23 Aralık 2023 Cumartesi

#Kubilay

#KubilayOlayı 
Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı...
23 Aralık 1930
"Kubilay Olayı", Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir. Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. 
Kubilay "devrim şehidi" olarak simgeleşti. 
Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında. 
Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Olaylara müdahele etmek isteyen iki bekçi de katledildi. Genç Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı, "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" olarak tarihe geçti. 
Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. Kubilay "devrim şehidi" olarak simgeleşti. 
MENEMEN OLAYI
Derviş Mehmet isminde bir yobaz ve altı silahlı arkadaşı 23 Aralık 1930 günü Menemen'e gelmişler ve camiye girerek üzerinde dini ibareler yazılı bir bayrakla, camide bulunanları ve merakla cami önüne toplananları, kendileriyle birlik olmaya davet etmişlerdir. Derviş Mehmet halka hitap ederek; "Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi, Sancak-ı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim" diye bağırmıştır. 
Gösteriler ve tekbirlerle dini ibareler bulunan bayrağı Hükümet Konağı önündeki meydana dikmişlerdir. Toplanan halkı dağıtıp bu yobazları yakalamaya, mesleği öğretmenlik olan Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in askeri müfrezesi görevlendirilmiştir. Kubilay Bey, şakilere nasihatta bulunarak; yaptıklarının hatalı, sakıncalı ve kötü bir şey olduğunu belirterek vazgeçmelerini ve dağılmalarını söylemiştir. Şakiler buna mavzer kurşunu ile cevap vermişlerdir. Kubilay Bey kendisini korumak için tabancasını çekmiş ise de, bir kurşunla yaralanarak yere düşmüş ve gözleri dönmüş canilerden biri, yaralı Kubilay Bey'in üstüne atılarak boğazından kesip başını gövdesinden ayırmıştır. Bu arada iki mahalle bekçisini de şehit etmişlerdir.
Olay yerine yetişen askeri birlik ve jandarmalar şakilerin teslim olmalarını istemiştir. Bu isteği reddeden yobazlar ateşle karşılık vermişlerdir. Çatışma sonucu Derviş Mehmet ve iki arkadaşı vurularak, ikisi de yaralı ele geçirilmiştir. Diğer ikisi de iki gün sonra yakalanmıştır. Araştırma sonucu; olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı, organize bir şebekenin düzenlediği, Cumhuriyet'i yıkmak amacını güden irticai ve siyasi bir hareket olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Hükümet, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir illerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmiştir. Yakalananlar muhakemeleri sonunda ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Atatürk'ün orduya mesajı...
28 Aralık 1930
23 Aralık 1930 Salı günü meydana gelen olay üzerine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı.  İçişleri Bakanı Şükrü Bey (Kaya) ile Ordu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay), 27 Aralık’ta, İstanbul’a giderek Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e olay hakkında bilgi verdiler.  Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı. Atatürk mesajında," Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır" dedi. 
Atatürk, "Mürtecilerin (gericilerin) gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise" olduğunu belirtti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da aynı tarihte yayımladığı bir tamim ile Atatürk'ün mesajını orduya tebliğ etti.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, orduya mesajı şöyle: 
28 Aralık 1930 
Gazinin Orduya Taziyetnamesi
Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kublay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kublay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. 
Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını  tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki  ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur. 
Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci  muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. 
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal 
Büyük Erkânı Harbiye Reisi Müşir Fevzi Paşa Hazretleri, şu tamimle mektubu orduya tebliğ etmiştir: 
(Ayın Tarihi, cilt 20) 
"Zabit Vekili Kublay Beyin feci bir surette vuku bulan şehadeti münasebetile Reisicumhur Hazretlerinin ordumuza taziyetnameleri sureti aynen yukarıya dercedilmiştir. Bütün kıtaat ve müessesatta umum zabit ve neferler muvacehesinde merasimi mahsusa ile okunmasını tamimen tebliğ ederim. 
Yüksek ordumuz hakkında her vakit ızhar buyurulan ve bu defa da pek âli bir surette tecelli eden bu muhabbet ve hlssiyatı âliyeye karşı ordumuzun lâyezal rabıta ve şükranları Reisicumhur Hazretlerine bizzat arzolunmuştur. Bu kahraman arkadaşımızın şehadetinden dolayı teessürlerimi ifade ederken, bu aziz şehidin ruhunu tebcilen zati taziyetlerimin de bütün ordu arkadaşlarıma iblâğını ayrıca rica ederim." 
Başbakan İsmet Paşa'nın (İnönü) konuşması...
1 Ocak 1931
Başbakan İsmet Paşa soru önergesini cevaplandırırken, "Bu hareketler Devlet ve Cumhuriyet aleyhine men tecavüz ve kast mahiyetindedir" dedi. 
Önerge sahibi Mazhar Müfit Bey de, "Kubilay gibi içinde binlerce kişi bulunan ve daima o kara yılanın gırtlağına sarılacak ve daima ezecek ve zehrini saçamıyacak bir hale sokacak bir gençlik vardır" diye konuştu. 
Başbakan, konuşmasında şunları kaydetti: 
"Siyasette aranılan şey bir takım adamların ve bilhassa politikacıların dini ahar fertlerin hürriyeti aleyhine ve Devletin kanunları aleyhine bir vasıtai taarruz olarak kullanmamalarıdır. Memnu olan şey budur. Hâdisede görüyoruz ki cehaletleri -bir kısmın cehaleti - olabilir. Bir kısmının bilerek tasmimlerile ve cümlesi din elden gidiyor behanesile bu adamlar müteariz bir istikamete sevkolunuyorlar. Bu hareketler Devlet ve Cumhuriyet aleyhine men tecavüz ve kast mahiyetindedir." 
"Dinle dünya işlerinin ayrılması meselesinin ruhu buradadır. Lâyik idarede herkes itikat ve vicdaniyetinde her türlü maniadan ve memnuiyetten âzadedir." 
Başbakan İsmet Paşa'nın konuşmasından sonra, önerge sahibi olarak Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Bey söz aldı. Mazhar Müfit Bey, şöyle konuştu: 
"Muhterem şehit Kubilay’ın ruhu müsterih olsun, onun ideali, onun mefküresı olan Cumhuriyet ve inkılâbını kimse tevakkuf ettiremez. O daima yürüyecektir ve daima yürüyecektir. Çünkü efendiler, Kubilay gibi içinde binlerce kişi bulunan ve daima o kara yılanın gırtlağına sarılacak ve daima ezecek ve zehrini saçamıyacak bir hale sokacak bir gençlik vardır. 
Bütün vatandaşlar müsterih olsun ki Cumhuriyet rejimi ve inkılâp, bu, tevkif edilemez, yürüyecektir, efendiler " 
Başbakan İsmet Paşa'nın (İnönü), Denizli Milletvekili Mazhar Müfit (Kansu) ve 43 arkadaşının verdiği soru önergesi dolayısıyla yaptığı konuşma şöyle: 
(1 Ocak 1931) 
BAŞVEKİL İSMET PAŞA (Malatya) - Kânunuevvelin 23 üncü günü Menemen’de hadise vukua geliyor. Bu hadise hakkında aldığımız ilk raporlar; dökülen kanlar için bize şiddetli bir teessür ve vak’anın mahiyeti itibarile üç dört betbahtın devlet kanunlarına karşı çılgınca hareketi ve derhal cezalarını görmeleri fikri uyandırdı. Müteakip raporlar Kubilay Beyin yaralandıktan ve dermansız düşdükten sonra şerirler tarafından tecavüze uğradığını -eleminizi tahrik etmiyeyim, tafsilâtını hepimizin bildiği tarzda- vahşiyane muamele gördüğünü bildirdi. Ayni zamanda nazarı dikkatimizi celbetmiş olan şey, hadisede hazır bulunan halkın ilk raporlara göre kayıtsız ve hissiz bir halde seyirci kalmasıdır. Bu kadar malûmat bile eşkıyanın dolgunluğunu, husumetlerindeki vahşetin havsalanın almıyacağı derecede köklü olduğunu sonra etrafta bulunan kalabalığın, seyircilerin anlaşılmaz bir haleti ruhiye içinde şaşkın - lehlerine tefsir etmek için - şaşkın bir halde bulunduklarını bize telkin ediyordu. Fakat meselenin bu kadarı da ehemmiyetle nazarı dikkatimizi celbetmek için kâfi idi. Bundan sonra aldığımız rapor, hadise hakkında bildiğimiz tafsilâttan bir kısmını verir ki seyredenlerden bir kısmının tasvipkâr bir haleti ruhiye gösterdiklerini ilâve ediyordu. O zaman bir kaç noktai nazardan hadise bütün intibahımızı açmış, bütün nazarlarımızı kendi üzerine celbetmiş bir hale geldi. Kanuna karşı hareket karşısında son kuvvet olmak üzere celbolunan bir asker müfrezesinin başında bulunan 21 - 22 yaşında bir çocuk, hiç vazifesi olmadığı halde, bilâkis kendisini celbeden ihtiyaç ve kendisinin esas san’atı derhal silâhını kullanmağı emrettiği halde onun asaleti, toplnmış olan vatandaşları kan dökmeden nasihatla, ihtarla yola getirmek gayretine sevketmiştir. Bu asaletin 21 - 22 yaşında bir gence karşı hazırladığı muamele hiç bir suretle kabul tefsir ve tevil görünmüyordu. 
Hepimiz ailelerimizde yetişdirdiğimlz çocuklardan bir kurban vermiş olduk. Hepimiz bu kurbanda vatan için büyük ümitlerle yetiştirilen genç ve kahraman zabitlerden vatandaş elile feda edilmiş bir şehit (vaziyeti) gördük. Bir taraftan teessür ve teellüm, zaptolunmaz bir halde iken, diğer taraftarı da Devlet memuru ve Büyük Millet Meclisi karşısında mes’ul adamlar sıfatile, hadisenin mahiyet ve hakikatını tetkik etmek mecburiyetinde bulunduk. 
Bir muhit ne kadar zehirlenmiş olmak lâzımdır ki insanlar temiz tefekkür ve muhakeme kabiliyetinden bu kadar aşağı dereceye düşsünler. Hikâyesine tahammül edemediğimiz manzaraların filen vukuunu bu kadar soğuk kanlılıkla seyredebilsinler. 
Sonra Devletin müsellâh kuvvetleri hadiseye çağırılmışken, bu kuvvetlerin ellerindeki silâhın hiç şüphe götürmez kudretlerine, muhakkak işletilmesine karşı bu kadar meydan okur bir haleti ruhiye gösterebilsinler! 
Müddei umumî derhal işe vaziyet etti. İlk temaslardan az zaman zarfında, hakikaten adliyenin gayret ve dirayetile, bir çok hakikatlar meydana çıktı. İlk çıkan hakikatlar hadiseyi ika eden çetenin on gündenberi böyle mehdilik fikrini etrafa yaydıklarını, husumet saçtıklarını, sonra uğradıkları bazı köylerde silâhlandıklarını, müzaheret gördüklerini ve Menemen Şehrini daha evvel keşfederek tertiple girdiklerini gösterdi. Kezalik tahkikat, bu hadisenin filen  ikama on gün evvel başlanmış olduğunu ve fevran üç dört kişi tarafından deruhde edilmiş bir teşebbüs olmayıp daha evvel Manisa’da iki üç aydanberi bir takım içtimalar neticesinde kararlaştırılmış, büyük şehirler arasında gidişler, gelişlerle tanzim olunmuş, sonra bizzat Menemen Şehri içinden bu çetenin geleceğini bilen ve onlar gelince kendilerine müzaheret için bir takım esbap hazırladıklarını söyliyen adamlarla çerçevelenmiş bulunduğunu ifade etti. İlk tahkikat bu şekli verince o halde mesele şümullü bir tertibin harekete geçmesi suretinde telâkki olunmak tabii idi. Yine görüldü ki adli tahkikatla tesbit olunan bu tertibin hareket safhasında öne sürülen müddeası din davası idi. Yani yüzlerce senedenberi dini siyasete alet ittihaz eden bütün hareketlerin bir tekerrürü görülüyordu. Elbette bunu tertip edenlerin din perdesi arkasında takip ettikleri bir takım maksatları vardı. Bu maksatlardan bir kısmını belki bizzat hareket edenler, cinayet yapanlar ve bu uğurda canlarını verenler biliyordu, bir kısım maksadı belki onlar da bilmiyorlardı. Hadise hakkında bu gün bildiklerimiz sureti umumiyede bundan ibarettir. 
Hal için ve ati için alınacak tedbirleri tayin etmek üzere hadiseyi muhtelif cephelerden dikkatli olarak mütalea etmek zarureti vardır. Bir defa hale taallûk eden tedbirler için karar vermekte, Hükümet kendisini kat’i vazifeler karşısında gördü. 
Teşkilâtı esasiye; vatan ve Cumhuriyet aleyhinde fiili teşebbüs vukuunu müeyyit kat’i emareler görüldüğü vakit Hükümete bir ay müddetle idarei örfiye ilân edebilmek salâhiyetini veriyor. 
