30 Kasım 2016 Çarşamba

Şükrü Erbaş : Canı Cehenneme


Canı cehenneme rahat uyuyanın
Kapısını örtenin perdesini çekenin
Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
Duvarları ancak çarpınca görenin

Canı cehenneme başkasının yangınıyla
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.
Bahçesine dek gelen alevleri
Şehrayin sanan aptalın

Canı cehenneme,camlarında
Parçalanmış cesetler uçarken
Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın.
Mutfakla yatak odası arasında
Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı
Yılgınlıkla yenilgisi arasında
Dünyayı tüketenin canı cehenneme.

Orda dağlar bir mezarlık
Bulutlar kan salkımı sular toprakta düğüm
Orda evler oda oda kanarken
Burda yeşerenin canı cehenneme.

Ey bir halkın gözyaşıyla ruhunu yıkayan kin
Ey zulümle yükselen başarı
Ölü sayısına endeksli maaş;

Uzun masallar ardında mağrur
Boynunda ölüm çanıyla oturan güç
Senin de senin de canın cehenneme
Ey sultan hamit tuğralı korucu alayları
Kardeşi kardeşe kırdıran siyaset. . .

Bir gün elbet bir gün elbet
Örter üstünü bu ağır yanlışın
Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen
Bir dal incelik,bir simli gülüş
Bir kardeş mavi.

Şükrü Erbaş

29 Kasım 2016 Salı

Hammurabi Kanunları

Hammurabi Kanunları


Hammurabi yasaları, milattan önce 1760 yılı civarında Mezopotamya'da yaratılan, tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı kanunlarından biridir. Bu dönemden önce toplanan yasa koleksiyonları arasında; Ur kralı Ur-Nammu'nun kanun kitabı (milattan önce 2050), Eşnunna kanun kitabı (M.Ö. 1930), ve İsin'li Lipit-İştar'ın kanun kitabı (M.Ö. 1870) yer alır.

Babil kralı Hammurabi'nin (M.Ö. 1728 - M.Ö. 1686) çeşitli meselelerde verdiği kararlar, "Babil'in koruyucu tanrısı Marduk"adına yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde yazılmıştı. Hammurabi, kendisine bu kanunları yazdıranın "Güneş Tanrısı Şamaş" olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla kanunlar da tanrı sözü sayılıyordu.

Arkeolog Jean Vincent Scheil'in 1901'de Susa, Elam'da bulduğu (bugünkü Huzistan, İran) ve Fransa'ya taşıdığı Hammurabi Kanunları'nın yazılı olduğu stel, Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir. Yaklaşık iki metrelik silindirik bir taşın üstüne çivi yazısı ile yazılmış olan kanunlar, tam 282 maddedir, ancak bu maddelerin 30'u (madde 66-99) şu anda okunamayacak durumdadır. 13 sayısı uğursuz sayıldığı için 13. madde yazılmamıştır.[1]
Kapsamlı yasalar sistemi içeren Hammurabi Yasaları M.Ö 2000 yılı civarında kaleme alınmıştır.Bu kitap,içerdiği yapı inşası ilkelerinden ötürü, inşaatçılık üzerine ilk yazılı kanun olarak kabul edilir. Hammurabi Yasaları, o dönemin inşaatçılarına aşağıdaki ilginç kuralları şart koşuyordu:
- İnşaat işiyle uğraşan kişi, birisi için ev yaptığında işini sağlam ve yeterince eksiksiz yapmazsa ; inşa edilen ev, bu nedenle bir gün yıkılıp ev sahibinin ölümüne yol açarsa, evi yapan kişi ölüm cezasına çarptırılacaktır.
- Evin yıkılması ev sahibinin oğlunun ölümüne yol açarsa bu sefer de evi yapan kişinin oğlu ölüm cezasına çarptırılacaktır.
- Ev sahibinin kölesi ölürse, evi yapan kişi ev sahibine köle vermekle yükümlüdür.
- Ev sahibinin herhangi bir eşyası hasara uğrarsa, evi yapan kişi bunu ödeyecek, ayrıca işine özen göstermediğinden ve evi yeterince sağlam inşa etmediğinden ötürü evin yıkılmasına yol açtığı için kendi imkanlarıyla yeni bir ev inşa edecektir.[2]

Günümüzde Irak sınırları içinde kalan bölgede, Fırat Nehri kıyısında kurulu Babil Kent Devleti'nin 6. kralı olan Hammurabi, M.Ö. 1792-1750 yılları arasında ülkeyi yönetti. Komşu kent devletlerini egemenliği altına alarak Babil'i güçlü bir krallık hâline getirdi. Yaklaşık M.Ö. 1770'te Babil uygarlığının sınırları, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kuzeyde Ninova'ya kadar yayıldı.

İleri görüşlü ve başarılı bir yönetici olan Hammurabi, ülkesine düzen ve adalet getirdi. Kuvvetli bir merkezî hükümet kurdu ve 282 davayla ilgili olarak kendisinin verdiği yargısal kararlardan oluşan bir yasa derlemesi hazırlattı. Hammurabi Yasaları olarak bilinen bu metni, büyük bir taş sütunun üzerine kazıttı. Hammurabi Yasalarıyla kişi ve toplum ayrımı getirilmiş, ilk kez borçlar hukukuna ait yasalar oluşturulmuş ve kısasa kısas ilkesi uygulanmıştır.

Hammurabi Yasaları bu yönüyle, oldukça katı maddeler içerir. Örneğin; bugün kullandığımız “Göze göz, dişe diş.” deyimi Hammurabi Yasalarından gelmektedir. Hammurabi Yasalarının 196. maddesinde bu yasa şöyle açıklanmaktadır: “Bir başkasının gözünü çıkaran bir kişinin gözü çıkarılır, bir başkasının dişini kıran bir kişinin dişi kırılır.” Sümer hukukuna dayanan yasaların, Akad diliyle ve çivi yazısıyla yazıldığı sütun, 1901'de Fransız arkeologlar tarafından bulunmuştur. Hammurabi Yasaları, Babil uygarlığında uygulanan adalet sisteminin temelini oluşturdu. Hammurabi'nin ölümünden sonra, sağladığı düzen ve adalet kısa bir süre içinde bozuldu; hazırlattığı yasaların incelenmesi binlerce yıl sürdü ve örnek alınmaya devam edildi.[3]

Hammurabi'nin dikme taşı ve küçük erkek başı bugün Paris'te, Louvre'dedir. Aslında bunu Hammurabi'den yaklaşık altı yüzyıl sonra yaşamış olan bir adama borçluyuz. Çünkü M.Ö. 1150 civarında Babilonya'ya yönelik çok sayıdaki Elam yağmasından biri sırasında Hammurabi'nin dikme taşını Sus'a sürükleyip götüren büyük olasılıkla Elam Kralı Şutruk-Nahunte'ydi. Kuşkusuz bu hareket dikme taşa duyulan ilgiden değil, aynı zamanda düşmanı büyüsel bir biçimde zayıflatma umuduyla yapılmıştı: Dikme taşla birlikte, Babil'in Hammurabi döneminde yaşamış olduğu gönenç ve egemenlik de Elam'a getirilecekti. Ve kuşkusuz Elam kralı bu yolla saygınlığını pekiştirmek istiyordu, üç bin yıl sonra başkentinde yeniden bulunan başka Babil anıtları da onun başarılarını ilan edeceklerdi: Akad kralları Maniştuşu ve Naram-Sin'in iki anıtı, yine 1188'den 1174'e dek Babil'de krallık etmiş olan Meşipak'ın anıtı. Üç anıttaki her bir yazıt, hakkedilmiş metinlerle donatılmıştır; Elam kralı buralara kendi zaferiyle yazıtını yerleştirilmiştir. Bundan Şutruk-Nahunte'nin bu anıtları Kuzey Babilonya kenti Sippar'dan Sus'a getirdiği anlaşılmaktadır. Hammurabi'nin dikme taşında da böyle bir “kazınmış” yer bulunmaktadır, ancak sonra, bilemediğimiz nedenlerden dolayı Elam kralının bir yazıtı işlenmemiştir. Bu durumda dikme taşı bu kralın getirdiği tümüyle kesin değildir ve zamanında nereye dikilmiş olduğu da karanlıkta kalmaktadır. Ancak bu dikme taşın, Hammurabi'nin oldukça bağlı olduğu ve son yıllarında yerleşim yeri olarak tercih ettiği Sippar'da olması mümkündür.[4]
Hammurabi Yasaları'nın içeriğine ilişkin en önemli kaynak Fransız Doğubilimci Jean Vincent Scheil tarafından 1901'de Susa'da bulunan ve günümüzde Louvre Müzesi'nde korunan steldir.[5]






Hammurabi Kimdir

Hammurabi (M.Ö. 1810 - M.Ö. 1750) Amori'lerin (Amurru, Babil) ilk hânedanı ve  altıncı kralıydı. Eskiden insanlık tarihinin ilk yasa derlemesi olduğuna inanılan Hammurabi Yasalan'yla anımsanır. Hammurabi, Sümer ve Akkadları fethederek, Babil İmparatorluğu'nun ilk kralı olmuştur. Böylece Babillilerin Mezopotamya üzerinde hegemonyasını kurmuştur.[6 ve 5]

Babası ve büyükbabası dışında kendi hanedanından bütün hükümdarlar gibi Hammurabi'nin adı da Amori kabilelerinden Amnanum'a özgüdür. Ailesine ilişkin bilgiler en yakın akrabalarının adlarıyla sınırlıdır: Babası Sinmuballit, kız kardeşi İltani, ilk oğlu ve ardılı ise Samsuiluna'dır.

