Biyografisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Biyografisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2016 Pazar

Nezahat Bayram'ın Biyografisi

Nezahat Bayram 1926 yılında Samsun'da doğdu.

Babası Mehmet Nuri Çınar Devlet Demiryollarında memur, annesi Şefika Hanım ise ev hanımıydı.
Evde amatör olarak annesi ud, babası ise kanun çalıyordu.
Aileden gelen müzik tutkusunun sonucu olsa gerek, kardeşleri Necla Erol ve Ülkü Beşgül de başarılı birer THM ses sanatçısı olarak uzun yıllar TRT çatısı altında hizmet verdiler.
1939 yılında babasının memuriyeti dolayısıyla Afyon'a taşındıklarında Nezahat Bayram henüz 13 yaşındaydı.
Sesinin güzelliği ile dikkat çeken sanatçı Abdullah Uluçelik, Hulusi Yamaner ve Cemal Altıniğne gibi usta yerel sanatçı ve kaynak kişilerle birlikte, Afyon Halk Müziği Ekibi içinde yer aldı. Daha sonra yine babasının görevi nedeniyle taşındıkları Kayseri'de Cevat Bayram ile evlenen Nezahat Bayram, 1953 yılında Ankara Radyosu'nun açtığı sınavı kazanarak TRT THM Ses Sanatçısı oldu.
8 yıl görev yaptığı radyo günlerinde birçok mahalli sanatçıyı, özellikle de Zaralı Halil ve Diyarbakırlı Celal Güzelses gibi ustaları dinleyerek repertuarını zenginleştirdi.
Güçlü sesinin yanı sıra geniş bir repertuara da sahip olan, bir çok yörenin türküsünü, özellikle de uzun havaları başarılı bir şekilde icra eden sanatçı, 1962 yılında sahne yaşamını tercih ederek İstanbul'a yerleşti.
Çıkardığı 200'e yakın plakla sesini milyonlara duyuran sanatçı, "Yola Gel Sevdiğim Yola", "Giderim Giderim de Yolum Yan Gelir", "Erzurum Dağları Kar ile Boran", "Sarılma Çapaya Pek Nazikçesin", "Şekerdağının Hiç Eksilmez Gıcısı" gibi uzun havaların yanı sıra, "Dam Başına Asa da Koymuş Galbırı", "İndim Havuz Başına", "Cevizin Yaprağı Dal Arasında", "Söğüdün Erenleri", "Meşeler Güvermiş Varsın Güversin" gibi yüzlerce türküyü halka sevdirdi, bir çoğunu da adeta ismiyle özdeşleştirdi.
Türk Halk Müziği'ne büyük katkıları olan Nezahat Bayram, 2 Şubat 2004 tarihinde İstanbul'da yaşamını yitirdi.
Kaynak :http://www.yasamoykusu.com/biyografi-11897-Nezahat_Bayram

Neşet Ertaş'ın Biyografisi

1938 yılında Kırşehir'in Çiçekdağı ilçesine bağlı Tırtıllar köyünde doğdu. 7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin ikinci çocuğudur.
5-6 yaşlarında bağlama ve keman çalmaya bağladı. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte gittikleri düğünlerde babasına kemanla eşlik etti.
Geçimlerini bu şekilde kazandılar.8 yıl Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezdiler.
Bu yüzden okula gidemedi. 14 yaşında çalışmak için İstanbul'a geldi. Şençalar Plak adlı bir müzik şirkete gitti.
Şirketin sahibi olan Kadri Şençalar Neşet Ertaş'ı dinledi ve çok beğendi.
'Neden Garip Garip Ötersin Bülbül' adlı ilk plağı, 1957 yılında Şençalar Plak tarafından piyasaya çıkarıldı.
Bu arada Beyoğlu'nda bir gazinoda sahneye çıktı. 2 yıl İstanbul'da çalıştı. Sonra Ankara'ya geldi ve sahne hayatına burada devam etti.
Ankara'da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanıştı ve hemen evlendi. İki kız bir erkek çocukları oldu.
Neşet Ertaş bu arada askere gitti. 1962'de İzmir Narlıdere'de askerliğini yaptı.
Plak üzerine plak yapan Neşet Ertaş konserleriyle de bir çok şehri 6-7 defa gezdi. Beste ve plaklarıyla çok meşhur oldu.
1978 yılında parmakları felç oldu. Müzisyenlikten başka mesleği de olmadığı için işsiz kaldı. Tedavi olacak parayı bulamadı.Çareyi 1979'da Almanya'da bulunan kardeşinin yanına gitmekte buldu.Tedavisini orada yaptırdı. 3 çocuğunu da yanına aldırdı.
Mesleğine Almanya'da tekrar başladı. Türklerin bulunduğu yerlerde gazino ve düğün salonlarında çalıp söylemeye başladı.
Sonraki yıllarda Türk Halk Müziği'nin yeniden keşfedilmesiyle Neşet Ertaş da öne çıktı.
25 Eylül 2012 tarihinde İzmir'de vefat etti.


ALBÜMLERİ:

1988 – Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde
1988 – Kendim Ettim Kendim Buldum
1988 – Kibar Kız
1989 – Hapishanelere Güneş Doğmuyor
1989 – Sazlı Sözlü Oyun Havaları
1990 – Gel Gayri Gel
1992 – Türküler Yolcu
1992 – Gitme Leylam
1993 – Kova Kova İndirdiler Yazıya
1995 – Seçmeler 2
1995 – Seçmeler 3
1995 – Seher Vakti
1995 – Altın Ezgiler 3
1996 - Polis Lojmanları
1997 – Benim Yurdum
1998 – Gönül Yarası
1999 – Zülüf Dökülmüş Yüze
1999 – Gönül Dağı
1999 – Muhur Gözlüm
1999 – Zahidem
1999 - Neredesin Sen
1999 - Gönül Dağı
Kaynak :http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=342