Biz ayni cürümlerden dolayı Adliyenin meseleyi takip ve intaç etmesinde bir tereddüde düşmedik. Bilakis Adliyenin ilk günlerde vaziyet edip te meselenin hakikatını meydana çıkarmak için gösterdiği kifayet ve dirayet hakikaten itminan verecek bir surettedir. Yüksek bir iktidar ile meseleyi nihayetine kadar Adliyenin takip etmesinde hiç bir mani yoktur. Meselenin hususiyeti şu noktadadır ki bir defa hadisenin bütün memlekette husule getirdiği elem ve teessür, sonra davayı süratle intaç etmek için görülen ihtiyaç usulde daha seri bir hattı hareketin ihtiyar edilmesini istilzam ediyordu. Ondan sonra askerî ve mülkî bir çok muhatapları olan meselenin bir mahkemede rüyet olunmasındaki hususiyet; davayı sür’atle intaç etmek için ayrıca bir âmil olarak nazarı dikkate alınmak lâzım idi. Sonra bilhassa, gizli tertipler ve uzun zamandanberi yapılan müzakereler neticesinde böyle bir hareket tezahur edince evvelemirde bu tertiplerin cereyan etmiş olduğu tahmin olunabilecek yerlerde gizli hareketleri faaliyetten derhal ıskat etmek lâzım geliyordu. Tertip Menemen’de bu suretle tezahur edip akamete uğrayınca diğer tarafların ne suretle işlediği, henüz tahkikatla meydana çıkmamıştır.
Binaenaleyh kat’i ve müstacel tedbir ile muhtemel tertibin heyeti mecmuasını derhal atalete irca etmek mecburiyeti vardır. Bu mülâhaza teşkilâtı esasiyenin verdiği salâhiyetin tatbiki ile üç kazada ldarei örfiye ilânını zarurî bir hale soktu. İdarei örfiyeyi Büyük Meclisin tasdikına arzettik. Bunun üzerine divanı harbi örfi (sefer) ahkâmını tatbik edeceği cihetle bittabi usullerde çok sür’at temin olunacaktır. Hadisenin müstacel tedbirlerini böylece arzettikten sonra şimdi meseleyi muhtelif cephelerinden mütalea etmeği vazife addediyorum. Meselenin dini siyasete alet ittihaz eden safhasına nazarı dikkatimizi tevcih etmeliyiz. Bu safha biraz evvel dediğim gibi yüzlerce seneden beri tekerrür eden safhaların aynidir. Cumhuriyetin bidayetten beri takip ettiği, Devlet işlerini din işlerinden ayırmak hattı hareketi, ihtimal ki bundan beş, sekiz sene evvel, din aleyhine bir hattı hareket gibi isnat ve ifsadata mahal verebilirdi. Çünkü bu isnadatı asılsız olduğunu gösterecek en mühim ve en mukni âmil, yani zaman, henüz geçmemişti. Evvelâ bu propagandayı yapıyorlardı. Fakat dünya işlerinden din işleri ayrıldıktan sonra seneler geçti ve vatandaşların itikadat ve vicdaniyetinde aharın her hangi bir müdahalesi, memnuiyeti ve tasarrufu olmadığı sabit oldu. 
Siyasette aranılan şey bir takım adamların ve bilhassa politikacıların dini ahar fertlerin hürriyeti aleyhine ve Devletin kanunları aleyhine bir vasıtai taarruz olarak kullanmamalarıdır. Memnu olan şey budur. Hâdisede görüyoruz ki cehaletleri -bir kısmın cehaleti - olabilir. Bir kısmının bilerek tasmimlerile ve cümlesi din elden gidiyor behanesile bu adamlar müteariz bir istikamete sevkolunuyorlar. Bu hareketler Devlet ve Cumhuriyet aleyhine men tecavüz ve kast mahiyetindedir.
Dinle dünya işlerinin ayrılması meselesinin ruhu buradadır. Lâyik idarede herkes itikat ve vicdaniyetinde her türlü maniadan ve memnuiyetten âzadedir. Ancak vatandaşlar bunu siyaset vasıtası ittihaz ederek aharı icbar için veya Devletin idaresinde müessir olmak için kullanamazlar. İtikat ve vicdaniyatta bu izahatı verirken ilâve etmeliyim ki kanunen memnu olan hareketlerin ihtiyarı ve memnu teşekküllerin faaliyeti kanuna karşı tecavüz ve cürümdür. Meselâ tekkelerin seddi kanunen tekarrür etmiş bir vaziyettir. 
Bunların gizli olarak çalışması ve vatandaşları bir takım istikametlere sevketmeleri kendilerinin mesuliyetlerini muciptir. 
Senelerdenberi bu hakikatler kemalile, fi’lî ve amelî olarak anlaşıldıktan sonra, Menemen gibi memleketin gerek umran ve bilhassa irfan itibarile ileri olan bir mıntakasında bu teşekküller nasıl işleyebiliyor? İnsana hüzün veren şey budur. Sonra teşekküller mücadeleye sevkettikleri adamları ne derece vahşet ika edebilecek düşük ve aşağı bir seviyeye ilka edebiliyorlar, maksatları neden bu kadar mel’unanedir! Buraları insana intibah ile mülâhaza telkin eden noktalardır. Bir çok defa Büyük Mecliste ve efkârı umumiye karşısında bu meseleler münakaşa olunmuştur. Sureti umumiyede bilinen şey budur ki bu memlekette cereyan eden hava devlet kuvvetleri örselenebilir, örselenmiştir gibi bir vaziyet ika ederse, müfsitler baş kaldırmak için bu havayı müsait buluyorlar. Onun için kanunlar devlet otoritesini, devlet kanunları ve kuvvetlerini her halü kârda masun ve muhterem tutmak için bir çok tedabir derpiş etmişlerdir. Menemen hadisesinde mücrim ve mürettiplerin, maksatları için bu derece cesurane hareket ikaına kendilerinde kuvvet hissetmeleri devlet kuvvetlerinde ve Hükümet işlemesinde bir nevi zaiflık görüldüğünün farzolunduğunu reddetmek müşküldür. Hakikaten böyle bir hava ve böyle bir manayi müfsitler ve fesat müstaitleri ahvalden çıkarmış olabilirler. 
Arkadaşlar; böyle mevzuları mütalea ve teşrih ederken, lehinde ve aleyhinde olan amillere temas etmek ne kadar nazik olduğunu bilirim. Fakat mevzuun ne kadar nezaketi olsa, yine ona temas etmeliyiz. Bilhassa mevkii iktidarda olanların gerek parti ve gerek Hükümet itibarile, icraatını tenkit etmek yolunda açılan cereyan, diğer bir takım adamlara artık Hükümetin yerinden kalkamıyacak kadar zaif olduğu kanaatini vermektedir. Fakat mevkii iktidarda olanlar Devlet kuvvetleri zaifliyor ve bir takım zararlar ve fesatlar çıkıyor diye tenkit olunmıyacaklar mı? Ne yaparlarsa, ne söylerlerse lâyuhtî mi sayılacaklar? Böyle bir zihniyet, böyle bir hattı hareket, şüphe yoktur ki, lâakal fesadın vereceği neticeleri ve zararları verecektir (Bravo sesleri). 
Şu halde mesele, memleketin içtimai bünyesinde, iki kutbun ortasını bulabilmektir. Öteden beri, hiç olmazsa otuz seneden beri, hallolunmıyan sır da budur. Memleketin tahammülü yoktur şekli altında her türlü tahdidatı ve setleri koymak için bir esbabı mucibe bulabiliriz. Fakat bu esbabı mucibe diğer taraftan lâyüsel bir vaziyeti en nihayet ihdas etmeğe müstaittir. Benim görüşüme göre mesele bir içtimaî mesele, bir çok nazariyatı olmakla beraber, hakikatı halde amelî bir meseledir.
Amelî tecrübe ve idman meselesi ve amelî terbiye meselesidir. Bizim çektiğimiz sıkıntı nedir? Muhalefet havasında, tenkidatta, muhalif neşriyatta memleketin ve Devlet otoritesinin çektiği sıkıntı, memleket alınganlığının suiistimal edilmesidir. Nasıl mevkii iktidar sahibi memleketin tahammülü yoktur vesilesini siper ittihaz ederek kendisini lâyuhtî mevkiinde göstermeğe istidatlı  ise fırsat ve imkanı bulunca tenkit etmek vaziyetini takınmış olan adam da bütün şahsiyetleri, Devletin bütün kanun ve kuvvetlerini ayak altına almak için hiç bir hudut tanımamaktadır (Doğru sesleri, bravo sesleri). Nazik olan nokta, şahıslara taallûk eden her hangi bir terbiye icabını gözden uzaklaştıran cesaret, basit tabirile namus ticareti, Devlete taallûk eden nokta ise mevkii  iktidarda bulunan bir adamı veya adamları çürütmek için gösterilen arzunun, Devletin bizzat kudretlerini ve bütün kanunların ehemmiyetsiz,  itibar hakkından mahrum bir seviyeye düşürmek için gösterilen fartı gayret haline gelmesidir. Bunun ortası nasıl bulunacak? Bunun ortası, bir defa, zamanla ve tecrübe ile bulunacak ve bu zaman ile tecrübe esnasında kanunları hakkile işletmekte bulunacak; yani bir vatandaş her hangi bir meseleyi tenkit ederken ve her hangi bir meselede Devleti muhatap tutarak o hususta fikirlerini söylerken hangi hududa kadar kendisi memlekete zararı olmıyan bir çerçeve içinde kalabilir, bunu kendisine bir taraftan tecavüz ettiği zaman kanunlar, diğer taraftan da hâdiseler gösterecektir. Temenni edelim ki bu dersleri mümkün olduğu süratle almış olalım ve bu husustaki taşkınlıklardan memleket mümkün olduğu kadar az zarar görsün, çünkü her hâdiseden muvafık ve muhalif bir ders çıkarmazsak ve hâdiselerin verdiği derslere karşı gözlerimizi kaparsak, kanunî maniaları, içtimai maniaları daima tartmazsak kendimizi mes’uliyete  ilka edecek ve hesaba çekecek bir çok hâdiseler karşısında kalabiliriz. Bu noktai nazardan Hükümet neşriyat hususunda derhal alınacak bir tedbir düşünmedi. Bilakis hâdisenin verdiği derslerden vatandaşların, hepimizin esaslı olarak istifa edeceğimizi ümit ediyoruz. Bilhassa ümit ediyoruz ki namus ticareti, şantaj ve Devlet otoritelerini kasteden neşriyat ve hava, adlî takibatla vatandaşlara hangi hudutlar dahilinde hareket etmek lâzım geldiğini filî ve amelî olarak öğretmiş olacaktır. 
Adlî takibat bu öğretmekte ne kadar muvaffak olursa içtimai nizamın ahengini o kadar çok muhafaza etmiş olur. Hâdisede pek ehemmiyetli olan diğer bir noktayı da nazarı dikkatinize arzetmek isterim. O da dahilde olan her hangi bir mesele karşısında nihayet bir askeri müfrezeye, orduya müracaat olunduktan sonra bile vatandaşların kayıtsız kalmalarıdır. 
Bunun sebebini size arzedebilirim. Başlıca sebep, dahil meselelerde sık, sık ordunun müdahalesine ihtiyaç gösterilmesidir. Yani; mülki, idari makamlarımız henüz ellerindeki bütün kuvvetleri kullanmadan orduya müracaat ediyor. 
İkincisi; Askeri müfreze, vazifesinden hariç bir takım müdahalelere sevkolunuyor. Askeri müfreze, bir sivil veya bir jandarma müfrezesi değildir. Askeri müfreze bir yere gelince onun kumandanı taşkınlık gösteren kalabalık karşısında ne suretle hitap edileceğini, onların nasıl ikna edileceğini düşünmemelidir. Onları ikna etmek imkanları kendi san’at ve ihtisası haricindedir. 
Dahilî hadisede askeri müfreze gelinceye kadar bütün bu tertibat, vatandaşlar arasında halledilmiş olmak lâzımdır. Demek ki mülki idare ikna edecek, ihtar edecek, tenbih edecek, sivil kuvvetleri ve jandarma kuvvetleri kullanılacak bunların hepsine karşı gelmiş olan mütecaviz nihayet mülki idarenin silâhile yola getirilmiyecek te Askerin silâh kuvvetle kanuna itaata icbar olunacak. İşte ancak o zaman asker gelirse vazife gayet basittir, acıdır, fakat basittir. Binaenaleyh asker dahil hadiselerde ancak bu hudut dahilinde kullanılabilir. Bu suretle bir çok hadiseler vehamet peyda etmeden hallolunabilir. Vehamet peyda eden hadiseler asker geldiği zaman onun müdahalesi ile ihtilâta meydan vermeden hallolunur. Bu mevzuun muhtelif kanunlarımızdaki temaslarını mezcedip Büyük Meclise ayrıca bir kanun lâyihası takdim etmek istiyoruz. Dahil hadiselerde askeri müfrezeler ne gibi ahvalde celbolunur? Ve celp olunduğu zaman karşılıklı vazifeler nelerden ibarettir. Bunu gerek vatandaşlar ve gerek bizzat askeri müfrezeler sarahatle bileceklerdir. Asıl olan şudur. Dahilî hadiselere askerin müdahalesini davet etmekten son hadde kadar içtinap eylemek lâzımdır. (Bravo sesleri). Bir diğer ihtiyaç yine nazarı dikkati celbetmiştir. O da böyle fevkalâde hadiseler olunca Adliye bir takım usullerini intisar ederek hususi bir hattı hareket takip edebilmelidir. Bunu da ayrıca tetkik ettiriyoruz. Tabiî elimizde bulunan hadise için değil geniş zamanda sükûnetle mütalea olunarak atide, sureti daimede Adliyenin elinde medarı tatbik olacak bir hüccet bulunsun diye.
İşte arkadaşlar; 
Menemen hâdisesi münasebetile Hükûmetin hal için ve ati için vaziyeti nasıl mütalea ettiğini arzetmiş oldum. 
Temennimiz; memlekette bu tarzda gizli tertipler kuran, facialar ikaına, Cumhuriyet aleyhine suikast ikaına teşebbüs edenlerin mahkeme karşısında seri bir surette adalet icabını nefsinde tecrübe etmelerini görmektir. Diğer taraftan memleketin heyeti umumiyesinin bu hâdise münasebetile intibahı uyanmış ve gerek hattı hareketimizde gerek kanunlarımızda gerek içtimai münasebetlerde mevcut eksiklikleri meydana çıkarmış olsun. Bunların islahında müsbet neticeler alabilelim. Şehit Kubilây, ailelerimiz içerisinde, hatıralarımızda, Cumhuriyet için başlı başına hizmet etmiş bir fedakâr olarak yaşıyacaktır. Ordunun verdiği bu aziz kurbanın bize ilham ettiği vazifeleri hepimiz dikkatle yerine getirmeliyiz (Alkışlar).
