Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2016 Pazartesi

Ah Bir Ataş Ver Türküsü'nün Hikayesi

Dumlupınar isimli denizaltısı uzun bir seferden dönmektedir.

Mürettebatın yorgunluğunun da etkisiyle bir anlık dalgınlık sonucu;


Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı.


Ay ışığı olmadığından gece kapkaranlıktı. Çarpışmanın etkisiyle Dumlupınar birkaç saniye sonra sulara gönüldü.


Gemide bulunan toplam 81 mürettebattan 21’i geminin arka tarafına kaçarak torpido bölmesine sığındı.


Mahsur kalan 21 mürettebat ile iletişime geçenler, mahsur kalanları kurtarmak için seferber oldular.


Mahsur kalanlar oksijenin yetersiz olduğunu biliyorlardı.


Yardıma gelenler ise içerideki oksijeni idareli kullanmaları için konuşmamaları, sigara içmemeleri ve türkü söylememeleri için uyarı yaptılar.


Ancak saatler süren kurtarma çalışmaları yanıtsız kaldı. Tüm umutlar tükenmişti.


İkinci bir uyarı geldi; “İçeride konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz ve hatta sigara da içebilirsiniz…”


Tüm yurt torpidodan yükselen türküyü dinledi…


Ah, Bir Ateş Ver, Cıgaramı Yakayım…

Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla Türküsü'nün Hikayesi



Vaktiyle, Hafik ilçesinin Sofular köyünde Hızır adında bir genç varmış.
O zamanlar bu köyün halkı Alevi imiş. Zamanla yoldan çıkmışlar.
Onların bu durumunu beğenmeyen Hızır, köyden ayrılmaya karar vermiş,çıkmış yola.Ha şurası, ha burası derken Banaz’a kadar gelmiş.Pir Sultan’ın yanına azap durmuş.Sonra da müridi olmuş.
Aradan seneler geçmiş, bir gün Hızır:“Pirim, demiş; Sen herkese himmet ediyorsun, herbiri çeşitli makamlara geçiyor, ne olur, bana da himmet et, büyük adam olayım, ben de bir makama geçeyim.”
Pir Sultan şöyle bir düşündükten sonra gülümsemiş. “Ulan Hızır ben dua ederim, belki sen de büyük adam olursun;
Hatta paşa, vezir de olursun ama, sonunda gelip beni astırırsın.”
Yine de duasını eksik etmemiş.Hızır İstanbul’a gidip saraya girmiş.Ağa, Kapıcıbaşı, Paşa, Beylerbeyi derken vezir olup Sivas valiliğine atanmış.
Pirini unutmamış, haber gönderip huzuruna getirtmiş.Hürmet, izzet, ikram derken bir hayli de sohbet etmişler
Yemekte mükellef bir sofra donanmış.Pir Sultan yiyeceklere şöyle bir bakıp hemen geriye çekilmiş.Paşa şaşırmış.
“Birşey mi oldu pirim?”. Pir Sultan, “Hızır, demiş; Bu yemeklerde zina kokuyor.İçinde yetim hakkı var, sen bunları haram para ile yaptırmışsın.”
Hızır Paşa “Yok pirim” dediyse de dinletememiş.Ama bir hayli de içerlemiş.Pir Sultan biraz daha ileri gidip, “Bunları ben değil, köpeklerim bile yemez.
İstersen çağırayım da gör” demiş.Hemen ünlemiş, köpekler anında gelmişler.Bir tepsiye haram yemek, bir tepsiye helal yemek konmuş.
Önce haram yemekler getirilmiş.Köpekler şöyle bir koklayıp geri geri çekilmişler.
Arkasından helal yemeklerle dolu tepsi gelmiş.Köpekler onu da kokladıktan sonra, kuyruklarını sallaya sallaya yemeye başlamışlar.
Bu hakarete çok kızan Hızır Paşa, hırsını yenemeyip pirini Toprakkale’ye hapsettirmiş.
Eh… Ne de olsa piri.Hırsı geçince bir bahane ile affetmek istemiş.Zindandan çıkartıp demiş ki:
“Bana içinde Şah’ın adı geçmeyen üç deyiş söylersen seni affedeceğim
Yok, söylemezsen kendin bilirsin” Pir Sultan “Peki öyleyse” deyip tezeneye şöyle bir dokunmuş ve,
“Açılın Kapılar Şah’a Gidelim”,
“Kul Olayım Kalem Tutan Ellere” ve
“Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla” adlı değişleri okumuş.
(Tüm değişlerde Şah’ın adı defalarca geçiyor)
Pirini affetmeye hazırlanırken, onun hemen her fırsatta Şah’ı anması Hızır Paşa’yı çileden çıkarmış.
Ne söylediğini, ne yaptığını bilemez hale gelmiş.Yanındakilere emretmiş:

“Asın bunu”.

