#TürkülüYürekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#TürkülüYürekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2025 Salı

#Arkadaş


#Arkadaş
*
Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş
*
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip, ayrılsak bile seninle arkadaş
(yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş)
*
Evet arkadaş;
kim olduğumu, ne olduğumu
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana
Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün.
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
Ayrılsak bile kopamayız
*
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip de ayrılsak bile seninle arkadaş. 
*
Söz ve Müzik : Şanar Yurdatapan
Düzenleme    : Atilla Özdemiroğlu
Seslendiren   : Melike Demirağ

3 Ekim 2025 Cuma

#BekleBiziİstanbul


#BekleBiziİstanbul
*
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünür düşünürüm
İstanbul
*
Binbir direkli Haliç'inde akşamlar
Adalarında bahar Süleymaniye'nde güneş
Ey sen ne güzelsin kavgamızın şehri
İstanbul
*
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle bizi istanbul
*
Tophane'nin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan çocuklarınla bekle
Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi
İstanbul
*
Haramilerin saltanatını yıkacağız
Bekle o günler gelsin gelsin istanbul
Sen bize layıksın bizde sana istanbul
İstanbul
*
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla köprülerinle meydanlarınla
Bekle bizi İstanbul
*
Söz     : Vedat Türkali (Abdülkadir Pirhasan)
Müzik : Onur Akın


12 Eylül 2025 Cuma

#12Eylül

Emekçi : Alev Alev Yandık İşkencelerde

#12Eylül1980

#12EylülBirİnsanlıkSuçudur

#KahrolsunFaşizm

#KahrolsunİleriFaşizm

Bugünlerde yaşadığımız İleri Faşizmin temel taşlarını döşeyen 7kilogram kafasında 7 miligram beyin bulunmayan 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası' nın Faşist Lideri Kenan Evren' e ve şürekeasına ve de  Faşist Cuntacılarına  BİN LANET OLSUN!

FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA DİRENENLERE BİN SELAM OLSUN!

"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. 

Çünkü meclisler bile  despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. 

Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir."

#MustafaKemalATATÜRK

12Eylül

Türkiye'de solun yükselişini engellemek, 1960'larda başlayan Cumhuriyetten sonra ve onun devamı niteliğindeki aydınlanma hamlesini bastırmak için; Amerika'nın   “Bizim Çocuklar”  diye nitelendirdiği  Faşist Kenan Evren ve faşist cuntası tarafından yapılan askeri  faşist darbenin 44. Yılı.

Gerçi bugünkü sivil faşist darbe de pek aratmıyor 12 Eylül faşizmini, al birini vur ötekine…

Türkiye 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin 44. yılında yeni bir karanlığı yaşıyor.

ABD ve Batılı emperyalist güçlerin küresel ve bölgesel çıkarlarını korumak, ülke içinde işbirlikçi sermayenin servet (sermaye) birikimini garanti altına almak ve toplumsal uyanışı ezmek için yapılan 12 Eylül darbesi, bugünleri hazırladı. Solun önünü kesmek ve toplumsal uyanışı engellemek için siyasal islamcılığın önünü açan, tarikatları destekleyen, ülkede imam hatip liselerini yaygınlaştıran "Türk-İslam sentezi" adı verilen gerici-faşist bir ideolojik anlayışı resmi görüş haline getiren 12 Eylül darbecileri, Türkiye'nin karşı devrimci AKP-Cemaat yobazlığına teslim edilmesinin de yolunu açtı. Bu nedenle, bugün darbelere karşı olduklarını söyleyen iki yüzlü bir tutum içindeki islamcıların neredeyse tamamı 12 Eylül darbesini destekledi.

Türkiye'yi AKP gericiliğine teslim eden, 15 Temmuz islamcı faşist darbesinin zeminini hazırlayan 12 Eylül askeri faşist darbesinin 37.yıl dönümünde Haziran Hareketi'nin yayınladığı bildiri aşağıdaki gibidir:

HAZİRAN HAREKETİ'NİN BİLDİRİSİ

"12 Eylül'de sabaha karşı saat dörtte, cunta şefi Kenan Evren'in okuduğu bildiri ile sökün eden karanlığın 37. yılındayız.

"12 Eylül askeri faşist darbesi, başını ABD'nin çektiği emperyalist haydutların ve TÜSİAD'da temsil edilen işbirlikçi sermayenin onayıyla, halka karşı yapılmıştı. Amaç sendikaları, dernekleri, parti ve örgütleriyle yüzünü özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine dönmüş bir halkın en örgütlü, en dinamik kesimlerinin tasfiyesi olmakla birlikte, uzun vadede biat eden, itaatkar bir toplum yaratılmak istenmişti

"12 Eylül cuntacılarının yaptıkları ilk iş, "Yeşil Kuşak" projesiyle uyumlu bir şekilde "Türk İslam Sentezi"ni uygulamaya sokmak oldu. "Şeriatın parmağı acımaz" diyerek on binlerce insanın tutuklanmasının, yüzlercesinin işkencelerde sakat kalmasının, onlarcasının ölümünün sorumlusu olan Evren'in imzasıyla din dersi zorunlu hale getirildi, kula kulluk etmeyi kolaylaştıracak her türlü tarikat örgütlenmesinin önü açıldı.

