Selda Bağcan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Selda Bağcan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2019 Perşembe

#UğurMumcu


Sesleniş

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş Doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. 
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık
Önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler gizli emellerle,
Başlarımızı ezmek,
Kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, Komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı' nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
Bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
Mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
Ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
Simdi hep birlikteyiz

Ey halkım, unutma bizi.

Uğur Mumcu

22 Ağustos 2018 Çarşamba

#UğurMumcu 76 yaşında...



#UğurMumcu 76 yaşında...
"Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır" Uğur Mumcu

Vurulduk ey halkım unutma bizi

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş Doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. 
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık
Önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
Başlarımızı ezmek,
Kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, Komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
Bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
Mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
Ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
Simdi hep birlikteyiz

Ey halkım, unutma bizi.

Uğur Mumcu

Hain tuzaklarda kan uykularda
Vurulduk ey halkım unutma bizi
İşkenceler için tahta çarmıha gerildik
Ey halkım unutma bizi

Zulüm sığmaz iken köye şehire
Bize mezar oldu kan kızıldere
Yavuklu yerine çıplak mavzere
Serildik ey halkım unutma bizi

Her seher vaktinde kan akışında
Kızıl güller açar dağlar başında
Faşist namluların her kurşununda
Vurulduk ey halkım unutma bizi

Selda Bağcan : Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi

2 Temmuz 2018 Pazartesi

#UnutMADIMAKlımda


#UnutMADIMAKlımda

Hasretime hasret kattın, hasrete
İncinsek te incitmeyiz, zulm ile
Geldik size dikensiz, bir gül ile
Can veririz, can almayız, biz canız

Akarsular ile (dost dost) coştum, çağladım
Hasret ile yandım (yandım yandım), ağladım
Nice canlar ile (dost dost) kül oldum, öldüm
Can veririz, can almayız, hey dost biz canız

Pirimi asanlar, doymadı kana
Canımı yakanlar, baktı dumana
Zulüm yapmaz, insan insana
Can veririz, can almayız, biz canız

Nesimiler ölmez gafil, aldandın
Mazlumlar ardından gelmez mi sandın
Akarsu'lar coştu, birden bulandın
Can veririz, can almayız, biz canız

Canımı yaktınız (hey dost), kanlı Sivas'ta
Gülemem, ağlarım (hey dost), şu gönlüm yasta
Canım feda olsun (hey dost), pir sultan dosta
Can veririz, can almayız (hey dost), biz canız

Bizi yakıp, duman duman, baktınız
Yetmedi mi, bir de alkış tuttunuz
Sonra birer masum olup çıktınız
Can veririz, can almayız, biz canız

Selda Bağcan : Canımı Yakanlar Baktı Dumana

19 Aralık 2017 Salı

Selda Bağcan : Çorum - Sivas - Maraş - Gazi



Onursuzca yaşamaktan, ölüm yeğdir bize yavrum. 
Onursuzca yaşamaktan, ölüm yeğdir bize yavrum. 

Zalımların saltanatı, vız gelir be bize yavrum 
Zalımların saltanatı, vız gelir be bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
Çorum, Sivas, Maraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz. 

Yürekli ol biter devran, gitmez böyle zalım devran. 
Yürekli ol biter devran, gitmez böyle zalım devran. 

Her devirde özüm evran, zulmeyler mi bize yavrum.
Her devirde özüm evran, zulmeyler mi bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
Çorum, Sivas, Maraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz. 

Halimiyem susmaz dilim, göklere savrulsun külüm. 
Halimiyem  susmaz dilim, göklere savrulsun külüm. 

Kapımıza gelsin ölüm, toy düğün be bize yavrum. 
Kapımıza gelsin ölüm, toy düğün be bize yavrum vayy. 

Ezen onlar ezilen biz Kerbela'da kesilen biz 
Çorum, Sivas, Maraş, Gazi, fetvalarla vurulan biz.

Sözve Müzik: Halimi (Hacı İsa Özbay)
Selda Bağcan : Çorum - Sivas - Maraş - Gazi

24 Ocak 2017 Salı

Selda Bağcan : Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi



Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş Doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık
Önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
Başlarımızı ezmek,
Kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, Komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
Bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
Mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
Ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
Simdi hep birlikteyiz

Ey halkım, unutma bizi.