Neriman Altındağ Tüfekçi'nin Biyografisi

1926 yılında doğan Neriman Altındağ Tüfekçi, İlkokulu Nene Hatun İlkokulu' nda, Ortaöğretimini Nişantaşı Kız Lisesinde 1942 yılında bitirdi.
Liseyi bitirdiği yıl olan 1942'de sınavla 16 yaşında stajyer sanatçı olarak Ankara Radyosu'na girdi.
Türk Halk Müziği'nin bağımsız bir dal olarak ayrılmasından sonra bu ihtisas dalını seçen ilk kişidir.
1949 yılında Yurttan Sesler Korosu Şef yardımcılığına atandı. 1950 yılında repetitörlük ve 1953 yılında solist öğretmenliği ünvanını aldı.
1957 yılında Kadınlar Korosunu kurdu ve yönetti. 1959 yılında İstanbul Radyosu'na atandı.
İstanbul Radyosunda solistliğin yanısıra Yurttan Sesler Kadınlar Korosunu kurdu ve yönetti. Türk Müziği Şube Müdür Yardımcılı görevinide yürüttü.
1972 yılında tekrar Ankara Radyosu'na dönerek solistlik ve şeflik görevlerini burada sürdürdü.
İstanbul'da kurulmakta olan Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nın kuruluş çalışmalarına katılmak amacıyla, 1976 yılında TRT'den ayrılarak Konservatuara Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi ve Öğretim görevlisi olarak atandı.
Muzaffer Sarısözen'le evliliğinden Memil Sarısözen (1952) adlı bir oğlu , Nida Tüfekçi ile evliliğinden Gamze ( Tüfekçi) Yazıcı (1958) adlı bir kızı vardır.
Sanat yaşamı boyunca çeşitli görevler üstlenmiş olan Neriman Altındağ Tüfekçi, repertuarında yer alan tüm öğelere ait türkü ve özellikle uzun havaları aslına ve yöre uslubuna uygun yorumuyla solist olarak büyük başarı ve ün kazanmıştır.
Zamanın akademik eğitim veren tek kuruluşu olan Ankara Radyosun'da oluşturulan büyük jürilerce yapılan sınavları üstün başarı ile kazanarak ;
İlk kadın solist, İlk kadın öğretmen, İlk kadın şef ve bügüne kadar Halk Müziği dalında verilen ilk ve tek kadın artist-öğretmen ünvanlarına layık görülmüştür.
Hançere özelliği ve sesinin genişliği yanısıra çok titiz çalışması onun,gerek uzun havalar gerekse kırık havalar konusunda en geniş repertuara sahip Halk Müziği sanatçısı olmasını sağlamıştır.
Yüzden fazla derlemesi bulunan Neriman Altındağ Tüfekçi'nin Nida Tüfekçi ile birlikte yazdığı "Memleket Türküleri" adlı bir de kitabı vardır.
Gerek şef ve gerek solist olarak çeşitli radyo ve televizyon konserlerinin yanısıra, Japon Kültür Bakanlığı'nın özel davetlisi olarak Tokyo ve İşikava'da açıklamalı konserler vermiştir.
Ulusal ve Uluslararası kongre , rostrum ve sempozyumlarda çeşitli bildiriler sunan Neriman Altındağ Tüfekçi,Halk Müziği ile ilgili değişik konularda konferanslar vermiştir. Bugün Halk Müziği'nin ön sıralarında yer alan sanatçıların çoğu onun öğrencileridir.
İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nın yüksek ve lisansüstü bölümlerinde öğretim görevlisi ve Danışma Birimi üyesi olarak çalışmalar yapmıştır.
Neriman Altındağ Tüfekçi, 02 Şubat 2009 pazar günü geçirdiği kalp krizinin ardından tedavi altında alındığı İstanbul Florance Nightingale Hastanesi'nde
03 Şubat 2009 tarihinde yaşama veda etmiştir.

Necla Erol'un Biyografisi

1929’da Samsun’da doğan Necla Erol, 1959 yılında Ankara Radyosu’nda Türk Halk Müziği sanatçısı olarak göreve başladı.

Necla Erol, Muzaffer Sarısözen’den dersler aldı.
Ankara Radyosu halk müziği sanatçılarından Necla Erol tedavi gördüğü Silivri Devlet Hastahanesi'nde 2011 yılında hayata gözlerini yumdu.
Erol, yaklaşık 10 gündür tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumarken, geride güzel sesiyle hayat verdiği sayısız eser bıraktı.
Nazım Hikmet Ran (1902 - 1963)

15 Ocak 1902 yılında Selanik'de doğdu. Aslen 20 Kasım 1901 olan doğum tarihi ailesi tarafından sene kaybetmemesi için 15 Ocak 1902 olarak kaydettirildi.
İlk şiiri ‘Feryad-ı Vatan’'ı 1913'te yazdı.
Aynı yıl Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başladı.
1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi.
Daha sonra Kurtuluş Savaşı için Anadolu'ya geçti.
Fakat sağlık nedenleri ile bahriyeden ayrılmak zorunda kaldı. Bu sırada Hamidye Kruvazörü'nde güverte subayıydı.
Bolu'ya öğretmen olarak atandı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu.
1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanışdı.
1924'te Moskova’da yayınlanan ilk şiir kitabı ’28 Kanunisani’ sahnelendi. O yıl Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başladı.
Dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği’ne gitti.
1928’de af kanunundan yararlandı ve Türkiye'ye geri döndü. Bu kez Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.
1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı.12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle Sovyetler Birliği'ne gitti.
Bu yüzden DP hükümeti tarafından ülke vatandaşlığından çıkarıldı ve Nazım Hikmet, büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya vatandaşlığına geçti ve Borzecki soyadını aldı.
Moskova'da 3 Haziran 1963 tarihinde kalp krizinden öldü.

