31 Aralık 2018 Pazartesi

Zeki Müren : Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar



Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, 
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım, 
Bir haykırsam belki duyulur sesim, 
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. 

Kaderim bu böyle yazılmış yazım, 
Hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm, 
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım, 
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. 

Tatmadığım zevk kalmadı dünyada, 
Hangi kalbe girdimse kaldı izim, 
Taşa geçer kendime geçmez sözüm, 
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. 

Kaderim bu böyle yazılmış yazım, 
Hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm, 
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım, 
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Söz ve Müzik : Teoman Alpay
Zeki Müren : Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar

29 Aralık 2018 Cumartesi

Ahmet Sezgin : Sevda Yüklü Kervanlar



Sevda yüklü kervanlar
Senin kapından geçer
Aşk şarabın içenler
Yarin derdine düşer
*********************
Bu han garip yatağı
Bülbül derdim ortağı
Aşkın söyletir beni
Feryat feryat
Her gün ağlatır beni
Feryat feryat
*********************
Aşkın ne zor şey imiş
Düşmeden bilemedim
Eller erdi murada
Ben murada ermedim
*********************
Bu han garip yatağı
Bülbül derdim ortağı
Aşkın söyletir beni
Feryat feryat
Her gün ağlatır beni
Feryat feryat
*********************
Söz ve Müzik : Halit Araboğlu
Ahmet Sezgin : Sevda Yüklü Kervanlar

27 Aralık 2018 Perşembe

Yıldıray Çınar : Arzuladım Sana Geldim




Arzuladım sana geldim
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Haydar haydar canım haydar
Gel bizi bu dertten kurtar
Ali Ali canım Ali
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Edep erkandır yolları
Hu çeker derviş kulları
Binip cansız duvarları süren
Hünkar Hacı Bektaş Velidir

Haydar haydar canım haydar
Gel bizi bu dertten kurtar
Ali Ali canım Ali
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Pir Sultanım gerçek veli
Kesmeyin onlardan eli
Doksan bin Horosan piri
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Haydar haydar canım haydar
Gel bizi bu dertten kurtar
Ali Ali canım Ali
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Söz   : Pir Sultan Abdal
Müzik : Zühre Varışlı
Yöre  : Sivas