"Hiç kuşku yok ki, bugünkü karanlığın mimarı 12 Eylül'dür. Siyasal İslam, 12 Eylül'ün yaratmış olduğu siyasi, hukuki ve kültürel iklim içinde serpilip boy atmıştır. Erdoğan'ın şahsında cisimleşen otoriter faşist anlayışla 12 Eylül, aynı siyasi genetiğin ürünüdür. AKP Saray faşizmi, 12 Eylül faşizminin devamıdır.

"Siyasal İslam'ın iki blok örgütlenmesi olarak Cemaat ve AKP, baştan itibaren bir büyük gerici projenin ortakları olarak hareket etmişlerdir. 15 Temmuz Darbe Girişimi ile birlikte aralarındaki çelişkinin ölümcül bir hale gelmiş olması bu gerçeği değiştirmez; Cemaat ve AKP'nin rejimi değiştirebilecek bir güç haline gelmesini sağlayan 12 Eylül'dür.

"Bugün AKP, eski ortağı Cemaatle hesaplaşma adına OHAL altında 12 Eylülcülerden öğrendiği ne varsa bir bir hayata geçiriyor.

"12 Eylül’de ‘artık gülme sırası bizde’ demişti patronlar; AKP'nin 14 yıllık iktidarı süresince de hep gülmüşlerdi. Şimdi, 15 Temmuz sonrası uygulamaya sokulan OHAL'le birlikte AKP, sermayeye dikensiz gül bahçesi vaad ediyor. KHK'ler aracılığıyla emeğin tüm birikimlerine el koyuyor, doğanın sorgusuz sualsiz  talan edilebilmesi için tüm hukuksuzlukların önünü ardına kadar açıyor.

"Cemaat tasfiyesi adı altında başlatılan uygulamalar, tüm muhalefet ve toplumu sindirmeye yönelik operasyona dönüştürülmüş durumda. 12 Eylül uygulamalarını aratmayacak şekilde ilerici, demokrat kesimler kamudan tasfiye ediliyor. Bilimsel ve laik eğitimin kalan son kırıntılarını ortadan kaldırmak için eğitim emekçileri türlü bahanelerle açığa alınıyor, üniversitelerden atılıyor. AKP’li olmayan herkes tıpkı 12 Eylül'de olduğu gibi teröristlikle yaftalanarak hedef tahtasına oturtuluyor.

"12 Eylül’ün Meclis’i kapatmasına benzer şekilde Meclis kapatılıyor. OHAL yetkileri de aşılarak anayasa devre dışı bırakılıyor. Belediyelere kayyum atama hazırlıklarıyla birlikte kısmi demokratik haklar, kendini "milli irade"nin yerine geçirmiş bir diktacı zihniyet tarafından ortadan kaldırılıyor.

"Karanlığın, örgütlenmiş kötülüğün iktidarı hükmünü sürdürüyor. AKP, kendi 12 Eylül'ünü örgütlüyor!

"Bu bir kavga! Karanlıkla aydınlığın kavgası! Bu  böyle gitmez, gitmeyecek! Biliyoruz! 12 Eylül karanlığını; her yanıyla çürümüş, yolsuzlukları, hırsızlıkları, zorbalıkları ayyuka çıkmış AKP Diktası'nı yeneceğiz! Gelecek güzel günlere olan inancımız tamdır. / Haziran Hareketi"

12 EYLÜL DARBESİNİN BİLANÇOSU:

Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının liderliğindeki cuntanın 12 Eylül'de hayata geçirdiği kanlı darbenin üzerinden 40 yıl geçti. Darbenin lideri Kenan Evren ölürken, 44 yıl sonra da 12 Eylül'ün ruhu iktidara tutunmaya devam ediyor.

Darbenin 44. yılında 12 Eylül'ün bilançosunu genel hatlarıyla şöyle:

- 650 bin kişi gözaltına alındı.

- 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.

- Açılan 210 bin tutuklandı ve açılan çeşitli davalarda yargılandı.

- 7 bin kişi için idam cezası istendi.

- 517 kişiye idam cezası verildi.

- Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı.

- İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.

- 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.

- 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.

- 388 bin kişiye pasaport verilmedi.

- 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.

- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.

- 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.

- 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

- 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.

- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.

- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

- 31 gazeteci cezaevine girdi.

- 300 gazeteci saldırıya uğradı.

- 3 gazeteci silahla öldürüldü.

- Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.

- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

- 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

- Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.

- 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

- 14 kişi açlık grevinde öldü.

- 16 kişi “kaçarken” vuruldu.

- 95 kişi “çatışmada” öldü.

- 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.

- 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.