Hammurabi'nin milattan önce 1792'de oldukça genç yaşta Sinmuballit'in yerine geçmesinden önce, dönemin Mezopotamya saraylarındaki gelenekler uyarınca bazı yönetim görevleri büyük olasılıkla zaten ona verilmişti. Aynı yıl, Babil'in güneyini yöneten Larsalı RimSin, Babil ile Larsa arasında bir tampon bölge olan İsin'i ele geçirdi. Daha sonra da Hammurabi'nin başlıca rakibi oldu.[5]

Günümüzün Irak sınırlarında bulunan bölgede, Fırat ırmağının kıyısında kurulu Babil'in o dönemdeki kent devletinin altıncı kralı olan Hammurabi, ülkesini M.Ö. 1792 ila M.Ö. 1750 yılları arasında yönetti. M.Ö. 1770 yılında kurduğu Babil İmparatorluğu Fırat ve Dicle ırmaklarının arasında kuzeyde de Ninova'ya kadar ulaştı.
Komşuları Larsa, Mari, ve Asur ile 30 yıl boyunca savaştı ve İran körfezinden Diyarbakır'a ve Zagros'tan Batı çöllerine kadar uzanan bir imparatorluk yarattı. Hakimiyetindeki toprakları merkezi bir sistemle yönetti. Resmi yazışma düzenini kurdu. Ayrıca ilki İran'da kurulan posta teşkilatını ülkesine getirtmiş, polis teşkilatını ve ilk belediye sistemini kendi iktidarında oluşturmuştur. Polis teşkilatı şehrin iç güvenliğini sağlıyordu, eğer bir ayaklanma yada suç olduğunda derhal müdahale edip suçluları yakalıyorlardı. Yakalanan bu suçlular oluşturulmuş mahkemelerde kendi yazdığı 282 maddelik kanunlara göre cezalandırılıyordu, ama genelde bu cezalar çok ağır olmaktaydı. Belediye reisini Hammurabi kendisi atıyordu. Kurduğu belediye sistemi günümüzdekilere benziyordu, şehrin düzenlenmesi, onarılması ve temizlik işlerine belediye bakıyordu. Kurduğu Posta teşkilatı sayesinde şehri, mahalle mahalle sokak sokak ve ev numaralarına göre ayırtmıştı. Böylece bir posta istenilen doğru adrese bu şekilde ulaşıyordu. Bu sistemin yapılan arkeolojik buluntular sayesinde ilk kez Hammurabi zamanında yapıldığı kesinleşmiştir. Hammurabi bilime ve sanata çok önem vermekteydi özellikle de mimari konulara. Bunun da en büyük ispatı ünlü Babil Kulesi ve Babil Asma Bahçeleridir. İktidarı süresince kendisini tanrılaştırdı ve "kralların tanrısı" olarak ilan etti. Erkeklerin varis olabileceği mutlak monarşi kurdu, ve bu dönemde Babil ülkesinin tanrısı Marduk Sümer-Akkad topluluklarının yüksek tanrılarından biri oldu.
Yürürlükteki yasaları sisteme bağlamasıyla Hammurabi Kanunları Dünya tarihinin yasalarını temsil etti. 282 madde halinde taş sütunlara yazılan bu yazıtlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme dönemine girmesiyle 1901-1902 yıllarında Fransız araştırmacılar tarafından keşfedilmiş ve Louvre müzesine taşınmıştır. Bu kanunlara göre; köleler ve hür insanlar arasındaki farklılıklar belirtilmiş, hür insan olmayanlara kısas kanunu (hırsızlık yaparsa elinin kesilmesi vb.) da başta olmak üzere evlilik gibi konularda günümüzde hala bazı toplumlarda uygulanan kanunlar bu dönemde ortaya çıkmıştır.[6]




Hammurabi Yasaları

1. Bir kimse, bir diğerini esir eder ve onu köle ilan eder fakat bunu kanıtlayamazsa o zaman esir eden kişi ölümle cezalandırılır.[7]
2. Bir kimse, bir adam hakkında bir suçlamada bulunur ve suçlanan kişi ırmağa gidip ırmağın üzerinden atlar da batarsa, suçlayan kişi onun evine sahip olur. ama ırmak suçlanan kişinin suçlu olmadığını kanıtlar ve o kişi canı yanmadan kurtulursa o zaman onu suçlayan kişi ölümle cezalandırılır ve ırmağı atlayan kişi kendisini suçlayanın evine sahip olur.
3. Bir kimse büyüklerinin huzurunda bir suç iddia eder ve yaptığı suçlamayı kanıtlayamazsa, iddia ettiği büyük bir suç ise ölümle cezalandırılır.
4. O kimse, büyüklerini tahıl ya da para cezasına hükmetmeyi başarırsa o fiilden dolayı ödenen cezayı alır.[7]
5. Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder; daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.
6. bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır.
7. bir kimse, tanık ya da yazılı bir anlaşma yokken başka bir adamın oğlundan ya da kölesinden gümüş ya da altın, erkek ya da kadın köle, öküz ya da koyun, eşek ya da başka bir şey satın alırsa ya da ücretini ödeyerek kiralarsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır.
8. biri sığır ya da koyun ya da eşek ya da domuz ya da keçi çaldığında, eğer o çaldığı şey tanrı’ya ya da mahkemeye aitse hırsız otuz katını öder, eğer kralın özgür bir vatandaşına aitse on katını öder, eğer hırsızın ödeyecek bir şeyi yoksa ölümle cezalandırılır.
9. Bir kimse bir eşyasını kaybedip ve onu bir başkasının zilyetliğinde bulduğunda, eşyanın zilyedi olan kişi “bunu bana bir tacir sattı. onun parasını tanıklar huzurunda ödedim” derse ve eşyanın maliki: “mülkiyetin bana ait olduğunu bilen tanıklar getireceğim“ derse o zaman eşyayı satın alan kişi ona eşyayı satan taciri ve huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirir, malik de onun mülkiyetini tanıyabilen tanıklar getirir. yargıç hem huzurunda ödeme yapılan tanıkların hem de kayıp eşyayı tanıyan tanığın yeminli ifadelerini muhakeme eder. bu durumda satıcının hırsız olduğu kanıtlanmış olur ve ölümle cezalandırılır. kayıp eşyanın maliki malını geri alır ve onu satın almış olan da satıcıya ödemiş olduğu parayı geri alır.
10. Eğer satın alan kişi satıcıyı ve de huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirmezse ama malın sahibi eşyayı tanıyacak tanıklar getirirse o zaman satın alan hırsızdır ve ölümle cezalandırılır ve malik de kayıp eşyasını geri alır.
11. Eğer malik kayıp eşyayı tanıyacak tanıklar getirmezse o kötü niyetlidir, iftira atmıştır ve ölümle cezalandırılır.
12. Eğer tanık bulunamıyorsa yargıç azami sekiz ay olmak üzere bir süre tanır. Sekiz aylık süre içinde tanık ortaya çıkmamışsa suçludur ve henüz karara bağlanmamış davadaki para cezasını üstlenir.
13. – On üç, rakamı uğursuz sayıldığı için; on üç numaralı madde yoktur-
14. Bir kimse bir diğerinin reşit olmayan çocuğunu çalarsa ölümle cezalandırılır.
15. Bir kimse mahkemenin erkek ya da kadın kölesini ya da özgür bir adamın erkek ya da kadın kölesini şehir kapılarının dışında alırsa ölümle cezalandırılır.
16. Bir kimsenin evine mahkemenin ya da özgür bir adamın kaçak erkek ya da kadın kölesi gelir de o kişi köleyi vekilharça getirip durumu bildirmezse evin sahibi ölümle cezalandırılır.
17. Eğer bir kişi açık alanda kadın ya da erkek bir kaçak köle bulursa ve onu efendisine getirirse kölenin sahibi ona iki şikel gümüş ödeyecektir.

