30 Ağustos 2023 Çarşamba

#30Ağustos

 

Haluk Levent İzmir Marşı

#30Ağustos
#30Ağustos1922
#30AğustosZaferBayramımızKutluOlsun !..
101 yıl önce bugün #YaİstiklalYaÖlüm diyerek yola çıkan,
emperyalist işgalciler tarafından her tarafı işgal edilmiş yurdumuzu;
"Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!"
diyerek kurtuluş savaşımızın büyük taarruzunu başlatan, yurdumuzu düşman işgalinden kurtaran ve bu büyük zaferle taçlandıran,
başta ulu önderimiz, ebedi Baş Komutanımız, sarı saçlı mavi gözlümüz
#MustafaKemalAtatürk ve #SilahArkadaşları ile bütün #KuvayıMilliye 'cilere bin selam olsun!..
Bütün #KurtuluşSavaşı kahramanlarımızı; sonsuz sevgi, saygı, özlem, minnet ve rahmetle anıyoruz...
Toprakları bol, ruhları şad, mekanları cennet olsun!..
#30AğustosZaferBayramımızKutluOlsun !..
#NeMutluTürkümDiyene !..
*
#İzmirMarşı
#HalukLevent

26 Ağustos 2023 Cumartesi

#26Ağustos #BüyükTaarruz


#YaşaMustafaKemalPaşaYaşa
#YaşasınKuvayıMilliye
Türk'ün Ulu Atası'na Bin Selam Olsun!..
*
30 Ağustos Gecesinde / Nazım Hikmet RanKuvayi Milliye/Destan
*
26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER 
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR 
VE 
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E BAKAN NEFER 

*
Saat 2.30. 
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, 
ne ağaç, ne kuş sesi, 
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin, 
gece yıldızların altında kayalardır. 
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, 
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan 
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için 
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi 
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den 
dünyanın en yıldızlı karanlığını. 
Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa 
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek. 
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor. 
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde 
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var: 
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir 
Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar. 
Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir, 
bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar. 
Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından 
gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp 
yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider. 
Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve 
yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri. 
Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? 
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce 
ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken 
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek. 
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. 
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam 
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu 
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, 
birdenbire beş adım sağında onu gördü. 
Paşalar onun arkasındaydılar. 
O, saati sordu 
Paşalar: 'Üç', dediler. 
Sarışın bir kurda benziyordu 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı. 
*
Saat 3.30. 
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir. 
İzmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla 
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi 
baktı manga efradına birer birer: 
Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer. 
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. 
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam. 
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam, 
memlekette toprağını ve tek öküzünü 
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu 
mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için 
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı. 
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı 
ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir, 
yine de dimdik ayakta kalabilir. 
Sekizinci İbrahim korkmayacaktı bu kadar 
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar. 
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki: 
tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar. 
*
Saat: 4 
Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası. 
On ikinci Piyade Fırkası. 
Gözler karanlıkta, uzakta. 
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde. 
Herkes yerli yerinde. 
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı, 
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp 
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır. 
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, 
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir 
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı. 
*
Saat: 4.45. 
Sandıklı civarı. 
Köyler. 
Sarkık, siyah bıyıklı süvari, 
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu. 
Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu: 
dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük... 
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, 
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. 
Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari 
ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında, 
düşman elinde kalan bir başka horoz vardır: 
Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. 
Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır. 
*
Saat beşe on var
Kırk dakka sonra şafak sökecek. 
'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' 
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde. 
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, 
uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak, 
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor: 
— Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, 
bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam, 
fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. 
Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın. 
'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. 
Onu biz, kendimiz vadettik kendimize. 
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. 
'Kim bilir belki yarın...' 
*
Saat beşe beş var. 
Dağlar aydınlanıyor. 
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. 
Gün ağardı ağaracak. 
Kokusu tütmeğe başladı: 
Anadolu toprağı uyanıyor. 
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp 
ve pırıltılar görüp ve çok uzak 
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak 
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada, 
şahlanıp ölesi geliyordu insanın. 
Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi. 
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa. 
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. 
Şimdi bir hamlede o kadar büyük. 
Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü 
ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını 
ağlanacak kadar küçük buluyordu. 
Yüzbaşı sordu: 
— Saat kaç? 
— Beş. 
— Yarım saat sonra demek... 
98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden 
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, 
bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için 
ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar. 
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık, 
siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına. 
Nureddin Eşfak baktı saatına: 
— Beş otuz... 
Ve başladı topçu ateşiyle 
ve fecirle birlikte büyük taarruz... 
Sonra. 
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. 
Bunlar: 
Karahisar güneyinde 50 
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler. 
Sonra. 
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar. 
Sonra. 
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu. 
Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı... 
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı. 
Nureddin dedi ki: 
'Teselyalı Çoban Mihail,' 
Nureddin dedi ki: 
'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...' 
Sonra. 
Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürürken 
serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu. 
Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu. 
Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar: 
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları 
her seferkinden kocamandılar. 
Ve bu postallar daha bir hayli zaman 
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından 
seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. 
Sonra. 
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken 
kederinden yüzlerini toprağa döndüler. 
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı, 
Kan içindeydi yüzü gözü. 
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. 
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere 
ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da. 
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı 
ardarda çakan aydınlık bir bütündü. 
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu: 
'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e 
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. 
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. 
*
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim. 
*
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...' 