25 Aralık 2018 Salı

#İsmetİnönü



#İsmetİnönü
Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı, asker ve devlet adamı.
Osmanlı döneminde orgeneral ve eski Genelkurmay Başkanı olan, cumhuriyetin ilanından sonraki Türkiye'nin ilk Başbakanı, ikinci Cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi Türk asker ve siyasetçidir. Atatürk'ün vefatından sonra CHP Genel Başkanı olunca, CHP Kurultayı tarafından kendisine "Milli Şef" ünvanı verilmiştir. İnönü, Kurtuluş Savaşı'na katılmış ve Lozan Antlaşması'nı imzalamış, birçok defa başbakanlık görevini üstlenmiştir.
İsmet İnönü, tam adı Mustafa İsmet İnönü’dür. 24 Eylül 1884 da İzmir'de Reşit Efendi ile Cevriye Temelli Hanım'ın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Malatya'da yerleşmiş eski bir Türk ailesi olan Kürümoğollarındandır. Büyük babasının adı Abdülfettah'dır. Mahkeme üyeliklerinde bulunmuş ve Harbiye Nezareti Muhakeme Dairesi Mümeyyizliğinden emekli Hacı Reşit beyin oğludur. Babasının görevi nedeniyle ilk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamladı. 1892 de Askeri Rüştiye'ye girmiş, 1895 de okulu bitirmiş, bir yıl Sivas'ta Mülkiye İdadisi'nde (lise) okuduktan sonra, 31 Temmuz 1897 de babasının İstanbul'a tayini nedeniyle o zaman ki Halıcıoğlu'ndaki Harp okulunun lise kısmını kaydolmuştur. 14 Şubat 1901'de Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a (topçu okulu) giren İsmet İnönü, bu okulu 1 Eylül 1903'te topçu teğmeni olarak birincilikle bitirdi. 26 Eylül 1906'da Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni de birincilikle bitirerek 2 Ekim 1906 da kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne'deki 2. Ordu'nun Sahra Topçu 8. Alay'ında 3. Batarya komutanlığına atandı. Bu görevi sırasında İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu (1907). 7 Kasım 1908 de Kolağası rütbesine yükselmiş ve Edirne 2. Tümenin Kurmay başkanlığı görevine getirilmiştir.
31 Mart vakası (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik'ten gelerek bastıran Hareket Ordusu'nda görev aldı.
1910-1912 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. 26 Şubat 1910 da İmam Yahya'ya karşı Hükümet tarafından harekete geçirilen Yemen Mürettep Kuvvetlerinin 4. Kolordu Kurmaylığına atanmış ve Hudeyde'ye gelmiştir. İmam Yahya ile yapılan görüşmelere katılmış ve bir anlaşma imzalanmıştır. Yüz yıllık Yemen isyanları kesildi. İsmet Bey'in oradaki görevi 26 Şubat 1910 ve 5 Mart 1912 tarihleri arasındadır. 5 Mart 1912 tarihine kadar Yemen'de Genel Kuvvetlerin Kurmay Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Ve gösterdiği başarılar nedeniyle 26 Nisan 1912 de Binbaşılığa yükseltilmiştir. 29 Kasım 1914'te kay Harbiye Nezareti'nde Başkomutanlık Karargâhı 1. Şubede bulundu. 2 Aralık 1915'de 2. Ordu Kurmay başkanlığına getirildi ve 14 Aralık 1915'te miralay (albay) oldu. 2. Ordu komutan vekili Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle, 12 Ocak 1917'de 4. Kolordu komutanlığına atandı.
1. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'le birlikte çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri süren dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Milli Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı.
Mondros Mütarekesi'nin (30 Ekim 1918) imzalanmasından az önce Sina ve Filistin Cephesindeki Yıldırım Orduları Grubu'nun General Edmund Allenby karşısında uğradığı Nablus Hezimetinden sonra rahatsızlanarak İstanbul'a dönen İsmet Bey, 24 Ekim 1918'de Harbiye Nezareti'nde müsteşarlığa atandı. 29 Aralık'ta Paris Barış Konferansı'na (1919) hazırlık için kurulan komisyonda askeri müşavir oldu; 4 Ağustos 1919'da yalnızca sekiz gün için Askeri Şûra Muamelat-ı Umumiye müdürlüğüne, bir ara da jandarma ve polis örgütünün iyileştirilmesi için kurulan komisyona üye olarak atandı. Bütün bunlar genellikle birkaç günlük görevlerdi.
Albay İsmet Bey, ilk kez 8 Ocak 1920'de Ankara'ya gitti ve kısa bir süre Mustafa Kemal ATATÜRK'le çalıştı. Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümetinde harbiye nazırı olan Fevzi Paşa'nın (Mustafa Fevzi Çakmak) çağrısı üzerine şubat sonlarında İstanbul'a gitti. 9 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine Ankara'ya döndü ve İstanbul'la bütün resmî bağlarını kopardı.
23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs'ta İcra Vekilleri Heyeti'nde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (o dönemde Genelkurmay Başkanlığı) oldu. Bu görevi üstlendiğinde albaydı ve emrinde, kendisinden hem rütbe, hem kıdemce çok ileride komutanlar da vardı.
İsmet Bey, 6 Haziran 1920'de İstanbul'da divanı-harp tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı.
Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp (Batı) Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı görevine getirildi. Kuruluş aşamasındaki düzenli ordu ile Çerkes Ethem ayaklanmasının ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynadı. Ocak 1921'de Birinci İnönü Muharebesinde Yunan ilerlemesini durdurunca 5 senedir bulunduğu Albaylık rütbesinden Mirliva ( tuğgeneral )rütbesine terfi etti. 27 Mart sabahı başlayan ikinci İnönü Muharebesinde Yunan ordusunun ilk günlerde etkili taaruzlar yapması üzerine cepheye bizzat gelerek komutayı İsmet Paşa'dan devralan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa'nın Türk ordusuna verdiği beklenmedik başarılı karşı taarruz emriyle düşman güçleri geri çekilmek zorunda kaldılar. İkinci İnönü Muharebelerinden sonra,3 Nisan 1921'de TBMM kararıyla, Ferik (Korgeneral) Fevzi Paşa'nın rütbesi Birinci Ferik ( Orgeneral ) liğe terfi etti.
İsmet Paşa ise 4 Mayıs 1921'de Garp Cephesi komutanlığına getirildi. Ancak 17 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kaybedince TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevinden azledilerek, yerine 3 Ağustos 1921'de, aynı zamanda Başvekil (Başbakan) ve Milli Müdafaa Vekili de olan Mustafa Fevzi Çakmak getirildi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Milli Mücadele'nin sonunu belirleyen Mudanya Mütarekesi görüşmelerinde (3 Ekim-11 Ekim 1922) Türk tarafını temsil eden İsmet Paşa, 26 Ekim 1922'de hariciye vekili oldu. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı.
Görüşmeler sırasında Ulusumuzun çıkarlarını titizlikle savunan ve koruyan İsmet İnönü, 24 Temmuz 1923'te Sevr Antlaşması ve Mondros Mütarekesini geçersiz kılan, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması'nı imzaladı.
Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, aynı zamanda Halk Fırkası Genel Başkan Vekilliği'ni üstlendi. İsmet Paşa'nın ilk başbakanlık döneminde Cumhuriyetin ilk devrimleri yapılmaya başlandı. Öğretimin birleştirilmesi, halifeliğin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması (3 Mart 1924) bu dönemde gerçekleşti. 1934'te Soyadı Yasası çıktığında Atatürk'ün verdiği İnönü soyadını alan İsmet Paşa, Başbakanlık görevini 1924-1937 yılları arasında da sürdürdü. Muhalefet partisi olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Çankaya'ya olan aşırı muhalefeti'ni hükümet üzerinden yürütmesi üzerine cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile anlaşarak 8 Kasım 1924'te başvekillikten istifa etti.21 Kasım 1924'te yeni hükümeti Fethi Bey kurdu.
Doğudaki Şeyh Said İsyanı üzerine isyana müdahelede başarısız olan Fethi Bey istifa etti. 3 Mart 1925'te İsmet Paşa cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ayaklanmanın bastırılmasında hükümet başkanı olarak önemli rol oynadı 6 Mart 1925 tarihinde Takrir-i Sükun Kanunu'nun yürürlüğe konması ve İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasını sağladı ve tüm muhalefet partilerini, muhalif gazeteleri kapattırdı ve tek parti diktatörlüğünü kurdu. İsyan kısa sürede bastırıldıktan sonra da muhalefete izin vermedi. Bu arada askerliğe devam ederek 1926 yılında Orgeneral rütbesine yükseldi ve aynı yıl içinde askerlikten emekli oldu. Bu tarihten sonra, yeni devletin oluşumunda Mustafa Kemal ile birlikte en önemli siyasal kişilik olarak belirdi.
İnönü, Eylül 1937'de Atatürk'le aralarındaki bazı görüş ayrılıkları yüzünden Atatürk tarafından Başvekillikten azledildi. CHP'nin genel başkan vekilliğinden de alındı. İnönü başvekillikten ayrılınca yerine Celal Bayar atandı. İnönü bu dönemde yalnızca TBMM'de Malatya milletvekili olarak görev yaptı.
Atatürk ile görüş ayrılığı meselesi şöyledir : 1936'da Faşizmi incelemek üzere İtalya'ya gönderilen CHP Genel Sekreteri (Katib-i Umumi) Recep Peker'in dönüşünde yazdığı TBMM üzerinde bir "Faşist Konsey" kurulmasını öngören raporu onaylayıp imzalaması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk "Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raporları okumadan imzalıyor!" dedi ve kararı reddetti. Bu değerlendirmeye "Koskoca memleket rakı sofrasından mı idare edilecek?" diye yanıt verince aralarında gerginlik çıktı. Dersim İsyanı'nın bastırılması sırasında da düşünce ayrılıkları çıkınca Eylül 1937'de cumhurbaşkanı tarafından başbakanlık ve CHP'nin genel başkan yardımcılığı görevlerinden alındı.
İnönü, Atatürk devrimlerinin gerçekleştirilmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın çalışma arkadaşıydı.
Atatürk'ün ölümünden sonra 11 Kasım 1938 de, Türkiye Büyük Millet Meclisitarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. ikinci Dünya Savaşısırasında Cumhurbaşkanıydı. Cumhurbaşkanlığı'nın yanı sıra CHP Genel Başkanlığı'na da getirildi. CHP'nin 26 Aralık 1938'de toplanan I. Olağanüstü Kurultay'ında partinin "değişmez genel başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine "Milli Şef" sıfatı verildi. Bundan sonra 30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı yasa ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50, 100, 500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzlerinde cumhurbaşkanının resminin bulunması kararı alınmıştı. Buna dayanarak, para ve pulların üzerindeki Atatürk resimleri kaldırılıp onların yerine yeni Milli Şef'in portreleri kullanıldı.
Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü Türkiye'yi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı.Varlık Vergisi uygulaması hayata geçirildi.Yine bu dönemde Hasan Ali Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu. Bu enstitüler kapatılana kadar 20.000 mezun köy öğretmeni verdi. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, İkinci Dünya Savaşı galiplerinden olan Sovyetler Birliği'nin lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Ardahan, Artvin ve Sarıkamış'ı istemesi, Türkiye'yi, savaşın diğer galipleri Amerika ve İngiltere ile daha yakın ilişkilere mecbur etti. Bu askeri ve ekonomik desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, "5 yıllık kalkınma planları" ve Köy Enstitülerileri gibi Sovyet taklidi uygulamaların kaldırılmasını talep etti.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti'ye bırakırken, İsmet İnönü de Cumhurbaşkanlığı'ndan 22 MAYIS 1950 da ayrıldı ve 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak siyasi yaşamını sürdürdü.
27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı. 1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasi yaşamını sürdürdü. 8 Mayıs 1972'de CHP genel başkanlığını Bülent Ecevit'e kaptırarak Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa etti, 25 Aralık 1973'de ölünceye kadar Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabii üyeliği görevinde bulundu.
1916 yılında Mevhibe Hanım'la evlenen İsmet İnönü üç çocuk babasıydı. (Ömer İnönü, Erdal İnönü ve Özden Toker'in babasıdır.)
25 Aralık 1973'te ölen İnönü 27 Aralık'ta devlet töreni ile Anıtkabir'de toprağa verildi.
Anılarının bir bölümünü Hatıralarım, Genç Subaylık Yılları, 1884-1918 (1968) adı altında toplamış, ayrıca çeşitli tarihlerdeki söylev ve demeçlerini içeren İsmet Paşa'nın Siyasi ve İçtimai Nutukları, 1920-1933 (1933), İnönü Diyor ki (1944), İnönü'nün Söylev ve Demeçleri I, 1920-1946 (1946) gibi kitapları yayımlanmıştır.