Bitlis’te Beş Minare Türküsü'nün Hikayesi


Anadolu’nun düşman işgali altında olduğu yıllardı; 1916…
Doğu Anadolu bölgesi işgal altındaydı, genç, yaşlı, çoluk, çocuk demeden herkes cephede ülkeyi kurtarmak için düşmanla çarpışıyordu.
Bazı bölgeler Ruslar tarafından işgal edilse de pes edilmeyecekti,işgal edilen biryer de Bitlis idi…
Bitlis o dönemde o bölgede aktif yaşantının olduğu bir şehirdi.
Ancak düşman işgal etmeye başladığında hem şehirden göçenler hem de cepheye gidenlerden dolayı şehrin nüfusu oldukça düştü.
Gelen Rus askeri ise işgal sırasında birçok yere zarar veriyor,şehri harabe haline getiriyorlardı.
Savaş bitmişti…Savaştan sağ kurtulan baba ve genç oğlu memleketleri Bitlis’e dönmek için yola koyulurlar.
Dideban Dağını aşmak üzereylen babası şehirdeki durumu merak eder ve oğlunu göndererek şehirdeki son durumu öğrenmek ister.
Genç şehire yakından bakmak için dağın eteklerine iner. Bir süre sonra bağırmaya başlar;
“Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış.”
Bunun üzerine babası yıkılır, dizlerinin üzerine düşer ve şu ağıtı yakar;
Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.
Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.

Çanakkale Türküsü'nün Hikayesi ve Sözleri



Birçok ünlü sanatçının seslendirmiş olduğu Çanakkale türküsünün hikayesini biliyor musunuz?

Birçok film ve dizide çalınan bu türkünün aslında çok acıklı bir hikayesi vardır.


Bu türkünün ne zaman yazıldığı aslında tam olarak bilinmemektedir.


Savaş sırasında mı, savaştan önce mi yoksa savaştan sonra mı yazıldığı merak konusu olsa da ortaya çıkan bir mektup her şeyi gözler önüne sermektedir.


Bu mektup Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine bir Bakış” adlı eserinde yayınlanmıştır.


Mektubu yazan kişi ise Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır.


Seyfullah savaş arifesinde Çanakkale Lisesinde öğrenimine devam eden genç bir delikanlıdır.


Seyfullah, 29 Eylül 1914 tarihinde Çanakkale’den annesine gönderdiği mektup şu şekildedir;


Sevgili Anneciğim, Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için seviniyorum.


Mektebimizi alıyorlar., hastane olacakmış, bizi de İstanbuldaki mekteplere dağıtacaklarmış.


Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar, büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış.


Bugün Türkçe hocamız sınıfa geldi, ama çok kalmadı, bize veda etti.


Bize; “Zamanı gelince cephede yapılacak vatan hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsi olduğunu” söyledi.


Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor.


“Çanakkale içinde Aynalıçarşı, Anne ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar.


At üstünde zabitler, top arabaları, mekkare ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış.


İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş.


Bu bombardımanı görmek isterdim, ama yakında Çanakkaleden ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben.


Beybabamın, sizin ellerinizi öper kardeşlerime selam ederim. Oğlunuz Seyfullah.


Bu mektuptan anlaşılacağı üzere, türkü savaş öncesinde yazılmıştır.


Türkünün birkaç farklı yazılmış halleri de arşivlerde bulunmakla birlikte en önemli kanıtlardan biri olan bu mektubu bizler baz alıyoruz.


