9 Eylül 2020 Çarşamba

#9EylülİleİlgiliGüzelBirAnektod

 

9 Eylül'le ilgili okuduğum en etkileyici olaylardan biri, İzmir'de yaşanan bu olaydır ve gerçektir. Basına da yansımıştır. Kaçırmayın...
*
Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk geceyi yaşıyordu. Zengin bir sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz konsolosuyla konuşuyordu. Biz gelince, ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu. Paşa, valiye sordu:
-Konu nedir?
Vali anlattı:
-Sayın konsolos, İngiliz tebası vatandaşlarla Rum ve Ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim.
Mustafa Kemâl Paşa, konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu. Buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı:
-Ee, peki daha ne istiyormuş?
Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi:
-Tebamız için Hükümetinizden yazılı teminat istiyorum.
Mustafa Kemâl Paşa:
-Ne yani, Yunanlılar zamanında siz, tebanızı daha mı emniyette görüyordunuz?
Konsolos kasılarak:
-Evet, dedi. Yunanlılar buradayken tebamızı daha emniyette görüyorduk.
-O halde buyurun tebanız ile birlikte Yunanistan’a gidin efendim.
Konsolos:
-Yani majestelerinin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?
Mustafa Kemâl Paşa:
-Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Millet Meclisi'nin başkanı ve Türk orduları başkumandanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz? Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmelerini yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya!
Konsolos, Mustafa Kemâl Paşa’nın son sözü üzerine sapsarı kesildi ve tek kelime söylemeden kapıdan çıktı, gitti.
Mustafa Kemâl Paşa, adamın arkasından Vali’ye döndü:
-Bunlara yüz vermeyin Vali bey! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi. Küstahlık derecesine bakın, Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak! Savaş halinde değiliz sanki. Bana savaş mı açıyorsunuz, diye soruyor!
Birkaç saat sonra, İngiliz donanma kumandanı hükümet konağının kapısından girerek, Mustafa Kemâl Paşa’nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.
-Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa ile görüşmek istiyorum.
Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.
Amiral:
-Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki başarınızın rastlantıya borçlu olmadığınızı kanıtladınız. Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum, diyerek övgüler yağdırmaya başladı.
Paşa, bıkkın bir sesle:
"Bunları geçin amiral. Çok işimiz var. Asıl konuya gelin..." dedi.
Amiral bu tavır karşısında bocalıyarak konuya girdi:
-İzmir’de tebamız ve sizin azınlıklarınız. Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir. Güvende midirler?
Paşa :
-Hiç kuşkunuz olmasın amiral, tebanız ve azınlıklar Hükümetimizin koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler.
-Peki suç işleyenler?
Paşa:
-Suç işleyenler sayın amiral, muhtemelen ülkenizde olduğu gibi adaletin huzuruna çıkarılır. Suçlu olanlar cezalarını çeker.
-Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar, şımarıklık yapmış ola-bilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığıyla yüz yüzedir. Ermenileri biliyorsunuz büyük bir toplumu göçe zorlandı ve önemli bölümü hayatlarını kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler halkın husumetine bırakılırsa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır.
Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemâl Paşa “dünyanın koparacağı gürültü” ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:
-Üstünlük pozunuzu derhal bir yana koyunuz. Tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerin kıyamet koparıp koparmayacağını düşünmem bile. Bunlar memleketin dahili işleri ve de sizin bu işlere karışmanıza müsaade etmem. Majestelerinin devleti bizim azınlıklarımızla uğraşmaktan vazgeçsin. Kim ki bize saygı beslemez, bizden de saygı beklemeye hakkı olmaz.
Amiralin yüzü bembeyaz oldu.
-İngiliz Hükümetinin tebasını her yerde koruma hakkı devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz.
Paşa:
-Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını donanmanıza kapatıyorum. İsterseniz tebanızı gemilerinize doldurabilirsiniz. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum.
Sert sözler karşısında amiral ne yapacağını şaşırdı:
-İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?
Paşa:
Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık. Karşımda serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz. Fakat, nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade etmem. Şu anda hukuken barış antlaşması yapmamış iki devletiz. Savaş hukuku halen yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size tekrar ve son defa ihtar ediyorum.
Bir balmumu heykeline döndü amiral. Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemâl Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek:
“Affedersiniz” dedi. Yerlere kadar eğilerek geri geri gidip dışarı çıktı.
İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar. Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler.
Salih Bozok
*
Not: Gazi Paşa'nın konsolosu kovması ve amirale bu davranışı o hafta basında yer edinmiş, "Küstah Kemal" diye başlıklar atılmıştı. (Ertürk Özel)