*
Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten, 
Ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i. 
Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
suda balık, havada kuş kadar çokturlar, 
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar 
ve kahreden yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır... 
*
Kuvayi Milliye/Destan 
Nazım Hikmet Ran

18 Ağustos 2023 Cuma

İnönü ve Kutsal Emanetler

Evet..İNÖNÜ CAMİLERİ KAPATTI..,

Evet; İNÖNÜ CAMİLERİN ÖNÜNE JANDARMA DİKTİ..

Evet; İNÖNÜ HALKIN CAMİLERE GİRİŞİNİ YASAKLADI..

Evet; NİĞDE ve ULUKIŞLA’da oldu bunlar..

Ama neden yaptı..? Niçin oldu..? Sebep neydi..?

Bu işin arkasındaki gizem neydi..? sorusunu kimse sormadı..

Meydanı boş bulan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları 70 yıldır bu propagandayı yaptı.. Maalesef gerçeği bilemeyen ve doğru bilgiye ulaşma imkanı olmayan halkımızın büyük bir bölümü bu yalanlara inandı..

Yalanın siyasi rant sağladığını gören iktidar mensupları dozunu her geçen gün artırarak yalanlarına devam ediyor.

Daha birkaç gün önce diyanetçi bir öğretim görevlisi Tv ekranlarından “ATATÜRK DÖNEMİNDE GENELEV YAPILAN CAMİLER VARDI..” diyebildi..

Onların, yalanlarını günde 40 kere tekrarlayabilecekleri onlarca Tv kanalı var..

Bizim sosyal medyadan başka gerçeği anlatacağımız hiçbir kanalımız yok..

Evet, İNÖNÜ bazı tarihi camileri kapatmış, başına da jandarmalar dikmişti..

Bu camilere kimseyi yaklaştırmıyordu..

Hükümet hakkında aleyhte propaganda alıp yürüyor.. Buna rağmen kimseye de bir açıklama yapılmıyordu..

Peki neydi bu olayın ardındaki sır:

*

Atatürk ölmüş… İkinci dünya savaşı başlamış, İnönü cumhurbaşkanı seçilmişti..

Hitler'in Orduları Avrupa ülkelerini birer birer ezip geçiyordu..

Alman tankları Fransızların asla geçilemez dedikleri Maginot hattını bile geçmişti..

Daha 1941 yılında 13 ülke teslim bayrağını çekmiş, Alman Orduları Türkiye sınırına dayanmıştı..

Türkiye de boş durmuyordu..

Alman tanklarına karşı Trakya’nın altına binlerce KORUGAN yapılmıştı..