Çanakkale Türküsünün Sözleri



Çanakkale içinde vurdular beni


Ölmeden mezara koydular beni


Of gençliğime eyvah


Çanakkale içinde aynalı çarşı


Ana ben gidiyom düşmana karşı


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde bir uzun selvi


Kimimiz nişanlı kimimiz evli


Of gençliğim eyvah


Çanakkale üstünü duman bürüdü


On üçüncü fırka harbe yürüdü


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde toplar kuruldu


Vay bizim uşaklar orda vuruldu


Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde bir dolu testi


Analar babalar umudu kesti


Of gençliğim eyvah


Çanakkale Türküsünün aslı anonimdir. Bugünkü yorumlanan hali ise sonradan düzenlenmiş olup sözleri yukarıda verilen şekildedir.


Türkü Çanakkale Savaşını anlatmaktadır ve Kastamonu yöresine aittir ve türkünün kaynağı Kastamonu’lu İhsan Ozanoğlu’dur.

Drama Köprüsü Türküsü'nün Hikayesi


Hasan, sıkça kullanılan isimlerden bir tanesi.
Çok eskiden yiğitlerin var olduğu ama eşkiyaların da kol gezdiği dönemlerde yaşayan bir delikanlıdır.
Debreli Hasan…
Debreli askerlik görevini yerine getirmektedir. Askerlik zordur ve komutanları işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Haksızlığa gelemez Hasan ve komutanlarına haksızlık yaptıklarından dolayı karşı gelir.
Komutanları Debreli Hasan’ın askerliğini daha da zorlaştırmıştır, ona hakaretler etmektedirler.
Hasan komutanlardan birini vurarak askerden kaçar, dağlara sığınır
Hasan yaşamını artık dağlarda geçirmesi gerektiğini anlamıştır, bunun için ise tek yol eşkıya olmaktır.
Hasan yaptıklarından pişmandır ama iş işten çoktan geçmiştir, o artık dağlarda yaşayan bir eşkıyadır..
Debreli Hasan delikanlı bir eşkıya olmuştur, kimsenin malında gözü yoktur ve kimseye kötülük etmeyecektir.
Debreli Hasan insanlara zulmeden zenginlerden aldığı paralarla insanlar için birşey yaptırır; Drama Köprüsü…
Hasan Makedonya’da dağlara hakim olan yiğit ve delikanlı bir eşkıyadır.
Ancak güvenlik güçlerinden kaçması gerekmektedir. Hasan güvenlik güçlerinden kaçarak Türkiye’ye sığınmıştır.

16 Ekim 2016 Pazar

Acem Kızı Türküsü'nün Hikayesi


Acem Kızı türküsünün birçok farklı hikayesi internette dolaşmaktadır.Bilinen en eski kaynakta ise türkünün hikayesi şöyledir;
Acem kızı güzeller güzeli, beyaz tenli,siyah saçlı ve toprak rengi gözlü bir kızdır.
Sürmesi gözünden hiç eksik olmazdı.
Etrafındakilere gülücükler saçar,herkes onu cıvıl cıvıl birisi olarak bilirdi.
Ama gözündeki nem hiç kurumazdı ve hep o yüzündeki burukluk belli olurdu.Ali ise acem kızı ile aynı çağda delikanlı ve çalışkan birisidir.
Ali ovada çalışırken hep acem kızını görür ona bakmaktan işini bir türlü bitiremezdi. Bir yandan işini yapmaya çalışır, bir yandan da acem kızını izlerdi.
Acem kızı ise sadece anlık olarak Ali’ye bakar ve kafasını çevirirdi. Baktığı anda ise Ali’ye bir gülücük atardı.
Bu Ali’nin kalbinin yerinden çıkması için yeterliydi.Ali bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı…
Uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur Acem kızı korkma dedi..Seni her gün izliyorum. Gel benim sevdiğim ol…
Acem kızının gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali’nin yanından…Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına…
O günden sonra Acem kızı ne o ovaya uğradı nede ondan bir haber alındı. Ali endişeli bir şekilde günlerce ondan haber bekledi.
Aylar sonra duydu ki Acem kızı başka bir köye gelin gitmişti başlık parası karşılığında, hemde yaşlı bir köy ağasına.
Ali günlerce onun için şiirler yazdı, dağlarda ovalarda bağıra bağıra okudu şiirlerini ve türkülerini:


Çırpınıp da şan ovaya çıkınca
Eğlen şan ovada gal Acem kızı
Uğrun uğrun gaş altından bakınca,
Can telef ediyor gül Acem kızı…

Seni seven oğlan neylesin malı,
Yumdukça gözünden döker mercanı.
Burnu fındık ağzı gayfe fincanı,
Şeker mi şerbetmi bal Acem kızı

Avrupa kurban olsun kara kaşına
İngiliz,Fransız değmez döşüne
Amerika, Belçika düşmüş peşine
Bir de Alman kurban bil Acem kızı.