18. Eğer köle efendisinin adını söylemezse onu bulan kişi saraya getirecektir; daha fazla araştırma yapıldıktan sonra efendisine geri götürülecektir.
19. Eğer köleleri evinde tutar da onlar orada yakalanırlarsa evin sahibi ölümle cezalandırılır.
20. Eğer yakaladığı köle ondan kaçarsa o zaman kölenin sahibine yemin verir ve tüm suçlamalardan kurtulur.
21. Bir kimse bir eve girecek delik açarsa o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.
22. Bir kimse soygun yaparken yakalanırsa ölümle cezalandırılır.
23. Soyguncu yakalanamazsa, soyulan kişi zararının miktarını yemin ederek söylerse o zaman soygunun yapıldığı yerin ya da toprakların ya da mekanın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan mallarını tazmin eder.
24. Eğer insan çalınmışsa topluluk ve ... onun akrabaların bir mina gümüş öder.
25. Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa kendisi de aynı ateşe atılır.
26. Savaşmak için kralın seferine katılması emrolunan bir subay ya da bir er sefere katılmaz da paralı asker tuttuğu takdirde bedelini kendi uhdesinde tutuyorsa o yetkili ya da er ölümle cezalandırılır ve onu temsil eden kişi onun evine sahip olur.
27. Bir subay ya da er savaşta kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve onun arazileri ve bahçesi başkasına verilir ve verilen kişi onlara sahip olursa, esir olan geri dönüp kendi yerine vardığı takdirde arazisi ve bahçesi ona iade edilir ve o bunlara tekrar sahip olur.
28. Bir subay ya da er kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve oğlu onun varlıklarının sahipliğini üstlenebilecek durumda ise o zaman arazi ve bahçe ona verilir ve o babasının ücretine de hak kazanır.
29. Eğer esir düşenin oğlu henüz gençse ve sahipliği üstlenebilecek durumda değilse arazi ve bahçenin üçte biri onun annesine verilir ve annesi onu yetiştirir.
30. Eğer bir kabile reisi ya da bir adam evini, bahçesini ya da arazisini terk eder ve ücret karşılığı kiraya verirse ve başka biri onun evinin, bahçesinin ve arazisinin zilyedi olursa ve onları üç yıl süresince kullanırsa onların ilk sahibinin geri dönüp evini, bahçesini ve arazisini geri istemesi halinde ona geri verilmez ve onların zilyedi olan ve kullanan kişi onları kullanmaya devam eder.
31. Eğer onları bir yıllığına kiralar ve bir yıl sonra geri dönerse evi, bahçesi ve arazisi ona geri verilecek ve onlara tekrar sahip olacaktır.
32. Eğer bir kabile reisi ya da bir adam savaşta ele geçirilir ve bir tüccar onların özgürlüğünü satın alırsa ve onları saraya geri getirirse kendi evinde özgürlüğünü satın almaya yetecek araçlarının olması halinde kendisinin özgürlüğünü satın alır; evinde kendi özgürlüğünü satın almaya yetecek hiçbir şey yoksa kendi topluluğunun mabedi tarafından özgürlüğü satın alınır; onun özgürlüğünü satın almak için tapınakta bir şey yoksa mahkeme onun özgürlüğünü satın alır. Arazisi, bahçesi ve evi özgürlüğünü satın almak için verilemez.
35. Her hangi bir kişi kralın kabile reislerine hediye ettiği sığırı ya da koyunu satın alırsa parasını kaybeder.
36. Bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiraladığı arazisi, bahçesi ve evi satılamaz.
37. Her hangi Bir kimse, bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiradaki arazisini, bahçesini ya da evini satın alırsa onun satış sözleşmesi tableti kırılır (geçersiz ilan edilir) ve parası yanar. Arazi, bahçe ve ev sahibine geri verilir.
38. Bir mülkün kirasının ödeyerek başka her türlü yükümlülükten muaf olma hakkına sahip olan bir kabile reisi, adam ya da tebaa tarlası, evi ve bahçesi üzerindeki bu imtiyazını karısına ya da kızına devredemez; borcuna karşılık veremez.
39. Ancak, satın aldığı bir tarlayı, bahçeyi ya da evi karısına ya da kızına devredebilir, onların mülkiyetine katabilir veya borcuna karşılık olarak verebilir.
40. Tarlasını, bahçesini ve evini bir tüccara ya da başka bir kamu görevlisine satabilir, alıcı ise tarlayı, evi ve bahçeyi yararlanma hakkı karşılığında elinde tutabilir.
42. Eğer bir kişi işlemek üzere bir tarlayı teslim alır ve o tarladan hiçbir mahsul elde edemezse bu onun tarlada çalışmadığını ispatlar ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı tarla sahibine teslim etmelidir.
43. Eğer tarlayı işlemeyip nadasa bırakmışsa komşularının ki kadar tahılı tarla sahibine verecektir ve nadasa bıraktığı tarlayı sabanla sürüp tohum ektikten sonra sahibine iade edecektir.
44. Bir kimse çorak bir araziyi ekilebilir bir hale getirmek için teslim almış; ancak, tembellik yaparak o araziyi ekilebilir bir hale getirmemişse dördüncü yılda araziyi sabanla sürmeli, tırmıklamalı ve çift sürmeli ve ondan sonra sahibine geri vermeli ve ayrıca on gan (bir arazi ölçüm birimi)'lık bir arazi için on gur (bir ölçü birimi) tahılı arazi sahibine vermelidir.
45. Bir kimse tarlasını sabit bir kira karşılığı ziraat için kiralıyor ve kira bedelini de alıyorsa; ancak, havaların kötü gitmesi nedeniyle ürün yok oluyorsa zarar toprağı işleyene aittir.
46. Tarladan sabit bir kira almaz ve ürünün yarısı ya da üçte biri karşılığı kiralarsa tarladan elde edilen mahsul mal sahibi ile araziyi işleyen arasında orantılı olarak taksim edilir.
47. İlk yıl ürün almada başarılı olamadığı için başkalarınca işlenen bir tarlayı teslim alırsa ilk tarlanın sahibi itiraz edemez, tarla işlenir ve anlaşmaya göre mahsulü toplanır.
48. Bir kimse borçlanmışsa ve bir fırtına tahılları yere yatırmış ya da hasat başarılı olamamışsa veya susuzluktan tahıllar büyüyememişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez; borç tabletini suda yıkar ve o yıl için hiçbir kira ödemez.
49. Bir kimse, bir tüccardan para alır ve tüccara susam ya da mısır ekilebilen bir tarlayı verir ve tarlaya susam ya da mısır ekilmesini sipariş ederse ve yetiştirici tarlaya susam ve mısır ekerse hasat edilen susamlar tarla sahibine aittir ve tarla sahibi tüccardan aldığı para ve yetiştiricinin geçimini sağlamak için tüccara mısır ile ödemede bulunur.
50. Ekili bir mısır ya da susam tarlası verilirse tarladaki mısır ve susamlar tarla sahibine aittir ve kira olarak tüccara para ile ödeme yapar.
51. Ödeme için hiç parası yoksa o zaman kraliyet tarifesine göre tüccardan aldığına karşılık kira olarak para yerine susam ya da mısır ile ideme yapar.
53. Bir kimse, su bendini uygun koşullarda tutmaz ve bakımını yapmaz ve bu nedenle bent yıkılır ve tarlalar su altında kalırsa, o zaman barajı yıkılan kişi para karşılığı satılır ve elde edilen para harap olmasına yol açtığı mısırın karşılığı olarak verilir.
54. Eğer bu mısırların karşılığı olarak yeterli gelmiyorsa malları da mısırları sular altında kalan çiftçiler arasında paylaştırılır.
55. Bir kimse mısırlarını sulamak için ark açarsa; ancak, dikkatsizliği nedeniyle sular komşusunun tarlasını basarsa o zaman komşusunun mısır kaybını öder.
56. Bir kimse suyun önünü açar ve komşusunun arazisinde su taşkınına yol açarsa her on gan'lık arazi için on gur mısır ödemelidir.
57. Eğer bir çoban, arazi sahibinin izni ve koyunların sahibinin bilgisi olmaksızın otlamaları için koyunların tarlalara girmesine izin verirse, o zaman tarla sahibi mahsulünü hasat eder ve tarla sahibinin izni olmaksızın sürüsünü tarlada otlatan çoban her on gan'lık arazi için 20 gur'luk mısırı tarla sahibine öder.
58. Sürü otlamayı bıraktıktan ve şehrin kapısında ortak sürüye katıldıktan sonra her hangi bir çoban onların tarlaya girmesine müsaade eder ve onları orada otlatırsa bu çoban otlatmaya müsaade ettiği tarlanın zilyedi olur ve hasatta her on gan'lık arazi için 60 gur mısır öder.
59. Bahçe sahibinin izni olmaksızın her hangi bir adam bir ağacı kesip bahçeye devirirse yarım mina para öder.
60. Her hangi Bir kimse, bir tarlayı bahçıvana bahçe haline getirmesi için bırakırsa ve o da bahçede çalışıp dört yıl süre ile bahçeye bakarsa beşinci yılda bahçıvan ile bahçenin sahibi bu bahçeyi ikiye bölerler ve bahçe sahibi kendi payını alır.
61. Bahçıvan bahçenin bir kısmını hiç kullanılmamış bir vaziyette bırakarak tarlayı bahçe haline getirmeyi tamamlamamışsa işlenmemiş kısım onun payı olarak tahsis edilir.
62. Bahçe olarak ona verilen tarlayı ekip biçmiyorsa ve ekilebilir (mısır ya da susam) bir arazi ise, komşu tarladaki ürünlere göre, nadasa bıraktığı yıllar süresince tarladan elde edilecek mahsulü arazi sahibine verir ve tarlayı ekilebilir konuma getirdikten sonra sahibine iade eder.
63. Çorak arazileri ekilebilir hale getirdikten sonra sahibine geri verirse tarla sahibi ona bir yıl için on gan başına on gur öder.
64. Her hangi bir kişi bahçesini bir bahçıvana işlemesi için devrederse bahçıvan bahçenin mülkiyetine sahip oluncaya dek bahçe sahibine bahçede üretilen ürünlerin 2/3'ünü verir.
65. Eğer bahçıvan bahçeyi işlemezse ve bahçedeki mahsul perişan olursa, bahçıvan komşu bahçelerdeki ürünle orantılı olarak ödemede bulunur. (Burada paragrafın ¾'üne karşılık gelen bir kısım kayıptır.
66. - 99. (Burada, paragrafın dörtte üçüne karşılık gelen bir kısım, kayıptır.)
100. .....aldığı paraya göre faiz verir ve bunu yazılı olarak bildirir ve de uzlaştıkları gün tacire ödeme yapar.
101. Gittiği ülkelerle ticaret anlaşması yoksa kazandığı bütün parayı tüccara vermek amacıyla simsara bırakacaktır.
102. Bir tüccar yatırım için bir miktar parayı simsara emanet ederse ve simsar gittiği yerde bir miktar zarar ederse ana parayı tüccara vermek zorundadır.
103. Seyahatte iken düşmanlar sahip olduğu her şeyi ondan alırlarsa simsar Tanrı adına yemin eder ve yükümlülükten kurtulur.
104. bir tüccar nakletmesi için simsara mısır, yün, yağ veya başka bir mal verirse aracı aldığı miktarı belirten bir makbuzu tüccara vermelidir. Bundan sonra tüccara verdiği para için de ondan bir makbuz alır.
105. Simsar dikkatsiz ise ve tüccara verdiği para için bir makbuz almamışsa faturalanmamış parayı kendi parası olarak sayamaz.
106. Simsar tüccardan parayı teslim alırsa; ancak, tüccarla arasında bir anlaşmazlık varsa (makbuzu reddediyorsa) o zaman tüccar Tanrı ve parayı simsara verdiğine tanıklık eden şahitlerin huzurunda yemin eder ve simsar toplam meblağın üç katını ona öder.