MAZHAR MÜFİT B. (Denizli) - Arkadaşlar, Menemen hâdisesi hakkında vukubulan sualimize Başvekil Paşa Hazretlerinin verdikleri cevaptan, beyanat ve izahatından menemen hâdisesinin ne suretle zuhur ve nasıl idare edildiğini ve tahkikatın neticesine ıttıla ettik. Vak’anın zuhurunda gösterdiği şekle nazaran biz bunun şümullü ve mürettep olduğuna kani idik. Başvekil Paşa Hazretlerinin beyanatları da bu kanaatimizi teyit etti. Şu halde efendiler, vak’anın şekil ve ârâzına göre bunun fevkalâde vakayi meyanına ithali lâzım gelir. Fevkalâde ahvalde tabii ve normal zamanlar için yapılan kavanin acaba kâfi midir, değil midir? Eğer arkadaşlarım, tabii zamanlar için yapılan kanunlar bütün vakayi ve hadisatta, fevkalâde ahvalde de kafi gelseydi, vazu kanun, eksen devletlerde kendi esasI kanunlarında ve bizim de teşkilâtı esasiyemizde olduğu gibi fevkalâde vekayi için bir idarei örfiye ve fevkalâde mahkemeler tesisi lüzumunu hissederek kaydetmezdi, demek oluyor ki, fevkalâde vekayi için behemehal fevkalâde kavanine ihtiyaç vardır. Neden efendiler? Bazı böyle fevkalâde vekayi ve ceraim vardır ki onların mütecasirleri, onların şefleri, onu idare eden eller seri olarak derhal ve fakat adiIâne olmak şartile tahkik edilip te cezaya çarptırılması lâzımdır ki ibreti umumiye temin olunabilsin. 
Efendiler, görüyorsunuz ki bu vak’ada yalnız dört beş serseri bir kaç esrarkeşin ferdi ve şahsi hareketi değildir. Başvekil Paşanın beyanatından anladık ki üç aydan beri Manisada bu hususta içtimalar oluyor, büyük şehirler arasında gelip gitmeler yapılıyor, tertibat alınıyor; mahalli vak’a olarak Menemen kasabası tesbit ediliyor, orası ile muhabere ediliyor. Efendiler; şu halde bu üç ay zarfında cereyan eden bu ahval ve vekayii anlıyacak olan idarei mülkiyemiz nerede idi? Bunun valisi, polisi, zabıtası, jandarma kumandanı yok mu idi? Bu meselede Hükümeti merkeziye ne kadar sür’at ve dirayet göstermişse ve biz onlara ne kadar şükrana borçlu isek maalesef mahalli memurlarından da vazifelerini yapmadığından tekâsül ve ihmallerinden dolayı haklarında bittahkik kanunun hükmünü talep etmek te o kadar hakkı sarihimizdir. 
Efendiler; idarei mülkiye ve bilhassa zabıtanın en büyük mahareti ve liyakati fi’lin vukuundan sonra faili tutmak değil, maharet, o fi’lin vukuundan evvel lâzım gelen vazifeyi yaparak o fl’le meydan vermemektir. Zabıtai maniayı mükemmel işletmektir (Bravo sesleri). 
İdarei mülkiyede güç ve mühim olan nokta budur (Bravo sesleri). Diyorum ki fevkalâde vekayi için fevkalâde kanun ister ve fevkalâde tabiri için de hiç bir zaman ve bilhassa bu vakayı için hiç bir zaman hatırımdan terör veyahut istiklâl mahkemeleri geçmemiştir. 
Paşa Hazretlerinin beyanatından memnuniyetle anladım ki hal için ve istikbal için bazı tedbirler ittihazı lâzımdır. Hal için ittihaz olunan tedbirler arasında idarei örfiye vardır. Bu lâzımdır.
İdarei örfiye seferberlik kavaidine nazaran seferberlik usulü muhakemesi cereyan edecektir ki bu da benim izah ettiğim sürati temin edecektir, bu nokta şayanı teşekkürdür. Fakat istikbal için düşünmek te lâzımdır. Yani ileride bu gibi vekayi zuhur edecek olursa hadisatın derhal izalesi için memurini adliyenin ve alâkadar memurların; şu veya bu tedbiri mi ittihaz edelim? Şöyle veya böyle mi yapalım? Gibi mütalealar, müzakerelerle vakit zıyaına iş’ar ve istiş’ara mahal kalmamak üzere şimdiden bu husus için de bir kanunun mevcudiyeti lâzımdır.
Efendiler; bu kanuna, bendenizin kanaatimce en ziyade kurtulacak şeyler muhakeme usulüne teallûk eden şeylerdir. Çünkü bu ve emsali cürümler hakkında yine kanunu cezadaki cezalar kâfi ve vafidir. Binaenaleyh benim ceza kanunu için hiç bir itirazım yoktur. Fakat bu gibi fevkalâde ahval için muhakeme usullerimizde bazı esasat vardır ki ahvali adiyede o merasime riayet olunmak ne kadar lâzım ise ahvali fevkalâde için de o merasimden sarfınazar edilmek te o kadar lâzımdır. Meselâ bizim bir Hiyaneti Vataniye kanunumuz vardır. Onun ceza kısmı tamamen ceza kanununa girmiştir. Fakat onun hususi muhakeme usulleri vardır. Meselâ o kanunun dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci maddeleri çok mühimdir. Bu maddeler muhakeme usulüne teallûk ediyordu.
Bu gün istikbal için o maddelerden istifade edilmelidir. Onlar da şu idi: 
Meselâ; mercii muhakeme neresidir? Burada ekseriya ihtilâf ve salâhiyet meselesi zuhur edebilir. Salâhiyet meselesile uğraşmamak için ya fi’lin vaki olduğu yerdir ve yahut maznunun tevkif edildiği yer mercii muhakemedir. Bunu kabul etmiştik, bu gibi ceraim esbabı için mehakim tarafından behemehal muvakkat tevkif müzekkeresi verilir ve tevkif edilir ve muhakemesi mevkufen icra edilir. Bunu kabul etmek lâzımdır ve yine bu kanunun bir maddesinde diyordu ki celp ve davet gibi merasim yoktur, mahkeme doğrudan doğruya maznunu, mücrimi ihzar eder. Bunu da kabul etmek lâzımdır ve yine bu kanunun usule teallûk eden bir maddesinde diyordu ki muhakeme nihayet bir mazerete müstenit olmazsa yirmi günde intaç edilir. Bunların hükümleri B. M. Meclisinin tasdikına iktiran etmek şartile derhal icra olunur. Artık hükmü lâhikin temyizi yoktur, kat’idir. İstikbal için olacak kanun için, bu usullerin kabulu kâfi gelir. Böyle bir kanun tanzim edilirse muhakeme usulünde sürat temin edilir. 
Adliye memurlarımızın eline verecek olursak usul ahvali mümasilede idarei örfiyeye lûzum bile kalmaz zannındayım. Bu hal ve istikbalde bu gibi vakayi hakkında yapılacak tedbirlerdir. Fakat acaba esaslı bir tedbir, son bir tedbir daha var mıdır? Evet vardır. Bu çıbanları çıkartan bir bünye, bir vücut vardır. Bu çıbanların çaresini bulduk, fakat esas olan bünye marazının tedavisi bu günün, yarının meselesi değildir. Tedavisi senelere muhtaçtır. Meselâ bunda talim ve terbiye kısmı var, bunda propaganda kısmı var, neşriyat kısmı vardır ki bunlara Hükümetimiz zaten ehemmiyet vermiştir ve bir kat daha sarfi mesai edeceğinde şüphe yoktur. Binaenaleyh Hükümetimizin bu günkü tedbirlerine bendeniz kat’iyen taraftarım ve tasvip ederim. Heyeti Celileniz de zannederim buna iştirak ederler. (Hay hay sesleri). Bu meselede calibi nazarı dikkat bir nokta var; bilirsiniz ki Türkün bir an’anesi, bir şiarı vardır. Sokakta iki kişi kavga ederse tavassut eder ve ayırır, bu mutavassıtlann çoğu kanını akıtır ve hatta ölenler de vardır. Fakat bu ahvali mümasilede hâlâ yine kanını akıtacak adamlar, yani mutavassıtlar vardır. 
Fakat maalesef Menemen vak’asında bu an’ane ve Türkün şiarı nerede kaldı bilmiyorum. Göz önünde yirmi iki yaşında bir zabit vekili, bir genç ordunun bir cüz’ü ifayı vazifeye gidiyor, vuruluyor. Bununla da iktifa etmiyorlar. Yirmi dakika uğraşarak kör bir bıçakla muhterem şehidin başını göğdesinden ayırıyorlar. Bunun karşısında binlerce halk lâl olup kalmışlar. Belki korkmuşlardır diyelim ve bir an için bunu kabul etmiş olalım. Fakat efendiler, o avazei takdis ve tahsin ve o alkışlar ne demektir? Bunu insanın havsalası almıyor ve bundan anlıyorum ki Cumhuriyet, inkılâba ne kadar gayızları varsa bu feci ve hunrizane hareketlerile muhterem ordumuza karşı kin ve gayızları o derece hainanedir. Bu kara kuvvet ve mel’un kuvvet bilmelidir ki bizde yeni bir vatan temin eden bu ordu daima cumhuriyetin ve inkılâbın nigâhbanıdır ve daima olacaktır (Alkışlar). 
Efendiler; tasti etmeyim. Muhterem şehit Kubilay’ın ruhu müsterih olsun, onun ideali, onun mefküresı olan Cumhuriyet ve inkılâbını kimse tevakkuf ettiremez. O daima yürüyecektir ve daima yürüyecektir (Alkışlar). Çünkü efendiler, Kubilay gibi içinde binlerce kişi bulunan ve daima o kara yılanın gırtlağına sarılacak ve daima ezecek ve zehrini saçamıyacak bir hale sokacak bir gençlik vardır. 
Bütün vatandaşlar müsterih olsun ki Cumhuriyet rejimi ve inkılâp, bu, tevkif edilemez, yürüyecektir, efendiler (Yaşa sesleri, bravo sesleri ve alkışlar). 
REİS - Efendim; Başvekil Paşa Hazretleri suale cevap verdiler. Sual sahibi de bunu kâfi görüyor. Bu münasebetle Başvekil Paşa Hazretleri idarei örfiye ilânı hakkındaki esbabı da izah buyurmuşlardır. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Paşam bendeniz de söz isterim. 
REİS - Mesele sual ve cevaptan ibarettir. 
Bakanlar Kurulu'nun sıkıyönetim kararı...
31 Aralık 1930
Bakanlar Kurulu, 31 Aralık 1930 tarihli toplantısında, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 1 ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmesini, sanıkların yargılanması için de Divanı Harp kurulmasını kararlaştırdı. 
Sıkıyönetim Komutanlığına 2. Ordu Müfettişi Birinci Ferik (Orgeneral) Fahrettin Paşa (Altay), Sıkıyönetim Harp Divanının Başkanlığına Birinci Kolordu Komutanı Vekili Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Paşa (Muğlalı) getirildi. 
Sıkıyönetim ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı, 1 Ocak 1931'de TBMM görüşüldü ve oybirliğiyle kabul edildi. TBMM'nin 594 sayılı kararı 3 Ocak 1931 tarihli Resmi Gazete'de (Sayı 1689) yayımlandı. Bu karar TBMM tarafından 2 Şubat 1931 tarihinde bir ay daha uzatıldı. 608 numaralı uzatma kararı 3 Şubat 1931 tarihli (sayı 1716) Resmi Gazete'de yayımlandı. 
Sıkıyönetim, yargılamanın sona ermesinden sonra, Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 28 Şubat 1931'de, Menemen'de ise 8 Mart 1931'de sona erdi. 
Bakanlar Kurulu'nun sıkıyönetim ilanına ilişkin kararı şöyle: 
(31 Aralık 1930) 
Bakanlar Kurulu 31.12.1930 tarihli toplantısında, Anayasanın 86’ncı maddesine göre Menemen’de 23.12.1930 tarihinde işlenen cürümün hazırlık soruşturmasında bu cürümün Cumhuriyet aleyhinde bir tertip olduğu hakkında kesin deliller görülmüş olması nedeniyle Menemen İlçesi ile Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931 tarihinden itibaren 1 ay süre ile sıkı yönetim ilânına, Örfî İdari Amirliğine 2 nci Ordu Müfettişi Birinci Ferik Fahrettin Paşa’nın getirilmesine, Sıkı Yönetim Harp Divanının Başkanlığına Birinci Kolordu Komutanı Vekili Mirliva Mustafa Paşa 316/1' nın, üyeliklere Topçu Alay Komutanı Albay Atabey’in, Birinci Kolordu Şube Müdürü Albay Demirşah Beyin, Alay (176) Komutan Yardımcısı E. K. Kaymakamı Yusuf Ziya Beyin ve 2 nci Kolordu Şube (2) Müdürü Kaymakam Bahattin Beyin, 
Üye Yardımcılıklarına: 
Fırka (57) Satınalma Komisyonu Başkanı Binbaşı Hüsnü Beyin, Topçu Alay (29) tabur (2) Kumandan Binbaşı Neşet Beyin getirilmesine, Divan Savcılığını İzmir Savcısı Hidayet’in, Savcı Yardımcılığına İzmir Savcı Yardımcılarından Fuat, Necdet ile İzmir Sulh Hakimi Kemal ve Adapazarı Sulh Hakimi Necdet ve Eskişehir Mustantiki Hikmet Beylerin görev almalarına Karar verildi. 
Bakanlar Kurulu'nun, Sıkıyönetim ilanına ilişkin olarak TBMM'ye sunduğu tezkere şöyle: 
T. B. M. M. YÜKSEK REİSLİĞİNE
Teşkilatı Esasiye Kanununun 86 ncı maddesinde Vatan ve Cumhuriyet Aleyhinde kuvvetli ve fi’lî teşebbüsat vukuunu müeyyit kat’î emarat görüldükte İcra Vekilleri Heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere umumî veya mevziî idarei örfiye ilân edebilir, denilmiş olmasına ve Menemen’de 23.XII. 1930 tarihinde irtikâp edilen cürmün hazırlık tahkikatında bu cürmün Cumhuriyet aleyhinde şümullü bir tertip olduğu hakkında kat’î emareler görülmüş bulunmasına binaen Menemen kazası ile Manisa ve Balıkesir merkez kazalarında 1 Kânunusani 1931 tarihinden itibaren bir ay müddetle idarei örfiye ilân olunmasına İcra Vekilleri Heyetinin 31.XII.1930 tarihli içtimaında karar verilmiştir. 
Keyfiyeti Büyük Meclisin tasdikına arzeylerim efendim. 
Başvekil 
İsmet 
TBMM'nin 594 sayılı kararı şöyle: 
Menemen Kazası ile Manisa ve Balıkesir Merkez Kazalarında idarei örfiye ilânı hakkında
No. : 594 
Menemen’de irtikâp edilen cürmün Cumhuriyet aleyhine şümullü bir tertip olduğu hakkında kat’i emareler görülmüş bulunmasına binaen Menemen Kazası ile Manisa ve Balıkesir merkez kazalarında 1 Kânunusani 1931 tarihinden itibaren bir ay müddetle idarei örfiye ilan olunmasına dair İcra Vekilleri Heyetinin kararı, Umumî Heyetin on yedinci inikadının birinci celsesinde müttefikan tasvip edilmiştir. 