*

Kaynak: abcgazetesi.com

8 Ağustos 2025 Cuma

#TürkülerAğlar


#TürkülerAğlar

*

Kanatsız uçarken gökyüzünde kuşlar

Konduğu dal kadar kırılgan yüreğim

Şiirler yazılır türküler söylenir

Bırakmaz ayrılığın gölgesi

Yapışır da yakamıza

Ben ağlarım sevdam ağlar

Dokundukça sazımın tellerine

Türküler ağlar

Hasretini yol edip yollarını beklediğim

Sana ait düşlerime yokluğunu eklediğim

Uzakları yakın yakınları ırak eylediğim

Bırakmaz ayrılığın gölgesi

Yapışır da yakamıza

Ben ağlarım sevdam ağlar

Dokundukça sazımın tellerine

Türküler ağlar türküler ağlar

Karlı dağların sevdama dik yamaçları

Hüzünlü bulutların yağdı yağacak yağmurları

Susuz toprakların boynu bükük günebakanları

Bırakmaz ayrılığın gölgesi

Yapışır da yakamıza

Ben ağlarım sevdam ağlar

Dokundukça sazımın tellerine

Türküler ağlar 

Vur sineme satır satır yaz beni

Al götür anıları öldür yüreğinde beni

Kapansın kapıların mühürle sevdana beni

Bırakmaz ayrılığın gölgesi

Yapışır da yakamıza

Ben ağlarım sevdam ağlar

Dokundukça sazımın tellerine

Türküler ağlar türküler ağlar türküler ağlar 

*

Söz : #BarbarosÇelikoğlu

Seslendiren : #BarbarosÇelikoğlu

1 Ağustos 2025 Cuma

#Şehitler

#Şehitler

*

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, 

mezardan çıkmanın vaktidir! 

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, 

Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler 

Dumlupınar'dakiler de elbet 

ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler, 

siz toprak altında ulu köklerimizsiniz 

yatarsınız al kanlar içinde. 

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, 

siz toprak altında derin uykudayken 

düşmanı çağırdılar,satıldık, uyanın! 

Biz toprak üstünde derin uykulardayız, 

kalkıp uyandırın bizi!

uyandırın bizi! 

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, 

mezardan çıkmanın vaktidir!