107. Eğer tüccar simsarı aldatırsa, yani simsar kendisine verilen her şeyi geri getirdiği halde, tüccar kendisine geri verilen şeylere ilişkin makbuzu inkar ediyorsa o zaman simsar tüccarı yargıçlar ve Tanrı önünde suçlar ve simsarın kendisine verdiği şeyleri aldığını hala inkar ederse simsara toplam meblağın altı katını öder.
108. Eğer bir meyhaneci (kadın) içilen içkinin bedeli olarak brüt ağırlığına göre mısır kabul etmiyorsa ve para alıyorsa ve içki için aldığı para mısırın değerinden daha az ise tutuklanır ve suya atılır.
112. Eğer bir kişi seyahate çıkar ve başka birisine gümüş, altın, değerli taşlar veya başka her hangi bir taşınır mal emanet ederse ve ondan tekrar geri almayı isterse ve emanet edilen kişi bütün malları belirlenen yere getirmez ve tam aksine onları kendisi kullanırsa o zaman malları geri getirmeyen bu kişi mahkum edilir ve kendisine emanet edilen her şeyin beş katını öder.
113. Her hangi bir kişinin para veya mısır sevkıyatı varsa ve onları sahibinin bilgisi olmaksızın bir tahıl ambarından ya da bir kutudan almışsa; bu durumda sahibinin bilgisi olmaksızın tahıl ambarından mısırı ya da kutudan parayı alan kişi mahkum edilir ve aldığı mısırı geri öder. Ve ödediği komisyonu kaybeder.
114. Eğer para veya mısır karşılığında bir hak talep etmez ve güç kullanarak hakkını almaya kalkışırsa her bir olay için bir mina (yarım kilo)'nın 1/3'ü kadar gümüş verir.
115. Eğer bir kişinin diğerinden para veya mısır alacağı varsa ve onu buna karşılık hapsetmişse ve mahkum hapishanede doğal yollardan ölmüşse, olay kapanır.
117. Eğer her hangi bir kişi borcunu ödeyemezse ve para için kendisini, karısını, oğlunu ya da kızını satarsa veya zorla çalıştırılmalarına izin verirse onları satın alan adamın ya da mal sahibinin evinde üç yıl süresince çalışırlar ve dördüncü yılda özgür bırakılırlar.
118. Zorla çalıştırılmaları için kadın ya da erkek bir köleyi vermeleri halinde tüccarın bunları kiraya vermesi ya da para ile satması durumunda buna itiraz edilebilir.
119. Eğer bir kişi borcunu ödemekte başarısız olursa ve kendisine bir çocuk doğuran kadın hizmetçiyi para karşılığı satarsa tüccarın ona ödediği para köle sahibine geri verilir ve kadın hizmetçi özgür bırakılır.
120. Her hangi bir kişi diğer bir kişinin evinde muhafaza için mısırlarını depolamışsa ve depolanan mısırlara her hangi bir zarar gelmişse ya da evin sahibi tahıl ambarını açmış ve bir miktar mısır almışsa veya özellikle mısırların kendi evinde depolandığını inkar ediyorsa; o zaman, mısırların sahibi Tanrı'nın huzurunda (yeminle) hak iddia eder ve ev sahibi aldığı bütün mısırları sahibine geri verir.
121. Her kim ki başkasının evinde mısırlarını depolar her yıl için her beş ka mısır başına bir gur oranında ardiye ücreti öder.
122. Eğer bir kişi başkasına saklaması için gümüş, altın ya da başka bir şey verirse verdiği her şeyi birkaç şahide göstermelidir, bir sözleşme hazırlanmalıdır ve ondan sonra saklanması için teslim edilmelidir.
123. Eğer şahit ve sözleşme olmaksızın saklanması amacıyla teslim ediliyorsa ve teslim alan kişi bunu inkar ediyorsa o zaman yasal olarak talep edebileceği bir hak yoktur.
124. Eğer her hangi bir kişi gümüş, altın ya da başka bir şeyi şahitler huzurunda saklanması için birisine teslim eder de teslim edilen kişi bunu inkar ederse bu kişi bir hakimin huzuruna çıkarılmalı ve inkar ettiği her şeyi sahibine tam olarak geri vermelidir.
125. Eğer bir kişi mallarını muhafazası için başka birine bırakırsa ve hırsız ya da soyguncular sayesinde onun ve diğer adamın malları ortadan kaybolursa ihmali nedeniyle kaybın oluşmasına yol açan evin sahibi ücret karşılığında kendisine teslim edilen bütün malları tazmin eder. Ancak, evin sahibi malların peşine düşerek onları hırsızlardan geri alabilir.
126. Mallarını kaybetmeyen bir kişi kaybettiğini belirtiyor ve yanlış iddialarda bulunuyorsa; onları kaybetmemiş olsa bile eğer Tanrı huzurunda mallarını kaybettiğini miktarı ile birlikte iddia ediyorsa kaybettiğini iddia ettiği bütün malları tazmin edilir.
127. Eğer her hangi bir kişi rahibelere (Tanrı'nın kız kardeşlerine) yada her hangi bir kişinin karısına iftira atarsa ve bunu ispat edemezse bu adam hakim huzuruna çıkarılır ve alnı işaretlenir (derisi çizilerek ya da belki de saçı kesilerek).
128. Bir adam bir kadını karı olarak alır; ancak, aralarında her hangi bir ilişki söz konusu olmazsa bu kadın o adamın karısı olmaz.
129. Bir adamın karısı başka bir adam ile basılırsa (suçüstü halinde) her ikisi de bağlanır ve suya atılır; ancak, koca karısını, kral da kölelerini affedebilir.
130. Bir kişi, henüz erkek olarak bilinmeyen, hala babasının evinde yaşayan ve onunla uyuyan başka bir adamın karısına (nişanlı ya da çocuk annesi) tecavüz ederse ve bu adam öldürülür; ancak kadın masumdur.
131. Eğer bir adam başka birisinin karısını itham ederse; ancak, o kadın başka bir adamla basılmazsa kadın yemin etmek zorundadır ve ancak ondan sonra kendi evine dönebilir.
132. Bir adamın karısının başka bir adam ile ilgili olarak dedikodusu yapılırsa; ancak, kadın diğer adamla uyurken yakalanamazsa kadın kocası için nehre atılır.
133. Eğer bir kişi savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olduğu halde karısı evini ve bahçesini terk edip başka bir eve giderse; bahçesine bakmadığı ve başka bir eve gittiği için yasal olarak suçlu bulunur ve nehre atılır.
134. Eğer bir kişi savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve bu durumda karısı evini terk edip başka bir eve giderse masumdur.
135. Eğer bir kişi savaşta tutsak edilirse ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve karısı başka bir eve giderek orada çocuklarına bakarsa ve kocası geri geldiğinde evine dönerse, o zaman kadın evine geri dönebilir; ancak, çocuklar babalarına ait olur.
136. Eğer bir kişi evinden ayrılırsa, kaçarsa bu kaçağın karısı kocasına geri dönmeyebilir.
137. Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
138. Eğer bir adam kendisine çocuk vermeyen karısından ayrılmak isterse ona babasının evinden getirdiği çeyizi ve başlık parasını verir ve ondan sonra onun gitmesine izin verir.
139. Başlık parası yoksa ayrılma parası olarak yarım kilo altını ona vermelidir.
140. Eğer adam azat edilmiş bir köle ise yarım kilonun 1/3'ü kadar altın verir.
141. Eğer bir adamın birlikte yaşadığı karısı onu terk etmek isterse, borç altına sokarsa, evini virane haline getirirse ve kocasını ihmal ederse yargı kararıyla suçlu bulunur. Kocası onun serbest kalmasını teklif ederse kendi yoluna gider ve ayrılma parası olarak kadına hiçbir şey ödemez. Kocası onun serbest kalmasını istemezse ve başka bir kadın alırsa kocasının evinde hizmetçi olarak kalır.
142. Bir kadın kocası ile kavga ederse ve ona “Benim için uygun biri değilsin” derse bu peşin hükmünün nedenlerini ileri sürmek zorundadır. Eğer kadın suçsuzsa ve onun payına düşen bir hatası yoksa; buna karşılık kocası onu terk etmiş ve ihmal etmişse, o zaman bu kadına hiçbir suç ithaf edilemez, çeyizini alır ve babasının evine geri döner.
143. Eğer kadın masum değilse ve buna rağmen kocasını terk etmiş, evine bakmamış ve kocasını ihmal etmişse bu kadın suya atılır.
144. Bir adam bir kadın alır da bu kadın ona bir kadın hizmetçi verirse ve çocuklarına bakarsa; ancak, buna rağmen adam başka bir kadın almak isterse ona izin verilmez; bu adam ikinci bir kadın alamaz.
145. Bir adam bir kadını alır da kadın hiçbir çocuğa bakmazsa ve bu durumda adam başka bir kadın almak isterse ve o kadını alıp evine getirirse bu ikinci kadın karısı ile eşit düzeyde olmasına izin verilmez.
146. Eğer bir adam bir kadın alır da bu kadın ona karılık yapsın diye bir kadın hizmetçi verir ve çocuklarına da bakarsa ve ondan sonra bu hizmetçi kadın onun karısı ile eşit olmak isterse ona çocuk doğurduğu için onun efendisi para karşılığı satamaz; ancak, onu kadın hizmetçiler arasında addederek ve bir köle olarak tutabilir.
147. Eğer ona bir çocuk vermemişse o takdirde onun hanımı onu para karşılığı satabilir.
148. Bir adam bir kadın alır da kadın hastalığa yakalanırsa ve adam ikinci bir kadın almak isterse hastalığa yakalanan karısını boşayamaz; bunun yerine onu inşa ettiği bir eve yerleştirir ve yaşadığı sürece ona yardım eder.
149. Bu kadın kocasının evinde kalmak istemezse babasının evinden getirdiği çeyizi tazmin edilir ve kadın gidebilir.,
150. Eğer bir adam karısına bir tarla, bahçe ve ev ile bunlara ait bir vesika verirse ve kocasının ölümünden sonra oğulları buna itiraz etmezlerse, o zaman anne tercih ettiği oğullarından birine mirasının tümünü bırakabilir ve kardeşlerine hiçbir şey bırakmayabilir.
151. Bir adamın evinde yaşayan bir kadın kocasıyla hiçbir alacaklının onu tutuklayamayacağına dair bir anlaşma yapar ve buna ilişkin bir belge alırsa bu kadınla evlenmeden önce adamın borcu varsa alacaklı borca karşılık kadını alamaz. Adamın evine girmeden önce kadın bir borç sözleşmesi yapmışsa alacaklı da bu borç için kocayı alıkoyamaz.
152. Kadının eve girmesinden sonra her ikisi birlikte bir borcun altına girmişlerse her ikisi de tüccara borcu ödemek zorundadır.
153. Bir kadın başka bir adamın hesabına her ikisinin eşlerini öldürürse suça katılın çiftlerin her ikisi de kazığa oturtulur.
154. Bir adam kendi kızıyla ensest ilişki içine girerse bulunduğu yerden sürülür.
155. Bir kişi bir kızı kendi oğlu ile nişanlarsa ve oğlu da o kızla ilişkiye girerse ve bundan sonra baba kızı kirletirse ve birlikte basılırlarsa baba bağlanarak suya atılır.
156. Bir kişi bir kızı kendi oğlu ile nişanlarsa ve oğlu o kızla ilişkiye girmeden babası kızı kirletirse yarım mina (250 gr) altın verir ve kızın babasının evinden getirdiği her şeyi tazmin eder. Kız ise gönlünün erkeği ile evlenebilir.
157. Her hangi bir kişi babasından sonra annesi ile ensest ilişki suçunu işlerse her ikisi de yakılır.
158. Her hangi bir kişi babasından sonra çocuk doğuran şef anne ile basılırsa babasının evinden kovulur.