Bununla yetinilmemiş, Alman Ordularının İstanbul’a girişini önlemek için Çatalca –Büyükçekmece hattına Maginot hattının bir benzeri ÇAKMAK HATTI inşaa edilmişti..

Alman tanklarına karşı önlem alınmıştı.. Peki ya Alman uçakları..?

Alman uçakları İstanbul’u bombalarsa..?

Tarihimizin maddi manevi en değerli hazineleri, kutsal emanetler ne olacaktı..?

Bir Alman taarruzuna karşı kutsal emanetlerin Alman uçaklarının menzili dışında bir yere taşınmasına karar verildi..

İnönü, herşeyin gizlilik içinde yapılmasını, Almanların kutsal mekanlara dokunmayacağının da hesaba katılmasını istedi..

Düşünüldü taşınıldı.. İstanbul saray ve müzelerindeki tüm değerli eşyaların Anadolu’nun ortasında Niğde ve Ulukışla’da dini mabetlere saklanmasına karar verildi..

Özel tren hazırlandı.

İçi çinko, özel bölmeli sandıklar yaptırıldı.

Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kutsal emanetler, Hazreti Muhammed’in hırkası, mühürü, kılıcı, oku, yayı, Kabe’nin anahtarı, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran-ı Kerim’i, padişahların tahtları, eşyaları, hazine, silah, tablo, porselen, paha biçilmez el yazması eserler, büyük bir gizlilikle ve titizlikle sandıklara yerleştirildi.

1942 yılı.. Alman Ordularının Trakya sınırımıza dayandığı o günlerde… Bir gece 391 sandık… 48 vagona yerleştirildi.. Tren.. paha biçilmez değerdeki yüküyle.. Büyük bir gizlilik içinde ve koruma altında Anadolu’nun ortalarına doğru hareket etti…

Kutsal emanetler ve paha biçilmez değerdeki mücevher ve el yazması eserler Niğde’de Ak Medrese ve Sarı han ile Ulukışla’da bir camiye yerleştirilir..

Herşey gizlilik içinde yapılmak zorundadır.. Yerel yöneticilere bile bilgi verilmez.. Camilerin etrafına özel askeri birlikler konuşlandırılır… Bu ibadet yerlerine kimse yaklaştırılmaz..

1943 yılında İnönü, Churchill ile görüşmek üzere Adana’ya giderken treni Ulukışla’da durdurur.., Kutsal emanetlerin saklandığı 3 binayı teftiş eder.. Kendisi bile içeri girmez, Birliğin komutanından bilgi alır.. Ayrılırken de “-Bize emanet, size emanet.. Gözüm arkada kalmasın..” der..

*

Dört sene geçer, savaş biter.. Dünyaya sükunet hakim olur..

Kutsal emanetler 1947 yılında tekrar getirilir.. Saray ve müzelerindeki yerlerine konur..

Yıllar geçse de ne İnönü, ne CHP bu konudan söz etmez.. Kendilerine bir paye çıkarmaz..

Bunu fırsat bilen cumhuriyet düşmanları 70 yıldan beri “-İnönü camileri kapattı..” yalanını yayarlar.. Hatta daha da azar, kapatılan camilerin çevresindeki koruma askerlerinin atlarını bahane edip “-İnönü camileri ahır yaptı..” yalanını işlerler de işlerler..

Kemal Arı’dan muhteşem bir belge (-“Sizi Gidi Maskaralar Sizi!”)...