1 Kânunusani 1931 
TBMM'de sıkıyönetim ilanı görüşmeleri...
31 Aralık 1930
Bakanlar Kurulu'nun sıkıyönetim ilanına ilişkin tezkeresi, 31 Aralık 1930 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda ele alındı ve oybirliği ile kabul edildi. 
Bu oturumda yapılan konuşmalar TBMM Tutanaklarına şöyle yansıdı: 
(31 Aralık 1930) 
REİS - Başvekâletten bir tezkere geldi, okunacaktır. 
B. M. M. YÜKSEK REİSLİĞİNE
Teşkilatı Esasiye Kanununun 86 ncı maddesinde Vatan ve Cumhuriyet Aleyhinde kuvvetli ve fi’lî teşebbüsat vukuunu müeyyit kat’î emarat görüldükte İcra Vekilleri Heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere umumî veya mevziî idarei örfiye ilân edebilir, denilmiş olmasına ve Menemen’de 23.XII. 1930 tarihinde irtikâp edilen cürmün hazırlık tahkikatında bu cürmün Cumhuriyet aleyhinde şümullü bir tertip olduğu hakkında kat’î emareler görülmüş bulunmasına binaen Menemen kazası ile Manisa ve Balıkesir merkez kazalarında 1 Kânunusani 1931 tarihinden itibaren bir ay müddetle idarei örfiye ilân olunmasına İcra Vekilleri Heyetinin 31.XII.1930 tarihli içtimaında karar verilmiştir. 
Keyfiyeti Büyük Meclisin tasdikına arzeylerim efendim 
Başvekil 
İsmet 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Sual için değil, Hükümet tarafından bir teklif vardır. O teklif hakkında arzedeceğim. 
REİS - Suale verilen cevabı sahibi sual kâfi görmüştür. Şimdi idarei örfiye talebi hakkındaki tezkere okundu. O tezkere hakkında Başvekil Paşa Hazretlerinin sözüne itirazınız varsa buyurunuz söyleyiniz. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Efendim; beyanatın hakkında söyliyeceğim,  mutlaka itiraz olması lâzım  değildi. 
(Sual bitmiştir sesleri) 
KAMİL B. (İzmir) - Usul hakkında söyliyeceğim, Reis Paşa Hazretlerinin buyurdukları gibi sual vaki olmuştur ve suale de cevap verilmiştir. Sual sahibi de izahatı kâfi görmüştür, nizamname sarihtir. Reis Paşa Hazretlerinin ifade buyurdukları veçhile mesele tamamdır. 
REİS - Efendim, Ahmet B. idarei örfiye talebi hakkında söz söyliyecektir. Sual ve cevap hakkında değil. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Mesele basittir. Bir talep tezkeresi gelmiştir. Bu tezkere hakkında meb’uslar kendi fikirlerini beyan etmekte serbesttirler (Gürültüler). Müsaade buyurunuz efendim, rica ederim. 
Muhterem arkadaşlar, asıl mevzua geçmeden evvel İsmet Paşa Hazretlerinin burada vaki olan izahatından mütevellit hissiyatımın beyanına müsaade buyurunuz. Ben bu beyanatı büyük bir meftuniyetle ve derin bir hürmetle dinledim, önünde derin bir meftuniyetle eğilir ve hürmetimi beyan ederim. 
Paşa Hazretlerinin buyurduklarını bendeniz iki kelime ile telhis ettim. 
Paşa Hazretlerinin dedikleri şudur: Vatandaşların hürriyetleri temin edilecek, azgınlar, bunu bilmiyenler ezilecektir. İşte hür, serbest, müstakil bir devletin kurulması ve inkişafı için hakikaten gayet metin, gayet velût bir düsturdur. Ve bu düsturdan; memlekette cereyan eden gayri müsait ve gayri muvafık havalar içinde millete hitaben bahsetmek; hakikaten büyük bir devlet adamının şiarıdır. 
Bunu; derin ve büyük bir hürmet ve meftuniyetle kaydeder ve önünde hürmetle eğilirim. Bu gün efkârı umumiyenin, herkesin az çok ifrata doğru yürüdüğü bir zamanda vatandaşların hürriyetlerine riayet olunacak, vatandaşların hürriyeti muhafaza edilecek, yalnız azgınların başı ezilecek, yolundaki söz memleket mes’uliyetini ve cumhuriyetin müdafaasını eline alıp müdafaa eden bir recülü devlete lâyik bir sözdür. Ayni zamanda matbuata karşı, itiraf ederim, matbuatın bütün taşkınlıklarına rağmen fazla bir tedbir, fevkalade bir tedbir alınamıyacağını beyan buyurmaları... (Gürültüler). Müsaade buyurunuz, bendeniz anladığımı söylüyorum. Siz de anladığınızı gelip burada söylersiniz, bendeniz öyle anladım ve ona göre beyanı fikir ediyorum. Başka türlü anlamışsanız gelir beni tenvir edersiniz. 
YAHYA GALİP B. - Rica ederim, aslı üzere kalsın, tefsir etmeyiniz. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Devamla) - Matbuata karşı dahi alınmış olan bu vaziyet Hükümet başında bulunanların cumhuriyet esaslarına her hangi bir vaziyette riayet edeceklerine derin bir zâmin ve kefildir. (Ona şüphe mi var sesleri). Şüphem yoktu. Fakat beyefendiler, ben dinliyordum, zatı âliniz ve diğerlerinden burada matbuat hakkında çok şedit tedbirler tavsiye edenler vardı. Buna rağmen Başvekilin gelip mes’uliyeti üzerine alması ve matbuat hürriyetini tahdit etmiyeceğini söylemesi büyük bir fazilettir ve bizim için büyük bir teminattır (Gürültüler). Ben bunu buradan söylemeği bir vazife biliyorum. 
Bunları kaydettikten sonra efendiler, Menemen’de vaki olan hadise yalnız Türkiye’yi değil insan namını taşıyan her hangi bir varlığı, tabiatile kalbinin ta âmâkından müteessir etmiştir ve bu faciaya karşı maşerî vicdan isyan etmiştir, isyan etmiş olan maşerî vicdan teminat İstiyor, isyan etmiş olan maşerî vicdan bu facianın mukabilini istiyor, âmillerinin tecziye edilmesini istiyor. Hükümet te bu münasebetle tedbirler ittihaz etmiştir. Hiç şüphe etmiyorum ki bu hususta aramızda fark, ihtilâf olabilsin, hepimiz müttehiden teklif olunan kanunu vicdanen tasvip edeceğiz (Gürültüler). 
YAHYA GALİP B. (Kırşehir) - Biz zaten müttehidiz. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Korkma azizim. Sözden korkma. Bırakın söyliyeyim. Başvekil Paşa Hazretleri kadar mütehammil olunuz. 
YAHYA GALİP B. (Kırşehir) - Haddimiz mi efendim, herkes noksanını haddini bilmeli Ahmet Bey! 
AĞAOĞLU AHMET B. (Devamla) - Evet Hükümet lâzım gelen tedbirleri ittihaz etmiştir. Fakat idari ve mihanikî tedbirler bu gibi meselelerde kâfi midir? Bendeniz Hükümetin haricinde bu işle alâkadar olan ve bu işin ve bu facianın bertaraf edilmesi yolunda çalışmak vazifesile mükellef olan diğer bir amilin mevcut olduğunu biliyorum. O amil de, o unsur da nihayet vazifesinin başına koşmalıdır. Efendiler Malûmu Âlinizdir ki Başvekil Paşa Hazretlerinin buyurdukları gibi; yüz elli senedenberi bu Türk milleti medeniyete kavuşmak için kendisini izmihlâlden kurtarmak ve medeniyetin feyizleri sayesinde inkişaf edebilmek için medeniyet şehrabına kendisini atmıştır. Fakat seciyesi ayni mahiyette, ayni hamurdan yapılmış bir takım heyûlalar onun karşısına çıkmaktadır. Selimi Salisten beri, Mahmudu Sanineden beri gelip giden bütün derviş Vahdetileri, Kabakçı Mustafalar, bu günkü Şeyh Memetler hep ayni mahiyette, ayni hamurdan yapılmış insanlardır. 
YAHYA GALİP B. (Kırşehir) - Hiç birisi Türk değildir. Türkleri tenzih ederim. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Türk mü, gayri Türk mü nedir, bilmem; fakat memlekette bu gibi adamlar vardır. O kadar var ki bir Türk zabitini öldürmek faciası, bir Türk şehrinde yapılmıştır. Bunu kimse inkar edemez. 
YAHYA GALİP (Kırşehir) - Allah bin kere lanet etsin. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Bunu kim yapmıştır? Tabiatile Türk değilse de Türk tabiiyetinde bulunan ve Türk Hükümetine iştirak etmiş olan insanlardır. Bunlar mütemadiyen böyle Türkün önüne çıkmışlar ve mütemadiyen bu hususta Türkün inkişafına mani olmak istemişlerdir ve mütemadî hareketleri neticesinde Türkü bir kat daha zaafa uğratmışlardır. Fakat bu günkü hadisenin diğer bir alâmeti daha vardır ki o alet üzerinde bütün arkadaşlarım ve Başvekil Paşa Hazretleri de tevakkuf ettiler. Bunun üzerinde bir daha durulması, tevakkuf edilmesi lazımdır. O da bu faciayı görüp te lakayt ve seyirci kalan halkın haleti ruhiyesidir. Hakikaten bu, o kadar feci bir haleti ruhiyedir ki ve o kadar adi bir şeydir ki insan bunu duyduğu zaman şahsen mahcup bir vaziyette kalıyor, yerin dibine girmek istiyor. 
Çünkü biz hepimiz bu memleketin adamıyız, bu memleketin içinde, bir şehrinde adam boğazlanıyor. O da kim? Zabit, muallim, yani memleketin maddi ve manevi inkişafı vazifesini üzerine alan bir genç, o kadar izdihamın ortasında boğazlanıyor. Yirmi dakika boğazı kesiliyor da müdahale edilmiyor. Hatta tasvipkâr olanlar bile çıkıyor. Efendiler; sormak lâzım gelen asil bu hadisedir. Halkta, kütlei nasta mevcudiyeti bu gün keşfedilen bu haleti ruhiyenin karşısında, ben kendi nefsime, kendimi çok küçülmüş bir vaziyette gördüm ve bu kütle mes’uliyetinin manevi mes’uliyetin bir kısmının da bana geldiğini hissettim. 
ALİ B. (Rize) - Elbette, elbette. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Sen de varsın burada, sen de varsın. Ben kendimi misal gösterdim, sen de bundan istifade mi edeceksin? Ben burada senden çok vazifemi ifa etmişim, bunu bilmelisin, binaenaleyh ben kendimi misal olarak gösteriyorum ve diyorum ki bu memleketin münevver zümresi mütefekkiri, muharriri, muallimi, âlimi, gazetecisi, hulâsa bir memleketin münevver denilen kısmı vazifesini ifa etmemiştir ve etmemektedir. Bu noktai nazardan diyorum ki ben mes’ulüm, yoksa bu işte ben senden çok temizim, müberrayım. Efendiler, Cumhuriyet, inkılâp baştan başa bir dindir, bir imandır (Ona şüphe yok sesleri). Bu dinin, bu imanın bir kitabı olacaktı, bir ibadeti olacaktı, dahileri olacaktı, müminleri olacaktı, Cumhuriyetin faziletlerini, fikirlerini cemaat arasında geceli gündüzlü çalışarak neşrü tamim edecek, bu cahil cemaati yürütecek adamlar olacaktı. İşte bu sahadaki vazifelerimizi görmedik. Bu sahada mes’uliyetimiz vardır. Evet, mes’uliyetimiz bu sahadadır. Bunu eğer biz burada ve o mübarek şehidin ruhu önünde itiraf eder ve günahımızı itiraf ettikten sonra da teyakkuza, intibaha gelirsek ve Cumhuriyet ve lâyıklık imanına karşı her münevver kendi üzerine terettüp eden vazifeyi ifa ederse Mazhar Müfit Beye derim ki o gencin o yüksek adamın kanı hedere gitmemiştir. Binaenaleyh Devletin, Hükümetin aldığı kararlarla beraber Hükümetin yanı başında bu memleketin münevver aksamına büyük ve hatta Hükümet vazifesinden daha büyük bir vazife terettüp ediyor. O vazife de durmadan çalışmaktır ve eğer biz hakiki Cumhuriyetçiler isek ve eğer biz Cumhuriyetin memlekette yaşamasını arzu ediyorsak, eğer biz mütemadiyen karşımıza çıkan o menhus ruhun yok olmasını istiyorsak biz o inkılâbı yapan insanlar, geceyi gündüze katarak ve kendi vezaifi hususiyemizi unutarak bilâ âram ve hasbetenlillâh çalışacağız, eğer biz bunu yaparsak ve bu suretle Hükümetin yardımına koşarsak, Hükümetin tedbirleri müsmir olur. Yoksa bu tedbirler mihanikidir, idaridir. Öteki devin kırk başı var, kırk bin başı var. Bu başların birini kesersek öteki çıkar, asıl mesele devi, o menhus ruhu öldürmektir. Bunu öldürecek Hükümet değildir, muallimdir, muharrirdir, şairdir, mütefekkirdir, ediptir. 
REFİK B. (Konya) - Bravo, bravo. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Bendeniz bunu söylüyorum. 
YAHYA GALİP B. (Kırşehir) - Muhalifleri de unutmayınız. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Muhalifler bu ruhu öldürmek için çalışıyorlar (Gürültüler). 
ALİ SAİP B. (Urfa) - Muhterem arkadaşlar, Ahmet Beyefendi vazifemizi yapmadık, yapmıyoruz, hepimiz mes’ulüz dediği için söz almak mecburiyetinde kaldık. 
Efendiler, hadise çıkan Menemen’de Ahmet Bey, bundan üç ay evvel seyahat etmişti. Hadise çıkan yerlerde o şehidin kafasına takılan bayrak onları istikbal etmişti. Ben istedim ki Ahmet Bey kürsüye çıktığı zaman; efendiler, bu teşkilât yapılırken etrafımıza toplananlar, bizi bayrakla karşılayanlar mürteciler imiş, bize çok eyi yaptınız. Çok eyi bir teşkilât yaptık. Cumhuriyeti muhafaza edeceğiz diyen adamlar, meğerse kana susamış vatandaşların  kanını içmek istiyormuş. 
Binaenaleyh bu kürsüye geliyorum, sizden af diliyorum, beni affedin deselerdi kendisinin elini öpecektim. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Senden mi af dileyeceğim? 
ALİ SAİP B.(Urfa) - Hayır benden değil, milletten af dileyeceksin! 