22 Ocak 2017 Pazar

Selda Bağcan : Uğurlar Olsun




Elleri kanlı Mürteci Faşist Katiller tarafından katledilen,
Devrim Şehidimiz, Aydınlanma Devrimcisi 
Uğur Mumcu'yu aramızdan ayrılışının 24.yılında, 
Sonsuz saygı, sevgi, özlem ve rahmetle anıyorum...
Toprağı bol, ruhu şad, mekanı cennet olsun...
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!..


Bir pazar sabahıydı Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana
Zalımlar pusudaydı bedenim paramparça
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana

Uğurlar olsun uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun

Çevirdim anahtarı apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne

Uğurlar olsun uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun

https://www.youtube.com/watch?v=JHZ0q0kAmms

27 Aralık 2016 Salı

Selda Bağcan : Ah Yalan Dünya


Hep sen mi ağladın
Hep sen mi yandın
Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlu mu sandın
Ben de gülemedim yalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Sen ağladın canım
Ben ise yandım
Dünyayı gönlünce mutlu mu sandın
Boş yere ağladım boşuna yandım
Ben de gülemedim yalan dünyada

Ah yalan dünya yalan dünya
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Ne yemek ne içmek
Ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünya yalan dünya
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Yöre : Kırşehir
Kaynak Kişi : Neşet Ertaş
Derleyen : Neşet Ertaş

Selda Bağcan : Ah Yalan Dünya

27 Kasım 2016 Pazar

Selda Bağcan : Bu Hayat Böyle mi Olur


Bu hayat böyle mi olur? 
Düşen hep yerde mi kalır? 
Gün olur belin doğrulur, 
Kim n'olacak belli mi olur oy. 

Hayat denen sonsuzluğun, 
Karşısında bir çocuğuz. 
Düşe kalka büyürken, 
Kalkamayız bir çoğumuz. 

Bu hayat böyle mi olur? 
Düşen hep yerde mi kalır?
Gün olur belin doğrulur, 
Kim n'olacak belli mi olur oy. 

Ama bitmez yolculuklar, 
Belki biraz canın yanar. 
Düştüğün yerde doğrulup, 
Başlar yine ilk adımlar. 

Bu hayat böyle mi olur? 
Düşen hep yerde mi kalır? 
Gün olur belin doğrulur, 
Kim no'lacak belli mi olur oy.

26 Kasım 2016 Cumartesi

Selda Bağcan : Sana Geldim Can Hüseyin


Kerbela’yı adım adım yürüdüm
Yürüdüm... Yürüdüm...
Dost yürüdüm
Sana geldim can Hüseyin
Merhaba...Merhaba...Merhaba...
Dost Merhaba

Su içmedim yudum yudum 
Kurudum... Kurudum..Kurudum...
Dost kurudum
Sana geldim can Hüseyin 
Merhaba... Merhaba... Merhaba...
Dost Merhaba

Ben düşmüşüm şu alemin 
Derdine..Derdine...Derdine...
Dost derdine
Canım kurban erenlerin 
Yoluna...Yoluna...Yoluna
Dost yoluna
Gözlerimden su getirdin 
Gönlüne .. Gönlüne.. Gönlüne 
Dost gönlüne
Sana geldim can Hüseyin 
Merhaba..Merhaba...Merhaba..
Dost merhaba

Ferman baba yalvarıyor
Allah'a... Allah'a ...Allah'a
Dost, Allah'a
Giden canlar geri gelmez
Bir daha..Bir daha..Bir daha..
Dost Bir daha 
Ben bilirim suçum yoktur
Vallaha..Vallaha..Vallaha..
Dost Vallaha
Sana geldim can Hüseyin 
Merhaba..Merhaba...Merhaba..
Dost Merhaba