Yazıyı okuyanlar lütfen paylaşabilirler mi?Bu gerçeklerin gün yüzüne çıkması için sosyal medyayı

kullanmak zorundayız..! (alıntı) 

*



CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in 8.11.2012 tarihli ve 7/9232 numaralı, 2.Dünya Savaşı sırasında Niğde’de bazı camilerde, Topkapı’daki kutsal emanetlerin korunması hakkında verdiği soru önergesine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın verdiği cevap:

“2.Dünya Savaşı nedeniyle Topkapı Sarayı Müzesi, Türbeler Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzelerinden bazı eserlerin Niğde’ye koruma amaçlı gönderildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünce tespit edilen kayıtlara göre kutsal emanetler, hazine, gümüş, silah, porselen, kütüphane ve arşiv bölümlerine ait kıymetli eserlerin içi ve dışı çinkolu, bazılarının içi bölmeli özel yapılmış 391 sandık içine yerleştirilerek Müdür Yardımcısı Lütfü Turanbek maiyetindeki bir ekip ile Niğde’ye gönderilmiştir. Sandıklar içindeki bu eserlerin Niğde’de Ak Medrese ve Sarı Han’a yerleştirildiği, burada kaldıkları sürece Müdür Yardımcısı Lütfü Turanbek ve maiyetinin eserlere refakat ettiği ve savaşın bitmesinin ardından 1947 yılında eserlerin ilgili müzelere iade edildiği arşiv kayıtlarında yapılan inceleme neticesinde belirlenmiştir.”

Bu cevap, günümüzde yayılmaya çalışılan, İsmet İnönü’nün ibadet yerlerini kapattığı, depo yaptığı, önüne asker dikerek halkın içeri girmesini engellediği, din düşmanı olduğu söylentilerine de cevaptır.

Ayrıca bu cevabın konusu bu sene vizyona giren 2014 ABD yapımı George Clooney’nin yönetmenliğini üstlendiği “ Hazine Avcıları “ filmi ile de benzerlik göstermektedir. Film İkinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Bir romandan beyazperdeye uyarlanan filmde, bir grup tarihçi ve sanat uzmanın bir araya gelmesiyle oluşan ekip, Naziler tarafından ele geçirilen ve her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan önemli sanat eserlerini kurtarmaya çalışıyor. Filmin başrollerini ise Matt Damon, George Clooney ve Cate Blanchett paylaşıyor.

İsmet İnönü’nün baş aktörü olduğu bizim filmimizde ise İnönü her zamanki ileri görüşlülüğü ile eserler Nazilerin eline geçmeden önlem alıyor. Filmimiz şöyle:

1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı. İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu. İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki emniyetli binalara koymayı planlıyor.
İsmet Paşa düşmanın dini yerlerin bombalamayacağını biliyordu. O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi ve başka önemli eserleri tam 48 vagona yerleştirerek Niğde’ye gönderdi.

Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti. Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar. Bu değerli eşyalar Niğde’de Ak Medrese, Sarı Han ve Ulukışla’ya yerleştirildi. Tarihi binaların etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi. Kimse içeri alınmadı ve konudan kimseye bahsedilmedi.

1943 yılında İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı. Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi. İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 binayı da teftiş etti. Sarı Han’da Tunabek’e sordu: ‘Asker nöbetini aksatmıyor, içeri kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’.

Filmimiz burada sona eriyor.

İnönü bu olaydan hatıralarında da, tuttuğu günlüklerde de bahsetmedi. Onun devlet adamı kimliği her zamanki gibi ön plandaydı.

2014 yılında bu olayın, kurucusu olduğu Cumhuriyet’in yetkilileri tarafından, kendisini din düşmanı gibi göstermeye çalışmakta kullanılacağını bilse her halde güler ve tek bir kelime söylerdi. “Maskaralar!”.

Aslında kutsal emanetleri İsmet İnönü’nün ilk kurtarışı da değildi. (1)

Lozan Konferansı’nın birinci döneminin sonunda, 25 Ocak 1923 oturumunda İngiliz temsilcilerden M. Ryan, Türkiye’den ayrılmış olan ülkelerden alınıp götürülmüş eşyanın geri verilmesi konusunda antlaşmaya bir madde konulmasını istedi. Özellikle 1917’de Medine’de Peygamber’in kabrinden alınarak İstanbul’a götürülen hazineleri kastediyordu. M. Ryan, Fahreddin Paşa’nın o zaman bu hazineleri götürürken savaştan sonra geri vereceğini söylediğini, ancak bu sözün yerine getirilmediğini, hazinelerin hâlâ İstanbul’da olduğunu söyledi. M. Ryan, İngiltere’nin kutsal emanetleri iki nedenle geri istediğini belirtti: 1. Hicaz Kralı’nın kendilerine başvurup hazinelerin geri verilmesini istediği için… 2. Büyük bir İslam devleti olan İngiltere’nin, kendi Müslüman uyruklarının haklı alınganlıklarına saygı gösterdiği için…