Efendiler; Ahmet Bey, yalnız matbuat hürriyetine dokunulmıyacağı için Baş Vekil Paşaya teşekkür etti. Efendiler; matbuat hürriyeti diyoruz, rica ederim, müsaade ederseniz size ufak bir hikâye arzedeyim, ondan sonra maruzatıma devam edeyim: Çoğunuz bilirsiniz, ata sözlerdir: 
Bir muhtarla bir bekçi kavga etmişler, muhtar bekçiyi dövmüş, muhtarın düşmanları bekçiyi teşvik etmişler, git Hükümete müracaat et, hakkını iste demişler. Bekçi arzuhalciye gelmiş, bana bir arzuhal yaz demiş, arzuhalci ne o demiş? Muhtar beni dövdü, tokat attı, arzuhalı kaça yazarsın demiş, arzuhalci beş kuruştan yüz kuruşa kadar arzuhal yazarım demiş, öyle ise bana yüz kuruşluk bir arzuhal yaz demiş. 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Arap hikayesi mi? 
ALİ SAİP B. (Urfa) - Hayır bu sizin hikayenizdir (Handeler). Arzuhalci arzuhali okuyunca bekçi ağlamaya başlıyarak; vah, vah demek bana zulüm etmişlerde haberim yokmuş, demiş. 
Efendiler bu günkü gazetelerin vaziyeti budur. Beş kuruşa Milliyet satılır, beş kuruşa Vakit, Akşam, Cumhuriyet satılır. Rejimi kuvvetlendiren bu gazeteler beş kuruşa satılır, Hakimiyet okunmaz, fakat işitiriz ki filan yerde Yarin gazetesini kapışmışlar, yüz kuruşa satılmış. Bunun akibeti budur. 31 Martı bunlar çıkardılar, mütarekede İstiklâl harbinde aleyhimize kuvvet sevkedenler bunlardır. 
Şeyh Sait isyanı çıkaranlar bunlardır. Bu günkü Derviş Memed’i de bunlar çıkardılar. Binaenaleyh Efendiler asıl bunlara çare bulmak lâzımdır, yoksa Ahmet Beyin dediği gibi bunlara dokunulmadığı için teşekkür ederim demek doğru bir şey değildir. 
Muhterem arkadaşlar; ben hürriyeti matbuatın düşmanı değilim, gazetecilerin düşmanı değilim. Gazeteciler, rejimi müdafaa eden insanlar, bizim dilimizdir, kafamızdır, dimağımızdır, rejimi müdafaa ediyorlar. Asil benim düşmanlığın, rejimi yıkmak istiyen hain gazetecileredir (Bravo sesleri) (Alkışlar). 
AĞAOĞLU AHMET B. (Kars) - Aferin... 
REİS - Efendim, başka söz istiyen yoktur. Hükümetin Menemen, Manisa ve Balıkesir merkez kazalarında idarei örfiye ilânı hakkındaki tezkeresini reyinize arzediyorum. Kabul edenler... Etmiyenler... Müttefikan kabul edilmiştir. 
Divanı Harp Kararnamesi
25 Ocak 1931
Yargılama 25 Ocak 1931'de Divanı Harp Kararnamesi'nin açıklanmasıyla sona erdi. 
105 sanıktan 37’si için ölüm cezası verildi. 6’sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrildi. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık beraat etti. 
Kararda sanıkların, "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununu tagyire cebren teşebbüs ettikleri ve bunlara müzaherette bulundukları ve Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri" belirtildi. 
Kararların TBMM'ye sevki...
31 Ocak 1931
Yargılama sonunda verilen kararlar, Başbakanlık tarafından 31 Ocak 1931 tarihinde TBMM'ye sunuldu.
Kubilay Olayı'nın kararlarına ilişkin Başbakanlık yazısı ile diğer belgeler şöyle: 
(31 Ocak 1931)
T.C. 
Başvekâlet 
Muamelât Müdürlüğü 31.1.931 
Sayı: 6/341
T. B. M. M. Yüksek Reisliğine
Menemen hadisesini ika ve teşkilâtı esasiye kanununu cebren tağyire teşebbüs edenler hakkında Menemen Divanı Harbi Örfisince  verilen karara dair M. M. Vekâletinden yazılan 31.1.931 tarih ve 2061 numaralı tezkerenin sureti merbutatı ile birlikte leffen takdim kılınmıştır. İdam mahkûmları hakkında teşkilâtı esasiye kanununa tevfikan Meclisi Alice ittihaz buyrulacak kararın iş’arına müsaade buyrulmasını rica ederim efendim. 
Başvekil 
İsmet 
Yüksek Başvekâlete
1. Menemen hadisei isyaniyesini tertip ve ihzar ve teşvik ederek ve bu suçu işlemeğe azmettirerek Türkiye Cumhuriyeti teşkilâtı esasiye kanununu tağyire cebren teşebbüs etmekten maznun olan eşhastan isimleri merbut listede yazılı (37) şahsın aledderecat müsellehan harekete geçerek ve mehdilik ilân ederek Menemen hadisesini doğrudan doğruya beraber işlemek ve azmettirmek suretlerile teşkilâtı esasiye kanununu tağyire cebren teşebbüs eyledikleri sabit olduğundan hareketlerine tevafuk eden Türk ceza kanununun 64 üncü maddesinin birinci ve ikinci fikraları delâletile 146 ıncı maddesine tevfikan idamlarına ve ancak içlerinden altısının yaşları dolayısile mezkûr kanunun 55 ve 56 ncı maddeleri mucibince haklarındaki idam cezalarının 15 ve 24 sene ağır hapis cezasına tahviline. 
2. Ve 41 şahsın muttali oldukları isyan hareketini suiniyetle Hükümete ihbar etmemek ve dini alet ittihaz ile halkı devletin emniyetini ihlâl edebilecek harekete teşvik eylemek ve tekkelerin seddine dair olan kanunun mer’iyetinden sonra ayini tarikat icra ve nakşi tarikatine ait hizmetleri ifa etmek suçlarını işlemiş olmalarından dolayı Türk ceza kanununun 151 inci maddesinin birinci fıkrası ve 163 üncü maddesinin birinci fıkrası ve 677 numaralı kanun hükümlerine tevfikan derecatı muhtelifede hapis ve ağır hapis cezalarile mücazatlarına. 
3. Ve 27 şahsın beraetlerine dair Menemen Divanı Harbi Örfisinden sadır olan hükümleri havi 25.1.931 tarih ve 4 numaralı karar ve teferruatı leffen arz ve takdim kılınmıştır. 
İdam hükümlerinden maadasının tasdiki idarei örfiye âmirinin dairei salâhiyetine dahil olup idam hükümlerinin dahi teşkilâtı esasiye kanununun 26 ncı maddesi mucibince Meclisi Alice tasdiki esbabının istikmal buyurulması maruzdur efendim. 
M. M. Vekili 
Zekâi,M.M.: Milli Müdafaa Vekaleti 
İdamlarına ve Yaşları Dolayısile Haklarındaki İdam Cezasının Ağır Hapse Tahviline Karar Verilenler 
Manisadan Kahveci çırağı Mustafa (İdam) 
Manlsadan Terzi Talât (İdam) 
Manisadan Topçu Hüseyin (İdam) 
Manisadan Tatlıcı Mustafa Hüseyin (İdam) 
Manisadan Eskici Hüseyin Ali (İdam) 
Manisadan Keçeli Köyünden Himmetoğlu Süleyman (İdam) 
Manisadan Paşa Köyünden Kâhya Ahmetoğlu İsmail (İdam) 
Manisadan Mutaf Süleyman (İdam) 
Manisadan Manifaturacı Osman (İdam) 
Manisadan Hafız Cemal (İdam) 
Manisadan Tabur imamı İlyas Hoca (İdam) 
Manlsadan Ali Paşa zade Ragıp Bey (İdam) 
Manisadan Şeyh Hafız Ahmet (İdam) 
Manisadan Giritli İbrahimoğlu İsmail (İdam) 
Menemenden Bozalandan Koca Mustafa (İdam) 
Menemenden Bozalandan Hacı İsmail (İdam) 
Menemenden Bozalandan Hacı İsmailoğlu Hüseyin (İdam) 
Menemenden Bozalandan Göriceli Abdülkerim (İdam) 
Menemenden Cum’ai Balâlı Ramiz (İdam) 
Menemenden Çıtaklı Molla Süleyman (İdam) 
Menemenden Hayimoğlu Jozef (İdam) 
Menemenden Şımbıllı Ali Osmanoğlu Memet (İdam) 
Menemenden Arnavut Yusufoğlu Kâmil (İdam) 
Menemenden Kerimoğlu İbrahim (İdam) 
Menemenden Selimoğlu Boşnak Abbas (İdam) 
Ala Şehirden Şeyh Ahmet Muhtar (İdam) 
Esat’ın oğlu Memet Ali (İdam) 
Manisa Hastanesi imamlığından mütekait Laz İbrahim Hoca (İdam) 
Manisadan Emrullahoğlu Memet  (İdam) 
Manisadan Nalıncı Hasan idama bedel (24) sene hapis (20) yaşında 
Manisadan Çoban Ramazan idama bedel (24) sene hapis (20) yaşında 
Manisadan Giritli Küçük Hasan idama bedel (24) sene hapis (17) yaşında 
Menemenden Harputlu Ömeroğlu Memet idama bedel (24) sene hapis (65) i mütecaviz 
İzmirden Laz Memet Ali Hoca idama bedel (24) sene hapis (65) i mütecaviz 
Erbilli Şeyh Es’at idama bedel (24) sene hapis (65)i mütecaviz
Derecatı Muhtelifede Hapis ve Ağır Hapis Cezalarına Mahkûm Edilenler 
Horus köyünden Selâhattin oğlu Naşit 
Horus köyünden  Yakupoğlu Ali 
Horus köyünden Muhittinoğlu Ali Koç 
Horus köyünden Hasanoğlu Ahmet 
Horus köyünden Neciboğlu Mevlût 
Horus köyünden Ragıboğlu Osman (Onbeşer sene ağır hapis) 
Horus köyünden Mümtazoğlu Haşim 65 yaşını mütecaviz olduğundan cezası 12,5 sene ağır hapis 
Süleymanoğlu Murat Mustafa 
Kara Ahmedoğlu Ali 
Hasanoğlu Ayan Memet 
Paşaköyünden Memetoğlu Abdurrahman 
Hoca Hasanoğlu Hüseyin 
Ramazanoğlu Bekir 
Şerif Ahmedoğlu Eyyip 
Bozalandan Hacı İsmailoğlu Hasan 
Muhtar Ahmedoğlu Mustafa 
Âza Memetoğlu İsmail 
Âza Memetoğlu İbrahim 
Âza Haliloğlu Hasan 
Bekçi Ahmet Hüseyin 
Rahmanlı Köyünden Hacı Hafız Ali (Üçer sene hapis). 
Manisadan Şeyh Hacı Hilmi 
Horus köyünden Ömeroğlu Ahmet 
Ahmedoğlu Ibrahim 
Mustafaoğlu Sadi 
Zenooğlu Hasan 
Arslanoğlu Şaban 
Muslihoğlu Halit 
İbrahimoğlu Mustafa 
Abidinoğlu Tahsin 
Yasimoğlu Osman 
Paşaköyünden Memetoğlu Ahmet 
Simalı Salihoğlu Osman 
Bozalandan Ahmedoğlu Memet 
Osmanoğlu Hasan 
Hüseyinoğlu İbrahim 
Ak Memetoğlu Memet 
Simsar Kâtibi Mustafa 
Lüle Memetoğlu Ali 
Darakçi Hüseyinoğlu İbrahim Etem, 
Kurabiyeci Hacı Hüseyin (Birer sene hapis).
Beraet Edenler 
Menemende mukim Yanyalı Hoca Saffet 
Menemenli Rasim 
Bozalandan Mustafa oğlu Mustafa 
Bozalandan Hacı Ali oğlu Mustafa 
Menemenden Tütüncü Haydar 
Menemende Gözlüklü Mehmet Ali 
Menemende Naşit oğlu İbrahim 
Menemende Mazlumaki oğlu Ali 
Menemende İbrahim oğlu İsmail 
Menemende Berber Hafız Ahmet 
Manisalı Hüseyin oğlu Süleyman 
Furuncu Mustafa oğlu Ahmet 
Lütfullah oğlu Halil 
Ahmet oğlu Hüseyin Mazlum 
Hasan oğlu Katmerci Mehmet 
Tütüncü Hasan oğlu Hüseyin 
Ahmet oğlu Halil 
Mustafa oğlu Mehmet 
Pıçakcı İdris oğlu Mustafa 
Çulha Ahmet oğlu Mehmet Çavuş 
Horus köylü Nurettin 
Hacı Ömer oğlu Hoca Hakkı 
Mehmet Emlnin anası Hasibe 
Kız kardeşi Halide Fatma 
Kız kardeşi Rukie 
Karısı Emine 
Bozalandan Fatma
T.C. 
Menemen 
Divanı Harbi Örfi 
Riyaseti 
Menemen 26.1.930 
Umumî 4 
Amiri  Örfi ve 2. O. Müfettişliğine
Menemen vakai feciasını faillerile bunlara yardım eden ve kısmen alâkadar olan Manisa, Paşa köy, Bozalan Horoz köy, Eren köy ve Menemen ahalisinden 105 kişinin ilk safha olarak Müddei Umumilik tarafından mahkememize mevdu iddianame ve evrak üzerine icra kılınan aleni muhakeme neticesinde işbu eşhasın tebeyyün eden cürümlerine göre Müddei Umumiliğin son iddianamesile maznunların son müdafaaları dinlenerek ve kısmen tahriri müdafaaları okunarak heyetimizce icabı ledelmüzakere ittifakla verilen kararı mübeyyin kararnamemiz ve müddei umumiliğin son iddianamesi ve safahatı muhakemeyi gösterir zabıtnameler leffen ayrı ayrı arz ve takdim edilmiştir. Olbaptaki teşkilâtı esasiye kanununun maddei mahsusası ahkâmına binaen idam cezalarının Meclisi Millice tasdikine delâlet ve muktezasının ifası hususunda müsaadei Devletlerini arz ve istirham eylerim. 
Örfi Divanıharp Reisi 
Mirliva 
Mustafa
TBMM Adalet Komisyonu Raporu ve TBMM kararı...
31 Ocak - 2 Şubat 1931
Ölüm cezalarına ilişkin kararlar, 31 Ocak 1931 günü TBMM Adalet Komisyonunda görüşüldü ve kabul edildi. Adalet Komisyonu Raporu, 2 Şubat 1931 tarihinde Genel Kurul'da ele alındı ve Komisyondan geldiği biçimde kesinleşti. 
TBMM'nin 611 sayılı kararı, 3 Şubat 1931 tarih ve 1716 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. Ölüm cezaları, aynı gün Menemen'de, Kubilay'ın katledildiği yerde infaz edildi. 
Anadolu Ajansı'nın haberi şöyle : 
(3 Şubat 1931) 
İDAM HÜKÜMLERİ BU SABAH İNFAZ EDİLDİ Mehmet Emin, Şehit Kubilây’ın Başının Kesildiği Yerde Kurulan Sehpada İdam Edildi Menemen 3 (AA.) (Sabaha karşı) - İdama mahkûm olanların haklarındaki hüküm bugün sabaha karşı saat iki buçukta merasimi kanuniye badelifa infaz edilmiştir. Bu 28 mahkûmdan Mehdi’nin arkadaşı Mehmet Emin, Menemen’li Jozef, Manisa’lı Hacıpaşa zade Ragıp, Manisa’lı Şeyh Hafız Ahmet, Alâşehir’li Şeyh Ahmet Muhtar, Manisa’lı tatlıcı Hüseyin, Şeyh Esad’ın oğlu Mehmet Ali hükûmet meydanında, Menemen’li Ramiz, Menemen’li Yahya oğlu Hüseyin, Menemen’li manifaturacı Osman, Manisa’lı İbrahim oğlu İsmail, Lâz İbrahim hoca da istasyonda, Bozalan’lı İbrahim oğlu Koca Mustafa, Bozalan’lı Hacı İsmail oğlu Hüseyin, ŞimbiIli Mehmet, Menemen’li Kerim oğlu İbrahim, Tabur İmamı Hoca İlyas. Manisa’lı topçu Hüseyin, Manisa’lı Süleyman çavuş, Bozalan’dan Hasan oğlu Hacı İsmail, Menemen’li Çıtaklı Molla Süleyman, Menemen’den Boşnak Abbas, Manisa’dan Süleyman, Manisa’dan Hafız Cemal, Manisa’dan kahveci Mustafa, Manisa’dan eskici Hüseyin, oğlu Hüseyin Ali’den ibaret yedişer kişilik iki grup ta Tuz pazarında ve bedesten ve sinema önünde asılmışlardır. Bu 4 gruptan üçünün saat 9.5 ta, İstasyon grubunun da saat 12 de cesetleri kaldırılacaktır. 
Mehmet Emin’in sehpası şehit Kubilây’ın başının kesildiği yerde konulmuştur. 