*

1959

#NazımHikmetRan

8 Ocak 2025 Çarşamba

#MetinGöktepe

Metin'e Ağıt
*
Gün Döndü Geceye Yavrum
Gelmedin Sen Ah Gelmedin
Yolunu Gözledim Durdum
Dönmedin Sen Ah Dönmedin
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Vurma Zalım Vurma Nolur
Körpeciktir Kıyma Nolur
Benim Yavrum Gazeteci
Onu Benden Alma Nolur
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Ben Anayım Dayanamam
Yokluğuna Alışamam
Göz Pınarlarım Kurudu
Ey İnsanlar Ağlayamam
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Metin’im(Yiğidim)Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Söz ve Müzik  : Ferhat Tunç
Video kaynak : umudunezgileri.com
Kol geziyor kara zulüm 
İki yakanızda elim
Anasının feryadıdır
Yakar bu evreni bilin 
"Uyyyy ben ölim
Uyyyy ben ölim"
Metin Göktepe'nin cenazesinde annesinin ağıtından tıpkı alıntı. 
*
Bülent Aydınel -
Evrensel Gazetesi  Muhabiri Metin Göktepe"Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar
diyerek gittiği haberde, gözaltına alındı ve polislerce dövülerek öldürüldü. Gün 8 Ocak 1996'ydı... 
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştı. 
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Metin, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin, çalışkan, başarılı, sevilen
bir öğrenciydi. Abla ve ağabeylerinin yıllara yayılan göçünün ardından 1979’da annesi ve babasından hemen önce küçük kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. 
Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. Lisede de başarılı bir öğrenci olan Metin, mezun olduktan sonra bir yıl dershaneye devam etti ve buradaki başarısıyla, kardeşinin de dershaneye gitmesini sağladı.
Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Bu sırada fabrikada çalışan ablası, ağabeyi ve 86’dan itibaren kültürel ve sosyal faaliyetlerine katıldığı dernek sayesinde politik mücadele ile tanıştı. Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 
1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. Metin, 8 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polislerce dövülerek öldürüldü.
Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, "Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte "ısrarcı" davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.
“İnsanca yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahipsiniz. Size hiç kimse işkence ve eziyet yapamaz; insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamazsınız!”
Bu satırlar Emniyet Genel Müdürlüğü"nün internet sitesinde yazar.
Peki Metin nasıl öldü?
Onun da ayrıntısı var:
“O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri "özel muamele" dedi. On kişi Metin"in üzerine çullandı. Cop, kazma sapı gibi şeylerle vuruyorlardı. Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar. Tekrar dövmeye başladılar. Çok kan kaybediyordu. Tuvalete götürüp yıkadılar. İçlerinden biri "ölecek galiba, hastaneye götürelim" diyordu. Diğerleri "ölürse ölsün" diyerek dövmeye devam ettiler, Metin artık hareket etmiyordu.”
Çevik Kuvvet memuru Şuayip Mutluer, 1. Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık"a verdiği ifadede şöyle diyordu:
“Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat, gazeteci olduğunu İstiklal Marşını bilmediğini söyledi. Ben de "boş ver" dedim, bir tekme de ben attım. O sırada polis memuru Saffet Hızarcı"nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Sonradan adamı dövmekten copunun kırıldığını öğrendim.”
Metin Göktepe"yi bu şekilde hunharca döverek öldürenler, dava açıldığında “istemeden adam öldürmek suçu” ile yargılandılar.
“Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. Yere düşmüş insanın kafasına kırk kere kalasla vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür!”
Davayla ilgili çarpıcı detaylardan birisi de, Metin Göktepe'yi öldüren polisleri yargılayacak yer  bulunamamasıydı...
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul"dan güvenlik gerekçesiyle davayı Aydın"a nakletti. Orası da beğenilmedi, Afyon'a gönderildi. Duruşma günlerinde Susurluk Davası"ndan mahkum olmuş Korkut Eken Afyon'a geldi. 12 Mart dönemini yaşayanların adını bildiği Necdet Küçüktaşkıner, sanık polislerin avukatı oldu.
Ablası Meryem Göktepe cinayeti ve sonrasını anlatıyor:
İnsan bazen kimi olumsuzlukları hissediyor.
8 Ocak gecesi Metin'i aramak için ev telefonunu uyumuşlardır düşüncesiyle kısaca çaldırıp kapattım.
Saat 23.30 civarında.
Aklım Metin'de nedense ve uyumuşum. Sabah kalktığımda bir şeyim kaybolmuş gibiydim.