Bazı eserleri


Memleketimden İnsan Manzaraları
Kafatası
Unutulan Adam
Taranta Babu'ya Mektuplar
Ferhad ile Şirin
Kurtuluş Savaşı Destanı
Kız Çocuğu
Tahir ile Zühre
Şeyh Bedrettin Destanı
Sevdalı Bulut, (Tiyatro oyunu)

Şiir kitapları


835 Satır, (1929)
Jokond ile Si-Ya-u, (1929)
Varan 3, (1930)
1 + 1 = 1, (1930)
Sesini Kaybeden Şehir, (1931) 
Benerci Kendini Niçin Öldürdü, (1931) 
Gece Gelen Telgraf, (1932) 
Taranta Babu'ya Mektuplar, (1935)
Portreler, (1935)
Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936) 
Saat 21-22 Şiirleri, (1965) 
Kurtuluş Savaşı Destanı, (1965) 
Şu 1941 yılında (Memleketimden İnsan Manzaraları'nın 3. kitabı), (1965) 
Dört Hapishaneden, (1966)
Rubailer, (1966)
Memleketimden İnsan Manzaraları (İlk bölüm), (1966) 
Memleketimden İnsan Manzaraları, (1966-1967) 
Kuvayi Milliye, (1968)

Oyunları


Kafatası, (1932)
Bir Ölü Evi (veya Merhumun Hanesi), (1932) 
Unutulan Adam, (1935) 
Ferhat ile Şirin, (1965)
Sabahat, (1965) 
İnek, (1965)
Ocak Başında Yolcu (iki oyun birarada), (1966)
Yusuf ile Menofis, (1967)

Romanları


Kan Konuşmaz, (1965)
Yeşil Elmalar (yedi yazardan derleme), (1965)
Yaşamak Güzel Birşey Be Kardeşim, (1967)

Fıkraları


İt Ürür, Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla gazetelerde yazdığı yazılar), (1965)
Masal kitabı
Sevdalı Bulut, (1968)

Muzaffer Akgün'ün Biyografisi

Muzaffer Akgün, 1930'da İstanbul'da doğdu.Ankara'da bulunan İsmet Paşa Kız Enstitüsü'nü bitirdi.Sanat hayatına, Şerif İçli'nin teşvikiyle sınavına girip kazandığı Ankara Radyosu’nda başladı (1946).

Sonra İstanbul Radyosu kadrosuna geçti.
Dönemin en önemli halk müziği yorumcularından biri olarak.


Büyük gazinolarda assolist olarak çalıştı.
Muzaffer Akgün ayrıca «Boş Beşik», «Soytarı» ve «Gurbet Türküsü» filmlerinde de rol aldı.
Emekli olduktan sonra birçok televizyon programında türkü söyledi.
2 Ağustos 2015'te İstanbul'da 85 yaşında öldü. Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı'ndaki aile kabristanlığında toprağa verildi.

NOTLAR...


- 1946'da gazeteci ve reklamcı Haluk Akgün ile evlendi.
- 1948'de kızı Feryal doğdu.
- Türkiye'deki ilk Altın Plak ödüllü sanatçıdır.

Musa Eroğlu'nun Biyografisi

Musa Eroğlu, 1946 yılında Mersin’in Mut ilçesi, Kumaçukuru köyünde yoksul bir ana babanın çocuğu olarak doğmuştur.
Musa Eroğlu’nun babasının adı da Musa Eroğlu’dur. 3’ü erkek 4’ü kız olmak üzere 7 kardeşin ikinci büyüğüdür.
Ortaöğrenimini Mut'ta tamamlamıştır. Küçük yaşlarda müziğe ilgi duyarak bağlama çalmaya başlamıştır.
1964 yılında Ankara’ya gelmiştir. Ankara Radyo'sunda imtihan açılmıştı; "Radyo Sanatçısı" olabilmek için imtihana girdi, kazanamadı.1971 yılında tekrar girdi bu sefer kazandı.
Ortaokuldayken bir müsamerede "Karacaoğlan" rolünü oynadı, saz çaldı. O rolü, onu çok etkiledi ve böyle sürüp gitti.
66 yılında askere gitti, 68'de askerliğini bitirdi. Ormanda ırgatlık yapan Musa Eroğlu, askerlik dönüşü ilk plağını 1969 da
“İkimiz Toprağa Girelim Elif” ismiyle çıkarmıştır.
Taşeli yöresinin türküleri : irfaniye , kullar olam , sarı yaylam, yatamadım kasavetten, aman ayşam vb. türküleri derleyerek TRT reperatuarına kazandırmıştır.
Daha sonra 1970 ve 1980 li yıllarda TRT de mahalli sanatçı olarak çalıştı.
Türkiye genelinde tanınması “Mihriban” beste türküsüyle başlamıştır.
Sanat yaşamı boyunca ; Bedia Akartürk, Neşet Ertaş, Orhan Gencebay, Belkıs Akkale, İbrahim Tatlıses, Aşık Mahsuni Şerif, Gülşen Kutlu, vb. birçok sanatçıyla beraber çalışmıştır. Sayısız derleme yapmıştır.
Yolun Sonu, Halil İbrahim, Telli Turnam,sözleri Karacaoğlan’a ait birçok türkü ve değişik ozanlara ait birçok türkünün bestesini yaparak Türk Halk Müziğinin zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca Devlet Sanatçısı unvanı verildi.
Musa Eroğlu, Türk Halk Müziğinin genç kuşaklara sevdirilmesi ve geniş kitlelere ulaştırılması için büyük bir çaba içindedir.
Avrupa'dan Avustralya'ya Türki Cumhuriyetlerden ABD'ye kadar Dünyanın pek çok ülkesinde resitaller verdi.
Evrensellik normları içinde Sevda Türküleri yanı sıra müziğin protest boyutuna da bağlı kalarak toplumsallık çizgisini geliştirdi.
Musa Eroğlu, Toroslardan kopup gelmiş bir ezgi ustasıdır.