Kaynak : Biyografi.info

19 Aralık 2018 Çarşamba

#MaraşKatliamınıUnutmayacağız



#MaraşKatliamınıUnutmayacağız
Çorum -  Sivas - Maraş Gazi

Onursuzca yaşamaktan, ölüm yeğdir bize yavrum. 
Onursuzca yaşamaktan, ölüm yeğdir bize yavrum. 

Zalımların saltanatı, vız gelir be bize yavrum 
Zalımların saltanatı, vız gelir be bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
ÇorumSivasMaraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz.

Yürekli ol biter devran, gitmez böyle zalım devran. 
Yürekli ol biter devran, gitmez böyle zalım devran. 

Her devirde özüm evran, zulmeyler mi bize yavrum.
Her devirde özüm evran, zulmeyler mi bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
ÇorumSivasMaraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz. 

Halimiyem susmaz dilim, göklere savrulsun külüm. 
Halimiyem  susmaz dilim, göklere savrulsun külüm. 

Kapımıza gelsin ölüm, toy düğün be bize yavrum. 
Kapımıza gelsin ölüm, toy düğün be bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
Çorum, Sivas, Maraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz.

Söz ve Müzik : Halimi (Hacı İsa Özbay)
Selda Bağcan : Çorum-Sivas-Maraş Gazi 

18 Aralık 2018 Salı

#NecipHablemitoğlu


#NecipHablemitoğlu 
Aramızdan ayrılışının 16.yılında saygı,sevgi,özlem ve rahmet ile anıyorum...
Toprağı bol, ruhu şad, mekanı cennet olsun...

Necip Hablemitoğlu öldürülmeden önce FETÖ için uyarmıştı…

Araştırmacı-yazar Necip Hablemitoğlu, bundan tam 16 yıl önce 18 Aralık 2002’de Ankara’da evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu 48 yaşında hayatını kaybetti. Hablemitoğlu, devlet içindeki Fethullah Gülen yapılanmasını dile getiren ilk isimlerden biriydi. Hablemitoğlu 24 Haziran 1999'da 32. Gün programında tehlikeye dikkat çekmişti.

Fetullah Gülen’in aslında bir terör örgütü lideri olduğunu, devleti ele geçirmek için yetiştirdiği militanları ile birlikte bu amaç uğrunda çalıştığını ilk kez tespit eden ve dillendiren