Silkinip de Hanova’ya çıkınca
Eylen Hanova’da kal Acem Kızı
Uğrun uğrun kaş altından bakınca
Can telef ediyor gül Acem Kızı

Canım kurban olsun kıymet bilene
Belin ince boyun benzer fidana
Ateşine yandı Tarsus Adana
Getirdin başıma hal Acem Kızı

Silkinip de Hanova’ya çıkarsın
Misk ü amber gül yanağa takarsın
Kaş altından uğrun uğrun bakarsın
Can alır sendeki tel Acem Kızı

Yavru şahin gibi ben de döneyim
Yeleli de kıratıma bineyim
Berdül aynasında gökçek yanağın
Dudağından akar bal Acem Kızı

Canani aşık da der ki naz olur
Yavaş salın sonun belki hız olur
Mısır haznesini versem az olur
Beni de üstüne al Acem Kızı

Hastane Önünde İncir Ağacı Türküsü'nün Hikayesi




Genç adam askerde iken verem hastalığına yakalanmıştır. Çocukluktan komşusunun kızı ile beşik kertmesi olan asker, hastalığının da etkisiyle hava değişimi için Yozgat’a gider.
Beşik kertmesi olan güzeller güzeli kızı görmek ister ama kızın ailesi buna müsaade etmez.
Genç bir süre sonra veremle mücadele için İstanbul’da bir hastaneye yatırılır. Yattığı odadan Hastane'nin çevresini görebilmektedir.
Hastane'nin önündeki incir ağacı dikkatini çeker ve kalemi kağıdı eline alarak türküyü yazmaya başlar…


Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyor zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın


Yakalandığı vereme İstanbul’da yatırıldığı hastahanede yenik düşer ve yaşama veda eder genç asker. Ailesi ise cenazeyi İstanbul’da defneder, Yozgat’a getiremezler.

Kesik Çayır Biçilir mi Türküsü'nün Hikayesi



Herkesin bildiği ve birçok ünlü sanatçının seslendirdiği bir türkü, kesik çayır biçilir mi?
Neşet Ertaş, Bedia Akartürk, Kubat, Zara ve onlarca amatör sanatçı tarafından seslendirildi bu anlamlı türkü.
Sözlerine bakınca gerçekten anlamlı olan bu türkü aslında hikayesi bilindiğinde bambaşka bir anlam kazanmakta…
Türkünün hikayesi Kamil UĞURLU tarafından, “Bir Konya Türküsünün Doğuş Hikayesi” adıyla 1963 yılında yayınlanmıştır.
Buradan türkünün onlarca yıl öncesinde yazıldığı anlaşılmaktadır. Türkü Konya yöresine aittir ve Meram ilçesinde geçmektedir…
Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına yağızdı.
Konya’nın valisi o yıl Meram’da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram’daydı, çelebiler hepten Meram’daydı.
Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram’dan çok az inerdi Konya’ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi tanırdı.
Yâver, fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü
“Dutlu”dan Meram’a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu.
“Sırtıma sepken yağıyor.”
“Yanuben yorgun gelirim.”
demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya’yı.
Ama Konya’dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram’a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konya’lı değildi.
Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin.
Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti.
Konya’nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu işte.
Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü.
Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında “Günaydınlar” getirdilerdi bir gün.
Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir “Ben” vardı ebabil kuşlarının.
Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz.
Ama Meram’ın o ördekbaşı ve şili çayırları o “incecik” çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının.
Yâver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmaya çalıştı.
Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı.
Çelebi kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, kahverengiydi.
Yâver yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. Oturdu.
Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, gidemedi.Oturdu.
Derken efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı.
Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü dirildi.
Konuştular. Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi.Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı.
Derken efendim, yâver “Haydi hoşçakalasız” diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına.
Derken efendim, yâver “gidem” dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile.
Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru “Konyalı” yı çağıraraktan yürüdüler.
Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı.Gün ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını “incecik” çayırların üstünde buldular.
Paşa, vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü.
“İnce çayır biçilir mi
Sular ayaz içilir mi
Bana yardan vaz geç derler
Yâr tat’lolur geçilir mi”
Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. “İnce çayır biçilir mi?” Biçtiler bile.
“Aman ben yandım, paşam ben yandım,
Ellerin köyünde vuruldum kaldım.”