Albümleri :

1975 - A Kuzum, 

1977 - Yaralı Turnam, 
1978 - Bu Dünya, 
1979 - Yaz Gelir, 
1983 - Muhabbet 1 (Arif Sağ ve Muhlis Akarsu ile birlikte), 
1984 - Muhabbet 2 (Arif Sağ ve Muhlis Akarsu ile birlikte), 
1985 - Muhabbet 3 (Muhlis Akarsu, Arif Sağ ve Yavuz Top ile birlikte),
1986 - Muhabbet 4 (Arif Sağ ve Yavuz Top ile birlikte),
1987 - Muhabbet 5 (Muhlis Akarsu, Arif Sağ ve Yavuz Top ile birlikte),
1987 - Seher Oldu Ey Nigarım, 
1988 - Muhabbet 6 (Muhlis Akarsu ve Yavuz Top ile birlikte)
1988 - Yummayın Kirpiklerini, 
1988 - Divane Gönlüm Benim, 
1989 - Muhabbet 7 (Muhlis Akarsu ve Yavuz Top ile birlikte),
1990 - Bir Yanardağ Fışkırması, 
1991 - Garip Yolcu,
1992 - Benim Dünyam, 
1993 - Kevser Irmağı/ Sevda Yükü, 
1994 - Yol Ver Dağlar, 
1994 - Bin Yıllık Yürüyüş 1, 2 
1994 - Musa Eroğlu 94, 
1995 - Ömrüm Sana Doyamadım, 
1996 - Halil İbrahim/ Kerbela Destanı,
1996 - Bağlama Resital 1,2 (Arif Sağ ile birlikte),
1997 - Semahlarımız, 
1998 - Musique Instrumentale D'Anatolie (Arif Sağ ile birlikte), 
1998 - Kavimler Kapısı Anadolu,
2000 - Bir Nefes Anadolu,
2003 - Sele Verdim,
2004 - Sazımızla Sözümüzle 2 (Güler Duman ile birlikte), 
2007 - Dedem Korkut,
2010 - Armağan 1 (Yusuf Gül ile birlikte), 
2010 - Semahlar,
2012 - Zamansız Yağmur,

Murat Aldemir'in Biyografisi

Sizin için türkü okumak nedir ve ne ifade eder?

Murat Aldemir:Türkü okumaya başladığımda kendim olmaya başladığımı hissettim.Türkü bana kimliğimi, kişiliğimi kazandırdı.
Ulaş Kurtuluş:Türkü okumak bir tür ıslah olmak durumudur.Türkülerin beni ıslah ettiğini düşünüyorum ve herkesi de edebilecek güce sahip olduğunu düşünüyorum.
Celal Bakar:Dikkatle okunması, üstüne titrenmesi ve devam ettirilmesi gerekendir.

Türküyü anlama ve hissetme diye bir dönem var mı?

Ulaş Kurtuluş: Elbette var ama bu kesin bir tarih ya da an meselesi değil. Zaman içinde biriktirdiklerinizle, çevrenizle, yaşadıklarınızla ilgili bir süreç.
Yaşadığınız ülkenin toprağını, suyunu, ekmeğini, aşını, emeğini, paylaşımını, kokusunu, dokusunu içinde hissedebilme ve içinde var olabilme durumu diye düşünüyorum.
Murat Aldemir: Liseden sonra müzikteki ilk zamanlarımda bu devasa kültürden korktum, ürktüm, cesaret edemedim.
Bu tıpkı yüzmeyi öğrenmek gibi suya atlamaya cesaretiniz yoksa yüzmeyi de öğrenemezsiniz.
Belki de buna cesaret edebilmek, bastığın toprağı ve yaşadığın kültürü farketmekle aynı zamanda gerçekleşiyor.
Celal Bakar: Müzikte bir yetenek olduğumu ben de lise yıllarımda fark ettim, ya da yaşam bana bunu fark ettirdi.
Dolayısıyla sanırım hissetmem de aynı dönemde gerçekleşti.

Peki, sizce ne oluyor da birçok solist ya da müzisyen Türkiye’de kendi müzik türlerini icra edip, sunar ve savunurken,ne oluyor da bir gün gelip türkülere dokunuyor, albümlerine sahnesine türküleri taşır oluyor?

Murat Aldemir: İnsanlar genlerinde olan özellikleri ancak dönemsel olarak örter, her sanatçı ancak kendisini, toplumunu ifade etmekle yükümlüdür,
bu da çıkacaktır bir gün, bu dediğiniz sanırım böyle bir şey.
Celal Bakar: Toplumun tarihsel, kültürel kimliği, aslına dönme ihtiyacı bir şekilde burada ortaya çıkıyor sanırım.
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer yine kürkçü dükkânıymış.
Ulaş Kurtuluş: Toplumsal genetik diye bir şey vardır. Bu yüzden dünyada bu kadar farklı kültür var.
Her toplum kendi müziğini yine kendi kültürel kodlarıyla üretir.
Beethoven de Mozart da Bach da aslında hep kendi halk şarkılarından, kendi genlerinde barındırdıkları belki de bin yıllık seslerden, ezgilerden yola çıktılar. Bunun başka açıklaması sanırım yok. Her şey aslında farkında olarak ya da olmayarak hep aslını yaşatır ya da aslına döner diye düşünüyorum.

Sizce şehirde türkü üretilir mi?

Ulaş Kurtuluş: Çeşitli besteler yapılabilir. Ama bunlara türkü diyebilmek için çeşitli koşullar var. Öncelikle türkü kelimesi bir gelenek ifadesidir.
Zaman içerisinde derin bir geçmişe sahip olması, halkın ortak malı olması mekân içinde yaygın olması gibi koşulları vardır.
Siz üretiminizi yaparsınız onun türküleşip türküleşmeyeceğini zaman gösterir.
Murat Aldemir: Tabi ki bir şeyler üretilebilir. Ama bir ürüne türkü diyebilmemiz için anonimleşme süreci önemlidir.
Yani toplumun her katmanında kendine yer edinebilecek ve herkes tarafından sahiplenilebilecek potansiyelde eserler türküleşme yolundadır.
Celal Bakar: Türküler hep birlikte, kocaman bir toplum tarafından yaratılır aslında.
Bir eser herkes tarafından kabul gördüğü bir duruma bürünmüşse ve çorbada bu ülkede yaşayan herkesin tuzu varsa ona türkü denebilir.

Sadece türkü mü dinlersiniz?