M. Ryan, Hicaz Kralı’nın bu hazineleri Türkiye’den geri istemesinin “yalnız hakkı değil, aynı zamanda görevi” olduğunu belirtti. Peygamber’in kabrini süsleyen bu armağanların çoğunun -bunların İstanbul’a götürülmesini istemeyecek olan- Hint prenslerince verildiğini iddia etti. Bu nedenle Türk Temsilci Heyeti’nin, bu armağanların Hicaz Kralı’na geri verilmesine razı olması gerektiğini belirtti. İngiltere’ye Fransa da destek verdi. M. Bargeton, büyük bir İslam devleti olan Fransa’nın da kutsal emanetlerin eski yerine konulmasını istediğini söyledi.

Bunun üzerine söz alan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, kutsal emanetlerin dinsel kurallara tabi olduğunu, dinsel kararları ise ancak İslam bilginlerinin ve halifenin verebileceğini belirterek bu konunun burada görüşülemeyeceğini söyledi. Ayrıca halifenin, kutsal yerlerin hizmetçisi ve koruyucusu olduğunu belirtti. Devletlerin, dinsel konularla siyasal konuları birbirine karıştırmamalarını istedi. Böylece henüz laik olmayan Türkiye’nin bir temsilcisi, İngiltere ve Fransa’ya laiklik dersi verdi.

Ryan, direnmek istedi. Bu hazinelerin kutsal niteliklerine rağmen “dinsel şeyler” olmadıklarını, “maddi şeyler” olduklarını hatırlattı. Ayrıca padişahların, kutsal yerlerin koruyucularını atayan fermanları “halife” sıfatıyla değil, “hükümdar” sıfatıyla imzaladıklarını söyledi. Şükrü Kaya, bunun doğru olmadığını belirtti. (Seha L. Meray, Lozan Konferansı, Konferanstaki Görüşmelerin Tutanakları ve Belgeler, Büyükçekmece Belediyesi, C. 2, s.153, 154).

27 Ocak 1923 cumartesi oturumunda İngiltere adına, bu sefer Lord Curzon, kutsal emanetleri geri istedi. L. Curzon, I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya’ya götürülmüş İtalyan sanat eserlerinin geri verilmesi için büyük çaba harcandığını, Almanya’nın da götürdüğü sanat yapıtlarını Belçika’ya verdiğini belirterek sözü kutsal emanetlere getirdi. “1917’de Medine’de, Türk askeri makamları, Peygamber’in kabrinden, bütün Müslümanların çok saygı gösterdiği bir takım eşyayı alıp İstanbul’a götürmüşlerdir” dedi. Müslüman hacıların, Peygamber’in kabrindeki bu değerli eşyaları görmeye alıştıklarını belirterek, Türk Temsilci Heyeti’nin bunların geri verileceği konusunda herhangi bir güvencede bulunmamasını “çok üzücü bir şey” olarak adlandırdı. Bu eşyaların, Peygamber’in kabrine her ulustan Müslümanlarca gönderilen bağışlar olduğunu, bu nedenle bu bağışların dünya durdukça kabrin duvarları üzerinde veya yanında kalması gerektiğini; Medine, Hıristiyan Müttefik devletlerce işgal edilmiş olsaydı belki bunların buradan alınıp götürülmesinin anlaşılabileceğini, oysa durumun böyle olmadığını belirtti. Dünyanın her yanından Medine’ye gelen Müslüman hacılar için, Peygamber’in kabrinin, daha önce burada bulunan hazinelerden yoksun bırakılmış olmasının “hüzün ve üzüntü verici” olduğunu söyledi. L. Curzon, İsmet Paşa’dan, Türkler İstanbul’a yeniden girerken, beş yıl önce Medine’den alınan hazineyi Medine’ye geri gönderecekleri konusunda güvence istedi.