Kesik Çayır Biçilir Mi Türküsünün Sözleri


Kesik çayır biçilir mi
Soğuk sular içilir mi
Bana yardan geçti derler
Seven yardan geçilir mi

Aman desinler desinler şeker yesinler

Şu kız şu oğlana yanmış desinler
Ankara’nın tren yolu
Gahi doğru gahi eğri

Canım benim anadolu

Gideyim mi senden gayri
Suya giden yorulur mu
Su yolunda durulur mu

Gel beraber gezelim

Anan baban darılır mı

Bu Sözler Neşet Ertaş’ın yorumlamış olduğu Türkü'nün sözleridir.


Mamoş Türküsü'nün Hikayesi




Erkan Oğur, Ender Balkır, Halil Sezai ve birçok amatör sanatçının da seslendirmiş olduğu ayrıca Kurtlar Vadisi adlı televizyon dizisinde de çalınan Mamoş Türküsü'nün hikayesini birlikte okuyalım mı?
Elazığ’lı Bekir hoca, Elazığ’ın Koca Mustafa Paşa mahallesinde oturmaktadır. Bekir Hoca güzeller güzeli biriyle evlenmiştir.
Bekir Hoca, Harput’ta efendiliği, yumuşak yürekliliği ve namusuyla çalışan birisi olarak bilinmektedir. Bekir Hoca’nın karısı ise henüz çok gençtir.
Bir gün gençliğin verdiği kıpırtı ve acemilikle, evli olmasına rağmen Bekir Hoca’nın güzeller güzeli karısı ve Mamoş (Elazığ’da Mehmet ismi Mamoş olarak bilinmekte ve seslenilmektedir) ilişkiye girerler.
Aralarındaki ilişki gittikçe alevlenir ve her gün birbirlerine daha da bağlanırlar. Bunu artık mahalleli dahi açık bir şekilde anlamaya başlar.
İki genç her şeyden habersiz ilişkilerini gizli gizli devam ettirirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler.
Bekir Hoca da durumu bilmektedir artık.Bir gün Bekir Hoca, Harput’a gideceğini ve o gün eve gelmeyeceğini söyler karısına ve evden çıkar.
Bunu fırsat bilen karısı Mamoş’u eve çağırır ve eğlenmeye, yiyip içmeye başlarlar.
Hoş vakit geçirirken Bekir Hoca’nın aslında Harput’a gitmediğinden ve plan yaptığından habersizlerdir.
Karanlık çökünce Bekir Hoca eve girer ve karısıyla Mamoş’u evde eğlenirken basar. O anda hiç düşünmeden tabancasıyla ikisini de oracıkta öldürür.
İkisi de öldükten sonra gider ve zaptiyeye (polise) teslim olur. Olan yeri ve olayın derinlemesi incelemesi sonrası Bekir Hoca serbest bırakılır.
Yakılan Ağıt niteliğinde olan Mamoş (Pencereden Bir Taş Geldi) türküsünün hikayesi tam olarak bu olaydan ibarettir.

Mamoş Türküsünün Sözleri


Pencere’den bir taş geldi
Ben sandım ki Mamoş geldi.
Uyan Mamoş, uyan uyan,
Başımıza ne iş geldi.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Penceresi yeşil yaprak,
Mamoş giyer kara kapak.
Kör olasın Bekir hoca,
Yatağımız kara toprak.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Pencere’nin önü çardak,
Rakı içtik bardak bardak.
Körolasın Bekir hoca
Koymadın ki murat alak.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Evlerinin ardı kavak,
Yağmur yağar ufak ufak.
Kör olasın Bekir hoca,
Ağzımdaki kurşuna bak.