Hayır. Öncelik tabii ki her zaman halk ozanlarımızda, ustalardadır ama müzik sadece sizin çevrenizde dönen sesler değildir.
Kulağımız tüm dünyanın seslerine açık olmalı ve öyle de.Uzun ince bir yol bizimkisi

Son söz türkü müdür sizde?

Murat Aldemir: Biz bir araya geldiğimizde çok söz yoktur, türkü başlar. Hatta şöyle bir söz vardır “saz başladı mı söz biter” derler.
Bizde de öyle. Celal bir uzun havaya girer bizim de ömrümüz uzar, Ulaş ardından bizi Ege’nin dağlarına yaylalarına, ovalarına götürür, mor dağların kokusunu, efelerin selamını getirir. Ben giderim Karadenize, İç Anadolu’nun bozkırına, Getiririm dostlara yelinden, havasından, suyundan toprağından. Hâsılı bizde hakikaten son söz türküdür.
Ulaş Kurtuluş: Uzun ince bir yol bizimkisi… Yaşamdan aldıklarımızı, yeniden yaşama vererek, türkülerle ve dostlukla gidilen uzun ince bir yol.
Söyleşi:KadınMedya.com | Kübra Doğru

Muhlis Akarsu'nun Biyografisi


Muhlis Akarsu, (d. 1948 Kangal, Sivas - ö. 2 Temmuz 1993 Sivas) Saz sanatçısı.
2 Temmuz 1993 günü çıkan olaylarda Sivas Madımak Oteli'nde yaşamını kaybetmiştir.
Kangal İlçesinin Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu Minarekaya'da okudu.
Bu dönemde Bektaşi Cem cemaatlerinde, yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı.
Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı.
Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı.
1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı.
Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Aşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi.
Tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi.
Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu.
Sanatında, 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirdi. Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çaldı ve okudu.
Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmadı. Pir Sultan, Kul Himmet gibi ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirdi.
1980'li yılların başlarında Alevî Dedeleri'nin çaldığı kısa kollu bağlamayı gündeme getiren ve halk müziğinin niteliğini yükselten
Muhabbet Gurubu'nun (Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu) oluşum fikri Akarsu'dan çıktı.
Muhlis Akarsu, her yıl yapılan Hacı Bektaşi, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan gibi Alevî toplumunun kültürel etkinliklerine katılırdı.
1980'li yıllarda türkülerinden dolayı üç yıl cezaevinde yattı. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Muhlis Akarsu, 1980'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir.
Fikri kendisinden çıkan "Muhabbet" serisinin (4.hariç) her yapıtında yer aldı. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okundu.
2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak Olayı'nda yaşamını kaybetti. Yaşamı boyunca 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakır.
Muhlis Akarsu'nun yapıtlarının hemen hemen tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği hemen fark edilir.
Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür.
Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır.
Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz. Ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz.
Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür.
Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve
Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür.

Mehmet Gümüş'ün Biyografisi


Mehmet Gümüş, Fatsa’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Fatsa’da yaptı.Ailedeki müzik ortamının da etkisiyle küçük yaşlarda müzikle tanıştı.
İlkokul yıllarında bağlama çalan, türkü söyleyen ve konserlere katılan biri oldu.
Orta ve lise yılları dersleriyle birlikte müzikteki başarısını kanıtladığı yıllardır.
Müzik grupları kuran, okul içinde ve dışında gerçekleşen sanat çalışmalarına kimi zaman katılımcı, kimi zaman da yönlendirici olarak katılan bir müzisyendi.
Lise çağlarında Fatsa ve civar ilçelerde en iyi bağlama çalabilen birkaç kişiden biri olarak anılıyordu.
Lise bitiminden sonra üniversite sınavlarına katıldı. Ayrıca (şimdiki adı Gazi Üniversitesi) Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünün sınavlarına da katılmıştı.
Puanı birçok okula girmeye yetiyordu. Ama o, yaklaşık 1000 kişinin katıldığı ve 70 kişinin kazandığı Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünü 17. olarak kazandı ve hiç tereddüt etmeden burayı tercih etti. Ankara'da, okulla birlikte yoğun sahne çalışmalarına da devam etti.Müziği pratik ve teorik boyutuyla geliştirdi. 
Okul mezuniyetinden sonra Fatsa Lisesine müzik öğretmeni olarak atandı. Yıl 1979’du. Eğitmen olarak öğrencileriyle birlikte sanat etkinlikleri yaptı. Korolar-orkestralar kurdu. Etkinlikler düzenledi. 12 Eylül’le birlikte tutuklandı.7 yıl, 3 ay süren cezaevi sürecinden sonra, yargılandığı tüm davalardan Yargıtay aşamasında beraat etti. Cezaevi sonrası çok sevdiği mesleği müziğe döndü.
1990 yılında besteleriyle geldiği Unkapanı’nda yapımcıların ilgisini çekti ve ilk albümü ile profesyonel müzik yaşamına adımını atarken ;
“Ben yaşadığım bir döneme ezgilerimle tanıklık ediyorum.” dedi. “Sanat, toplumsal ilişkilerin estetik bir ifadesidir. Sanatın kaynağı toplumsal yaşamdır.
Toplumsal yaşamdan beslenmeyen, kopuk olan sanatın ya da sanatçının yol haritası olamaz. Zira gideceği yer yoktur?” dedi.
1990 yılında “Gülyangını Ömrümüz” adlı birinci albümünü yaptı.
1992 yılında (Halk Konserleri);
1994 yılında (Gülümsedik Gökyüzüne);
1998 yılında (Solmasın Yüzün);
2004 yılında (Korkarım Gideceksin)
2016’da “Mehmet Gümüş Besteleri”
albümlerini yayınladı. Karma albümlerde yer aldı.
Bir müzisyen arkadaşıyla oluşturdukları ve eğitmenliğini yaptıkları çocuk korosuyla çocuk şarkılarından oluşan bir albüm yaptı.
Şu ana değin yaklaşık 150 beste, yurtiçinde ve yurt dışında 1000’den fazla konser yaptı. 6 albüm çıkarttı.