İsmet Paşa da tıpkı Şükrü Kaya gibi bu tartışmanın Türk Temsilci Heyeti’ni aştığını söyledi. Bu konunun Lozan’daki hiçbir temsilci heyetin yetkisi içinde olmadığını, yalnız halifenin tekelinde olduğunu belirtti. Halife’nin Mekke ve Medine ile ilişkisinin “din alanına girdiğini” ve yabancı hükümetleri ilgilendirmediğini söyledi. İsmet Paşa, “Halifenin haklarının ve ayrıcalıklarının siyasal görüşmelere konu olamayacağını” belirtip konuyu kestirip attı.İsmet Paşa’nın bu tavrı L. Curzon’u öfkelendirdi. “Türkler söz konusu eşyayı alıp götürmeye yetkiliyseler, geri getirmeye de yetkilidirler” dedi. Sonra şaşkınlığını itiraf edercesine, “İsmet Paşa bu hazinenin halifenin emrinde olduğunu anlatmak istemektedir. Bu tez daha önce hiç öne sürülmemişti. İslam dünyası da bunu hayretle karşılayacaktır…” dedi. (Meray, age, s. 48,49).

Konu o gün kapandı. Bir daha da açılmadı. İsmet Paşa, Lozan’daki ‘Kutsal Emanetler Savaşı’nı kazanmıştı.İngiltere’nin konunun dinsel boyutunu öne çıkarması büyük bir hataydı. Nitekim görüşmeler sırasında bu hatadan dönmek isteseler de artık çok geçti. Türk heyeti; Şükrü Kaya ve İsmet Paşa bu hatayı çok iyi değerlendirip kutsal emanetlerin geri verilme isteğini reddettiler.

(1) Kaynak: İsmet İnönü, Lozan’da ‘Kutsal Emanetler Savaşı’nı böyle kazandı. Sinan Meydan Sözcü Gazetesi 25.12.2017

KAYNAK : https://www.ismetinonu.org.tr/hazine-avcilari-ve-nigde-camileri-1942/

15 Ağustos 2023 Salı

#AtatürkeÜzülüyorum

Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: “ATATÜRK”

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri,  unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum.

Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti .

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e üzülüyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir.
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip içip rock yapmak, babasının Mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...

Keyif çatmadı...
Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK.

ELİNDE HER FIRSAT VARDI.

O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.

BÜTÜN SUÇU  2 KADEH RAKI İÇMEKTİ O KADAR.....

14 Ağustos 2023 Pazartesi

#Karıncalar

 “KARINCALAR”

1.) Kendi ağırlıklarının 50 katını kaldırabilirler.

2.) Kolonilerine taşıdıkları yapraklarla mantar yetiştirerek bir çeşit tarım yapabilirler.

3.) Karıncalar kestikleri yaprakları sal yaparak suda hareket edebilirler.

4.) Karıncalar uyumazlar.

5.) Karıncanın beyninde 500.000 sinir hücresi vardır.

6.) Vücutlarındaki antiseptik salgıdan dolayı hasta olmazlar.

7.) Karıncalar arasında sürekli bir iletişim vardır, kolonideki bütün karıncalar birbirini tanır.

8.) Karıncalar antenlerini hareket ettirerek kendilerine özgü bir dil konuşurlar.

9.) Genç ve deneyimsiz karıncalar yuvanın temizliğini ve yavruların bakımını üstlenirken, deneyimli ve yaşlı olanlar besin sağlama ve avcılık görevini üstlenirler.

10.) Karıncalar buldukları besini tek başlarına yemezler. Besini yuvalarına taşıdıktan sonra paylaşırlar.