Gördüğüm rüyanın etkisi olabilir mi acaba diye arkadaşımla konuşuyordum iş yerimde. Rüyamda bir dere kenarındayım. Şırıl şırıl akan suda balıklar adeta dans ediyor. Ben de çok keyifle elimi uzatıp balıklardan tutuyorum.
Derken bir kara balık, boyu diğerlerinden daha küçük olanı avucumun içinden kayarak kaçıyor.
Çok üzülüyorum bu duruma.
Arkadaşım güzel olduğunu söylüyor, kısmetmiş balık görmek gibi şeyler söylüyor.
Ancak benim içimi acıtan bir şey olmuş o küçük karabalığın kaçışında...
O gün 9 Ocak sabahı işyerimde masama sığamıyorum. Sürekli oda değiştirip dolaşıyorum. Odama döndüğümde çeşitli kereler birileri tarafından arandığımı öğreniyorum.
Bu da canımı sıkıyor oldukça. Sonrasında eski iş arkadaşlarımın öğlene yemeğe gelecekleri notunu alıyorum "sakın Meryem bir yere ayrılmasın" tembihi ile.
Bugün olağanüstü bir gün diyorum kendi kendime. En yakın arkadaşıma bugün neden herkes beni arıyor ki, acaba bir şey mi oldu diye soruyorum. Hemen de uzaklaştırıyorum bu kötü düşünmeyi.
Gayri ihtiyari Metin diyorum birden.
Metin'e bir şey mi oldu düşüncesini saçma bulup, titriyorum sanki.
Bir telefona nihayet ben çıkıyorum. Beni yakaladın bravo diyorum.
Karşı taraf durgun fark ediyorum. Ha evet ablam ve abim de aramışlar ulaşamamışlar diyor çok eskiden Metin ile ortak arkadaşımız olan Uysal. Benimle çok acil buluşmak istediğini anlatıyor, ama ben ona arkadaşlar gelecek filan diyorum. İsterse benim işyerime gelebileceğini de söylüyorum.
Olmaz diyor ve çok kararlı geliyor sesi.
Bir şey olup olmadığını sorduğumda kendi özel bir sorunu olduğunu, ancak benim ona yardım edebileceğimi söylüyor. Kıyamayıp çıkıyorum ve tembihliyorum bürodaki arkadaşımı eğer gelirlerse beni mutlaka beklesinler diyorum.
Buluşmaya gidinceye kadar yüreğim ağzımda. Yol çok uzun geliyor. Oysa işyerime çok yakın. Buluşma anına kadar hep Metin ile ilgili olumsuzlukları öteliyorum.
Özgür Gündem'de çalışan ortak arkadaş gazeteye gidelim daha rahat konuşuruz diyor.
Karşısına dikiliyorum Yenikapı'dan sahile doğru gittiğimiz yolda. "Bana ya neler olduğunu anlat ya da gelmeyeceğim" diyorum.
İnkar etmeye çalışıyor. Bakıyor olmayacak Metin diyor. Yüreğim sıkışıyor, "Bir şey mi oldu, çabuk her neyse söyle" diye sarsıyorum.
"Yaralılar var dünkü gözaltılardan" diyor. Hatırlıyorum birden, dün cenazeler kalkacaktı sahi.
"Evrensel'den de Metin yaralıymış" diyor.
Nerde?
Nasıl?
Sorularım havada uçuşuyor.
Uysal "Sakin ol üç Metin var ya, hangisi belli değil" dediğinde "Ne fark eder ki? Gerçeği bilmek istiyorum" diyorum.
Aslında yüreğime ateş düştü ama hep kovmak istiyorum. Gazeteye gidiyoruz, bana bakıyor herkes ve ben acaba birisi gerçeği söyler mi? diye şaşkın bakınırken,"Ablasıymış", "ablasıymış" kerelerce çınlıyor kulaklarımda.
"Ablasıymış!" hiç normal gelmiyor.
Ben telefona uzanıyorum, abimi arayacağım.
Çok uzun geliyor o süre bana.
Bu arada masada bir toplu iğne alıp parmağıma olanca gücümle batırıyorum.
Kabus değil! Rüya değil! Karşıdan alo diyen yengeme soruyorum.
Yaralıymış, Çapadaymış.
Bulanık insanlar, karmakarışık uğultulu sesler'
Beni hastaneye götürdüklerini arabada öğreniyorum. Cerrahpaşa yolundayız. Hastane girişini geçiyoruz, anlam veremiyorum.
Çapa demişti yengem oysa. Adli Tıp önünde duruyor araba.
İbo! İbo'yu, ağabeyimi görüyorum.
Sağda üç genç kız ilişiyor gözüme, birisi yerlere atıyor kendini, ağlıyor, bağırıyor.
Diğer ikisi genç kızı sakinleştirmeye çalışıyor hem de ağlıyorlar.
İbo'ya koşup sarılıyorum o da ağlıyor benimle.
"Söyle" diyorum, "ne oldu Metin'e, öldü mü yoksa?" bir süre bir şey diyemiyor.
Nasıl denir ki? Metin, Metin nasıl ölür! "Anla artık" diyor...
Göktepe'ye şiddet uygulayan beş polis ‘kastı aşan şekilde insan öldürmek’ (öldürme niyeti bulunmadan, taksirle) ve ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek’ suçlarından yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası aldı.
Sanıkların bir kısmı bir buçuk yıldan az süre cezaevinde tutuldu, ancak 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Af Yasası cezaların tamamlanmasına engel oldu.
Öldürülmesinden sorumlu polisler kamuoyunda "Rahşan affı" diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay yatmışlardır. 
*
Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir.
*
Can Yücel'in Kaleminden METİN'E METİN
BİR METİN
Metin'in kafasında
bir darp var
Polis karakolundan
morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
yüreğimizde
beynimizde
Soruyor bir işaret
fişeği
Biz ölerek mi
yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...
kaynak : onedio.com