Fikret Kızılok'un Biyografisi


Besteci , söz yazarı ve popüler müzik sanatçısıdır.Fikret Kızılok’un tam adı Münir Fikret Kızılok’dur.10 Kasım 1946 da İstanbul’da dünyaya geldi.
1954 yılında Galatasaray Lisesi'nin ilkokul kısmında okurken müziğe akordiyon çalarak başladı.İlk enstrümanı kendisini yaş gününde armağan edilen kırmızı bir akordeondur.
İlk müzik derslerini sınıf arkadaşlarından birinin klarnetçi olan babasından alır.
İlk konserini de bir 23 Nisan'da Taksim Belediye Gazinosu'nda düzenlenen okul müsameresinde verir. Konserde çaldıkları "Tamzara" Kızılok'un ilk konser hiti olur. Ortaokul ve lise yıllarında bu konserler sürer; başka okullara da giderler.
Bu yıllarda grup elemanlarıyla birlikte orkestranın adı da değişir: Fikret Kızılok ve Veliahtları,sanatçının adını okul müsamereleri dışında duyurduğu ilk grup olur. 1960 yılında aynı okulun lise bölümüne başlaya geçiş yaptı.
Fikret’in o dönemdeki en büyük destekçileri ise üst sınıflarda okuyan Barış Manço ile Timur Selçuk’tur.
Liseden mezun olduktan sonra Veliahtlar ile çalışmayı sürdürür Kızılok. Ailesiyle Kadıköy'de yaşar ve konserlerini de daha ziyade bu yakada verir.
Aynı dönemde Kadıköy'de Cahit Oben'in kurduğu “Sailors” adlı grup fırtına gibi esmektedir.
Kızılok ve Oben eski arkadaşlardır ve 1964'te gruplarını dağıtarak yeni bir grup kurmaya ve profesyonel müzik hayatına atılmaya karar verirler.
Daha ziyade Beatles tipi müzik yapan grup, Çatı gece kulübünde programlar yapmaya başlar, bir yandan da mahalle konserlerini sürdürür.
Fikret Kızılok, müzik çalışmalarını sürdürürken, liseden mezun olduktan sonra girdiği Dişçilik Yüksekokulu'ndaki eğitimini de sürdürür.Bir süre sadece okuluyla ilgilenir. Müzikten kopamayacağını anladığında ilk solo plağını doldurur. Bu plak o yıllarda fazla ses getirmez.
Bunun üzerine Kızılok okulunu bitirmeye karar verir. Yine de zaman zaman arkadaşlarının kurduğu ‘Kaygısızlar’la birlikte çalışır, Barış Manço’ya eşlik eder.
Dişçilik Yüksekokulu’nun son sınıfında okurken mahalleden arkadaşı Arda Uskan ile bir yolculuğa çıkar; müzik hayatını tümüyle etkileyecek bir yolculuktur bu.
Bu düşünceyle gitarını eline alan Kızılok stüdyoya girer ve Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü yeni bir düzenlemeyle kayda alır.Bunu bir 45’lik olarak yayınlar. İkinci solo 45’liğidir bu.
Kasım 1969'da yine Aşık Veysel'in yanına Sivrialan'a gitti. 1970 yılında “Yumma Gözün Kör Gibi ! Yağmur Olsam”, Kızılok’un asıl çıkışını yaptığı plak olur.
Her iki şarkının da sözleri Aşık Veysel'e, besteleri de Fikret Kızılok’undur.
Plakta, gitar, tumba ve sazın yanında değişiklik olsun diye enstrüman olarak tahta ve taş kullanır Kızılok.
Şarkılar çok beğenilir, plak çok satar ve sanatçı ilk altın plağını alır.
Bu başarının ardından fazla ara vermeden bir 45’lik daha yapar Kızılok. Ancak bu kez kendisine ait bir şarkıyla ortaya çıkar: “Söyle Sazım”.
Plak kapağında, “Türk geleneklerine uygun 17 perdeli ‘Hüseyni’ düzende üç değişik sazın batı anlayışında ve çoksesli olarak kullanıldığı” bir şarkı olarak tanımlanır bu. Plağın arka yüzünde Kızılok’un Karacaoğlan’dan bestelediği “Güzel Ne Güzel Olmuşsun” vardır. Her iki şarkıda da kendisine Nedim Demirelli eşlik eder.
Plak, listelerde de kendisini gösterir ve haftalarca 1 numarada kalmış olan Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ını devirerek liste başı olur.
1970 yılının getirdiği başarıların ardından bir süre plak yapmayan sanatçı bu dönemde bir Anadolu turnesine çıkar. Turne sırasında Siverek yolunda donma tehlikesi geçirir; bir kamyon şoförü tarafından kurtarılır.
Bu olayın ardından bir plak yapar ve “Emmo” adlı bestesini bu kamyon şoförüne ithaf eder.
Plağın arka yüzünde Ahmed Arif in şiiri üzerine bestelediği “Vurulmuşum” adlı şarkı vardır.
Kızılok, 1972’de bu şarkıyla Bulgaristan’da yapılan Altın Orfe festivaline katılır.
1973 yılında Grafson şirketiyle anlaşarak yeni bir dizi plak yayınlar.
Bu plaklarda yer alan şarkılar, Kızılok’un yazdığı “Bir Ali Var” adlı oyunun bölümleridir: “Gün Ola Devran Döne”, “Anadolu’yum”, “Leylim Leylim (Kara Tren)”, “Köroğlu Dağları”, “Tutamadım Ellerini” ve “Gözlerinden Bellidir”.