159. Kayınpederinin evine menkul mal getiren ve başlık parasını ödeyen her hangi bir kişi başka bir karı ararsa ve kayınpederine “senin kızını istemiyorum” derse kızın babası onun getirdiği her şeyin sahibi olur.
160. Eğer bir kişi kayınpederinin evine taşınır mal getirir ve karısı için başlık parası öderse ve ondan sonra kızın babası “Sana kızımı vermeyeceğim” derse kendisi ile birlikte getirdiği her şeyi geri götürür.
161. Eğer bir kişi kayınpederinin evine taşınır mal getirir ve karısı için başlık parası öderse ve ondan sonra arkadaşı ona iftira eder ve kayınpederi genç kocaya “Sen benim kızımla evlenemezsin” derse kendisinin yanı sıra getirdiği her şeyi eksiksiz ona vermek zorundadır; ancak, karısı arkadaşı ile evlenemez.
162. Bir adam bir kadınla evlenir ve kadın adama oğullar doğurursa ve daha sonra bu kadın ölürse kadının babasının çeyiz üzerinde hiçbir hakkı yoktur; çeyizler oğlanlara aittir.
163. Bir adam bir kadınla evlenir ve kadın adama oğullar doğurursa ve daha sonra bu kadın ölürse kayınpederinin evine ödediği başlık parası ona geri verilmişse kadının kocası kadının çeyizi üzerinde hiçbir hak iddia edemez; çeyiz kadının babasının evine aittir.
164. Eğer kayınpederi ona başlık parasını geri ödemezse başlık parasını çeyizden alır ve arta kalanı kadının babasının evine verir.
165. Bir kişi seçtiği oğullarından birine bir tarla, bahçe ve ev ile bunlara ait bir vesika verirse ve daha sonra baba ölürse ve kardeşler malı-mülkü pay ederlerse; o zaman ilk önce babasının hediyesini ona vermelidirler ve o da kabul etmelidir. Daha sonra babadan kalan mallar pay edilebilir.
166. Bir kişi oğlu için kadınlar alır da küçük oğlu için hiçbir kadın almazsa ve ondan sonra ölürse kardeşler kalan malı paylaştıklarında küçük kardeşin payının yanı sıra henüz hiç karı almamış olan küçük kardeşe bir kadın sağlaması için bir başlık parasını ayırmalıdırlar.
167. Bir adam bir kadınla evlenir de kadın adama çocuklar verirse ve bu kadın öldükten sonra adam bir kadın daha alır ve o da adama çocuklar verirse ve bundan sonra baba ölürse oğlanlar malları annelerinin durumuna göre pay edemezler, sadece çeyizleri bu şekilde pay edebilirler; babadan kalan mallar herkese eşit bir şekilde pay edilmelidir.
168. Bir kişi oğlunu evden kovmak ister ve bunu hakimin önünde “Ben oğlumu kovmak istiyorum” diye ilan ederse hakim onun gerekçelerine bakar. Oğlanın babanın onu haklı bir şekilde evden uzaklaştıracağı kadar büyük bir suçu yoksa babası onu evden uzaklaştıramaz.
169. Babanın oğlunu baba-oğul ilişkisinden mahrum edeceği kadar büyük bir suçu varsa baba onu bir kerelik affeder; ancak, oğlan ikinci defa aynı suçu işlerse baba onu bütün baba-oğul ilişkisinden mahrum edebilir.
170. Bir adama karısı oğullar doğurursa ve kadın hizmetçisi de oğullar doğurursa ve baba hala yaşarken kadın hizmetçinin doğurduğu oğullarına “Benim oğullarım” derse ve onları da karısının oğulları arasında sayarsa ve ondan sonra baba ölürse karısının ve kadın hizmetçinin oğulları babadan kalan malları ortak bir şekilde bölüşürler. Karısının oğlu pay eder ve seçer.
171. Ancak baba hala yaşarken hizmetçisinin oğullarına “Benim oğullarım” demezse ve ondan sonra ölürse hizmetçinin oğulları karısının oğulları ile malları paylaşamazlar; ancak, hizmetçiye ve oğullarına özgürlükleri verilir. Karısının oğullarının hizmetçinin oğullarını köleleştirmeye hakları yoktur; karısı çeyizini (babasından), kocasının ona verdiği hediyeleri, vesika ile ona verdiklerini alır ve kocasının evinde yaşar. Yaşadığı sürece onu kullanabilir; ev para karşılığı satılamaz. Onun bıraktığı her şey çocuklarına aittir.
172. Eğer kocası ona hediye vermemişse, hediye karşılığında tazminat verilmelidir. Bir çocuğunun payına eşit olacak şekilde kocasının mallarından bir pay alır. Eğer çocukları ona baskı yaparlarsa ve zorla evden uzaklaştırmaya çalışırlarsa hakim meseleye bakar ve oğullar hatalı ise kadın kocasının evini terk etmez. Kadın evden ayrılmayı arzu ediyorsa kocasının ona verdiği hediyeyi oğullarına bırakmalıdır; ancak, babasının evinden getirdiği çeyizi alabilir. Bundan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
173. Bu kadın gittiği yerdeki ikinci kocasına oğullar doğurursa ve ondan sonra ölürse onun daha önceki ve sonraki oğulları çeyizi aralarında paylaşırlar.
174. Eğer ikinci kocasına hiçbir oğul vermezse ilk kocasının oğulları çeyize sahip olurlar.
175. Eğer bir devlet kölesi ya da azat edilmiş birinin kölesi özgür birinin kızıyla evlenirse ve çocukları olursa kölenin efendisinin özgür olanın çocuğunu köleleştirmeye hiçbir hakkı yoktur.
176. Ancak, eğer bir devlet kölesi ya da azat edilmiş birinin kölesi bir adamın kızıyla evlenir ve evlendikten sonra kız babasının evinden çeyiz getirirse ve her ikisi de ondan faydalanıp bir ev kurarlarsa ve bundan sonra köle ölürse; o zaman, özgür doğan kadın çeyizini ve kocası ve kendisinin kazandığı her şeyi alır. Bunları iki parçaya böler; bir parçasını kölenin efendisi alır, diğerini ise kadın çocuklarına bakmak için alır. Eğer özgür doğan kadın hediyeye sahip değilse kocasının ve kendisinin kazandığı her şeyi alır ve onları iki parçaya ayırır: kölenin efendisi bir parçasını kendisi de çocuklarına bakabilmek için diğerini alır.
177. Çocukları henüz büyümemiş olan bir dul başka bir eve girmek (evlenmek) isterse hakim kararı olmaksızın bunu yapamaz. Eğer başka bir eve girerse hakim ilk kocasının evinin durumunu inceler. Bundan sonra ilk kocasının evi ikinci kocasına tevdi edilir ve kadın yönetici olur. Ve orada bir de kayıt tutulmalıdır. O evin düzenini sağlar, çocuklarını büyütür ve evde bulunan kapları satamaz. Dul bir kadının çocuklarının aletlerini satın alan kimsenin parası yanar ve eşyalar sahiplerine iade edilir.
178. Bir merbut kadına ya da bir fahişeye babası bir çeyiz ve bunun için bir vesika verirse; ancak, bu vesikada onu dilediği şekilde miras bırakabileceği belirtilmemişse ve açıkça satma hakkına sahip olduğu belirtilmiyorsa ve bu durumda babası ölürse o zaman kardeşleri bahçesini ve tarlasını teslim alırlar ve hissesine göre ona mısır, yağ ve süt verirler ve onu memnun ederler. Eğer kardeşleri hissesine göre ona mısır, yağ ve süt vermezlerse o zaman bahçesi ve tarlası ona destek olur. Tarlanın ve bahçenin kullanım hakkına sahiptir ve yaşadığı müddetçe babasının ona verdiği her şey onundur; ancak, o bu malları ne satabilir ne de başkasına devredemez. Onun mirası kardeşlerine aittir.
179. Bir rahibe ya da bir fahişe babasından bir hediye ve dilediği şekilde onu satabileceği açıkça belirtilen bir vesika elde etmişse ve babası ölmüşse o zaman kime isterlerse mallarını ona verebilirler. Kardeşleri hiçbir hak iddia edemez.
180. Bir baba kızına- evlenilebilir olsun ya da bir fahişe olsun fark etmez- bir hediye verip de ölürse babasından kalan mirastan çocuklardan birinin payı kadar bir pay alır ve yaşadığı sürece onun kullanım hakkından yararlanır. Malları ise erkek kardeşlerine aittir.
181. Bir baba bir tapınak hizmetçisini ya da tapınak bakiresini Tanrı'ya adarsa ve ona hediye vermez ve ölürse babasından kalan mirastan bir çocuk payının 1/3'ü kadar alır ve yaşadığı sürece onun kullanım hakkından yararlanır. Malları ise kardeşlerine aittir.
182. Bir baba, kızını Babil'in Mardi'sinin karısı olarak adarsa ve ona hediye ya da bir tapu senedi vermeyip ölürse kardeşlerinden babasının evindeki mirastan bir çocuğun payının 1/3'ünü alır; ancak, Marduk onun malını kime dilerse ona bırakabilir.
183. Bir baba kızına bir cariye, bir çeyiz, bir koca ve bir tapu senedi verirse ve ondan sonra ölürse babasından kalan maldan bir pay alamaz.
184. bir baba kızına bir cariye ile birlikte bir çeyiz ve koca vermezse ve ölürse kardeşi babasının servetine göre ona bir çeyiz verir ve bir koca bulur.
185. Bir adam bir çocuğu evlatlık alır ve oğlu olarak ona ismini verirse ve onu besleyip büyütürse büyümüş bu çocuk bir daha geri istenemez.
186. Bir adam bir çocuğu evlatlık alırsa ve o çocuğu aldıktan sonra analığına ve babalığına zarar verirse evlatlık alınan bu oğlan babasının evine geri döner.
187. Saray hizmetlerinde çalışan bir metresin ya da bir fahişenin oğlu geri alınamaz.
188. Bir zanaatkar bir çocuğu besleyip büyütmek için yanına alırsa ve ona mesleğini öğretirse o çocuk geri alınamaz.
189. Ona mesleğini öğretmezse bu evlatlık oğlan babasının evine geri döner.
190. bir adam oğul olarak evlatlık aldığı bir çocuğa bakmaz ve onu diğer çocuklarla birlikte besleyip büyütmezse bu evlatlık oğlan babasının evine geri dönebilir.
191. Bir oğlanı evlatlık olarak alan ve onu besleyip büyüten, bir ev kuran ve çocukları olan bir adam evlatlığını evden atmayı isterse bu evlatlık oğlan kendi yoluna gidemez. Babalığı kendi servetinden bir çocuğun payının 1/3'ünü ona verdikten sonra gidebilir. Tarla, bahçe ve evden ona bir şey verilmez.
192. Bir metresin ya da fahişenin oğlu babalığına ya da analığına “Benim annem ya da babam değilsiniz” derse dili kesilir.
193. Bir metresin ya da fahişenin oğlu babasının evini özler ve babalığını ve analığını terk edip babasının evine giderse gözleri çıkarılır.
194. Bir adam çocuğuna bir sütanne tutarda çocuk onun ellerinde ölürse ve sütanne anne ve babaya haber vermeksizin başka bir çocuğu emzirirse onlar sütanne haber vermeksizin başka bir çocuğu emzirmekle suçlayabilirler ve onun memeleri kesilir.
195. Eğer bir oğul babasına vurursa onun elleri balta ile kesilir.
196. Eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır. [Göze göz]
197. Eğer bir kişi başkasının kemiğini kırarsa onun kemiği de kırılır.
198. Eğer bir kişi azat edilmiş bir adamın gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa bir mina (yarım kilo) altın öder.
199. Eğer bir adamın kölesinin gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa onun değerinin yarısını öder.
200. Bir adam kendisi ile eşit olan birinin dişini kırarsa onun da dişi kırılır. [Dişe diş]
201. Bir kişi azat edilmiş bir adamın dişini kırarsa bir mina altının 1/3'ünü verir.
202. Bir adam rütbece kendisinden daha üstün olan bir adamın vücuduna vurursa halkın önünde öküz kırbacı ile 60 kırbacı hak eder.