19 Aralık 2023 Salı

#MaraşKatliamı

45 yıl önce bugün , elleri kanlı faşist katiller tarafından Maraş' ta yüzlerce vatandaşımız katledildi.

#UnutursakKalbimizKurusun !..
#KahrolsunFaşizm !..
#DünyanınDörtBirYanındaFaşizmeKarşıOmuzOmuzaDirenenlereBinSelamOlsun !..

"Der Mahzuni boyun eğme köpeğe

Döner kuzgun üleş, pislik yemeğe

Utanıyom Maraş’lıyım demeğe

Maraş halkı yine gamlı gamlısın"

#AşıkMahzuniŞerif

*

Katliamdan önce

Altı çeltik, üstü kekik kokan topraklarda 60'lardan başlayan solun etkisi ve 70'lerle beraber Maraş emekçileri politikleşip örgütlenir.

Aşık Mahzuni o yıllarda  Maraş'ın Alevileri, devrimcileri ile beraber Elbistan'da bir konser düzenlemek için hazırlık yaparlar. O dönem Elbistan'da faşist faaliyetler sürdüren ülkücüler, 6 Haziran 1967 günü konsere saldırdıktan sonra kitle dağılır.  Bir gün sonra ''pazar alışverişi'' için köylerden gelen Alevilere tekrar saldırırlar. Ülkücü faşistler, onlarca insanı yaralayıp işyerleri ve evleri yağmalarlar.

Bu saldırılar NATO ve CIA'nın desteği Türkeş'in egemen olduğu Özal Harp Dairesi, MİT ve kontrgerilla işbirliği ile gelişir.  6-7 Eylül saldırılarının ardından bu tür faşist saldırılar 1968 yılında Malatya'da, 1971'de Hatay-Kırıkhan'da, 1976-1977 yıllarında da Maraş'ın diğer ilçesi Pazarcık 'da devam eder. 1977'de Taksim’de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli’nden sıkılan kurşunlar ile faşist saldırılar artmaya başlar. Hatta 1978'de o kadar çok katliam ve saldırı olduğundan 'katliam yılı' olarak adlandırılır.

Özellikle 1978 yılının Aralık ayında Kahramanmaraş’ta solculara ve Alevi yurttaşlara dönük olarak gerçekleştirilen katliam ve 1980 yılında Çorum’da yine solcu ve Alevi yurttaşlara dönük olarak ve yine devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam darbe için gerekli 'atmosferi' yaratmak için atılan kanlı adımlar olmuştu. Kahramanmaraş ve Çorum’da gerçekleştirilen katliamlar günlerce sürmüş ancak devlet olaylara ısrarla müdahale etmemişti. Maraş katliamı sonrasında verilen sıkıyönetim kararı, katliamın 'amacına' ulaştığının bir kanıtıydı.

12 Eylül darbesinden iki yıl önce, 1978 yılının Aralık ayında tırmandırılan milliyetçi ve gerici hezeyan sonucu Maraş'ta yaşananlar, peşi sıra 11 kentte sıkıyönetim ilan edilmesine ve aynı senaryoların Sivas ve Çorum'da da sahnelenmesine bakılırsa, 12 Eylül'e giden yolu açmak amacı güdüldüğü anlaşılan provokasyonların öncüsü ve en kapsamlısıydı.

Maraş'ın tamamında katliamdan önce ETKO saldırıları sürüyordu. Bunun yanı sıra paket bomba eylemleri sürüyordu. Bu bombalardan biri Pazarcık CHP ilçe başkanı Memiş Özdal'a diğeri de Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilmiş. Memiş Özdal şüphelenip paketi almayınca iki postane emekçisi paketi açmış, patlama sonrası biri ölmüş, diğeri de yaralanmıştı.

Ve katliam...

Maraş'ta 1978 Aralık ayında resmi kayıtlara göre en az 111 yurttaş, Alevi kaynaklarına göre 500'e yakın yurttaş vahşice öldürülmüştü. Binlerce kişi faşist çeteler ve dinci-gericiler tarafından yaralanmış, çocuklar katledilmiş, kadınlara tecavüz edilmişti.

19 Aralık 1978'de başlayan saldırılar 26 Aralık'a kadar iktidar, asker ve polis tarafından seyredildi. Seyretmek yetmezmiş gibi o gün Maraş'ta oturanların beşte biri bu katliama destek vermişti.

Maraş'ta yaşanan katliam sonrası aradan geçen 42 yılın ardından tüm katliamlarda olduğu gibi katiller cezalandırılmamış üstüne ödüllendirilmiş, katliam dosyası tozlu raflara kaldırılmıştı.

Maraş'ta katliam "Güneş Ne Zaman Doğacak" adlı Sovyetler Birliği karşıtı bir filmin ÜGD üyesi Ökkeş Şendiller ve Yunus İlhan tarafından bombalaması ve bu olayı Alevilerin, solcuların yaptığı söylentisini kentte yayması ile başladı. Daha sonrasında gerekçeli kararda bu iki sanığın suçlarının sabit görülmesine rağmen olayın üstü kapatıldı.

Patlamanın ardından sinemadan çıkan ülkücüler, PTT ve CHP binalarına saldırdı.

20 Aralık günü, yoğun olarak Alevilerin yaşadığı bir mahalledeki kıraathaneye bombalı saldırı düzenlendi. 21 Aralık'ta da Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) üyesi iki solcu öğretmen, okul çıkışında katledildi. İki öğretmenin cenaze töreni günü de yine ülkücüler meydandadır. Maraş müftüsü, resmi araçla kent sokaklarında dolaşarak Alevilere karşı saldırıya geçilmesi yönünde kışkırtıcı çağrılar yaparken, çevre ilçe ve köylerden getirilen birtakım kişiler de cenaze alayına saldırır.

Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere giren ülkücüler yaralama olaylarına karışırken ev ve iş yerlerine de saldırdılar. DİSK, TÖB-DER, POL-DER, CHP ve Tekstil Sendikası binaları özellikle hedef gözetilen yerler arasındaydı.

Yaşanan vahşetin son noktası 24 Aralık’ta Alevi mahallelerinin otomatik silahlarla taranmasıyla başladı. Maraş tecavüzler, çocukların kurşuna dizilmesi ve daha yüzlerce insanlık dışı olaya sahne oldu.

Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, olayların, solcuların tahrik etmesiyle ortaya çıktığını iddia edecek, bir yandan da jandarma ilk üç gün boyunca, olayların önüne geçecek herhangi bir girişimde bulunmayacaktı.

Katliamda devlet parmağı

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in ölümünün ardından, özel arşivinden çıkan 3 Ocak 1979 tarihli bir raporda, Maraş Katliamının MİT tarafından organize edildiğinin belirtildiği, katliamı örgütleyen dört MİT şefinin isimlerinin açıkça ifade edildiği ortaya çıktı. Bu raporda, MHP'nin ve Alparslan Türkeş'in katliamdaki sorumluluğu da açıkça belirtiliyordu. Katliamın ardından İçişleri Bakanlığı'nın gönderdiği özel araştırma ekibinin hazırladığı rapor ise kamuoyuna açıklanmadı.

CIA ajanı Paul Henze'nin Maraş Katliamı'ndan bir hafta önce Maraş'ta görüşmeler yaptığı, katliamın bu görüşmelerde planlandığı da iddialar arasında yer alıyor. Katliamda kullanılan bazı silahların İskenderun'daki NATO cephaneliğinin envanterinde yer aldığı belirtiliyor.

Maraş Katliamı anması yasaklandı

Dava...


1991 yılına dek süren Maraş Katliamı Davası'nda, 804 kişi yargılandı ve çeşitli cezalar verildi. Dosya, Yargıtay'ın bozma kararının ardından, 1991'de yeni çıkarılan Terörle Mücadele Yasası'na dayanarak kapatıldı.

Maraş'taki katliamda rol alanlar hiçbir zaman cezalandırılmadı... Yargılıyormuş gibi mahkemeye çıkarılıp ceza verilenlerin cezaları azaltıldı, sıkıyönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozuldu, yeniden yapılan yargılama sonucunda cezalar uygulanmadı. Ceza alanların cezaları da 1991'de çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle ertelendi ve daha sonra serbest bırakıldılar.

Katliamın ardında MİT ve MHP'nin yer aldığı birçok raporda yer aldı ancak tek bir adım dahi atılmadı.

Ölenleri anmak yasak, gerekçeli karara ulaşmak parayla

Dünün katliamcılarının bugünkü siyasal uzantıları Maraş katliamında katledilenleri her sene anmayı yasaklıyor, son yıllarda ise sadece katliamda katledilenlerinin ailelerine izin veriliyor.

2017 yılında da Maraş’ta 120 kişinin öldürüldüğü katliamın 39’uncu yıl dönümünde Meclis bünyesinde bir araştırma komisyonunun kurulması talebiyle önerge verildi. Ancak “katliam” ifadesi gerekçe gösterilerek önerge, Maraş'ın yıldönümünde iade edildi.

Dönemin CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün bilgi edinme yasası çerçevesinde TBMM’ye dilekçe vererek Maraş Katliamı ile ilgili görülen dava dosyasının bir kopyasını istedi. Fakat mahkemenin gönderdiği o cevapta Aygün’ün istediği belgelerin 41 bin TL ücret ödenmesi karşılığında gönderilebileceği belirtildi.

Ökkeş Şendiller

Türkiye’de adı cinayetler, provokasyonlar ve katliamlarla anılan kişiler son zamanlarda kendilerine medyada sıkça yer bulmaya başladı.  Bunlardan biri de Ökkeş Şendiller. 'Reisi' Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte TRT tarafından yapılan bir belgeselde Maraş katliamını anlatan katil Ökkeş Şendiller "aralarında Hrant Dink'in de bulunduğu komünist militanların gerçekleştirdiği"ni iddia edecek kadar ileri gitmişti.

Şendiller, katliamın üstünün kapatılmasından sonra Ökkeş Kenger soyadını Şendiller olarak değiştirdikten sonra aklanarak ANAP-BBP ittifakıyla Kahramanmaraş milletvekili seçildi. Bu yıllarda Menzilci tairkata bağlanan Şendiller,  trajik olarak Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine getirildi. AKP'nin 'Alevileri dönüştürmek adına yapılan "Alevi Açılımı" çalıştaylarına davet edildi. 

Maraş katliamının bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller, adeta bir katil soğukkanlılığıyla 2010 yılında utanmadan Maraş’a giderek sorumluların bulunmasını isteyen binlerce kişiye faşist çetelerle birlikte saldırmış, katledilen insanlara gövde gösterisi sunmuştu.

Yalan, çarpıtma ve nicesi...

Tercüman gazetesi, katliama ilişkin “Maraş’ı bahane eden komünistlerin, dinsizlerin, devlete meydan okuması” diye yazdı.