11.) Yuvaya dışardan bir saldırı geldiğinde bütün karıncalar savaş düzenine geçer.

12.) Kolonideki hiçbir karınca diğer karıncaya saldırmaz.

13.) Kolonideki hiçbir karınca aç kalmaz.

13 Ağustos 2023 Pazar

#MehmetMaryNancy

"MEHMET MARY NANCY"

İnternet te dolaşan bir mail kopyala yapıştır yapılmıştır.

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nin İşletme Matematiği kitabından gerçek bir alıntıdır. Hiç dokunulmadan ve yorumsuz şekliyle beğenilerinize sunulmuştur.

Kitap Adı: İşletme Matematiği

Yazar: Prof. Dr. Müh. Yılmaz Tulunay

Sayfa: 173

 *

Soru : Amerika'ya lisansüstü çalışmalar yapmak üzere giden Mehmet, iki kız arkadaş edinmiştir. Bunlar Mary ve Nancy'dir. Mehmet'e göre;

 *

a-) Mary olgun bir kızdır ve klasiklerden zevk almaktadır. Böyle bir yerde onunla 3 saat birlikte olmak 12 dolara mal olmaktadır. Diğer taraftan Nancy daha çok popüler eğlenceleri yeğlemektedir. Onunla böyle bir yerde 3 saat birlikte olmanın maliyeti de 8 dolardır.

 *

b-) Mehmet'in bütçesi gönül işlerine ancak ayda 48 dolar ayırmasına olanak vermektedir. Ayrıca, derslerinin ve çalışma koşullarının ağır oluşundan dolayı, kız arkadaşlarına en fazla ayda 18 saatlik süre ve 40.000 kalorilik enerji ayırabilmektedir.

 *

c-) Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori enerji harcayan Mehmet, Nancy için bunun iki katını harcamaktadır. Eğer Mehmet'in;

Mary ile buluşmaktan beklediği mutluluğu 6 birim ve Nancy ile buluşmaktan beklediği mutluluğun da 5 birim olduğunu biliyorsak, mutluluğunu maksimize etmek isteyen Mehmet'in sosyal yaşamını nasıl planlaması gerekecektir?

 *

Grafik ve cebirsel yoldan bulunuz.

 *

CEVAP:

Sayın Hocam, Bu Mehmet şerefsizi buradan Amerika'ya lisans üstü çalışma yapmaya gitti de herifin sikinin derdi bize mi düştü?

Biz burada tahsili bırakıp mala vurmaya başlasak bizi de böyle ballandıra ballandıra kitaplara yazar mısın?

Neyse geçelim sorunun cevabına;

 *

a-) Bi kere bu Mehmet ibnesinde iki hatuna ayrı ayrı zaman harcayacak göt de para da yok, sıkarrrr. Ayrıca dünya piyasalarında saati 100 dolardan açılıp minimum 50 dolara kadar düşen tarifeler göz önüne alındığında, 3 saati 12 dolarlık, ya da 3 saati 8 dolarlık karılardan hayır gelmez.

 *

Muhtemelen Mary 68, Nancy 79 yaşındadır ve ikisinin de bu güne kadar yediklerinin toplamı buradan Amerika’ ya boru hattı olur. Bu durumda Mehmet'in hem vakit darlığı, hem malın genişliği, hem de para yokluğu sebepleriyle bu iki orospuyla grup yapması gerekir.

 *

Mary olgun ve klasikleri sevdiğine göre önce Mary'ye saksafonu döşer, Mary saksafonda klasikleri icra ederken, yerinde eğlenceleri seven Nancy öbür ikisinin popolarını okşayarak eğlenir ve rahatlar.

 *

b) Mehmet'in bütçesi (bu gönül işi tabirini ben anlamadım) sevişmek için ayda 48 dolara yetiyorsa zaten bu orospu çocuğunun 31 çekmesi daha uygun olur. Böylelikle iki ay para biriktirip bu çuvalların yerine doğru dürüst bir karıya zıplar ve ayırdığı 40.000 kaloriyi iliğine kadar emdirip rahatlar.