Yazılan, ancak bugüne dek sahnelenmeyen bu oyunun ilir: “Kime Sormalı”yı Dönüşüm eşliğinde Tansu, “Duyar mısın”ı ise o dönemde ününün doruğunda olan Timur Selçuk yorumlar. Bu arada “Köroğlu Dağları” şarkısının başında kullandığı gitar,Kızılok müziğinde bir yeniliktir.
21 Mart 1973'te Aşık Veysel’in ölümü üzerine kendini tümüyle diş hekimliğine veren Kızılok Kadıköy'de bir dişçi muayenehanesi açtıktan sonra müziği bıraktı.
1975’te Tehlikeli Madde adını taşıyan yeni grubuyla uzunca bir Anadolu turnesine çıkana kadar ortalıkta gözükmez.
Turnenin ardından İstanbul’da seri konserler verir. Aynı yıl grupla ikinci ve son plağında "Aşkın Olmadığı Yerde" ve yine bir Aşık Veysel türküsü "İnsan Mıyım Mahluk Muyum Ot Muyum" şarkıları yer aldı.
Son 45’liği ise Mart 1976’da yayınlanır.
Mahzuni Şerif’ten “Biz Yanarız” ve vazgeçemediği Veysel’den “Sen Bir Ceylan Olsan” adlı türküleri yorumlar sanatçı bu plağında.
Bir yıl sonra, 1977 ortalarında, 1971-’72 yıllarında yaptığı ancak o güne dek yayınlamadığı kimi kayıtları bir albüm olarak piyasaya sürer. “Not Defterimden” adını taşıyan bu albümde Kızılok’un deneysel çalışmaları vardır:
Atonal bir altyapı üzerine Nazım Hikmet şiirini koyar ve kendi deyimiyle “şarkıcılığı değil, müzisyenliği” dener.
Ancak dönemin ‘nazik’ siyasi ortamında bu çalışma fazla ortalarda gözükemez. Plak çıktıktan kısa bir süre sonra toplatılır. (Yeniden yayınlanması ise 1993’ü bulur.) Bu arada Varşova’da bu albümüyle iki ödül alır.
Ancak, plağın toplatılması onu etkiler ve Fikret Kızılok, müziği bıraktığını açıklar.
O güne dek 13 altın plak ve çeşitli ödüller alan sanatçı, bundan sonra derin bir sessizliğe gömülür. Buna gerekçe olarak da “hazırladığı yapıtların ticari olmadığı gerekçesiyle plak evleri tarafından geri çevrilmesini” gösterir ve bir daha profesyonel olarak müzik hayatına dönmeyeceğini bildirir.
1980'lerde farklı bir türle döner müziğe Fikret Kızılok. Kızılok'un yerli folk-lirik tarzından Batılı müzikal-vodvil tavrına geçişinin de göstergesi olur bu tür müzik.
1983 sonrası kendisi gibi profesyonel müzik yaşamından kopmuş olan Bülent Ortaçgil ile Çekirdek Sanat Merkezini kurdu. Çekirdek Sanatevi dönemi ne var ki çok uzun sürmedi. Böylelikle hem Kızılok hem de Ortaçgil popüler müzik piyasasına ilkelerini koruyarak döndüler.
Veda albümü 'Mustafa Kemal-Devrimcinin Güncesi'nde (1998) destansı, lirik bir müzik yaptı. Ama söyleyiş, resitatif-düzdü.
'Zaman Zaman' albümünde aşk şarkıları söyleyen Kızılok 90'ların başında, yükselen değerlerin yarattığı hilkat garibesi magandalara 'Vay Hayvan Vay'
(Why High One why) diyerek sesleniyordu. 'Yana Yana' albümündeki aşk şarkıları arasına sıkışan bu beste hak ettiği ilgiyi bulamamıştır.
Bir süre sessiz kalan Fikret Kızılok, sonra art arda 'Demirbaş-Müzikal Vaziyetler', 'Vurulduk Ey Halkım', 'Devrimcinin Güncesi' albümlerini yayımlayarak aydınlık Türkiye'den yana olan tavrını net bir şekilde otaya koyar.
Boyalı basın, bir yandan Kızılok'a 'Protest Müziğin ünlü ismi' etiketini uygun görürken diğer yandan, tükendiği ve çareyi, modası geçmiş sloganlarda aradığını yazar. Aşık Veysel'lerle,
Karacaoğlan'larla başlayan serüven çağdaş değerleri müzik yoluyla arayan bir çabaya dönüşmüştür.
Kızılok son yıllarında kendini, "Ben Marksist’in daha ötesinde bir komünistim" diyerek tanımlamıştı.
Kızılok 22 Eylül 2001 günü uzun süre çektiği kalp rahatsızlığın neticesi olarak kaldırıldığı hastanede öldü.
Sanatçının ölümünden sonra adı Ankara'da bir parka verildi.
1993'te Ferhan Şensoy'un "Köhne Bizans Operası"nın müziklerini yaptı.
1999'da Ferhan Şensoy'un yazdığı, Derya Baykal'ın oynadığı "Şu An Mutfaktayım" oyununun müziklerini yaptı.
2001'de Sertab Erener'e "Oysa" ve "Kumsalda" şarkılarını verdi.
1970 de o zaman Barış Banço’nun 31 Ocak 1970 evlenerek eşi olan Belçikalı bir fotomodel, Marie Claude’e aşık olan Fikret Kızılok, durum anlaşılınca onların 40 günlük eşinden boşanmalarına sebep olmuştur. Hukuki boşanma ise 6 ay sonra, 16 Temmuz 1970' te olmuştur.
Peki ayrılığın gerçek nedeni neydi? O dönem Kaygısızlar topluğuyla birlikte çalışan Barış Manço'ya gitarıyla eşlik eden arkadaşı Fikret Kızılok ile Marie Claude birbirine aşık olmuştu. Marie Claude, henüz Barış Manço ile evliyken Fikret Kızılok'la birlikte olmaya başlamıştı.
Bu durumu öğrenen Barış Manço da evliliğe sessiz sedasız noktayı koymuştu.