203. Doğuştan özgür bir adam başka bir özgür doğan adama ya da eşit derecedeki birine vurursa bir mina altın öder.
204. Azat edilmiş bir adam, başka bir azat edilmiş adama vurursa; on şikel para öder.
205. Azat edilmiş bir adamın kölesi, azat edilmiş bir adama vurursa; kulağı kesilir.
206. Bir kavga sırasında bir adam, diğerine vurur ve onu yaralarsa ve daha sonra “Onu kasıtlı olarak yaralamadım.” diye yemin ederse doktorların masrafını öder.
207. Bu adam, yarası nedeniyle ölürse; öldüren, benzer bir şekilde yine yemin eder ve ölen kişi, doğuştan özgür ise; yarım mina para verir.
208. Eğer azat edilmiş biri ise; bir minanın 1/3'ü kadar öder.
209. Bir adam, henüz doğmamış çocuğunu kaybedecek şekilde doğuştan özgür bir kadına saldırırsa; onun kaybı için on şikel öder.
210. Bu kadın ölürse öldüren kişinin kızı öldürülür.
211. Özgür sınıfa ait bir kadın, bir darbe nedeniyle çocuğunu kaybederse; buna neden olan para olarak beş şikel öder.[1]
212. Bu kadın, ölürse; yarım mina öder.
213. Bir adam, başka bir adamın kadın hizmetçisine saldırır ve kadın, çocuğunu kaybederse; o, para olarak iki şikel öder.
214. Bu hizmetçi ölürse; bir minanın 1/3'ü kadar öder.
215. Bir doktor operatör, bıçağı ile derin bir yarık açarsa ve onu tedavi ederse ya da bir operatör bıçağı ile (gözün üstünde) bir tümörü açarsa ve gözü kurtarırsa on şikel alır.
216. Hasta, eğer azat edilmiş bir adamsa; beş şikel alır.
217. Başka birinin kölesi ise; sahibi doktora iki şikel verir. [8]
218. Bir doktor, operatör bıçağı ile derin bir yarık açarsa ve hastayı öldürürse ya da bıçak ile bir tümörü açıp gözü keser ise doktorun elleri kesilir.[9]
219. Bir doktor, operatör bıçağı ile azat edilmiş bir adamın kölesinde derin bir yarık açarsa ve onu öldürürse; o köleyi başka bir köle ile ikame etmelidir.
220. Eğer operatör, bıçağı ile bir tümörü açar ve gözünü çıkarırsa; kölenin değerinin yarısını öder.
221. Eğer bir doktor, kırık bir kemiği ya da insanların hastalıklı kısımlarını iyileştirirse; hastalar, ona nakit olarak beş şikel verirler.
222. Azat edilmiş bir adam ise; üç şikel verir.
223. Köle ise; sahibi doktora iki şikel verir.
224. Bir veteriner cerrah, bir eşek ya da bir öküz üzerinde ciddi bir ameliyat yapar ve tedavi ederse; ücret olarak sahibi, cerraha bir şikelin 1/6'sını öder.
225. Bir veteriner cerrah, bir eşek ya da bir öküz üzerinde ciddi bir ameliyat yapar ve onu öldürürse sahibine; değerinin ¼'ünü öder.[10]
226. Ustanın bilgisi olmaksızın bir berber satılmayan bir kölenin üzerindeki kölelik işaretini silerse; bu berberin elleri kesilir.[9]
227. Bir inşaatçı, herhangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan öldürülür.[9]
228. Eğer bina ev sahibinin oğlunu öldürürse, inşaatı yapanın da oğlu öldürülür.
229. Bina sahibinin kölesini öldürürse, evin sahibine köle için bir köle ödeme yapar.
230. Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü tazmin eder ve inşa ettiği binayı düzgün bir şekilde inşa edinceye dek kendi imkanlarıyla evi yeniden inşa eder.
231. Bir kişi, başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı devrilmişse; inşaatı yapan kişi, kendi imkanlarıyla duvarı daha sağlam bir şekilde yapmalıdır.
232. Tekne inşa eden bir kişi, birisi için 60 gur uzunluğunda bir tekne yaparsa; nakit olarak iki şikel ücret alır.
233. Tekne inşa eden bir kişi, birisi için bir tekne yaparsa ve tekneyi sıkı yapmazsa ve aynı yıl içerisinde tekne denize açıldığında hasar görürse; tekne yapımcısı, tekneyi alır ve kendi imkanlarıyla sağlamlaştırır. Sağlam tekneyi, tekne sahibine verir.
234. Bir kişi, kendi teknesini bir gemiciye kiralarsa ve gemicinin dikkatsizliğinden tekne enkaz haline gelir ve batarsa; gemici, tekne sahibine tazminat olarak başka bir tekne verir.
235. Bir kişi bir gemici ve onun teknesini kiralarsa ve onu mısır, giyecek, yağ, hurma ve benzeri uygun şeylerle doldurursa; ancak gemicinin dikkatsizliğinden gemi batarsa ve taşıdıkları harap olursa o zaman gemici hem enkaz haline gelen gemiyi hem de içindekileri tazmin etmelidir.
236. Bir gemici, her hangi bir kimsenin gemisini kazaya uğratır da gemiyi muhafaza ederse; geminin değerinin yarısını öder.
237. Bir kişi, bir gemici kiralarsa; yıl başına altı gur mısır öder.
238. Bir tüccar, bir feribota çarpar ve onu enkaz haline getirirse; kaza geçiren teknenin sahibi, Tanrı önünde adalet arar; feribot ile çarpışan tüccar, gemisinin sahibi diğer botun sahibine bütün hasar için tazminat ödemelidir.
239. Herhangi bir kimse, angarya için bir öküzü zorla alırsa; nakit olarak bir minanın 1/3'ünü öder.
240. Herhangi bir kişi, bir yıllığına öküzleri kiralarsa; sabana koşulan öküzler için dört gur mısır öder.
241. Sığır sürüsünün kirası olarak sahibine üç gur mısır ödenir.
242. Bir kimse, bir öküz ya da bir eşek kiralarsa ve bir aslan, onu otlakta öldürürse; zarar, sahibine aittir.
243. Bir kimse, bir öküzleri kiralar da onları kötü muamele ya da darbe sonucu öldürürse; öküze karşı öküz vererek tazmin etmelidir.
244. Bir kimse, bir öküz kiralar da onun bacağını kırarsa ya da boyun bağlarını keserse; öküze karşı öküz vererek tazmin eder.
245. Bir kimse, bir öküz kiralar da onun gözünü çıkarırsa; sahibine değerinin yarısını öder.
246. Bir kimse, bir öküz kiralar da onun bir boynuzunu kırarsa ya da kuyruğunu keserse veya burnunu yaralarsa sahibine değerinin dörtte birini öder.
247. Bir kimse, bir öküz kiralar da; Tanrı, ölsün diye ona vurursa; onu kiralayan kişi, Tanrı adına yemin eder ve suçsuz olduğu kabul edilir.
248. -Bir öküz, caddeden (pazardan) karşı karşıya geçerken birileri onu itip öldürürlerse; sahibi, mahkemede (kiralayana karşı) herhangi bir hak talebinde bulunamaz.
249. Bir öküz, boynuzla yaralanmış ise ve bu da onun boynuzlayan bir öküz olduğunu gösteriyorsa ve onun boynuzları bağlanmamışsa ve öküz doğuştan özgür olan birini boynuzlayıp öldürmüşse; sahibi, nakit olarak yarım mina altın verir.
250. Eğer bir kişinin kölesini öldürürse bir minanın 1/3'ünü verir.
251. Bir kişi, başka biriyle tarlasını işlemesi için anlaşır ve ona ekmesi için tohum verirse, boyunduruğa koşulmuş bir çift öküz verirse ve o kişi, mısırı ya da diğer ürünü çalar ve kendisine ayırırsa elleri baltayla kesilir.
252. Eğer kendisine tohumluk mısır ayırır ve boyunduruğa koşulmuş öküz de kullanmazsa; aldığı miktar kadar tohumluk mısır verir.
253. Eğer öküz boyunduruğunu başkasına kiraya verirse ya da tarlaya ekmeyerek tohumluk mısırı çalarsa; suçlu bulunur ve her bir yüz gan için altmış gur mısır öder.
254. Onun topluluğu, onun adına bunu ödemezse; sığırlarla birlikte (çalışması için) tarlaya gönderilir.
255. Bir kimse, tarla işçisi kiralarsa; bir yıl için sekiz gur mısır öder.
256. Bir kimse, bir öküz sürücüsü kiralarsa; yıl başına ona altı gur mısır öder.
257. Bir kimse, tarladan bir su çarkı çalarsa; sahibine nakit olarak beş şikel öder.
258. Bir kimse, (suyu nehirden ya da kanaldan almaya yarayan) bir su kaldıracı ya da bir sabanı çalarsa nakit olarak üç şikel ödemelidir.
259. Bir kimse, koyun ya da sığırlar için bir çoban kiralarsa; yıl başına sekiz gur mısır öder.
260. Kendisine verilen koyunu ya da sığırı öldürürse; sahibine sığır için sığır, koyun için koyun vererek tazmin eder.
261. Gözetlemesi için koyun ya da sığırın emanet edildiği, üzerinde anlaşılan ücretini alan ve tatmin edilen bir çoban, koyun ya da sığırların sayısını azaltırsa ya da daha az doğumla artış gerçekleşirse; kaybettiği kârı ya da artışı telafi etmelidir.
262. Kendisine bakması için koyun ya da sığır emanet edilen bir çoban, hatalı davrandıysa, doğal yoldan sürünün daha az artmasına yol açtıysa ya da onları para karşılığı sattıysa; mahkum edilir ve kaybın on katını sürü sahibine verir.
263. Bir hayvan, Tanrı tarafından öldürüldüyse; (kaza) ya da bir aslan, onu öldürdüyse; çoban, Tanrı huzurunda mâsumiyetini ilan eder ve sahibi de bunun kaza olduğunu kabul eder.
264. Bir çoban bir şeyleri ihmal ettiği için ahırda bir kaza meydana gelmişse bu kazadan çoban sorumludur ve sığır ya da koyunu sahibine tazmin eder.
265. Harman dövmek için bir kimse, bir eşek ya da öküz kiralarsa kira 20 ka mısırdır.
266. Harman dövmek için bir kimse, bir eşek kiralarsa kira 20 ka mısırdır.
267. Harman dövmek için bir kimse, genç bir hayvan kiralarsa kira 10 ka mısırdır.
268. Bir kimse, bir çift öküz, yük arabası ve sürücüsünü kiralarsa; bir gün için 180 ka mısır öder.
269. Bir kimse, yalnızca bir yük arabası kiralarsa bir günlüğüne 40 ka mısır öder.
270. Bir kimse, bir gündelikçi kiralarsa yıl başından beşinci aya kadar (günlerin uzun ve işin zor olduğu Nisan-Ağustos arası) nakit olarak her gün için altı gerah; altıncı aydan yılın sonuna kadar ise beş gerah öder.
271. Bir kimse, usta bir zanaatkar kiralarsa ona ...'nın ücreti olarak günde beş gerah, çömlekçilik ücreti olarak beş gerah, terzilik ücreti olarak beş gerah, ...ipçilik ücreti olarak dört gerah, duvarcılık ücreti olarak...gerah öder.
272. Bir kimse, bir feribot kiralarsa günde üç gerah öder.
273. Bir kimse, bir yük gemisi kiralarsa günde iki buçuk gerah öder.
274. Bir kimse, 60 gur'luk bir tekne kiralarsa; onun kirası olarak günde bir şikelin 1/6'ı kadar para öder.
275. Bir kimse, bir kadın ya da erkek köle satın alır ve bir ay geçmeden benu hastalığına yakalanırlarsa; köleleri satıcıya geri götürür ve ödediği parayı geri alır.
276. Bir kimse, bir kadın ya da erkek köle satın alır ve üçüncü şahıslar üzerinde hak iddia ederlerse; satıcı, bundan sorumludur.
277. Yabancı bir ülkede bir kimse başka bir ülkeye ait olan bir kadın ya da erkek köle alırsa ve bu kadın ya da erkek kölenin sahibinin ülkesine döndüğünde onları tanırsa ve köleler ülkenin yerlileri ise para almadan onları sahibine geri verir.
278. Onlar, başka bir ülkeden ise alıcı onlar için tüccara ödediği parayı deklare eder ve kadın ve erkek köleyi elinde tutar.
279. Bir köle, efendisine; Sen benim efendim değilsin.” derse ve onlar, o köleyi suçlarsa efendisi onun kulağını keser. [10]