 *

Ama siz bu cevabı kabul etmeyeceğiniz için şöyle cevap verelim;

Mehmet’ in bütçesi 48 dolara yetiyor ancak grup yapılacağından pazarlıkla miktar iskontosu alınır ve bütçe rahatlatılır.

 *

Böylelikle, ayda ayırdığı 18 saati 3 saate bölersek 6 kez mala vurmuş olur ve her sevişmede    40.000/6 = 6700 (yaklaşık) kalori harcar. Bu hayvan bir seferde kesintisiz 3 saat düdükleyebiliyorsa zaten Amerika’ da kalması ve buralara dönmemesi hepimiz için hayırlı olur,

 *

c-) Mehmet, Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori harcıyorsa yukarıdaki hesaba göre Nancy' ye sadece 6.700 - 5.000 = 1.700 kalori kalır ki bu da Nancy gibi falafoş bir motoru sadece gıdıklar.

 *

Bu durumda birinden 6 diğerinden 5 birim zevk alan Mehmet'in mutluluğunu maksimize etmesi için kendisine arkadan vuracak birisini bulması gerekir. Sonuç olarak arkadan almaya  alışan Mehmet'in bundan sonraki sosyal yaşantısını kaşarlı bir ibne olarak planlaması gerekir. Bu sayede ayda 48 dolar tasarruf sağladığı gibi üste para da kazanarak bütçeyi de çömleği de genişletir.

 *

Saygılarımı arz eder grafik açıklamayı sözlü mülakatta bizzat üzerinizde uygulayarak yapabilirim.

7 Ağustos 2023 Pazartesi

#GülVerenEldeGülKokusuKalır

Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar.
Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile birlikte geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır.
Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.Bu, Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.
Bir kaç ay sonra bitmek tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, eşi ve annesi arasında kalan erkek için cehennem haline gelmiştir.
Artık birşeyler yapmak zorunda olduğunu anlayan genç kız doğruca babasının arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.
Yaşlı adam ona bitkilerden hazırladığı bir ekstre verir. Bunu 3 ay boyunca hergün kaynananın yemeklerine azar azar kat der. Fakat az koy ki belli olmasın. 3 ay sonra ölsün.
Yaşlı adam genç kıza kimsenin şüphelenmemesi için bu süre zarfında kaynanasına çok iyi davranmasını da öğütler. Çok iyi yemekler yap ona der.
Genç kız artık çok iyi davranmaya başlar kaynanasına. Bir süre sonra kız böyle davranınca kayınvalidesi de değişir ve ona kızı gibi davranmaya başlar.
Evde artık barış rüzgarları esmeye başlamıştır. Bu kez genç kız kendini ağır bir yük altında hissetmeye başlar ve yaptıklarından pişman, baharatçıya yeniden gelir.
– Lütfen, der. Artık ölmesini istemiyorum. Şu ana kadar verdiklerimi onun kanından temizleyecek bir şey ver bana.
Yaşlı adam karşısında oturan Li-Li ye bakar ve gülümser.
– Sevgili kızım, der. Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni daha da güçlendirdin hepsi bu. Gerçek zehirse senin beynindeydi.
Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve gitti beyninden. Dargınlık sevgiye dönüştü. Böylece gerçek bir ana-kız oldunuz.
Eski bir Çin atasözü şöyle der;
Gül veren elde gül kokusu kalır. 
Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.

6 Ağustos 2023 Pazar

#Hiroşima


Sevingül Bahadır : Kız Çocuğu (Hiroşima)

6 Ağustos 1945 'de Hiroşima ve Nagazaki' de atom bombası kullanarak yüzbinlerce masum sivil insanların ve tüm tabiatın tüm canlıların ölümüne neden olan #KatilAmerika ' ya sonsuz öfke ve nefretlerimi sunuyorum...😡🤬😡

Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!..
*
#Hiroşima
#KızÇocuğu
*
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
*
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
*
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
*
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
*
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler.
*
(1956)
#NazımHikmetRan