Evlilikleri :


1. Evliliği, 1973’te Şeyda Kızılok ile evlendi. 1978'te oğlu Yağmur Kızılok doğdu.
2. Evliliği, 1993'te ikinci eşi Dicle Kızılok ile evlendi.

16 Ekim 2016 Pazar

Yıldıray Çınar'ın Biyografisi


1940 yılında Samsun’da doğdu. Babası, halk tarzında güfte yazarı imiş, oğlunun da müzikle uğraşmasını istermiş, en büyük ideali de oğlunun, oturdukları Samsun 19 Mayıs Mahallesinin camiinden ezan okumasıymış.

Yıldıray ÇINAR, İlkokul 2. sınıfta saz çalmaya başlar, ilk konserini ilkokul bitiminde verir.


Daha sonra sanat enstitüsüne başlar. Okuldaki müsamerelerde konserler verir. Bu arada da saz yapmaya başlar okulun marangozhanesinde.


İkinci sınıfta ilk sazını yapar. Samsunlu saz yapım ustası Ömer SİNOP'un yanında bir süre çalışır


Bu sıralarda her delikanlı gibi aşık olur Yıldıray ÇINAR ve sevdiği bu kız yüzünden Samsun’dan ayrılarak İstanbul’a gelir.


İstanbul'a geldiği tarih 1957'dir ve ilk işi yaşını büyütmek olur.


O yıllarda devre kaybı gidenleri ''ceza olsun'' diye en uzun süreli vatani görev olan bahriye sınıfına vermektedirler.


Yıldıray ÇINAR da yaşını büyütünce devre kaybı gider ve askerliğini bahriyeli olarak yapar. Kendini çok sevdirir.


Bu sıralarda görev yaptığı Gölcük'te Deniz Fabrikaları Genel Müdürlüğünü Erkut TAÇKIN’ın babası Namık TAÇKIN Paşa yapmaktadır.


Namık TAÇKIN Paşa çok sever bu türkücü genci. Zaten bu sıralarda Erkut TAÇKIN'da yeni yeni müziğe merak sarmıştır. Yıldıray ÇINAR'la birlikte müzik çalışmaları yaparlar.

Çalıştıkları müzik türleri ayrıdır fakat ikisi kafa kafaya vererek Orduevinde konserler düzenlerler.Namık Paşanın da yardımları çok büyüktür.

Bir seferinde, zamanın Demokrat Parti Milletvekili Ethem MENDERES, SEKA Kağıt Fabrikasına ziyarette bulununca, Namık Paşa, burada bir gece tertipleme görevini Yıldıray ÇINAR'a verir.


Bu Yıldıray Çınar için büyük bir başarı olur. Daha sonra, Başbakan Adnan MENDERES İspanya gezisine çıkar.


Geziye çıktığı Giresun ve Gemlik adlı muhriplerden birinde de Yıldıray ÇINAR bulunmaktadır.Bu göreve özel izinle getirilmiştir.


Görevi ise, aralarında telsiz-hoparlör bağlantısı bulunan iki muhripteki erlere moral vermektir.


Bu gezi sırasında. Başbakan ona ''hiç radyoyu denedin mi'' diye sorar.


Denememiştir, fakat askerde bulunduğu üç yıl içinde kendini radyo imtihanlarına hazırlamıştır.


Vatani görev biter ve Yıldıray ÇINAR tekrar Samsun'a döner.


1959 yılının Mayıs ayında Atatürk’ün Samsun'a çıkışı dolayısıyla Samsun’dan Ankara'ya gönderilir saz çalmak için.


Burada. kendi yaptığı sazla kendi bestesini okur.. “Yare Pazen Biçemedim” adlı beste çok tutulur.


Samsun'a döner ancak bir iş kurması gerektiğine karar verir.


Mandolin.gitar bağlama tamir ve satışı yapan bir dükkan açar, ayrıca saz dersleri de verir.


Yıl 1960, İstanbul radyosunda imtihan açılmıştır. Fakat bu imtihan profesyoneller için olduğundan ÇINAR bazı eksiklikleri olduğunu görür.


Zaten sınavı da kazanamamıştır. Tekrar dükkanına döner. Profesyonel olabilmek için, 1962 yılına kadar Osman ÖZDENKÇİ’den ders almaya devam eder.


1962 yılında Ankara Radyosu’nda açılan sınavı kazanır. Ankara Radyosu’nun ve Türkiye’nin en sevilen sanatçılarından biri olur.


Hayalleri gerçek olmuştur. İlk sahneye 1965 yılında Güney Park Gazinosunda çıkar. İlk turnesini de aynı yıl yapar.


Radyo programları ve gazino çalışmalarının yanı sıra 'Aman Dünya Ne Dar İmiş' filmini çevirir. Film çalışmalarına aralıksız devam eder.


Radyo programları, yurtdışı turneleri, plak ve film çalışmalarını bir arada 1980-85‘lere kadar devam ettirir.


1985-1990’lardan itibaren yalnızca film çalışmalarına ağırlık verir ve son yıllarda ise hiçbir faaliyet ve çalışma içerinde olmadığı görülür.


Bu güne kadar yaklaşık 40‘a yakın film çevirmiştir.


1969 yılında Şirvan ve Sarı Kurdelem Sarı, 1970 yılında Cemo, Çarşambayı Sel Aldı, 1971 yılında Elvan ve Allı Turnam, l974-Emrah, 1977-Eşref,


1983-Çoban Yıldızı, 1986-Suçlu Kim, 1989-Tecelli çevirdiği filmlerinin bazılarıdır. İlk TV programına 1968 yılında çıkar.


Seyrek de olsa sonraki yıllarda TV programlarına çıkmıştır.


Kendi halinde ve sessizlikten hoşlanan bir yapıya sahip olduğundan, genellikle medyada yer almamış,ortalıkta pek görünmemiştir.


Tüm sevenlerinden ve hayranlarından uzaklaşmış ve hayallerde bir ünlü Yıldıray ÇINAR olarak yaşamını sürdürmektedir.


Derleyen: Ahmet Ören

Erdal Eren'in Biyografisi



Erdal Eren (25 Eylül 1964,Şebinkarahisar, Giresun - 13 Aralık 1980, Ankara),
 

12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
 
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.

Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı.
 

Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi.
 

Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.
 

Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziya?et eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "Avukatıyla görüştüşülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

İdam kararı verilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve sonrasında hemen idam edildi.
 

Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.
 

Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.