23 Kasım 2016 Çarşamba

Selda Bağcan : Dünya'nın Bütün Çiçeklerini Getirin Bana


ÜÇÜ DE EĞİTİM ORDUMUZUN NEFERLERİ OLAN CANIM KIZLARIM VE CANIM OĞLUMA;
ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN CANIM YAVRULARIM...
Şefik Öğretmeni bütün öğrencilerinize anlatın, öğretin canım kızlarım ve canım oğlum...
Ceyhun Atuf Kansu'nun "Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirine konu olan öğretmen Şefik Sınığ’ın öyküsü
Çivril, Denizli'nin şirin bir ilçesidir. Öğretmen Şefik Sınıg'ın mezarı, şehir mezarlığında bir tepenin üzerindedir. Nüfus kayıtlarına göre, asıl adı ve soyadı Şefık Eren Şı­nıg' dır. Ancak, "Şınığ" yeri­ne, "Sınıg" soyadını kullan­mıştır.
Şefık Sınığ, 1925 yılında Konya-Seydişehir' de dünyaya geldi. Babasının adı Hulusi, annesinin adı Nazife'dir. Kü­çük yaşta annesini ve babasını kaybeden küçük Şefık, hem yetim. hem de öksüz kalır. Kimsesiz kalınca; o yıllarda Denizli'nin Çivril ilçesinde PTT müdürü olan eniştesinin yanına gelir. Burada, ilçenin tek ilkokulu olan 30 Ağustos İlkokulu'nda öğrenime başlar.
Çivrilli Osman Gürkan, Is­parta-Gönen Köy Enstitü­sü'nde tarım ögretmenidir. Çevresinde; zeki, çalışkan, yardıma muhtaç çocukları teş­vik ederek, çoğunlukla, okula kendisi götürerek, o çocukla­nn öğrenim görmelerini sağ­lar. Şefık de, bu çocuklardan biridir.
Öğretmen Osman Gürkan, Şefik'i Isparta-Gönen Köy Enstitüsü'ne götürür, Orada, parasız yatılı okumasını sağ­lar. Ona bir baba şefkati göste­rir. Ona sahip çıkar.
Şefik Sınığ, Gönen Köy Enstitüsü'nü bitirdikten sonra, Afyon-Dinar ilçesi, Sütlaç Kö­yü İlkokulu'na öğretmen ola­rak atanır. Burada ilk görevine başlar1949 yılı ekim ayında bir gün, görev yaptığı Sütlaç Kö­yü'ne yakın Bostancı Köyü'ne futbol oynamaya giderler. O köy­de Çivril'den ve Gönen Köy Enstitüsü'nden sınıf arkadaşı olan öğretmen Mehmet Ayde­niz görev yapmaktadır Orada, maç esnasında fut­bol topu patlar. Şefik öğret­men ve arkadaşları, topu tamir etmek için okula girerler. Şe­fik öğretmen, topu tamir eder­ken okulun ara duvarı üzerleri­ne çöker. Yalnızca o ağır yara­lanır.
O yıllarda, ulaşım şartlan hayli zor olduğundan Çivril e güç şartlarda" getirilir.
Doktor Şerif Gürsel, ağır yara­lı olan Şefik öğretmeni mu­ayene ediyor ve omuriliğinin hayli ezilmiş olduğunu görü­yor. Çaresiz bir şekilde, Çiv­ril'den Sütlaç'a geri götürülü­yor ve orada okul odasında yatağına yatırılıyor. Hasta ya­tağının başında, öğretmen ar­kadaşı Mehmet Aydeniz. köy­lülerden bir kaç kişi bekliyor Ancak, durum umutsuz­dur. Dünyanın bütün çiçeklerini, köy çocuklarını, öğretmen­lik mesleğini çok seven ide­alist öğretmen ölmek üzeredir.Sürekli öğrencilerini sayıklar Bu sayıklaması gün boyunca sürer. Hep, öğrencilerini, kaderleri kendisine benze­yen o köy çocuklarını sayıklar. Dünyanın bütün çiçek­lerini yanına ister. Son sözleri şu olur:
BANA ÇİÇEK GETİRİN, DÜNYANIN BÜ­TÜN ÇİÇEKLERİNİ BURAYA GETİRİN
Daha sonra, yaşama gözlerini kapar. Zorluklarla geçen yaşamı acı bir olayla son bulmuştur. Artık, o çok sevdiği köy çocuklarından, okulundan ayrıdır...
Bu acı olay, 1949 yılında ekim ayının bir perşem­be günü meydana gelmiştir. Çivril'de de duyulan bu acı olay üzerine, bir grup öğretmen arkadaş, bir kamyonla Şefik öğretmenin ce­nazesini Çivril'e getirmek üzere Sütlaç'a gider. Giden öğretmenler Süleyman Çavdaroğlu, Hasan Başkaya, Ali Dönmez, Rüştü Özen ve Mehmet Reşit Akay'dır. Yanlarında, beraber gittikleri öğretmenlerden birisinin Çivril' de misafiri olan bir üniversite öğrencisi de var­dır. O da çok üzülmüş ve duygulanmıştır.