Necip Hablemitoğlu 16 yıl önce tam da bugün uğradığı suikast sonucu aramızdan ayrıldı.
Faili meçhul bir suikaste kurban giden Hablemitoğlu’ndan geriye ise öldürülmeden 3 yıl önce şimdi FETÖ dediğimiz örgüt ile ilgili yaptığı uyarıları kaldı.
Evli ve iki kız çocuğu babası olan Necip Hablemitoğlu Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapmıştır. Orta Avrupa ve Balkanlar'da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve Türk şehitlikleri konularında alan çalışmaları yürütmüş, ve bu konularda çeşitli projelerde aktif rol almıştır. Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Hablemitoğlu, öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi'nde doktor öğretim görevlisi olarak yirmi yıl süresince Atatürk ilkeleri ve devrim tarihi derslerini verdi.
Kendisi gibi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ile evli, Kanije (Kanije, Osmanlı devletinin en batıdaki kalesi) ve Uyvar (Uyvar, Osmanlı'nın en kuzeydeki kalesi) adında iki kız çocuk babası idi.
Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayata gözlerini kapadı. Köstebek isimli kitabı ölümünden sonra basılmıştır. Cinayet sonrasında Hablemitoğlu'nun elektronik postasına ve telefonuna gelen tehdit telefonları emniyet mensuplarınca incelenmek üzere alınmıştır. Ailesinin İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 5'inci İdare Mahkemesi'nde açtığı dava neticesinde, İçişleri Bakanlığı 40 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkûm edildi. İçişleri Bakanlığı, savunmasında Hablemitoğlu'nun cinayetini “adi bir cinayet vak'ası” olarak değerlendirdiğini bildirmişti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Çok şey bilen hocaya iki kurşun
Karanlık eller yine işbaşında
Milliyet 19 Aralık 2002
Ankara’da uğradığı silahlı saldırı sonucu ölen Doçent Necip Hablemitoğlu Alman Vakıfları’nı Türkiye’de altın çıkarılmasını engellemekle suçluyordu...
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, dün evinin önünde uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Fethullah Gülen davası ve Alman Vakıfları’yla ilgili davaya dayanak oluşturan çalışmalarıyla ünlenen Hablemitoğlu "sol gözüne isabet eden" 9 mm. çapındaki merminin beyninde yarattığı tahribat sonucu olay yerinde öldü. Eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, "Türkiye yiğit bir evladını kaybetti, bu da öldürüldü" dedi. 
ARKADAN YAKLAŞTILAR
Soruşturmayı yürüten emniyet yetkililerinden alınan bilgilere göre saldırı 20.45’te gerçekleşti. Hablemitoğlu, Ankara Üniversitesi’ndeki "Devrim Tarihi" konulu dersini verdikten sonra kendi kullandığı 06 TF 647 plakalı özel aracıyla Portakal Çiçeği 40 numaradaki evine döndü. Aracını, apartmanın önüne park eden Hablemitoğlu, apartmana girmek üzere arkasını döndüğü sırada kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin saldırısına uğradı. 
Sayıları belirlenemeyen saldırganlar Hablemitoğlu’nun başına doğru iki el ateş etti. Kurşunlardan biri sol gözüne isabet eden Hablemitoğlu, park yerindeki iki aracın arasına düşerek hayatını kaybetti.
KOMŞULARIN İHBARI
Silah seslerini duyan komşuları ise 155’e ihbarda bulundu. İhbarın ardından Kavaklıdere Karakolu’nun Amiri Abdurrahman Harpçı intikal etti. Harpçı, hocanın öldüğünü tespit ederek, olayı müdürlerine bildirdi. Olay yerinde incelemede bulunan Cinayet Büro Amirliği ekipleri ile Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü ekipleri, otoparkta 9 mm çapında iki boş kovan buldu. Ceset üzerindeki incelemede de Hablemitoğlu’nun sol gözünden tek isabet alması sonucu öldüğü belirlendi. 
Olayla ilgili tutanakların tutulmasının ardından Hablemitoğlu’nun cenazesi Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Emniyet silahla ilgili yaptığı ilk incelemede ise silahın Hizbullah eylemlerinde kullanılan Takarov marka olmadığını saptadı. Ankara Nöbetçi Savcısı Sedat Sayın da olay yerinde tespit yaparak tahkikatı başlattı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da AKP’deki toplantıyı terk ederek önce bakanlığa, sonra da olay yerine giderek bilgi aldı. İlerleyen saatlerde Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan ve Savcı Cengiz Köksal da olay yerine geldi. 
DGM YÜRÜTECEK
Dosyayı "terör örgütlerinin eylemi" olabileceği gerekçesiyle Ankara Başsavcılığı’ndan devralan Volkan ve Köksal soruşturmayı DGM’nin yürüteceğini belirtti. Cinayet Masası da elindeki bulguları Terörle Mücadele Şubesi’ne devretti.
DGM Savcılarının talimatıyla Hablemitoğlu’nun çalışma odasındaki bilgisayar kayıtları, disketler ve önemli bazı belgeler emniyete getirildi. Hablemitoğlu’nun evinin etrafındaki tüm binaları dolaşan polis, silah seslerini duyan herkesi sorguladı. Sorgu sırasında birçok komşu, "Beşiktaş - Denizli maçının bittiği saate denk geldiği için ateşli taraftarlardan biri havaya silah sıkıyor zannettik" dedi. Polis, çevrede olayı duyduğunu söyleyen tüm isimleri ileride yeniden sorgulamak için tutanak altına aldı.
KATİLLER EN AZ İKİ KİŞİ
Emniyet birimlerinin, suikastın en az iki kişi tarafından işlendiği, bir kişinin çalışır durumdaki araçta beklerken diğerinin Necip Hablemitoğlu’nu öldürdüğü ihtimali üzerinde durduğu kaydedildi. Hablemitoğlu’nun alışveriş yaptığı Migros’tan ayrılırken aracını bomba ihtimaline karşı uzaktan kumandayla çalıştırdığı belirtildi. Polis, apartman kapıcısı dahil çevredeki 20 kişinin ifadesini aldı.
Namludaki üç araştırma
1- Gülen ve CIA ilişkisi
2- Alman Vakıfları
3- Telekulak ve köstebek
Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’na düzenlenen suikastın ipuçları ünlü öğretim üyesinin önemli "kaynaklık" ettiği dosyalarla üzerinde çalıştığı öğrenilen son araştırmada aranıyor. Hablemitoğlu’nun istihbarat birimlerindeki irticacı yapılanmaya ilişkin önemli bulguların yer aldığı "Köstebek" adlı bir kitabın yazımını tamamladığı, ancak kitabı bastıracak yayınevi bulamadığı belirtildi.
1 - Hablemitoğlu’nun adı ilk olarak, eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in Nur Cemaati lideri Gülen hakkında açtığı davayla gündeme geldi. Yüksel, davayı açtıktan sonra Hablemitoğlu’nun bu konuda kaleme aldığı "Etki Ajanları, Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar" adlı makaleyi fark etti. Yeni Hayat adlı derginin Ağustos 2000 tarihli sayısında yer alan makaleden sonra Hablemitoğlu ile temasa geçen Yüksel, bu teması bilim adamının öldürüldüğü güne kadar sürdürdü. Yüksel, Hablemitoğlu’nun araştırmasını ve verdiği bilgileri dayanak alarak Gülen hakkında ek iddianame de düzenledi. Hablemitoğlu, bu çalışmasında şunları belirtti:
• Hocaefendi, Philedelphia yakınlarında özel bir çiftlikte yaşıyor. FBI korumasındaki çiftlik alanı, refakat memurlarının gözetimi altında.
• Fethullahçı yapılanma, CIA’nın öngördüğü tarikat modeline (Mormon, Moon, Scientology) gibi tıpatıp uymaktadır.
• Fethullahçılar, bir yandan TSK’ya sızmaya çalışırken, bir yandan hasım ülke istihbaratçılarınca geliştirilen "Aktiv Opposition" stratejisi çerçevesinde alternatif aktif direniş oluşumunu hızlandırdı. 
ALMAN ELÇİNİN UYARISI
2 - Hablemitoğlu’nun ismi son dönemde yine Yüksel tarafından "Alman Vakıfları ve Bergama Köylüleri" hakkında açtığı davayla gündeme geldi. Yüksel, bu davada da Hablemitoğlu’nun aynı isimli kitabını dayanak aldı. Yüksel, davayı açmadan önce Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Rudolph Schmidt, DGM’ye gelerek dosyanın kendileri açısından çok hassas olduğu uyarısında bulundu. Hablemitoğlu, bu kitabında da şu tespitlerde bulundu:
• Vakıfların faaliyetleri incelendiğinde, konunun legal bir casusluk faaliyeti olduğuna ilişkin ciddi belirtiler görülecektir.
• Bu vakıflar illegal yapılanmalarla rejim karşıtı güçlerle temasa geçebilmekte, Türkiye’nin etkin, dinsel ve mezhepsel farklılıklarını ele almakta ve bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışmaktadır.
• Alman siyasi parti vakıfları, Türkiye’nin bütünlüğünün ve laik Cumhuriyetin teminatı olan Türk ordusundan ve Milli Güvenlik Kurulu’ndan fevkalade rahatsızlık duymaktadır."
SON ÇALIŞMA, SON SÖZLER...
3 - Geçtiğimiz günlerde de bazı basın organlarında, Rus istihbaratının, Türk istihbarat birimlerine Rusya ve Türki cumhuriyetlerde faaliyet gösteren Nur Cemaati’nin CIA’den destek aldığını bildirdiğine ilişkin haberler yer aldı. Hablemitoğlu da son çalışmasını bu konu üzerinde yapıyordu. Yüksel’in de yakın çevresine, "Hablemitoğlu bu konuyu araştırıyor" dediği öğrenildi. Yüksel’in Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra da "ölümü rejim karşıtlarının işine yaradı. Soruşturma çok yeni ama rejim karşıtlarının bu işi yaptığı çok açık" dediği ifade edildi.
4 - Hablemitoğlu’nun Emniyet ve istihbarat içindeki irticacı yapılanmaya ilişkin önemli bulguların yer aldığı "Köstebek" adlı bir kitabın yazımını yeni tamamladığı belirtildi. Bastıracak yayınevi bulamayan Hablemitoğlu’nun araştırmayı "disket" halinde koruduğu kaydedildi.
YÜKSEL’İ DESTEKLEDİ
Hablemitoğlu, son olarak "seks kasedi" skandalında Yüksel’e verdiği destekle adını duyurdu. Yüksel’in komploya kurban gittiğini savunan Hablemitoğlu, komployu Gülen’in adamlarının düzenlediğini iddia etti. 
Eşi katilleri gördü
Öldürülen doçentin öğretim üyesi eşi Şengül Hablemitoğlu, sabah evin önünde gördüğü iki şüpheli kişinin resmini çizdirmek için Emniyet’e gitti
Necip Hablemitoğlu’nun sürekli tehdit aldığını açıklayan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan eşi Şengül Hablemitoğlu, sabah şüpheli iki şahıs gördüğünü emniyete ileterek robot resim çizdirdi. Hablemitoğlu, bu şahısların evin etrafında tur attıktan sonra bir araçla gözden kayboldukları bilgisini iletti. 
Olay sırasında da Şengül Hanım ve iki kızının evde olduğu öğrenildi. Hablemitoğlu, eve başsağlığı ziyaretinde bulunan İçişleri Bakanı Aksu’ya da kocasının tehdit edilldiği bilgisini aktardı. Bu tehditlerden bazılarının e-mail ve telefon yoluyla geldiğini söyledi. Şengül Hablemitoğlu’nun saldırı sonrasında hem kızlarını hem de diğer aile bireylerini "Sakın ağlamayın. Babanız bizi bu konuda hazırlamıştı" diye teselli etti.
PLAKASI VERİLDİ
Görgü tanıkları olay sırasında Hablemitoğlu’nun sokağından geçen "06 T... 08" plakalı aracı şüpheli olarak bildirdi. Şengül Hablemitoğlu da Emniyet’te, pencereden gördüğü iki kişinin bindiği aracın özelliklerini aktardı ve uzaktan görebildiği kadarıyla plakasını verdi.
Aksu: Görenler var
İçişleri Bakanı Aksu da olay yerinde yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Saldırıyı, kınıyorum, lanetliyorum. Faillere ilişkin henüz somut bilgi yok. Kesin bir şey söyleyemiyorum. Şüphelileri görenler var. DGM savcısı da bizzat kendisi soruşturuyor. Koruma talebi olmamış. Failleri en kısa sürede yakalanacaktır."
‘Bu yiğit de öldü’
Olayı duyar duymaz görevli olmadığı halde olay yerine gelen eski DGM savcısı Nuh Mete Yüksel de yetkililerden bilgi aldı. Oldukça üzgün olduğu görülen ve bir ara gözyaşlarına hâkim olamayan Yüksel, gazetecilere, "Soruşturma başlatıldı. Çok büyük bir vatanseverdi, bu yiğit de öldürüldü. Kendini feda etti" dedi.
SÖYLEŞİ
Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
CANSU ÇAMLIBEL - YÜZYÜZE PAZARTESİ
Hürriyet 10 Ekim 2016 
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu 29 Eylül’de, eşi Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de silahlı saldırı sonucu ölümüne ilişkin soruşturmada ifade verdi. Hablemitoğlu eşinin öldürülmese, o dönem Gülen örgütüne ilişkin davalarda tanıklık yapacağını hatırlatırken, ailenin FETÖ çatı davasına müdahil olma talebi de kabul edildi. Devlet dosyayı belki ilk kez ciddiyetle açarken Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, yaşadıklarını sansürsüz anlattı.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu 10 gün önce eşi Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesine ilişkin soruşturma kapsamında ifade verdi. 29 Eylül günü Cumhuriyet Savcısı Necip Cem İşçimen ile yaptığı 6 saatlik görüşmeden Şengül Hablemitoğlu ‘14 yıldır ilk defa bir savcımız ve dosyamız oldu’ diye çıktı. Öte yandan Hablemitoğlu ailesinin FETÖ/PYD çatı davasına müdahil olma talebi de kabul edildi. Devlet Hablemitoğlu dosyasını yeniden ve belki ilk kez ciddiyetle açarken Şengül Hanım bugüne kadar yaşadıklarını sansürsüz anlattı... Yeni süreçte benzer şeylerin başına gelmemesini umarak!
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
BUNLAR SUÇ ÖRGÜTÜ KENDİ EKOSİSTEMLERİ VAR DİYEN İLK KİŞİ
- Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmeden 4 ay önce tamamladığı ‘Köstebek’ kitabı 15 Temmuz parametreleriyle okuduğunda ta o gün kendisinin Fetullahçı örgütlenmeye dair ortaya koyduğu net tablo karşısında dehşete kapılmamak elde değil. Bir akademisyenin 15 sene önce tespit edebildiklerini devlet nasıl edemez?
Adliye, mülkiye, askeriye. Bir ekosistem geliştirdiklerini söylüyor Necip. Bu değerlendirme hiç bu şekilde yapılmıyor. Bu ekosistemin içinde bu örgütün kendi sağlık, eğitim, kültür ve teknolojisini yarattığını söylüyor. Necip bunu sosyal bilimcilerin çok iyi bildiği sosyal çevre kuramı üzerinden anlatıyor. Ama kimsenin ilgisini ve dikkatini çekmedi o zaman. ‘Bunlar organize bir suç örgütüdür’ diye ilk söyleyen kişidir Necip. Bu kitap daha yazılmadan söyleyen insandır.
- Türkiye sahte delil üretilmesi ve hukukun manipülasyonu meselesinin zirvesini Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle yaşadı. Oysa ‘Köstebek’ Telekulak Operasyonu ve Gülen hakkındaki iddianameyi hazırlayan DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e yönelik kaset komplolarının da aynı sistematik içinde üretildiğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Sadece hukuku manipüle etmediler, hukuku manipüle edecekleri bir sosyal yaşam manipülasyonu gerçekleştirdiler. Ekosistem dediğimiz bu zaten işte. Başkalarının yaşamlarına zarar verebilmek için de bir sistematik oluşturdular ve o sistematik de kendi ekosistemleri üzerinden yürüyor.
- Necip Hablemitoğlu o dönem emniyet içindeki Gülencilerin röntgenini çekmiş. Bugünden bakınca çok benzer bir şablonun daha sonra ordu içinde uygulandığını biliyoruz. Üç kilit noktada sistemi tutuyorlar: İstihbarat, personel ve bilgi işlem. Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak gibi Fetullahçı ekosisteme uyanan bürokratlar da bir şekilde tasfiye ediliyor.
Evet, kendi ekosistemleri dışında kalan insanlar temizleniyor ve söz konusu kurumun içine o sistem hâkim oluyor. Bir de eğitime yatırım yapıyorlar biliyorsunuz. Eğitime yatırım yapmak insana yatırım yapmaktır. Dolayısıyla kendi insan kapitalini yaratıyor; kendisi gibi düşünen, kendisi gibi davranan ve sonuçta kendisine hizmet üreten bir insan kapitali yaratıyor. Bu kadar basit. Bu ekosistemin ekonomisi bu insan gücüne dayanıyor.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
TÜRKAN HOCA VE NECİP’E KARŞI BİR İNTİKAM DUYGUSU VAR
- Zaten Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile yollarının kesişmesi bu insan kaynağı meselesi yüzünden değil mi?