17 Kasım 2024 Pazar

#AhmetKaya


Ahmet Kaya, Malatya'da beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1957 yılında dünyaya geldi.

Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk...

Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha.

24 Temmuz İşçi Bayramı'nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu... 

Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. Çalıştığı plakçı dükkanına gelerek Ruhi Su'nun plaklarını satın alan , bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68'lilerden etkilenen bir gençtir artık...

Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul'a göç eder. İstanbul / Kocamustafapaşa'ya yerleşirler.Ahmet Kaya'nın ilk izlenimi 'korku'dur. Bu devasa kentin içinde tutunup-tutunamayacağı korkusudur bu..

Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal akışının içinde bulur kendini ve kendisi gibi olanlarla buluşur.Oradan, gelmiş olmanın, 'öteki' olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile iç içe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su dinlemeye başlar.

Daha sonraki yıllarda da bu müzikal yapıdan etkilendiğini inkar etmez, ama kendisini ve kendi sesini arama çabası hiç bitmez.Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini tam da bugünlerde yapar.
Boğaziçi Üniversitesi'nde bir panelde Ruhi Su'yla karşılaşır.
Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su'ya ve onun talebi üzerine de, 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar.
Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, 'Böyle bağlama çalınmaz! Böyle döver gibi çalınmaz' der.
Oysa Ahmet Kaya'daki sadece 'kendisi gibi olma' çabasıdır. Farklı arayışlar içersindedir ve o yıllarda yaptığı müziği bile 'Arayış Müziği' diye ifade eder.
Ondaki yapısal muhaliflik, yıllar sonra verdiği ilk resitalde, 'Bağlama Böyle De Çalınır' başlığıyla konser afişlerine yansır.
Bir yandan müzikal arayışlarını sürdüren Ahmet Kaya, diğer yandan da, inanmanın, sıra dışı olmanın, hayatı değiştirme idealizminin ve gençliğinin dinamizmiyle toplumsal muhalefet içersindeki yerini de belirler.
Seksenli yıllar onun hayatını da kalın çizgilerle belirleyecektir.
Seksenli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyüyecektir ve bu yeni duyguyu yenmek çok zordur.
Bu dönem, bestelerinin de giderek olgunlaştığı dönemlerdir. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir.
'Zamanıdır' deyip, koltuğunun altına şarkılarını alıp, Unkapanı'nın yolunu tutar.
Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse başlangıçta yüz vermez.
Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama albüm o yılların tahammülsüzlüğü ile hemen toplatılır.
Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya'nın 'Ağlama Bebeğim' adlı ilk albümü Danıştay kararıyla 'serbestir' artık!
Bu arada Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları,
Türkiye'de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları yavaş yavaş
Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturmaya başlar.
Kısa bir süre sonra ikinci albümü "Acılara Tutunmak" ı yapar Ahmet Kaya..
Onu sarsan bütün toplumsal-siyasal duyarlılığını üretimine yansıtmakta, bütün insani birikimini şarkılarına taşımaktadır artık.
Ahmed Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi, aynı duyarlılığın şiirdeki taşıyıcılarıyla buluşmakta ve şiir bestelemektedir.
Bu albümün repertuar çalışması sırasında, sürecin ortak acılarından nasibini almış ve yüreği onunla aynı yerde kesişen Gülten Hayaloğlu ile tanışır.
Stüdyo kayıtlarında birliktedirler artık.Üçüncü albümde Gülten, o sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü'
isimli şiirini getirir ve "bunun mutlaka bestelenip, en geniş kesimlere dinletilmesi gerektiğini' söyleyerek Ahmet Kaya'nın önüne koyar.
Başlangıçta bu 'serbest' şiirin bestelenmesinin zorluğundan söz etse de, bu şiiri kısmen besteler ve albüme de aynı adı verir, 'Şafak Türküsü' !
Gülten'le birlikte 'içerden' esen bu rüzgarı almış, Ülkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır..
12 Eylül yılları, kendi anayasası ve bütün karanlığı ile hüküm sürmektedir hayat üzerinde.
Ahmet Kaya'nın sesi ve şarkıları, örgütsüz ve dağınık muhalefetin sesiyle buluşmakta ve neredeyse ve giderek bir 'İtiraz Müziği' şekillenmektedir artık.
'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Attila İlhan, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir.
İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya,
dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer...
Beşinci albüm, 'Yorgun Demokrat' ta, ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başlar.
Bu doğru buluşma, aynı kültürün çocuklarının buluşmasıdır.
Gülten, uzun yıllardır şiir yazan ağabeyi ile eşini tanıştırmış ve ikisinin baskısı sonucunda Hayaloğlu şarkı sözleri yazmaya başlamıştır.
'Yorgun Demokrat'la başlayan bu üretim ortaklığı, Ahmet Kaya müziğinde Yusuf Hayaloğlu ile sonuna kadar sürecek
uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur.
'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye'nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir.
Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen,
ülkenin birçok yerinde 'sakıncalı' bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir..
Altıncı albümünde "Başkaldırıyorum" der. Yeni bir Yusuf Hayaloğlu-Ahmet Kaya çalışmasıdır bu ve dönemle çok örtüşür.
Ülke çok yavaş ta olsa Eylül karanlığından çıkma çabası içersindedir. Çok ağır seyreden bu 'sivilleşme' sürecine, 'içerden' yeni yeni çıkanlar katılmakta ve bu şarkılar, sesi susturulmaya çalışılmış kalabalıklara bütün heyecanıyla ulaşmaktadır.