Şefik öğretmen, arkadaşlarınca Çivril' e getirilir ve şehir mezarlığında toprağa verilir. Mezarının başına adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri yazılı bir mezar taşı dikilir.
Çivril'den öğretmenlerle beraber Sütlaç'a giden üniversite öğrencisi bu acı olayı Ceyhun Atuf Kan­su'ya, 1949 yılında anlatır. Şefik öğretmenin o duygu yüklü son sözlerini aktarır. Bu acı olayı ve son sözleri duyan Ceyhun Atuf Kansu çok duygulanır. Şefik öğ­retmenin anısını, idealistliğini ölümsüzleştirmek için "Dünyanın Bütün Çiçekleri" adlı o duygulu, anlamlı şiirini kaleme alır.
Bu şiir, ünlü şair tarafından 1950 yılında kaleme alınmış­tır, öğretmen Şefik Sınığ, yıllar boyu yaşasın diye... Gerçekten de, "Dünyanın Bütün Çiçekleri" şiiri, yıllar boyu bir türkü gibi söylenip durdu. Daha çağlar boyu söy­lenip duracak. Anadolu'nun her köşesinde bir fısıltı gibi, Şefik öğretmen, dünyanın bü­tün çiçeklerini, köy çocukları­nı çağıracak. Kaderleri ona benzeyen, yalnızlıkta açan, kimsenin bilmediği o köy ço­cuklarını... Onlara son bir ders vermek için... Son şarkısını söylemek için...
Öğretmen Şefik Sınığ, bu şiirle ölümsüzleşmiştir. Şefik öğretmenin mezarının Çivril'de olduğunu pek fazla kişi bilmiyor. Onu tanıyan, bu gün hayatta olan emekli öğretmen arkadaşları mezarın yerini bil­mektedirler ve anısını ilk günkü canlılığı ile içlerinde yaşatmaktadırlar. Bu gün, hayatta olan, kendisini tanıyan arkadaşla­rı Osman Gürkan'ın oğlu emekli kütüphane öğretme­ni Turan Gürkan, emekli öğretmenler Rüştü Özen, Mehmet Reşit Akay ve Süleyman Erdem'dir. Emekli öğretmen Süleyman Erdem, Şefik öğret­menin mezarının Çivril' de olduğu ,konusunu yeniden gündeme getirir. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne, "Mezarın yeniden düzenlenmesi" önerisini götürür. Öneri kabul görür ve yapılan düzenleme 24 Kasını Öğretmenler Günü'ne yetiştirilir. Mezartaşına şiirin ilk ve son kıtaları yazdırılır. 24 Kasım' da mezarının ba­şında kısa bir tören yapılır. Emekli öğretmen Rüştü Özen, Ceyhun Atuf Kan­su'nun oğlu Işık Kansu'ya olayı haber verir. Çivril'e davet eder. Ünlü şairin oğlu Işık Kansu, yıllardan beri peşinde olduğu, araştırdığı olayın birden bire aydınlandığını duyunca, oldukça heyecanlanır. Hemen Çivril'e gelir ve Şefık Sınığ'ın mezarını ziyaret eder. Onu tanıyan emekli öğretmen arkadaşları ve diğer kişilerle tanışır, konuşur. Daha sonra, Rüştü Özen ile birlikte Dinar'ın köy­leri olan Sütlaç ve Bostancı Köyleri'ne gider. Amacı; o günlerin tanığı yaşlı kişileri bulup konuşmaktır.
Amacına ulaşır. O acı olayın can­lı tanıklarını bulup konuşur. Ora­dan buruk bir acı ile Çivril'e geri döner.Yıllardır arayışının mutlu so­na ulaşmasında katkısı olan Çiv­rilliler' e teşekkür ederek, Anka­ra'nın yolunu tutar. Ankara yolla­rında babası Ceyhun Atuf Kan­su'nun "Dünyanın Bütün Çiçek­leri" şiirini daha bir anlamlı mırıl­danır. Bizler, Şefık öğretmenin me­zarının Çivril'de bulunmasını bir onur sayıyoruz.
Çivril' de Şefik öğretmenin mezarının bulunduğu şehir me­zarlığı, yüksekçe bir tepededir. Bu tepe, özellikle ilkbahar ayla­rında renk renk çiçeklerle beze­nir. Burada her türlü çiçek boy verir.
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün
çiçeklerini buraya getirin!"
Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Ceyhun Atuf KANSU