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Dışkapıyı araladın,
Ah bahtımı karaladın.
Kör olasın Bekir hoca,
Mamoş’uda yaraladın.

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Mamoş paltonu tutayım mı?
Hayrın için satayım mı?
Mezarında boş yer var mı?
Ben de gidip yatayım mı?

Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş
Tabib getir imdada koş.


Malatyalı Kalender

Maraş’tan Bir Haber Geldi (Meyrik) Türküsü'nün Hikayesi




Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi Damlataş Köyü'nde Meyrik adında güzeller güzeli bir gelin yaşıyordu.
Meyrik teyzesinin oğlu Hasan ile zorla evlendirilmiştir.
Evlenmeden önce verem hastalığına yakalanan Meyrik evliliğinin daha baharı olan 3. ayında fenalaşır ve Kahramanmaraş Devlet Hastahanesine kaldırılır.
Henüz fenalaşmasının üzerinden çok geçmemiştir ancak köye “Meyrik öldü” haberleri yayılmaya başlamıştır. Kadınlar toplanır ağıtlar yakılır.
Meyrik türküsü o anda Meyrik’in teyzesi ve aynı zamanda kayınvalidesi tarafından yakılan ağıttır. 1970 yılında Meyrik ölmüştür…
Meyrik’in ölümünün üzerinden 1 yıl geçmiştir. 1971 yılında Aşık Mahzuni Şerif köye gelerek Meyrik Türküsü’nü besteler.
Halen Türk Halk Müziği’nin en sevilen türkülerinden biri olan bu yanık türkü, birçok sanatçı tarafından söylenmiştir, söylenmeye de devam etmektedir.


Maraş’tan bir haber geldi
Dediler ki Meyrik öldü oy oy
Keşke Meyrik ölmeseydi
Kesileydi elim kolum oy oy

Oy Meyrik Meyrik Meyrik

Ben kurbanam sana Meyrik
Ben hayranam sana Meyrik (vay)
Doktor yarayı kesiyor

Gene Meyrik kan kusuyor oy oy oy

Dediler ki Meyrik öldü
Anası kime (bana) küsüyor oy oy oy
Oy Meyrik Meyrik Meyrik

Ben kurbanam sana Meyrik

Ben hayranam sana Meyrik (vay)
Şu Meyrik’in acısına
Çarşaf serin gecesine oy oy oy

Keşke Meyrik ölmeseydi

Sabır onun kocasına (anasına) oy oy oy
Oy Meyrik Meyrik Meyrik
Ben kurbanam sana Meyrik
Ben hayranam sana Meyrik (vay)

Mihriban ve Unutursun Mihriban’ım Türküsü'nün Hikayesi




Abdurrahim Karakoç’un bestelediği ve yaşadığı ölümsüz aşkı anlatan bir türküdür ‘Mihriban’.
Aşık olduğu kızın adını saklayarak Mihriban dendiği bilinmektedir.
Yaşadığı köyde düğün olacaktır ve düğün hazırlıkları başlamıştır.
Düğün için çevre köylerden misafirler gelmeye başlamıştır.
Abdurrahim diğer köylerden gelen bir genç kızı görür ve ona aşık olur. Onunla tanışma fırsatı bulur,
Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki mihribandır bu.
Misafirlik ilerledikçe Abdurrahim’in aşkı da alevlenir. Günler ilerledikçe Abdurrahim ve Mihriban görüşmeye başlarlar, bir gün Abdurrahim kızı görmeye gittiğinde kız ortalıkta yoktur. Mihriban misafir olduğu evden gitmiştir.
Abdurrahim’in dünyası değişmiştir hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakmıştır.
Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Kahramanmaraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler.
Önce kız küçük derler, bahane bulurlar bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler: “kız nişanlıdır”.
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da : “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek!” der.
Yaşadıklarının üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen hala Mihriban’a olan aşkının devam ettiği anlaşılmıştır.
Onun için bir türkü yazmış ve okumuştur; Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz tabi Mihriban da.
Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar: Unutursun Mihriban’ım.

