamışlar.
Bu hakarete çok kızan Hızır Paşa, hırsını yenemeyip pirini Toprakkale’ye hapsettirmiş.
Eh… Ne de olsa piri.Hırsı geçince bir bahane ile affetmek istemiş.Zindandan çıkartıp demiş ki:
“Bana içinde Şah’ın adı geçmeyen üç deyiş söylersen seni affedeceğim
Yok, söylemezsen kendin bilirsin” Pir Sultan “Peki öyleyse” deyip tezeneye şöyle bir dokunmuş ve,
“Açılın Kapılar Şah’a Gidelim”,
“Kul Olayım Kalem Tutan Ellere” ve
“Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla” adlı değişleri okumuş.
(Tüm değişlerde Şah’ın adı defalarca geçiyor)
Pirini affetmeye hazırlanırken, onun hemen her fırsatta Şah’ı anması Hızır Paşa’yı çileden çıkarmış.
Ne söylediğini, ne yaptığını bilemez hale gelmiş.Yanındakilere emretmiş:

“Asın bunu”.

Bitlis’te Beş Minare Türküsü'nün Hikayesi


Anadolu’nun düşman işgali altında olduğu yıllardı; 1916…
Doğu Anadolu bölgesi işgal altındaydı, genç, yaşlı, çoluk, çocuk demeden herkes cephede ülkeyi kurtarmak için düşmanla çarpışıyordu.
Bazı bölgeler Ruslar tarafından işgal edilse de pes edilmeyecekti,işgal edilen biryer de Bitlis idi…
Bitlis o dönemde o bölgede aktif yaşantının olduğu bir şehirdi.
Ancak düşman işgal etmeye başladığında hem şehirden göçenler hem de cepheye gidenlerden dolayı şehrin nüfusu oldukça düştü.
Gelen Rus askeri ise işgal sırasında birçok yere zarar veriyor,şehri harabe haline getiriyorlardı.
Savaş bitmişti…Savaştan sağ kurtulan baba ve genç oğlu memleketleri Bitlis’e dönmek için yola koyulurlar.
Dideban Dağını aşmak üzereylen babası şehirdeki durumu merak eder ve oğlunu göndererek şehirdeki son durumu öğrenmek ister.
Genç şehire yakından bakmak için dağın eteklerine iner. Bir süre sonra bağırmaya başlar;
“Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış.”
Bunun üzerine babası yıkılır, dizlerinin üzerine düşer ve şu ağıtı yakar;
Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.
Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.

Çanakkale Türküsü'nün Hikayesi ve Sözleri



Birçok ünlü sanatçının seslendirmiş olduğu Çanakkale türküsünün hikayesini biliyor musunuz?

Birçok film ve dizide çalınan bu türkünün aslında çok acıklı bir hikayesi vardır.


Bu türkünün ne zaman yazıldığı aslında tam olarak bilinmemektedir.


Savaş sırasında mı, savaştan önce mi yoksa savaştan sonra mı yazıldığı merak konusu olsa da ortaya çıkan bir mektup her şeyi gözler önüne sermektedir.


Bu mektup Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine bir Bakış” adlı eserinde yayınlanmıştır.


Mektubu yazan kişi ise Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır.


Seyfullah savaş arifesinde Çanakkale Lisesinde öğrenimine devam eden genç bir delikanlıdır.


Seyfullah, 29 Eylül 1914 tarihinde Çanakkale’den annesine gönderdiği mektup şu şekildedir;


Sevgili Anneciğim, Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için seviniyorum.


Mektebimizi alıyorlar., hastane olacakmış, bizi de İstanbuldaki mekteplere dağıtacaklarmış.


Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar, büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış.


Bugün Türkçe hocamız sınıfa geldi, ama çok kalmadı, bize veda etti.


Bize; “Zamanı gelince cephede yapılacak vatan hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsi olduğunu” söyledi.


Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor.


“Çanakkale içinde Aynalıçarşı, Anne ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar.


At üstünde zabitler, top arabaları, mekkare ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış.


İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş.


Bu bombardımanı görmek isterdim, ama yakında Çanakkaleden ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben.


Beybabamın, sizin ellerinizi öper kardeşlerime selam ederim. Oğlunuz Seyfullah.


Bu mektuptan anlaşılacağı üzere, türkü savaş öncesinde yazılmıştır.


Türkünün birkaç farklı yazılmış halleri de arşivlerde bulunmakla birlikte en önemli kanıtlardan biri olan bu mektubu bizler baz alıyoruz.


Çanakkale Türküsünün Sözleri



Çanakkale içinde vurdular beni


Ölmeden mezara koydular beni


Of gençliğime eyvah


Çanakkale içinde aynalı çarşı


Ana ben gidiyom düşmana karşı


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde bir uzun selvi


Kimimiz nişanlı kimimiz evli


Of gençliğim eyvah


Çanakkale üstünü duman bürüdü


On üçüncü fırka harbe yürüdü


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde toplar kuruldu


Vay bizim uşaklar orda vuruldu


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde bir dolu testi


Analar babalar umudu kesti


Of gençliğim eyvah


Çanakkale Türküsünün aslı anonimdir. Bugünkü yorumlanan hali ise sonradan düzenlenmiş olup sözleri yukarıda verilen şekildedir.


Türkü Çanakkale Savaşını anlatmaktadır ve Kastamonu yöresine aittir ve türkünün kaynağı Kastamonu’lu İhsan Ozanoğlu’dur.