Mala Karşı İşlenen Suçlar


Hammurabi'nin iyelik ve varlığın dokunulmazlığına -aslında çiviyazısı kaynakların terminolojisinde yapılmayan bir ayırım- ne denli önem verdiğini, özellikle yasaların son 20 maddesi göstermektedir. Ve bunlar, öncelikle saray ve tapınak mülkünün özel hukuksal koruma altında alındığını da ortaya koymaktadır. Ancak tek tek ailelerin iyeliğini korumaya da özen gösterildiği göze çarpmaktadır; çünkü özellikle de ev ya da aile işletmeleri, eski Babil ekonomisinin, krala vergi ve hizmet sağlamasının temelini oluşturuyordu. Küçük çiftçi işletmeleri, öncelikle de krallık topraklarını işleyenler, aktif bir durumda ve verimli kalmalıydılar. Bu nedenle, mala karşı işlenen suçlarda kullanılan ya da burada en azından gözdağı vermek amacıyla belirtilen cezalar dikkati çekecek ölçüde ağırdır. Kim “tanrının ya da sarayın malını çalarsa” -sonuçta iki durumda da kraldan bir şey çalınıyordu- öldürülecekti. Kim çalınmış malı başkasına satar ya da yalnızca saklarsa, onu yine de ölüm cezası bekliyordu; aynı biçimde çalınmış ya da yitik mala sahip olduğu ortaya konan ve bunu hakkıyla elde etmiş olduğunu -belge ve mühürle- kanıtlayamayanın cezası da ölümdü. Bir başkasına böyle bir suç yükleyen, ancak bu ağır suçlamayı tanıklarla kanıtlayamayan da idam edilecekti. Tanık göstermesi için ona altı aylık bir süre tanınıyordu.

Eğer birisi, bir çocuğu kaçırırsa, kölelerin kaçmasına yardım ederse ya da tellalın resmen ilan etmesine karşın kaçakları saklarsa, bu da hırsızlık sayılıyordu. Bir eve zorla giren bir suçlu, doğrudan yabancı mülke girmek için duvarda açtığı deliğin önünde öldürülecekti. Bir soygunda suçlu yakalanamazsa, soyulan şahıs uğradığı zararın miktarını tapınakta, yani tanrının huzurunda belirtecekti. Bu durumda, işlenildiği bölgedeki yerel yönetim soygundan doğan kaybı karşılayacak ya da bu sırada bir kişi ölmüşse, öldürülenin yakınlarına 1 mina gümüş (0,5 kilogram) verecekti. Nihayet bir belgede, çıkan bir yangının söndürülmesi sırasında yapılan bir hırsızlığa değinilmektedir: “Eğer bir adamın evinde yangın çıkmışsa ve söndürmeye gelen bir adam gözünü ev sahibinin malına diker ve ev sahibinin malından bir şey alırsa, o adam bu ateşe atılacaktır” (Madde 25).

Hammurabi yasalarında, hırsızlık ve yataklığa ilişkin yargılarda ilk kez, zarara uğrayanın konumuna göre farklı bir ceza verilmesiyle karlılaşmaktayız. “Eğer bir adam bir sığır, koyun,eşek, domuz ya da bir manda çalmışsa ve çalınan bu mal tanrıya ya da saraya aitse, otuz katını verecektir. Ama eğer bu bir muşkenuma aitse, on katını ödeyecektir” (Madde  Burada, -yasaların öncelikle yoksullar ve güçsüzler için olduğunu överek anlatan öndeyişin tumturaklı güvencesine karşın- yalnızca malsız-mülksüzün haksızlığa uğradığı ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce tapınak ve sarayın malıyla, muşkenum denen kişinin malı arasında ayırım yapılmakta ve buna göre ceza verilmektedir; “devlet” malının hırsızlığı için üç kat daha yüksek bir ceza öngörülmektedir.