2013 yılında Sütçü İmam Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Ahmet Eycil, Akit'e verdiği röportajda, Gezi ve Maraş katliamı arkasındaki zihniyetin aynı olduğunu, devletin istikrarını bozmaya çalıştıklarını ileri sürerek şu skandal ifadeleri kullandı:

“78 olaylarının (Maraş katliamı) içinde yer alan sol grubun içinde Alevi de var, Ermeni de var, diğer gruplar da var. Şimdiki Gezi olayları içinde de bunlar var. Yani nerede devletin istikrarına olumlu veya olumsuz etki eden bir musibet varsa bunlar hemen içinde yer alıyor.”

Ahmet Eycil aynı röportajda daha da ileri giderek Sünniler ve Aleviler arasındaki 'kardeşlik anlaşmasını bozan maalesef ki Aleviler' diyerek Maraş katliamının sorumlusu olarak Alevileri gösterdi.

İki dönem önceki Maraş Belediye Başkanı Mustafa Poyraz, "İki taraftan da garip insanlar zarar gördü. Bunu kimse tasvip etmiyor. Bir insan bir yerden bir defa ısırılır. Biz bir defa yara aldık. İkinci yaraya K.Maraş izin vermez. Aramıza nifak tohumları, fitne fesat tohumları ekemezler" dedi.

Zaman gazetesi, 2008 yılında katliamın yıldönümüne yakın bir tarihte yaptığı haberde ise bu defa katliamı Sovyetler Birliği'nin planladığını iddia etmişti.

2010 yılında anmaya yapılan saldırının ardından aralarında Maraş Sanayi ve Ticaret Odası'nın da bulunduğu altı örgüt bir açıklama yayınlamıştı. O açıklamada yüzlerce yurttaşın öldürüldüğü bir katliamdan "1978 Maraş Olayları" şeklinde bahsediliyordu. Katliamdan bugüne ülkücü ve islamcı güçlerin katliamdaki başat rolleri açıkken, açıklama "ülkemizi karanlığa sürüklemek isteyen menfur mihraklar" gibi ifadelerle katliamcılarla katledilenlerin aynı "derin bağlantılara" sahip olduğunu imâ ediyordu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çorum ve Maraş katliamlarına ilişkin 2018'de yaptığı açıklamada Alevi ve solcu yurttaşları hedef alarak iki katliamın "Tamamen tiyatro" olduğunu söyledi.  İşte o açıklama: "Yaşı müsait olanlar hatırlar, Çorum ve Maraş olaylarını yaşadık. Onlarca vatandaşımızı şehit verdik. Tamamen tiyatroydu, tamamen kurgulanmış bir fitneydi.''

ÜZÜLMEK YETMEZ

Bugün Maraş'ta ve Türkiye'de kime sorsak katliam için üzüldüğünü söyler.  Fakat Maraş Katliamı için sadece üzüldüğünüzü, olmaması gereken bir olay olduğunu söylemek yeterli değildir. Temenniden daha çok olayların açığa çıkarılması, sorumluların hesap verebilmesini dile getirmek önemlidir.

Ökkeş Şendiller hâlâ katliamın sanığı değil, tanığı olarak belletilmeye çalışılarak, ülke sağının aklanması operasyonunda önemli bir figür olarak varlığını koruyor. Bugün Maraş Katliamı dosyası sessizce kapatılmış bulunuyor. Tıpkı Sivas Katliamı davasının zamanaşımından düşürülmesi gibi...

Emperyalizmin ve sermaye diktatörlüğünün yarattığı bu gerici, piyasacı, vahşi düşünce, Maraş Katliamı sırasında da iktidardaydı, bugün de iktidarda... Türkiye tarihine kara lekeler olarak yapışan bu karanlık ve alçak katliamların gerçek failleri, aslında hepsi birbirinin devamı olan bu gerici ve sermaye yanlısı hükümetler... Yıllar içerisinde cumhuriyet düşüncesini kemiren, ülkeyi gericiliğin karanlığı ile piyasacılığın vahşetine teslim eden iktidarlar, aslında tüm bu katliamların asli sorumlusu. Bize düşen ise katliamın hesabını sormak...

Kaynak : sol.org.tr 


18 Aralık 2023 Pazartesi

#NecipHablemitoğlu


Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan korkun...!  #NecipHablemitoğlu 

Aramızdan ayrılışının 21.yılında saygı, sevgi, özlem ve rahmet ile anıyorum...
Toprağı bol, ruhu şad, mekanı cennet olsun...

Necip Hablemitoğlu öldürülmeden önce FETÖ için uyarmıştı…

ARAŞTIRMACI-YAZAR NECİP HABLEMİTOĞLU, BUNDAN TAM 21 YIL ÖNCE 18 ARALIK 2002’DE ANKARA ’DA EVİNİN ÖNÜNDE UĞRADIĞI SİLAHLI SALDIRI SONUCU 48 YAŞINDA HAYATINI KAYBETTİ. HABLEMİTOĞLU, DEVLET İÇİNDEKİ FETHULLAH GÜLEN YAPILANMASINI DİLE GETİREN İLK İSİMLERDEN BİRİYDİ. HABLEMİTOĞLU 24 HAZİRAN 1999'DA 32. GÜN PROGRAMINDA TEHLİKEYE DİKKAT ÇEKMİŞTİ.

Fetullah Gülen’in aslında bir terör örgütü lideri olduğunu, devleti ele geçirmek için yetiştirdiği militanları ile birlikte bu amaç uğrunda çalıştığını ilk kez tespit eden ve dillendiren