Mihriban Türküsü'nün Sözleri


Sarı Saçlarına Deli Gönlümü
Bağlamışım Çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan Zor Belleme Ölümü
Görmeyince Sezilmiyor Mihriban

Yar Deyince Kalem Elden Düşüyor

Gözlerim Görmüyor Aklım Şaşıyor
Lambada Titreyen Alev Üşüyor
Aşk Kâğıda Yazılmıyor Mihriban

Tabiplerde İlaç Yoktur Yarama

Aşk Deyince Ötesini Arama
Her Nesnenin Bir Bitimi Var Ama
Aşka Hudut Çizilmiyor Mihriban

Abdurrahim Karakoç-Musa Eroğlu


Unutursun Mihribanım Türküsü'nün Sözleri


Unutmak kolay mı deme
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihribanım

Hayat böyle bu gemide

Eskiler yiter yenide
Beni değil kendini de
Unutursun Mihribanım

Yıllar sineme yaslanır

Hatıraların paslanır
Bu deli gönül uslanır
Unutursun Mihribanım

Zaman erir kelep kelep

Meyve dalda durmuyor hep
Unutturur bir çok sebep
Unutursun Mihribanım

Gün geçer azalır sevgi

Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihribanım

Süt emerdin gündüz gece

Unuttun ya büyüyünce
Bu işte tıpkı öylece
Unutursun Mihribanım

Abdurrahim Karakoç-Zekeriya Bozdağ


Misket (Güvercin Uçuverdi) Türküsü'nün Hikayesi




Misket, ufacık tefecik bir elma türü…
Huriye de Ganizadeler’in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı.
Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe…
Ankara’nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı…
Huriye’nin gönlü bu Osman Efe’de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına.
İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye’yi adıyla çağırmıyor hiç, ”misket” diyor Huriye’ye.
Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye’yi su doldururken görüyor çeşme başında.
Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye’yi istetiyor. Babası, ”Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir” diyerek Huriye’yi vermek ister.
Annesi, Huriye’nin ağzını arar, fakat Huriye ”ölsem Kır Ağa’ya varmam” cevabını verir.
Huriye, akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe’nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe’ye.
Osman Efe, çılgına döner. Kır Ağa’ya haber gönderir, ”Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz” der.
Haberi Osman Efe’den Kır Ağa’ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ”Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım” diye…
Kır Ağa, ”Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın” diye Osman Efe’ye haber gönderir.
Tabii haberi götürenler Osman Efe’ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa’ya, Kır Ağa Osman Efe’ye kinlenir.
Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye’yi yani Misket’i almasına karar veriyorlar.
Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yolları gözlüyor.
Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ”Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam.
Koç olacak Kuzu'ya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun” diyor.
Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa’nın.
Kadın-Kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor.
Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman’ın arıyor, göremiyor.
Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor.
Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan.
Misket kızın yani Huriye’nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.

Güvercin Uçuverdi (Misket) Türkü Sözleri

Güvercin uçuverdi
Kanadın açıverdi
Elin oğlu değil mi
Sevdi de kaçıverdi

A benim aslan yarim

Duvara yaslan yarim
Duvar cefa götürmez
Sineme yaslan yarim

Güvercinim uyur mu

Çağırsam uyanır mı
Yar orada ben burda
Buna can dayanır mı

A benim hacı yarim

Başımın tacı yarim
Eller bana acımaz
Sen bari acı yarim

Caminin müezzini yok

İçinin düzeni yok
Çok memleketler gezdim
Misget’ten güzeli yok

Daracık daracık sokaklar

Misget şeker topaklar
Pul pul olsun dökülsün
Seni öpen dudaklar

Caminin ezan vakti

İçinin düzen vakti
Ben Misget’i yitirdim
Sonbahar gazel vakti

Gökte yıldız sayılmaz

Çiğ yumurta soyulmaz
Üçer avrat almayan
Hiç erkekten sayılmaz

Kubat, Oğuz Yılmaz gibi sanatçıların yanında birçok amatörün de seslendirmiş olduğu Misket türküsünün hikayesini ve sözlerini okudunuz.

Türkü Güvercin Uçuverdi olarak da bilinmektedir. Son zamanlarda düğünlerde çokça çalınan ve oynanan bir türkü olmuştur Misket türküsü.
Türkü Hikayesinin kaynağı Yaşar Özürküt, Türkülerin Dili. Ankara Kültür Kurumu Yayınları, Stockholm 1987 olarak gösterilebilir.