“Muşkenum” kavramı, sözcük olarak yaklaşık “toprakla ilgilenen” anlamına gelmektedir ve bu kavramın içeriği bilimsel tartışmalarda şiddetli anlaşmazlıklar yaratmıştır ve hâlâ tartışılmaktadır. Bu kavram daha 3. Bin yılın çiviyazısı metinlerinde ortaya çıkmakta ve buna Eski Babil sonrası metinlerinde de sıklıkla değinilmektedir; bu sırada bir anlam değişikliğine uğramıştır. Fransızca “mesquin” ve İtalyanca “meschino”da (adi, süflî) bu kavramdan türemiş -yoksul bir insanın tanımı- olarak günümüze ulaşmıştır. Ancak “muşkenum” Eski Babil döneminde, özellikle de Hammurabi yasalarında ne anlama geliyordu? Başlıca iki görüş vardır: Bir görüşe göre muşkenum, “saray kulları” insanlar, saraya bağımlı kişiler, krallık topraklarında oturan ve buna karşılık hizmet yükümlülükleri olan insanlar anlamına gelmektedir; öte yandan genel olarak, hükümdarın yakın çevresine, bir “seçkinler grubuna” ait olmayan, bağımlı halk grubundan olan kişilerin bu gruptan sayılması önerilmiştir. Ancak belki de bir Muşkenum'dan söz ederken gerçekten “toplumsal” bir değerlendirme yapıp yapmamak gerektiği de sorulmalıdır. Hammurabi yasalarının özgürler, muşkenumlar ve köleler olarak ayrılan bir “üçlü sınıflı toplum”un belgesi olarak anlaşılamayacağını belge ve mektup materyalinin bir kez gözden geçirilmesi bile göstermektedir. Özellikle başka metinler, bir muşkenumun aynı zamanda varlıklı bir adam olabileceğini de açıkça gösterdiğinden, bu durumda “muşkenum” bir tür orta sınıf karşılığı olamaz. “İnsan”“sayın” (avilum) ve “muşkenum”arasındaki ayırımda, en azından Hammurabi yasalarında, ilgili kişinin sarayla ilişkisi belirleyici olmuş olmalıdır. Ve eğer muşkenumun malı çalındığında daha az ödenmesi gerekiyorsa, belki de bunun nedeni, bu adamın toplum açısından daha aşağıda bulunması, “yoksul ve güçsüzler” sınıfından olması değil, onun malının sarayı kendi toprağı kadar ilgilendirmediği içindir. Başka maddeler avilumun Muşkenum'dan daha çok korunduğunu göstermektedir. Bu durumda, acaba birincisini bir tür “kralın adamı”, diğerini ise bu belirlemenin dışında mı görmek gerekir? Bizzat bilimde son söz söylenmeden “muşkenum” sözcüğünün herhangi bir çevirisiyle ileri sürülen yorumlardan birine bağlanmak yararlı değildir. Her ne olursa olsun Hammurabi yasaları muşkenumu avilum, “adam”, karşısında açıkça haksızlığa uğramış göstermektedir ki burada hele kölelerden hiç söz etmeyelim.

Özellikle mala karşı işlenmiş suçlara ilişkin maddeler, Hammurabi yasalarını, sınıflara ayrılmış bir toplumun ürünü olarak göstermektedir ve bu yasaların öncelikle krala bağlı malı güvence altına almaya hizmet ettikleri anlaşılmaktadır. Sonraki maddelerin ortaya koyduğu gibi, burada yaşam savaşıyla, kredi sistemi ve tefeciliğiyle, kralın yalnızca hükümdar olarak değil, aynı zamanda da doğrudan doğruya toprak ağası ve mülk sahibi olarak egemen olduğu alanda giderek artan borç köleliğiyle “bireyselleşmiş” toplumun etkilerinden bir korunma söz konusudur.[4]

Yalancı Tanıklık



Bir davanın en önemli bölümleri, suçlama, kanıtlama ve yargı, ilk beş maddenin konusudur. Yargıçlar bir kişinin şikayetini kabul ettiklerinde, dava açılıyordu. Ancak herhalde ilgili taraflar kimi hukuksal sorunu kendi aralarında da bir sonuca bağlamışlardır ve mahkeme de tüm davaları kabul etmekten ya da kendisini yetkili olarak önermekten kaçınmış olmalıdır. Ama yalan yere suçlama, davacı açısından kötü sonuçlar doğuruyordu: Kanıtlanamayan cinayet suçlamasında davacı öldürülmeliydi (Madde 1) ve büyücülük suçlamasında, suçlanan, bir “nehir sınavı”ndan geçmek zorundaydı: “Eğer biri bir diğerini büyücülükle suçlar, ancak bunu kanıtlayamazsa, büyücülükle suçlanan taraf nehir tanrısına gider ve nehir tanrısının bağrına dalar. Ve eğer nehir tanrısı onu yakalarsa, o zaman suçlayan kişi, suçladığı kişinin evini (yani servetini) alır. Ancak, eğer nehir tanrısı bu adamı kuşkudan arındırır ve o sağ kalırsa, onu büyücülükle suçlayanın evini alır” (Madde 2). Büyülü güçler ancak bir “tanrısal yargı”yla kanıtlanabiliyordu ve anlaşılan “suçlanan” da o zaman aynı biçimde ölüm cezasına çarptırılıyordu.

Bir kanıtlama aracı olarak bu “nehir sınavı”na o dönemin başka metinlerinde de değinilmektedir. Örneğin Fırat kıyısındaki Kargamış kentinde oturan kral Yatar-Ami, Mari kralı Zimri-Lim'e, nehir sınavından geçirilmek üzere kendisine iki adam gönderdiğini yazıyordu. Bunlar siyasal komploculukla suçlanmaktadır; bu arada onlara bu suçu yükleyen kişi Kargamış'ta cezaevinde tutuluyordu. Suçlananlar tanrısal sınavı başarırlar ve böylece tanrılar yargıyla suçsuzlukları “kanıtlanır”sa, jurnalci yakılarak öldürülme cezasıyla karşı karşıyaydı. Ancak suçlananlar yaşamlarını yitirirlerse, yani tanrısal sınavda boğulurlarsa, bunların “ev ve adamları”, kendilerini komploculukla suçlayana devredilecekti. Pratik olarak burada da kısas ilkesinin uygulanması söz konusuydu: Suçlayan, eğer suçlananın suçu kanıtlanamazsa, onunla aynı cezaya çarptırılacaktı. Bir mektup, bir tanıdığın kayınpederinin Eşnunna'dan dönerken nehir sınavından geçmek zorunda kaldığını bildirmektedir. Adam sağ salim sudan çıkmış ve bunun üzerine saray tarafından suçsuz ilan edilmişti. Anlaşıldığı kadarıyla suçlananların bağlı bir durumda suya atıldığı bu sınavı Elam'da da uygulanmaktaydı.

3. ve 4. Maddeye; “Soydaşına karşı yalancı tanıklık yapmamalısın.” biçiminde bir başlık konulabilir. Eğer biri mahkeme huzuruna tanık olarak çıkar ve yalan söylerse -ya da yalnızca tanıklığını kanıtlayamazsa-, bu kişi söz konusu davaya göre, bir cezayla karşı karşıya kalabilirdi. Ağır cezalı suçlarda yalancı tanık öldürülüyordu; suçta arpa ya da gümüş söz konusuysa, ilgili cezayı ödemek zorundaydı. Eğer bir hak söz konusuysa “kanıt”, mühürlü bir belgenin gösterilmesiyle gerçekleşiyordu. Bunun dışında, genellikle tanıklar ya da ant içme kanıt sayılıyordu. Dava belgelerinde ve diğer hukuk metinlerinde tanıkların ismi çoğunlukla tabletin sonunda, tarihten önce belirtilmektedir. Tanıklar, çoğu kez tablet üzerinde silindir mühürlerini de çeviriyorlardı ve böyle bir mühürleri yoksa, bir tırnak izi ya da giysi kenarının bastırılması da aynı işi görüyordu.

Nihayet, yargıçların yargılanması ve alacakları cezadan da söz edilmektedir ve bu, görev aldıkları davalarda genellikle sonradan -herhalde bir rüşvetten sonra- yargılarını değiştiren yargıçları kapsamaktadır (5. Madde): “Eğer bir yargıç görüştüğü bir davayı sonuçlandırmış, bir karara varmış ve mühürlü bir belge hazırlatmış, ancak sonradan kararını değiştirmişse, bu durumda bu yargıç, karar değişikliğinin haklılığını kanıtlamak zorundadır. Aksi halde o, bu davada söz konusu olan ceza miktarının on iki katını ödeyecektir. Ayrıca o, kuruldaki yargıçlık görevinden alınacak ve bir daha bu göreve geri dönmeyecek, mahkemede yargıçlarla birlikte oturmayacaktır.”

Bu yasalar, çok sayıdaki davada ortaya çıkmış bütün olasılıkları kapsamamaktadır. Ancak, özellikle son zamanlarda artmış olan ve bu nedenle de özel bir çözüm gerektiren davalar söz konusudur. Daha önce “bireyselleşme” olarak nitelenen süreç, anlaşılan mahkemeler tarafından sonuçlandırılan hukuksal işlemlerde bir artışa yol açmıştır ve haksız suçlama, yalancı tanıklık ve rüşvet davaları da bununla birlikte, aynı biçimde çoğalmış olmalıdır. Eski Babil döneminden günümüze pek çok dava belgesi kalmıştır ve göze çarpacak ölçüde sık rastlanan dava konusu, toprak ve ev iyeliğidir. Davalar çoğu kez de miras sorunları ile ilgilidir. Mahkeme önündeki ifadeleri içeren bir dizi tutanak da elimize geçmiştir.[4]

Kaynaklar

[1] www.turksite.eu/tarih/hammurabi-yasalari.html

[2] forum.arkitera.com/kahve-molasi/992-hammurabi-yasalari.html

[3] www.ansiklopedim.info/?p=783

[4] www.sevgiadasi.com/hammurabi-yasalari-nedir/

[5] www.inisiyatif.net/hukukmuzesi/hukukmuzesi/hm212e.html

[6] www.msxlabs.org/

[7] www.diziizleyelim.com/forum/sitemap/index.php/t-1323.html

[8] www.etkinlikpaylas.com/

[9] tr.wikipedia.org/wiki/Hammurabi_Kanunları