Konserlere binlerce insan gelmekte ve bu geçiş sürecini Ahmet Kaya ile birlikte yaşamaktadırlar.
Bu arada yeniden baba olur ve sevgili kuşu Melis dünyaya gözlerini açar.
Kısa bir süre sonra, 'Resitaller 1 ' ismiyle, canlı konser kayıtlarının da olduğu albüm ulaşmıştır dinleyiciye.
Ahmet Kaya bütün üretkenliği ve bütün dinamizmi ile bir yandan yeni şarkılar yaparken, diğer yandan da soluklanmaya çalışmaktadır.
Yaşadığı topraklardaki hiçbir acıya kayıtsız kalmayan ve bu acıların tamamına şarkılarıyla deva olmaya çalışan Ahmet Kaya, ülkesinin bir bölgesinde başlamış olan ve nasıl süreceğine ilişkin ip uçlarını da içinde barındıran süreci "İyimser Bir Gül" le, diğer adıyla "Kod Adı Bahtiyar"la karşılar. Resitaller 1 adlı albümden sonra, bu onun 8. albümüdür ve 90'lı yılları böyle karşılar Ahmet Kaya.
Yasaklanmayan konserlerinde okuduğu türkülerin bir çoğuyla "Resitaller 2" isimli albümü yapar.
Halk müziğine olan tutkusu ve türküleri yorumlayış biçimi ve geleneksel müzikteki performansını da bu albümle sunmuştur.
Onun müziğini besleyen asıl kaynak halk müziğidir ve türkülerden en çok kendisi etkilenmektedir.
Artık alıştığı satış rekorlarından birini daha yakalar bu albümle.
Konserlerinin bir çoğunda kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç'la, onuncu albümü olan 'Sevgi Duvarı" nın hazırlıklarına başlar.
Can Yücel'in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü 'vazgeçilmezlerim' dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen'siz hazırlayarak, genç bir aranjöre de şans vermek istemiştir. Yine ilk defa bu albümde, gazeteci Ali Çınar'ın şiir ve şarkı sözlerine yer veren Ahmet Kaya, arkasına bakmadan yürümektedir yolunu.Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhaliftir' o ve şarkıları her yerdedir artık.
Giderek başı, sıklıkla derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri 'sakıncalı' bulunup kısmen de olsa toplatılır.
Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden.
Ahmed Arif, Attila İlhan ve Yusuf Hayaloğlu'nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile bir araya gelir.
11. albüm yine inanılmaz satışlara doğru giderken, artık tam olarak şekillenmiş olan Ahmet Kaya müziğinin taklitleri de giderek çoğalmaya başlar.
Farklı siyasal kesimlerden müzisyenler onun müziğinden esinlenmekte ve sürecin başında ad konamayan bu müzik,  listelerde de yerini alıp, kendine bilboardlar açmaya başlar.
Medya, aranan tanımı bulmuştur ve Ahmet Kaya'nın bütün itirazına rağmen, bu tür 'Özgün' olarak tanımlanmaya başlanır.
12. albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında da bir takım değişiklikler gündeme gelir.
Yeni firmalar ve yeni prodüktörlerle emeğinin karşılığını alma çabasına girer.
Yine ağırlıkta Yusuf Hayaloğlu sözleri vardır ve giderek özdeşleşen bu ortak üretim süreci aynı verimlilikte hızla yol almaktadır.
Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atar Ahmet Kaya. Türkiye'yi şarkılarına fon yapmış, ne istediğini bilen olgun bir Ahmet Kaya müziği vardır artık.
13. Albüm olan "Tedirgin", sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla buluşturduğu bir çalışmadır.
Yeni ve müziğine daha profesyonel bir destek sunacağına inandığı bir firmaya transfer olur bu albümle.
90'lı yıllar, beklenen ve özlenen özgürlükleri sunmak yerine, Türkiye üzerindeki gri havanın devam ettiği yıllardır.
Ve ülkenin önünü açması gereken sanat yine hep tehdit altında, aydınlar yine 'tedirgin' dirler.
Ahmet Kaya, hayata şarkılarıyla ve muhalif duruşuyla müdahale etmeye devam etmektedir.
Ve 14. albüm "Şarkılarım Dağlara" hazırlanır. Kendi söz ve müziklerinin ağırlıkta olduğu bu albümde,
ilk defa Gülten Kaya'da bir şarkı sözü yazmış ve yol arkadaşını yine yalnız bırakmamıştır.
Ahmet Kaya dinleyicisini yeni ve güçlü bir isimle daha tanıştırır; Orhan Kotan.
Uzun yıllar bir Kuzey Avrupa ülkesinde sürgün yaşayan bu Kürt şairi ile buluşması tesadüfi değildir Ahmet Kaya'nın..
Ve şarkılarını dağlara söylemesi de..90'lı yılların ikinci yarısına doğru ülkenin bir tarafı ciddi bir savaşın bütün sonuçlarını ve acılarını yaşarken ve dağlarda genç insanlar ölürken, Ahmet Kaya bu gerçeği de şarkılarına taşımış ve toplumcu yanını bir kez daha koymuştur dinleyicisinin önüne.
Albüm çok büyük satış rakamlarına ulaşır.
Umutla beklenen ve özellikle Ahmet Kaya'nın ifade ediş biçimiyle 'Tam bağımsız ve Gerçekten Demokratik bir Ülke"
özlemi her geçen yıl biraz daha ertelenmekte, hem savaşın sonuçları hem 'kayıplar' gibi bir gerçekle karşı karşıya olmak onun duygularını bir kez daha ayaklandırmaktadır. 15. albümün adı bile Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu sembolize etmektedir; "Beni Bul"..
Ahmet Kaya gerçeğini artık herkes kabul etmektedir.
Çıktığı her televizyon programı reyting yapmakta, onunla yapılan röportajlar yazılı basında satış artırmakta, Ahmet Kaya dergi kapaklarındaki haklı yerini almaktadır artık.
Eşi Gülten'le birlikte kendi isimlerinin baş harflerini taşıyan bir prodüksiyon şirketi kurup (GAK PRODUCTION), iyi ve nitelikli müzik yapan herkese kapılarını sonuna kadar açmışlardır. Şimdi bütün birikimlerini paylaşma zamanıdır onlara göre. Ahmet Kaya, üretkenliğini başka bir alanda daha deneyip, bir ulusal TV kanalında "Ahmet Abi'nin Vapuru" isimli bir program yapmaya başlamış, yine 'vazgeçilmezi' Yusuf Hayaloğlu ve eşi Gülten'le yoğun ve yorucu bir performans için kollarını sıvamıştır.
'Gak Production'da, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner'in albümlerine de yapımcı olarak imza atan Ahmet Kaya, bu arada kendi sürecini de devam ettirmekte ve hep amaçladığı bir şeyi gerçekleştirmek istemektedir.