1 Eylül 2020 Salı

#BarışGüverciniUçsunDünyada

 

Aşık Nesimi Çimen : Barış Güvecini Uçsun Dünyada

#BarışGüverciniUçsunDünyada

*

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Barış güvercini uçsun Dünya'da

Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün

Barış güvercini uçsun Dünya'da

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

*

Dünya cennet olsun yaşasın insan

Gelin barışalım dökülmesin kan

Son bulsun savaşlar kesilsin figan

Barış güvercini uçsun Dünya'da

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

*

İnsancıl insanlar barıştan yana

Ancak zalim olan kıyar insana

Barış aşkı yayılmalı cihana

Barış güvercini uçsun Dünya'da

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

*

Nesimi der ki ey füze yapanlar

Acımasız zalim cana kıyanlar

Bırak ey yaşasın bütün insanlar

Barış güvercini uçsun Dünya'da

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

*

#NesimiÇimen

*


#1EylülDünyaBarışGünü

 


"Yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek barışın õnemini hepimize öğreten
Ulu Önderimiz Ebedi Baş Komutanımız
#MustafaKemalAtatürk'e Bin Selam Olsun!..
1 Eylül Dünya Barış günü kutlu olsun!..

22 Ağustos 2020 Cumartesi

#Anadolu

 

Ahmed Arif : Anadolu

#Anadolu

*

Beşikler vermişim Nuh`a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana`n dünkü çocuk sayılır,

Anadolu`yum ben,

Tanıyor musun ?

*

Utanırım,

Utanırım fıkaralıktan,

Ele, güne karşı çıplak...

Üşür fidelerim,

Harmanım kesat.

Kardeşliğin, çalışmanın,

Beraberliğin,

Atom güllerinin katmer açtığı,

Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,

Kalmışım bir başıma,

Bir başıma ve uzak.

Biliyor musun ?

*

Binlerce yıl sağılmışım,

Korkunç atlılarıyla parçalamışlar

Nazlı, seher-sabah uykularımı

Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,

Haraç salmışlar üstüme.

Ne İskender takmışım,

Ne şah ne sultan

Göçüp gitmişler, gölgesiz !

Selam etmişim dostuma

Ve dayatmışım...

Görüyor musun ?

*

Nasıl severim bir bilsen.

Köroğlu`yu,

Karayılan`ı,

Meçhul Asker`i...

Sonra Pir Sultan`ı ve Bedrettin`i.

Sonra kalem yazmaz,

Bir nice sevda...

Bir bilsen,

Onlar beni nasıl severdi.

Bir bilsen, Urfa`da kurşun atanı

Minareden, barikattan,

Selvi dalından,

Ölüme nasıl gülerdi.

Bilmeni mutlak isterim,

Duyuyor musun ?

*

Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip...

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatcının, fesatcının, hayinin...

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, duş ile

Dayan rüsva etme beni.

*

Gör, nasıl yaratılırım.

Namuslu,  genç ellerinle.

Kızlarım,

Oğullarım var gelecekte,

Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.

Kaç bin yıllık hasretimin koncası,

Gözlerinden,

Gözlerinden öperim,

Bir umudum sende,

Anlıyor musun ?

*

#AhmedArif

*

21 Ağustos 2020 Cuma

#Yaz

 

#Yaz

*

"Kavgayı ağacın yaprağına yaz,

Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.

Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,

Yağmur yağsın, bulut yok olsun diye.

Nefreti, karların üstüne yaz,

Güneş açsın, karlar erisin diye.

Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,

Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye."

"Kavgayı ağacın yaprağına yaz,

Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.

"Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,

Yağmur yağsın, bulut yok olsun diye."

"Nefreti, karların üstüne yaz,

Güneş açsın, karlar erisin diye."

"Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,

Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye." 

19 Ağustos 2020 Çarşamba

#GüneşiİçenlerinTürküsü

 

#NazımHikmetRan

#GüneşiİçenlerinTürküsü

*

Güneşi İçenlerin Türküsü...

*

Bu bir türkü:- 

toprak çanaklarda 

güneşi içenlerin türküsü! 

Bu bir örgü:- 

alev bir saç örgüsü! 

                         kıvranıyor; 

kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor 

                                      esmer alınlarında 

                          bakır ayakları çıplak kahramanların! 

Ben de gördüm o kahramanları, 

ben de sardım o örgüyü, 

ben de onlarla 

                     güneşe giden 

                                        köprüden 

                                               geçtim! 

Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. 

Ben de söyledim o türküyü! 

Yüreğimiz topraktan aldı hızını; 

altın yeleli aslanların ağzını 

                                        yırtarak 

                                              gerindik! 

Sıçradık; 

            şimşekli rüzgâra bindik!. 

Kayalardan 

            kayalarla kopan kartallar 

çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. 

Alev bilekli süvariler kamçılıyor 

                             şaha kalkan atlarını! 

 *

                    Akın var 

                                güneşe akın! 

                        Güneşi zaptedeceğiz 

                                güneşin zaptı yakın! 

  *

Düşmesin bizimle yola: 

evinde ağlayanların 

                            göz yaşlarını 

                                        boynunda ağır bir 

                                                                zincir 

                                                                    gibi taşıyanlar! 

Bıraksın peşimizi 

            kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! 

İşte: 

        şu güneşten 

                        düşen 

                               ateşte 

                                    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! 

Sen de çıkar 

göğsünün kafesinden yüreğini; 

şu güneşten 

                düşen 

                        ateşe fırlat; 

yüreğini yüreklerimizin yanına at! 

  *

                          Akın var 

                                  güneşe akın! 

                          Güneşi zaaptedeceğiz 

                                  güneşin zaptı yakın! 

  *

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! 

Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, 

toprak kokuyor bakır sakallarımız! 

Neş'emiz sıcak! 

                kan kadar sıcak, 

delikanlıların rüyalarında yanan 

                                                o «an» 

                                                    kadar sıcak! 

Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, 

ölülerimizin başlarına basarak 

                                            yükseliyoruz 

                                                        güneşe doğru! 

Ölenler 

        döğüşerek öldüler; 

                              güneşe gömüldüler. 

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! 

  *

                          Akın var 

                                      güneşe akın! 

                          Güneşi zaaaptedeceğiz 

                                      güneşin zaptı yakın! 

  *

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! 

Kalın tuğla bacalar 

                    kıvranarak 

                                ötüyor! 

Haykırdı en önde giden, 

                            emreden! 

Bu ses! 

        Bu sesin kuvveti, 

                             bu kuvvet 

yaralı aç kurtların gözlerine perde 

                                                     vuran, 

onları oldukları yerde 

                                durduran 

                                      kuvvet! 

Emret ki ölelim 

                   emret! 

Güneşi içiyoruz sesinde! 

Coşuyoruz, 

           coşuyor!.. 

Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde 

mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! 

  *

        Akın var 

             güneşe akın! 

                 Güneşi zaaaaptedeceğiz 

                    Güneşin zaptı yakın! 

  *

Toprak bakır 

            gök bakır. 

Haykır güneşi içenlerin türküsünü, 

Hay-kır 

        Haykıralım! 

*

1924

Nazım Hikmet Ran


16 Ağustos 2020 Pazar

#KırmızıGülDemetDemet


Aysun Gültekin : Kırmızı Gül Demet Demet 


 #KırmızıGülDemetDemet

*

Kırmızı gül demet demet

Sevda değil bir alamet

Gitti gelmez o muhannet

Şol revanda balam kaldı

*

Kırmızı gül her dem olsa

Yaralara merhem olsa

Ol tabipten derman gelse

Şol revanda balam kaldı

*

Kırmızı gülün hazanı

Ağaçlar döker gazeli

Kara yağızın güzeli

Şol revanda balam kaldı

*

Muharrem Akkuş

*

***

*

"Kırmızı Gül Demet Demet Türküsü'nün Hikayesi"

*

Revan, bugünkü adıyla Erivan, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük ihtimalle 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz, Revan Osmanlı’nın önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş.

*

Yıl 1635. Dördüncü Murat 250 bin kişilik bir orduyla Revan seferini düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, Revan yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler...

*

Mehmet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu! Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, Revan 'da satıyor Mehmet... Bir de alışkanlığı var Mehmet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına…

*

Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi, saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Mehmet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Mehmet üstüne... Mehmet’in anası her defasında kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.

*

Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor. Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler.

*

Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler…

*

Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Mehmet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Mehmet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Mehmet'in!. Bir tek Mehmet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan'da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi...

*

Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Mehmet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''. Sen sen ol da gel cevapla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Mehmet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''.

*

Gel de söyle bunu. Söyleyebilirsen!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp, Rabbinden medet dilemez mi?. Kırmızı gülün merhem olmasını istemez mi?. Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Anadır, alıyor veriyor, veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ''Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı''... diye diye haykırdığını söylediler.

*