Evet, insan kapitaline yatırım yaparken yolları kesişiyor. Laik kesim ÇEV be ÇYDD aracılığıyla yoksul ailelere, özellikle kız çocuklarına ulaşıyor ve burs veriyor. Tabii bu onlar açısından insan kapitalinden bir kaynak kaybı demek. Hedef kitle aynı: Yoksul ve başarılı çocuklar. O hedef kitlede birisi Cumhuriyet’in değerleriyle eğitime odaklanırken diğer taraf kendi ekosistemini beslemek için aynı insan kaynağına yöneliyor. Bunu tabii hiç kimse bu şekilde anlatmıyor. Özellikle mi bu yanı anlatılmıyor çözemedim!
- Ergenekon ve Balyoz’dan yargılanıp beraat eden komutanlara bir şekilde itibarları iade edildi, bugün aklına fikrine danışılan kimseler. Oysa ÇYDD Genel Başkanı iken Ergenekon davası kapsamında evine baskın düzenlenen Türkan Saylan’a yapılanlar konusunda ne hükümetten, ne de devletin herhangi bir kurumundan bir pişmanlık ya da özür ifadesi duymadık. Neden sizce?
Türkan Hoca konusunda bir intikam duygusu beslediklerini düşünüyorum. İdeolojik bir saplantı var. Aynı şeyi Necip Hablemitoğlu için de hissediyorum. Ben iktidar ya da iktidara yakın kim varsa hepsinin Hablemitoğlu cinayetine Türkan Hoca’ya yaklaştıkları gibi yaklaştıklarını düşünüyorum. Bu insanlar ‘Cumhuriyet değerleri’ dedi! Ben bu iktidarın Cumhuriyet sevdalısı olduğuna inanmıyorum. Zaten öyle bir iddiaları yok ve bunu söylemiyorlar. Evet, laik kesimle bir dertleri var bunu da biliyorum.
Ama laik kesim homojen bir grup değil ki. Benim 30 yıllık akademi geçmişimde hiçbir zaman dindar öğrencilerimle bir sorunum olmadı çünkü ben onların derslere girmesine izin vermeyen hocalardan olmadım. Bir kere bir öğrencim bana laboratuvarda abdest almak istediğini söylediğinde buna izin veremeyeceğimi, daha uygun bir yer bulması gerektiğini söyledim. Bu örnek dışında dindar bir öğrenciye ‘Çık bu derse giremezsin’ dediğimi akademi tarihi yazmaz. Aynı şey Necip için de geçerlidir.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
NECİP’İN ARABASINDA ENAM-I ŞERİF BULAN POLİS ‘BİZE HOCAYI BÖYLE ANLATMADILAR’ DEDİ
- ‘Köstebek’in sonsözünde Necip Hablemitoğlu şöyle yazmış: “Sizler bu satırları okuduğunuzda eminim ki hakkımda bugüne kadar açılmış yüz milyarlarca liralık tazminat davalarına yenileri eklenecektir. Tehditler ve hakaretler hız kesmeyecek. Büyük bir ihtimalle hakkımda suç duyurusu yapılacak, dava açılacak. Bunlara değer mi diyorsanız Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak evet değer diyorum.” Ölüme götüren bu duruş mu kendisini sizce?
Necip öldürüldükten bir süre sonra Necip’in eşyalarını teslim almak için Adli Tıp’a gittik. Eşimin arabasında çok eski, babasının çocukken verdiği bir Enam-ı Şerif çıktı. Lime lime olmuş artık, ama onu hep taşırdı. Soruşturmayı yürüten polislerden biri onu bana verirken ne dedi biliyor musunuz? ‘Bu da hocanın arabasından çıktı, bize hocayı hiç böyle anlatmamışlardı!’ Ben böyle şeyler duyunca öfkeleniyorum işte. Kim ve ne yerine koyabiliyor bu insanlar kendilerini ki bizim gibi insanları tek bir etiketin altında kategorize edip ‘Laikler de şöyledir işte’ deme hakkını kendilerinde görüyorlar? Böyle bir şeye hakları yok, o yüzden de yaptıklarına saygı duymuyorum. Benim için insan hakkı olan, onlar için kul hakkı olan şeyi gözetmiyorlarsa saygı duymam.
HÜKÜMETE O SÜREÇTEKİ İÇİŞLERİ BAKANLARINI SORGULA DERSEM BEN SUÇLANIRIM!
- 14 yıl sonra başlayan dava sürecinde Hablemitoğlu suikastının üzerine gidilmemesinde ihmali ya da sorumluluğu olan siyasetçi ve bürokratların sorgulanmasını istiyor musunuz?
Necip’in öldürülmesi sırasında ve sonrasında görev yapan bütün polislerin ve diğer yetkililerin listesi var. Kimler o tarihlerde ve sonrasında görev yaptıysa belli. Muhalefet partisinin soru önergesi verdiği dönemleri ve verilen yanıtları da kastediyorum. Bunun içinde Beşir Atalay var, Abdülkadir Aksu var, var da var. O dönemlerdeki en yüksek mülki amirleri düşünelim. Ben sadece ve sadece soruşturmada savcıya süreçte karşılaştıklarını söylemekle yükümlüyüm. Bunun dışında mülki idari yapıyla ilgili sorgulamayı ben yapamam. Bunu dile getirmem bile mümkün değil. Belki başka türlü bir iklimde olsaydık sorardım ama bu iklimde soramam.
- OHAL’in yarattığı iklimden mi bahsediyorsunuz?
Bence biz uzun süredir OHAL’deyiz. Bu hal uzun süredir OHAL. En azından benim için Necip’in öldürülmesiyle başlamış bir OHAL var. Aile yaşamım, mesleki yaşamım ve sokağa çıkmam da dahil buna. Buradan ne söylemeye çalıştığımı anlamışsınızdır!
Henüz katili ortaya konmamış, azmettiricileri ortaya çıkarılmamış. Üstelik de yıllarca birlikte çalışılmış bir kadroyla bu işin üzerine gitmeye çalışan bir hükümete ben diyeceğim ki içişleri bakanlarını da sorgula, onlar da sorumlu. Ben bunu söyleyemem çünkü o zaman ben suçlanacağım. Bugün bana sosyal medyadan saldıran saldırana zaten. Başka türlü bir saldırıyla karşılaşıp karşılaşmayacağımı bilmiyorum.
CİNAYETİN İKİ DAVAYLA TARİH ÇAKIŞMASINA BAKMAK ŞART
- Hablemitoğlu gibi siyasi bir cinayet olan Hrant Dink davasında AK Parti-Gülen kavgası patlak vermeden ismi belli olan sorumlular ne sorgulanmış ne de açığa alınmıştı. İki davanın benzerlik gösteren yanları var mı?
Orada bir fail fotoğrafı var elde, bizde hiçbir şey yok. Biz şu anda faili bilmiyoruz, görüntü de yok. Hrant Dink suikastında görsel birtakım deliller var. Kötü olan şu: Bir geçiş sürecinde işlenmiş bir cinayet bu. 3 Kasım 2002 seçimleri oluyor, 18 Aralık 2002’de Necip öldürülüyor. Çok daha ilginç bir tarihi çakışma var. 26 Aralık tarihinde Alman vakıflarıyla ilgili dönemin DGM’lerinde görülmeye başlanacak olan davada Necip tanık sıfatıyla müdahil olacaktı. Yine aynı süreçte, Fetullah Gülen örgütlenmesine dair dönemin DGM’lerinde başlayacak davalarda da Necip tanıklık yapacaktı. Nuh Mete Yüksel bunu açıkladı: “Ben zaten iddianamenin önemli bölümünü Necip Bey’in çalışmalarına dayanarak oluşturdum. Kamu kurumlarında hazırlanmış raporlarla birleştirdim” dedi. Bu tarihi çakışmaların dikkate alınması gerekiyor.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
BU TARAF YA DA O TARAF ÖLDÜRMÜŞTÜR DİYEMİYORUM BELKİ BİR DİĞERİNE ‘BEN HALLETTİM SEN MERAK ETME’ DEDİ
- Necip Bey’in çalışmaları kadar bu tarih çakışmaları da sizin gözünüzde hem Alman vakıflarını hem de Fetullah Gülen teşkilatını şüpheli hale mi getiriyor o halde?
Bu taraf ya da o taraf diyemiyorum ben. Belki başka bir şeydir. Basının birtakım spekülatif yönlendirmelerinin de olduğunu söyleyebilirim. O dönemde konuşan birtakım kanaat önderleri ve adının yanında ‘uzman’ yazan insanlar farklı yorumlarda bulundular! Ama ben şöyle yorumluyorum: Bir akademisyen, ağırlıklı olarak dış Türkler çalışıyor, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu şeriatçı terör tehlikesi ve cemaatler üzerinde çalışıyor. Yabancı STK ve vakıfların o dönemde Türkiye’de herhangi bir yasal düzenlemeye tabi olmadıklarını ortaya koymuştu. Necip’in ölümünden sonra Vakıflar Yasası değiştirilerek yeni bir düzenleme yapıldı. Dolayısıyla bu cinayetin içinde herkes olabilir. Üstelik de biri diğerine ‘Ben hallettim, sen merak etme’ gibi bir şey de söylemiş olabilir. Buradaki uluslararası ya da yerel alışverişleri bizim tahayyül etmemize imkân yok.
Yerel taşeron, küresel bir işbirliği olabilir.
- Yerel taşeron derken Fetullah Gülen’i mi kastediyorsunuz?
Bizim iddianame 15 Temmuz’dan önce hazırlanmaya başlanmış. İçinde Hablemitoğlu suikastının karartıldığına, görevlilerin sorumluluklarını yerine getirmediklerine dair birtakım bilgiler var. Böyle olunca biz FETÖ/PDY çatı davasına müdahil olmak istedik. 22 Temmuz’da dava kabul edildi, biz de dilekçemizi 25 Temmuz’da verdik. Müdahilliğimiz kabul edildi. Ama şu an benim görüştüğüm Savcı Cem İşçimen bu davayla ilgili 1.5 yıla yakındır çalışıyor. Çatı davadan sonra ne olur onu bilemiyorum.
- Eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı iki yıldır ‘Hablemitoğlu’nu Cemaat öldürmüş olabilir’ şeklinde demeçler veriyor. Sizinle temasa geçti mi Hanefi Avcı ve benzeri isimler?
Hayır. Zaten isteseler de görüşmem. Asla görüşmem öyle emniyetçiyle falan. Güven duymuyorum ki. Benim güvenim o akşam sarsıldı, bir daha toparlamaya imkân yok.
SAVCI İŞÇİMEN’LE GÖRÜŞÜNCE SIRTIMDAKİ YÜKÜN YARISINI BOŞALTTIM DAHA ÖNCE HEP CİDDİYE ALMADAN DİNLEDİLER
- Yeni dava sürecinde ‘Fail şu, arkasında şunlar vardı’ şeklinde net bir tablo ortaya çıkarılsa bile devlete güveniniz oluşmaz mı?
Oluşur tabii ki. Zaten Savcı Necip Cem İşçimen ile yaptığımız görüşmeden sonra o akşam sırtımdaki yükün yarısını boşaltmış gibi hissettim. Çünkü bundan önce hep şöyle şeyler yaşadım. Olayın yaşandığı gece sabaha kadar emniyette kaldım. Bir başka sefer 12 saat dinlediler. Emniyete çok sık gidip geldim. Bilmiyorum diğer olaylarda eşler benim kadar sık emniyete gidip geldi mi? O açıdan da çok kızgınım. Bu cinayet bugün olsaydı gitmezdim ‘Ne işiniz var, def olun gidin’ derdim. Bu kadar da amiyane söylüyorum.
- Yasınıza saygı duyulmadı anlamında mı söylüyorsunuz bunları?
Hiç kimse duymadı. O anın sıcaklığıyla bir yandan aklınızın bir yanı ‘Aman Şengül yardımcı ol, yol alınsın’ diyor. Bir yanınız da ‘Bunlara mı anlatıyorum ben’ diyor. Ciddiye almadan dinliyorlar, yargılayan bakışlarla. Duvara konuşuyormuşum gibi hissettiğim geceler oldu. 13 saat kaldığım akşam Ankara Emniyet Müdürü ve diğer görevliler vardı. Sonra sabah sekize doğru beni bir teşhis odasına indirdiler. Karşıma 4-5 kişi çıkardılar. Olay günü aracımın karlarını temizlerken birkaç şüpheli kişi gördüğümü anlatmıştım. ‘Bakın bakalım gördüklerinizden biri bunların arasında mı?’ dediler. Ben o an bağırmaya başladım çünkü karşıma dizdiklerinden ikisi biz daha önce konuşurken çay, meyve getiren kişilerdi. ‘Siz benimle alay mı ediyorsunuz’ dedim. Teknik bir yöntem olduğunu söylediler! O dönemin emniyet müdürünün tavrı da hiç hoş değildi.
- Kimdi o emniyet müdürü ve ne yaptı?
Ercüment Yılmaz. Beni o zaman Başbakan olan Abdullah Gül ile görüştürdü. Gittim. Ben içerideyken Ercüment Yılmaz’ın da içeri alınması gündeme geldi. Girdi içeri bana Abdullah Gül’ün yanında ‘Eşinizin başka çalışma mekânı var mıydı?’ gibi absürd sorular sordu. Dedim ki ‘Ercüment Bey bir haftadır bir sizinle birlikte uyumadığımız kaldı. O kadar zaman geçirdik, bunu bana sormanız için Başbakan’a gelmemize gerek yoktu’. Böyle trajikomik bir şey vardı karşımda. Çok sarsıcıydı benim için. Bütün o dönemdeki duygularımı tarif etmek için bir kelime icat etmem lazım. Bana yönelik bir nemelazımcılık, değersizleştirme... Bütün bunları hissettim. Öldürülerek ölmüş birinin geride bıraktıklarının hislerini asla anlayamaz kimse.
DEVLET İDEOLOJİK KÖRLÜĞÜN DIŞINA ÇIKAMADI
- Necip Hablemitoğlu suikastı özelinde devlet kurumlarında bir ideolojik körlük dönemi yaşandığını mı düşünüyorsunuz?
İdeolojik körlük de diyebiliriz, cehalet körlüğü de diyebiliriz. Çünkü bu kadrolarla bu kadar yakın temas içinde olunmasının en önemli nedeni bu cehalet körlüğü. Yeterli bilgi ve donanımı olan insanlarla hükümet edilmedi bu ülkeye. Çok daha bilgili, uzmanlaşmış insanlarla çalışabilirlerdi. O ideolojik körlüğün dışına çıkabilselerdi o zaman saygı duyardım.
- Hayata Necip Hablemitoğlu gibi Atatürk ilkeleri ve laiklik kavramı üzerinden bakan bir akademisyen ‘Gülen Cemaati bir suç örgütüdür ve sistematiği şudur’ şeklinde ciddi bir çalışma ortaya koyuyor. Eğer mesele Türkiye’yi arındırmaksa ve kurumların sağlıklı işleyişini sağlamaksa bu uyarıları yapan kişinin Atatürkçü mü muhafazakâr mı olduğunun ne önemi var?
Öteki buldukları insanların sözleri ya da bilgisi değer taşımıyor. Bu çok kötü bir şey.
Son bir haftadır bir de şunu duyuyorum: FETÖ’nün asıl müsebbibi laik kesimdir. Bu, kahkaha atmama neden oluyor. Katı laiklerle, sosyal barışı ve sosyal demokrasiyi önemseyen insanları aynı kefeye koyup ‘Bunu siz yaptınız’ derseniz yine samimiyeti kaybetmiş oluyorsunuz. O zaman bu yine fırsatçılığa evrilmiş oluyor. Madem bir şeyin üstünü kapattın, oradan barışa doğru yönelmek zorundasın. Toplumsal barışı her sabote edeceğimiz adım bize bumerang olarak başka sorunlarla dönecek. Tekrar eski retoriğinle geliyorsan benim önüme ben buradaki samimiyeti sorgularım.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
KORKSAYDIM ZEKERİYA ÖZ’Ü ‘RÜYASINDA BİLE GÖREMEZ’ DİYE REDDETMEZDİM
- Türkiye toplumsal olarak 15 Temmuz’da yaşadığı travmayla yüzleşip kayıplarının yasını gerçek manada tutabildi mi?
Yüzleşemedik bununla. Ölenleri şehit olarak tanımlamak olayı kabul edilebilir hale getiriyor. Mesela ben hiçbir zaman eşime şehit demedim, demem. Devlet de demesin aman! Şehit değil, katledildi. Siz istediğiniz kadar o insanları yüceltin, bir yere koyun. Kayıp yaşayanların şurasındaki acıyı asla dindirmediği gibi bazen daha da kanırtabilir. Bakın şu örneği hatırlayın. 15 Temmuz gecesi ölenlerden biri Yeni Şafak foto muhabiri Mustafa Canbaz’dı. Sonra ailesini Beştepe’de saraya çağırdılar. Eşinin orada yaşadığı travmayı hatırlayan var mı acaba? Orada o gecenin görüntüleri izlettirilince sesleri duyunca aile orayı terk etmek zorunda kaldı. Bu patolojiye dönüşüyor. Siz bu söylemlerle o patolojiyi besliyorsunuz. 15 Temmuz gecesi camilerden sala okunmasını eleştirenlere tepki gösterdiler. Benim her duyduğumda tüylerim diken diken oldu. Sadece ölümü çağrıştıran bir şey bu. Tabii aradan zaman geçmiş, bir de laik biriyim ya bu hükümete de oy vermedim ya bunları söylemenin hiçbir değeri olmadığını biliyorum.
- Bunları söylerken hiç tedirgin olmuyor musunuz? 14 senedir beklediğiniz bir dava yeni açılıyor. Siyaseten ve yaşam tarzı olarak nerede duyduğumu hatırlatırsam acaba Hablemitoğlu suikastıyla ilgili mahkeme süreci akamete uğrar mı diye kaygınız yok mu?
Bugüne kadar böyle bir korkum hiç olmadı. Bakın Zekeriya Öz Ergenekon sürecinde bir gazete muhabiriyle bana ‘Bu davaya müdahil olsunlar’ diye haber gönderdi. Korksaydım onu ‘Rüyasında bile göremez’ diye reddeder miydim? Ben güven duymadım orada yapılanlara.
Bu adam benim kocamdı, sevgilimdi, arkadaşımdı, zaman zaman babam ya da oğlum. Ama ben onu hayatımda bir yere koydum. Onunla ilgili bu süreci kariyerim olarak görüyorum. Bu kariyerim orada duruyor. Laik biri olarak toplumsal hayata dair gözlemlerimi ise bir akademisyen olarak paylaşıyorum. Bir profesörüm, yıllarımı verdiğim bir yas çalışması var, yıllarımı verdiğim öğrenci iletişimim var. Onlara bu ülkede sosyal hizmetin nasıl olduğunu ve olması gerektiğini anlatıyorum. Ben bunları ayırt edebiliyorum. Ben dava süreciyle kendi akademik duruşumu ayırt edebiliyorum, devlet de ayırt edebilsin. Devletin ideolojisi olmaz. Devletin tek ideolojisi bütün vatandaşlarına eşit bir biçimde yaklaşmak olmalıdır. Belki çok ütopik bir şey söylüyorum.
MİT’ÇİYİZ DİYE GELENLER ÇALIŞMA ODASINA GİRMESİN DİYE ARKADAŞLARIM ETTEN DUVAR ÖRDÜ
Ben ‘Köstebek’te yazılanların önemini ve bu adamların nasıl çalıştığını biliyordum. Cinayetin ardından inanın şoktayım, ne yaptığımı bilmiyorum. Çocukluk ve üniversite arkadaşlarım koşarak geldi. Necip’in 4-5 metrekarelik çalışma odasının kapısının kilidi bozuk onu hatırladım ve kapıyı bağladım. Tabii bunları şuursuzca, mekanik olarak yapıyorum o an.