Yıllar öncesinin teknik imkanlarıyla az kanallı stüdyolarında kaydettiği şarkılara yeniden düzenlemeler yaptırmak ve giderek oturan ses rengiyle o şarkıları yeniden okumak istemektedir. "Yıldızlar ve Yakamoz" isimli 16. albüm fikri de böyle olgunlaşır.
Yaptığı her albümde, haftalarca-aylarca müzik listelerinin en üst sırasına yerleşen ve başarı grafiğini her defasında,
her yeni ürünüyle yükselten Ahmet Kaya, her yıl düzenlenen ve neredeyse gelenekselleşen ödül törenlerinde birinciliği kendi dalında hiç kimseye bırakmadan onlarca ödül almaya devam eder. Bu başarıyı "Dosta Düşmana Karşı" adlı 17. albümü izler.
Artık alıştığı başarılardan birinin daha keyfini yaşarken,
Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği 'Yılın Müzik Yıldızı' ödül töreninde de yerini alır.
Bütün müzikal süreci boyunca, onu rahatsız eden ve çağa ve çok sevdiği ülkesine yakıştıramadığı her şeye müziğiyle cevap veren Ahmet Kaya,
tam da o sıralar yeni bir albüm çalışması için kolları sıvamış, repertuarını oluşturmuş ve yanı başımızda yok sayılan bir kültürün ve bir dilin acısını, alıştığımız biçimde şarkılarına taşıma çabası içine girmiştir.
Yeni albümünde, hiç bilmediği halde bu dile bir selam göndermek ve bu kardeş halkın yüreğine seslenmek istemiştir.
Ödülünü alırken yaptığı teşekkür konuşmasında yeni çalışmasından ve bunun gerçekleşeceğine dair inancından söz etmek istemiştir.
Masum bir türkü söylemek isteğinin, hazin bir öykünün başlangıcını oluşturduğu o ödül gecesi, Ahmet Kaya sürecinde bir milata dönüşecektir.
Akıl almaz bir linç girişimi ile hukuki savunmasını yapmış ve turnesini gerçekleştirmek üzere Avrupa'ya gitmiştir.
Bu, onun çok sevdiği ülkesine bir daha ve asla dönemeyeceği bir yolculuktur.
Kayıtlarını ve okumalarını bitirdiği son albümü "Hoşçakalın Gözüm" tam bir veda albümüdür ve onun sevgili yol arkadaşı Gülten Kaya'ya emanettir artık..
Paris'te yaşadığı fiili sürgün süreci ve köklerinden koparılmış olmanın acısıyla, 16 Kasım 2000 yılında, arkasında inanılmaz bir duruş, dosdoğru bir imaj, hayran olunacak bir onur ve hayatlarımızın üzerine serpilmiş güller gibi duran yüzlerce şarkı bırakarak gitmiştir..
Bütün acısını içine gizleyerek, birkaç ay içersinde bu son albümün mıx, editing-mastering çalışmasını tamamlayan Gülten Kaya, büyük bir kararlılıkla Ahmet Kaya'yı hayata taşımaya. yola devam etmeye karar vermiştir.Bu çalışmanın arkasından, 20 sanatçı ile, belki dünyada bile ilk kez denenen bir saygı albümü yapmaya karar vermiş ve ön hazırlığı 1 yıl süren bu çalışmayı DİNLE SEVGİLİ ÜLKEM adıyla sunmuştur Ahmet Kaya sevenlerine.
Albüm çok büyük ilgi görmüş ve yıllardır sesi kısılmaya çılışılan Ahmet Kaya,yollarda,meydanlarda,alanlarda yeniden şarkı söylemeye başlamıştır.
Yokluğunun her yıl dönümünde Ahmet Kaya'yı yine onun şarkılarıyla selamlamak isteyen Gülten Kaya, bu defa arşivde kalmış ve henüz hiç gün ışığına çıkarılmamış Ahmet Kaya şarkılarının teknik olarak hazırlayıp, BİRAZ DA SEN AĞLA ismiyle sunmuştur.
Bu album kapağında Ahmet Kaya'nın, Taksim Meydanında, aynı isimli albümünün kapağına bakarken görülmesi, onun varlığının ve yaşadığının bir simgesi olarak tasarlanmıştır.GAM PRODUCTION olarak yola devam eden Gülten Kaya, bu çalışmanın arkasından BAŞIM BELADA ismiyle yayınlanan Ahmet Kaya ile ilgili kitabı Türkçe ve Kürtçe olarak yeniden yayımlayıp,
GAM YAYINCILIK olarak, Ahmet Kaya geleceğe taşıma mücadelesini devam ettirmektedir.
Profesyonel süreci boyunca onun müziğinde çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür.
Dünyada 'protest müzik' olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya'nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğinde geleneksel motiflerle ulusal kültür değerlerinden yola çıkması ve müzikalite açısından evrensele yaklaşmasıdır.
Ahmet Kaya, toplumsal süreçten hiç kopmadan müziğini yapmış, hep Türkiye'nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir seyir izlemiştir.
Türkiye'de her söylediği söz ve şarkısı olay olan Ahmet Kaya hakkında birçok dava açıldı ve kendi deyimiyle Emniyet Müdürlükleri ve
Devlet Güvenlik Mahkemeleri onun ikinci adresi oldu.
Bu baskılara rağmen, ulusal kimliğinin kabul görmesi uğruna son yolculuğuna çıkan Ahmet Kaya hakkında,
yurtdışında verdiği konserlerde, genel içeriği 'vatana ihanet' olan suçlamalarla çeşitli davalar açıldı.
Bu davalardan biri Kaya' nın 3 yıl 9 ay hapis cezası almasıyla sonuçlandı.
Bu dava, bir üst Mahkeme olan Yargıtay tarafından sonuçlandırılmadan aramızdan ayrılan Ahmet Kaya'ya,
diğer davalardan ise, duruşmalara katılmadığı ve ifade vermediği gerekçesiyle gıyabi tutuklama kararları verildi.
MGD ödül gecesinde yaptığı konuşmadan dolayı açılan dava beraatle sonuçlandı.
Adını tarihin koyacağı bu sürgün yıllarında, ülkesinden tecrit edilmenin acısını ve vatan hasretini sadece kendi koynuna gizleyerek yaşamanın ve kocaman bir haksızlığın sonucunda, 'Memleket Hasreti'yle ayrıldı aramızdan.
Ahmet Kaya gerek yaşamıyla ve şarkılarıyla ve gerekse de muhalif duruşuyla Türkiye'nin yakın tarihine önemli bir not düşerek ölümsüzleşti.
16 Kasım 2000 günü Paris' te sonsuza ışık oldu...
"Masum bir türkü ve hazin bir öyküydü" koca bir hayattan onun payına düşen...
Şimdilerde ise 'Yıldızlar ve Çicekler" ülkesinde..
O, Paris Komünarlarıyla ve dünyanın en önemli muhalifleri ve aydınlarıyla birlikte Pere- Lachaise mezarlıgında yatarken, bize duruşu ve sesi kaldı.

Albümleri:

2006
Gözlerim Bin Yaşında
2005
Kalsın Benim Davam... Divana Kalsın...
2003
Biraz Da Sen Ağla
2001
Hoşçakalın Gözüm
1996
Şah-ı Huban
1993
Yorgun Demokrat
An Gelir
Şafak Türküsü
Acılara Tutunmak
Ağlama Bebeğim
Resitaller 1
1992
Dokunma Yanarsın
1990
Resitaller 2
Kaynak :muziksarkici.blogspot.com.tr/search/label/Ahmet%20Kaya