Arkadaşlarıma dedim ki ‘Bu odaya kimseyi sokmayacaksınız’. Onlardan biri taburenin üstünde kapının önünde oturuyor. Ben emniyete götürüldükten yarım saat sonra iki kişi geliyor ve şöyle diyorlar: ‘Biz MİT’ten geliyoruz, hocanın odasına bakacağız’. Bizimkiler ‘Asla’ diyorlar ve kapının önünde etten duvar oluyorlar. Biz daha sonra odadan incelemeye götürülecek şeyleri bir tutanakla dökümünü yaparak verdik ve yine tutanakla geri aldık. Sadece kitap özelinde konuşuyorsak onun basılabilmesinin şöyle bir garantisi daha vardı. Tarihi atıp noktayı koyduğunda e-posta ile bütün yakın arkadaşlarına, gazete arkadaşlarına yolladı. Benim yanımda yaptı bunu. Kitap zaten basılmadan dağılmıştı. 

CEMAAT GAZETESİ PKK’LI DİYE SAHTE AA HABERİ YAPTI

Sahte belge ve bilgi üretiminden Necip de nasibini fazlasıyla almış bir isimdir. Cemaat gazetelerinden biri bir gün Anadolu Ajansı mahreçli bir haber yayınladı Necip hakkında. Necip’in Ankara Bahçelievler civarında bir PKK hücre evinde gözaltına alındığına dair bir haberdi. Necip o gazeteye dava açtı çünkü avukatı Anadolu Ajansı’na sizden böyle bir haber çıktı mı diye sordu, hayır cevabını alınca Necip dönemin Ankara Emniyet Müdürü’ne gitti ve ‘Böyle bir haber nasıl yapılabilir’ diye sordu. Adam ‘Sizin bizde böyle bir kaydınız yok’ dedi. Biz o tazminatı davasını kazandık.
Kaynaklar : 

5 Aralık 2018 Çarşamba

Yıldıray Çınar : Şen Ola Düğün



Davullar çift çift vurula
Avluda halay kurula
Düşler hayıra yorula
Şen ola düğün şen ola

Gelin giyinsin atlansın
Bakır taslar kalaylansın
Ağlamasın kız anası
Şen ola düğün şen ola

Zurnalar dil dil dillensin
Yazmalar yeşil pullansın
Gelinin başı güllensin
Şen ola düğün şen ola

Bir o yana bir bu yana
Kol kol Seymenler dolana
Gözlerin aydın kaynana
Şen ola düğün şen ola

Çalsın saz ötsün teller
Oyuna çıksın güzeller
Kıvrılsın incecik beller
Şen ola düğün şen ola

Çifte kurşun ata ata
Gelini bindirdik ata
Yolumuz yeni hayata
Şen ola düğün şen ola

Kuş ötsün kuzu melesin
Görümceler un elesin
Düğün bize de gelesin
Şen ola düğün şen ola

Söz : Hasan Turan
Müzik : Cemil Demirsipahi
Yıldıray Çınar : Şen Ola Düğün