Necip Hablemitoğlu 16 yıl önce tam da bugün uğradığı suikast sonucu aramızdan ayrıldı.
Faili meçhul bir suikaste kurban giden Hablemitoğlu’ndan geriye ise öldürülmeden 3 yıl önce şimdi FETÖ dediğimiz örgüt ile ilgili yaptığı uyarıları kaldı.
Evli ve iki kız çocuğu babası olan Necip Hablemitoğlu Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapmıştır. Orta Avrupa ve Balkanlar'da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve Türk şehitlikleri konularında alan çalışmaları yürütmüş, ve bu konularda çeşitli projelerde aktif rol almıştır. Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Hablemitoğlu, öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi'nde doktor öğretim görevlisi olarak yirmi yıl süresince Atatürk ilkeleri ve devrim tarihi derslerini verdi.
Kendisi gibi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ile evli, Kanije (Kanije, Osmanlı devletinin en batıdaki kalesi) ve Uyvar (Uyvar, Osmanlı'nın en kuzeydeki kalesi) adında iki kız çocuk babası idi.
Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayata gözlerini kapadı. Köstebek isimli kitabı ölümünden sonra basılmıştır. Cinayet sonrasında Hablemitoğlu'nun elektronik postasına ve telefonuna gelen tehdit telefonları emniyet mensuplarınca incelenmek üzere alınmıştır. Ailesinin İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 5'inci İdare Mahkemesi'nde açtığı dava neticesinde, İçişleri Bakanlığı 40 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkûm edildi. İçişleri Bakanlığı, savunmasında Hablemitoğlu'nun cinayetini “adi bir cinayet vak'ası” olarak değerlendirdiğini bildirmişti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Çok şey bilen hocaya iki kurşun
Karanlık eller yine işbaşında
Milliyet 19 Aralık 2002
Ankara’da uğradığı silahlı saldırı sonucu ölen Doçent Necip Hablemitoğlu Alman Vakıfları’nı Türkiye’de altın çıkarılmasını engellemekle suçluyordu...
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, dün evinin önünde uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Fethullah Gülen davası ve Alman Vakıfları’yla ilgili davaya dayanak oluşturan çalışmalarıyla ünlenen Hablemitoğlu "sol gözüne isabet eden" 9 mm. çapındaki merminin beyninde yarattığı tahribat sonucu olay yerinde öldü. Eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, "Türkiye yiğit bir evladını kaybetti, bu da öldürüldü" dedi. 
ARKADAN YAKLAŞTILAR
Soruşturmayı yürüten emniyet yetkililerinden alınan bilgilere göre saldırı 20.45’te gerçekleşti. Hablemitoğlu, Ankara Üniversitesi’ndeki "Devrim Tarihi" konulu dersini verdikten sonra kendi kullandığı 06 TF 647 plakalı özel aracıyla Portakal Çiçeği 40 numaradaki evine döndü. Aracını, apartmanın önüne park eden Hablemitoğlu, apartmana girmek üzere arkasını döndüğü sırada kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin saldırısına uğradı. 
Sayıları belirlenemeyen saldırganlar Hablemitoğlu’nun başına doğru iki el ateş etti. Kurşunlardan biri sol gözüne isabet eden Hablemitoğlu, park yerindeki iki aracın arasına düşerek hayatını kaybetti.
KOMŞULARIN İHBARI
Silah seslerini duyan komşuları ise 155’e ihbarda bulundu. İhbarın ardından Kavaklıdere Karakolu’nun Amiri Abdurrahman Harpçı intikal etti. Harpçı, hocanın öldüğünü tespit ederek, olayı müdürlerine bildirdi. Olay yerinde incelemede bulunan Cinayet Büro Amirliği ekipleri ile Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü ekipleri, otoparkta 9 mm çapında iki boş kovan buldu. Ceset üzerindeki incelemede de Hablemitoğlu’nun sol gözünden tek isabet alması sonucu öldüğü belirlendi. 
Olayla ilgili tutanakların tutulmasının ardından Hablemitoğlu’nun cenazesi Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Emniyet silahla ilgili yaptığı ilk incelemede ise silahın Hizbullah eylemlerinde kullanılan Takarov marka olmadığını saptadı. Ankara Nöbetçi Savcısı Sedat Sayın da olay yerinde tespit yaparak tahkikatı başlattı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da AKP’deki toplantıyı terk ederek önce bakanlığa, sonra da olay yerine giderek bilgi aldı. İlerleyen saatlerde Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan ve Savcı Cengiz Köksal da olay yerine geldi. 
DGM YÜRÜTECEK
Dosyayı "terör örgütlerinin eylemi" olabileceği gerekçesiyle Ankara Başsavcılığı’ndan devralan Volkan ve Köksal soruşturmayı DGM’nin yürüteceğini belirtti. Cinayet Masası da elindeki bulguları Terörle Mücadele Şubesi’ne devretti.
DGM Savcılarının talimatıyla Hablemitoğlu’nun çalışma odasındaki bilgisayar kayıtları, disketler ve önemli bazı belgeler emniyete getirildi. Hablemitoğlu’nun evinin etrafındaki tüm binaları dolaşan polis, silah seslerini duyan herkesi sorguladı. Sorgu sırasında birçok komşu, "Beşiktaş - Denizli maçının bittiği saate denk geldiği için ateşli taraftarlardan biri havaya silah sıkıyor zannettik" dedi. Polis, çevrede olayı duyduğunu söyleyen tüm isimleri ileride yeniden sorgulamak için tutanak altına aldı.
KATİLLER EN AZ İKİ KİŞİ
Emniyet birimlerinin, suikastın en az iki kişi tarafından işlendiği, bir kişinin çalışır durumdaki araçta beklerken diğerinin Necip Hablemitoğlu’nu öldürdüğü ihtimali üzerinde durduğu kaydedildi. Hablemitoğlu’nun alışveriş yaptığı Migros’tan ayrılırken aracını bomba ihtimaline karşı uzaktan kumandayla çalıştırdığı belirtildi. Polis, apartman kapıcısı dahil çevredeki 20 kişinin ifadesini aldı.
Namludaki üç araştırma
1- Gülen ve CIA ilişkisi
2- Alman Vakıfları
3- Telekulak ve köstebek
Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’na düzenlenen suikastın ipuçları ünlü öğretim üyesinin önemli "kaynaklık" ettiği dosyalarla üzerinde çalıştığı öğrenilen son araştırmada aranıyor. Hablemitoğlu’nun istihbarat birimlerindeki irticacı yapılanmaya ilişkin önemli bulguların yer aldığı "Köstebek" adlı bir kitabın yazımını tamamladığı, ancak kitabı bastıracak yayınevi bulamadığı belirtildi.
1 - Hablemitoğlu’nun adı ilk olarak, eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in Nur Cemaati lideri Gülen hakkında açtığı davayla gündeme geldi. Yüksel, davayı açtıktan sonra Hablemitoğlu’nun bu konuda kaleme aldığı "Etki Ajanları, Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar" adlı makaleyi fark etti. Yeni Hayat adlı derginin Ağustos 2000 tarihli sayısında yer alan makaleden sonra Hablemitoğlu ile temasa geçen Yüksel, bu teması bilim adamının öldürüldüğü güne kadar sürdürdü. Yüksel, Hablemitoğlu’nun araştırmasını ve verdiği bilgileri dayanak alarak Gülen hakkında ek iddianame de düzenledi. Hablemitoğlu, bu çalışmasında şunları belirtti:
• Hocaefendi, Philedelphia yakınlarında özel bir çiftlikte yaşıyor. FBI korumasındaki çiftlik alanı, refakat memurlarının gözetimi altında.
• Fethullahçı yapılanma, CIA’nın öngördüğü tarikat modeline (Mormon, Moon, Scientology) gibi tıpatıp uymaktadır.
• Fethullahçılar, bir yandan TSK’ya sızmaya çalışırken, bir yandan hasım ülke istihbaratçılarınca geliştirilen "Aktiv Opposition" stratejisi çerçevesinde alternatif aktif direniş oluşumunu hızlandırdı. 
ALMAN ELÇİNİN UYARISI
2 - Hablemitoğlu’nun ismi son dönemde yine Yüksel tarafından "Alman Vakıfları ve Bergama Köylüleri" hakkında açtığı davayla gündeme geldi. Yüksel, bu davada da Hablemitoğlu’nun aynı isimli kitabını dayanak aldı. Yüksel, davayı açmadan önce Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Rudolph Schmidt, DGM’ye gelerek dosyanın kendileri açısından çok hassas olduğu uyarısında bulundu. Hablemitoğlu, bu kitabında da şu tespitlerde bulundu:
• Vakıfların faaliyetleri incelendiğinde, konunun legal bir casusluk faaliyeti olduğuna ilişkin ciddi belirtiler görülecektir.
• Bu vakıflar illegal yapılanmalarla rejim karşıtı güçlerle temasa geçebilmekte, Türkiye’nin etkin, dinsel ve mezhepsel farklılıklarını ele almakta ve bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışmaktadır.
• Alman siyasi parti vakıfları, Türkiye’nin bütünlüğünün ve laik Cumhuriyetin teminatı olan Türk ordusundan ve Milli Güvenlik Kurulu’ndan fevkalade rahatsızlık duymaktadır."
SON ÇALIŞMA, SON SÖZLER...
3 - Geçtiğimiz günlerde de bazı basın organlarında, Rus istihbaratının, Türk istihbarat birimlerine Rusya ve Türki cumhuriyetlerde faaliyet gösteren Nur Cemaati’nin CIA’den destek aldığını bildirdiğine ilişkin haberler yer aldı. Hablemitoğlu da son çalışmasını bu konu üzerinde yapıyordu. Yüksel’in de yakın çevresine, "Hablemitoğlu bu konuyu araştırıyor" dediği öğrenildi. Yüksel’in Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra da "ölümü rejim karşıtlarının işine yaradı. Soruşturma çok yeni ama rejim karşıtlarının bu işi yaptığı çok açık" dediği ifade edildi.
4 - Hablemitoğlu’nun Emniyet ve istihbarat içindeki irticacı yapılanmaya ilişkin önemli bulguların yer aldığı "Köstebek" adlı bir kitabın yazımını yeni tamamladığı belirtildi. Bastıracak yayınevi bulamayan Hablemitoğlu’nun araştırmayı "disket" halinde koruduğu kaydedildi.
YÜKSEL’İ DESTEKLEDİ
Hablemitoğlu, son olarak "seks kasedi" skandalında Yüksel’e verdiği destekle adını duyurdu. Yüksel’in komploya kurban gittiğini savunan Hablemitoğlu, komployu Gülen’in adamlarının düzenlediğini iddia etti. 
Eşi katilleri gördü
Öldürülen doçentin öğretim üyesi eşi Şengül Hablemitoğlu, sabah evin önünde gördüğü iki şüpheli kişinin resmini çizdirmek için Emniyet’e gitti
Necip Hablemitoğlu’nun sürekli tehdit aldığını açıklayan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan eşi Şengül Hablemitoğlu, sabah şüpheli iki şahıs gördüğünü emniyete ileterek robot resim çizdirdi. Hablemitoğlu, bu şahısların evin etrafında tur attıktan sonra bir araçla gözden kayboldukları bilgisini iletti. 
Olay sırasında da Şengül Hanım ve iki kızının evde olduğu öğrenildi. Hablemitoğlu, eve başsağlığı ziyaretinde bulunan İçişleri Bakanı Aksu’ya da kocasının tehdit edilldiği bilgisini aktardı. Bu tehditlerden bazılarının e-mail ve telefon yoluyla geldiğini söyledi. Şengül Hablemitoğlu’nun saldırı sonrasında hem kızlarını hem de diğer aile bireylerini "Sakın ağlamayın. Babanız bizi bu konuda hazırlamıştı" diye teselli etti.
PLAKASI VERİLDİ
Görgü tanıkları olay sırasında Hablemitoğlu’nun sokağından geçen "06 T... 08" plakalı aracı şüpheli olarak bildirdi. Şengül Hablemitoğlu da Emniyet’te, pencereden gördüğü iki kişinin bindiği aracın özelliklerini aktardı ve uzaktan görebildiği kadarıyla plakasını verdi.
Aksu: Görenler var
İçişleri Bakanı Aksu da olay yerinde yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Saldırıyı, kınıyorum, lanetliyorum. Faillere ilişkin henüz somut bilgi yok. Kesin bir şey söyleyemiyorum. Şüphelileri görenler var. DGM savcısı da bizzat kendisi soruşturuyor. Koruma talebi olmamış. Failleri en kısa sürede yakalanacaktır."
‘Bu yiğit de öldü’
Olayı duyar duymaz görevli olmadığı halde olay yerine gelen eski DGM savcısı Nuh Mete Yüksel de yetkililerden bilgi aldı. Oldukça üzgün olduğu görülen ve bir ara gözyaşlarına hâkim olamayan Yüksel, gazetecilere, "Soruşturma başlatıldı. Çok büyük bir vatanseverdi, bu yiğit de öldürüldü. Kendini feda etti" dedi.
SÖYLEŞİ
Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
CANSU ÇAMLIBEL - YÜZYÜZE PAZARTESİ
Hürriyet 10 Ekim 2016 
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu 29 Eylül’de, eşi Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de silahlı saldırı sonucu ölümüne ilişkin soruşturmada ifade verdi. Hablemitoğlu eşinin öldürülmese, o dönem Gülen örgütüne ilişkin davalarda tanıklık yapacağını hatırlatırken, ailenin FETÖ çatı davasına müdahil olma talebi de kabul edildi. Devlet dosyayı belki ilk kez ciddiyetle açarken Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, yaşadıklarını sansürsüz anlattı.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu 10 gün önce eşi Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesine ilişkin soruşturma kapsamında ifade verdi. 29 Eylül günü Cumhuriyet Savcısı Necip Cem İşçimen ile yaptığı 6 saatlik görüşmeden Şengül Hablemitoğlu ‘14 yıldır ilk defa bir savcımız ve dosyamız oldu’ diye çıktı. Öte yandan Hablemitoğlu ailesinin FETÖ/PYD çatı davasına müdahil olma talebi de kabul edildi. Devlet Hablemitoğlu dosyasını yeniden ve belki ilk kez ciddiyetle açarken Şengül Hanım bugüne kadar yaşadıklarını sansürsüz anlattı... Yeni süreçte benzer şeylerin başına gelmemesini umarak!
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
BUNLAR SUÇ ÖRGÜTÜ KENDİ EKOSİSTEMLERİ VAR DİYEN İLK KİŞİ
- Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmeden 4 ay önce tamamladığı ‘Köstebek’ kitabı 15 Temmuz parametreleriyle okuduğunda ta o gün kendisinin Fetullahçı örgütlenmeye dair ortaya koyduğu net tablo karşısında dehşete kapılmamak elde değil. Bir akademisyenin 15 sene önce tespit edebildiklerini devlet nasıl edemez?
Adliye, mülkiye, askeriye. Bir ekosistem geliştirdiklerini söylüyor Necip. Bu değerlendirme hiç bu şekilde yapılmıyor. Bu ekosistemin içinde bu örgütün kendi sağlık, eğitim, kültür ve teknolojisini yarattığını söylüyor. Necip bunu sosyal bilimcilerin çok iyi bildiği sosyal çevre kuramı üzerinden anlatıyor. Ama kimsenin ilgisini ve dikkatini çekmedi o zaman. ‘Bunlar organize bir suç örgütüdür’ diye ilk söyleyen kişidir Necip. Bu kitap daha yazılmadan söyleyen insandır.
- Türkiye sahte delil üretilmesi ve hukukun manipülasyonu meselesinin zirvesini Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle yaşadı. Oysa ‘Köstebek’ Telekulak Operasyonu ve Gülen hakkındaki iddianameyi hazırlayan DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e yönelik kaset komplolarının da aynı sistematik içinde üretildiğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Sadece hukuku manipüle etmediler, hukuku manipüle edecekleri bir sosyal yaşam manipülasyonu gerçekleştirdiler. Ekosistem dediğimiz bu zaten işte. Başkalarının yaşamlarına zarar verebilmek için de bir sistematik oluşturdular ve o sistematik de kendi ekosistemleri üzerinden yürüyor.
- Necip Hablemitoğlu o dönem emniyet içindeki Gülencilerin röntgenini çekmiş. Bugünden bakınca çok benzer bir şablonun daha sonra ordu içinde uygulandığını biliyoruz. Üç kilit noktada sistemi tutuyorlar: İstihbarat, personel ve bilgi işlem. Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak gibi Fetullahçı ekosisteme uyanan bürokratlar da bir şekilde tasfiye ediliyor.
Evet, kendi ekosistemleri dışında kalan insanlar temizleniyor ve söz konusu kurumun içine o sistem hâkim oluyor. Bir de eğitime yatırım yapıyorlar biliyorsunuz. Eğitime yatırım yapmak insana yatırım yapmaktır. Dolayısıyla kendi insan kapitalini yaratıyor; kendisi gibi düşünen, kendisi gibi davranan ve sonuçta kendisine hizmet üreten bir insan kapitali yaratıyor. Bu kadar basit. Bu ekosistemin ekonomisi bu insan gücüne dayanıyor.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
TÜRKAN HOCA VE NECİP’E KARŞI BİR İNTİKAM DUYGUSU VAR
- Zaten Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile yollarının kesişmesi bu insan kaynağı meselesi yüzünden değil mi?
Evet, insan kapitaline yatırım yaparken yolları kesişiyor. Laik kesim ÇEV be ÇYDD aracılığıyla yoksul ailelere, özellikle kız çocuklarına ulaşıyor ve burs veriyor. Tabii bu onlar açısından insan kapitalinden bir kaynak kaybı demek. Hedef kitle aynı: Yoksul ve başarılı çocuklar. O hedef kitlede birisi Cumhuriyet’in değerleriyle eğitime odaklanırken diğer taraf kendi ekosistemini beslemek için aynı insan kaynağına yöneliyor. Bunu tabii hiç kimse bu şekilde anlatmıyor. Özellikle mi bu yanı anlatılmıyor çözemedim!
- Ergenekon ve Balyoz’dan yargılanıp beraat eden komutanlara bir şekilde itibarları iade edildi, bugün aklına fikrine danışılan kimseler. Oysa ÇYDD Genel Başkanı iken Ergenekon davası kapsamında evine baskın düzenlenen Türkan Saylan’a yapılanlar konusunda ne hükümetten, ne de devletin herhangi bir kurumundan bir pişmanlık ya da özür ifadesi duymadık. Neden sizce?
Türkan Hoca konusunda bir intikam duygusu beslediklerini düşünüyorum. İdeolojik bir saplantı var. Aynı şeyi Necip Hablemitoğlu için de hissediyorum. Ben iktidar ya da iktidara yakın kim varsa hepsinin Hablemitoğlu cinayetine Türkan Hoca’ya yaklaştıkları gibi yaklaştıklarını düşünüyorum. Bu insanlar ‘Cumhuriyet değerleri’ dedi! Ben bu iktidarın Cumhuriyet sevdalısı olduğuna inanmıyorum. Zaten öyle bir iddiaları yok ve bunu söylemiyorlar. Evet, laik kesimle bir dertleri var bunu da biliyorum.
Ama laik kesim homojen bir grup değil ki. Benim 30 yıllık akademi geçmişimde hiçbir zaman dindar öğrencilerimle bir sorunum olmadı çünkü ben onların derslere girmesine izin vermeyen hocalardan olmadım. Bir kere bir öğrencim bana laboratuvarda abdest almak istediğini söylediğinde buna izin veremeyeceğimi, daha uygun bir yer bulması gerektiğini söyledim. Bu örnek dışında dindar bir öğrenciye ‘Çık bu derse giremezsin’ dediğimi akademi tarihi yazmaz. Aynı şey Necip için de geçerlidir.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
NECİP’İN ARABASINDA ENAM-I ŞERİF BULAN POLİS ‘BİZE HOCAYI BÖYLE ANLATMADILAR’ DEDİ
- ‘Köstebek’in sonsözünde Necip Hablemitoğlu şöyle yazmış: “Sizler bu satırları okuduğunuzda eminim ki hakkımda bugüne kadar açılmış yüz milyarlarca liralık tazminat davalarına yenileri eklenecektir. Tehditler ve hakaretler hız kesmeyecek. Büyük bir ihtimalle hakkımda suç duyurusu yapılacak, dava açılacak. Bunlara değer mi diyorsanız Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak evet değer diyorum.” Ölüme götüren bu duruş mu kendisini sizce?
Necip öldürüldükten bir süre sonra Necip’in eşyalarını teslim almak için Adli Tıp’a gittik. Eşimin arabasında çok eski, babasının çocukken verdiği bir Enam-ı Şerif çıktı. Lime lime olmuş artık, ama onu hep taşırdı. Soruşturmayı yürüten polislerden biri onu bana verirken ne dedi biliyor musunuz? ‘Bu da hocanın arabasından çıktı, bize hocayı hiç böyle anlatmamışlardı!’ Ben böyle şeyler duyunca öfkeleniyorum işte. Kim ve ne yerine koyabiliyor bu insanlar kendilerini ki bizim gibi insanları tek bir etiketin altında kategorize edip ‘Laikler de şöyledir işte’ deme hakkını kendilerinde görüyorlar? Böyle bir şeye hakları yok, o yüzden de yaptıklarına saygı duymuyorum. Benim için insan hakkı olan, onlar için kul hakkı olan şeyi gözetmiyorlarsa saygı duymam.
HÜKÜMETE O SÜREÇTEKİ İÇİŞLERİ BAKANLARINI SORGULA DERSEM BEN SUÇLANIRIM!
- 14 yıl sonra başlayan dava sürecinde Hablemitoğlu suikastının üzerine gidilmemesinde ihmali ya da sorumluluğu olan siyasetçi ve bürokratların sorgulanmasını istiyor musunuz?
Necip’in öldürülmesi sırasında ve sonrasında görev yapan bütün polislerin ve diğer yetkililerin listesi var. Kimler o tarihlerde ve sonrasında görev yaptıysa belli. Muhalefet partisinin soru önergesi verdiği dönemleri ve verilen yanıtları da kastediyorum. Bunun içinde Beşir Atalay var, Abdülkadir Aksu var, var da var. O dönemlerdeki en yüksek mülki amirleri düşünelim. Ben sadece ve sadece soruşturmada savcıya süreçte karşılaştıklarını söylemekle yükümlüyüm. Bunun dışında mülki idari yapıyla ilgili sorgulamayı ben yapamam. Bunu dile getirmem bile mümkün değil. Belki başka türlü bir iklimde olsaydık sorardım ama bu iklimde soramam.
- OHAL’in yarattığı iklimden mi bahsediyorsunuz?
Bence biz uzun süredir OHAL’deyiz. Bu hal uzun süredir OHAL. En azından benim için Necip’in öldürülmesiyle başlamış bir OHAL var. Aile yaşamım, mesleki yaşamım ve sokağa çıkmam da dahil buna. Buradan ne söylemeye çalıştığımı anlamışsınızdır!
Henüz katili ortaya konmamış, azmettiricileri ortaya çıkarılmamış. Üstelik de yıllarca birlikte çalışılmış bir kadroyla bu işin üzerine gitmeye çalışan bir hükümete ben diyeceğim ki içişleri bakanlarını da sorgula, onlar da sorumlu. Ben bunu söyleyemem çünkü o zaman ben suçlanacağım. Bugün bana sosyal medyadan saldıran saldırana zaten. Başka türlü bir saldırıyla karşılaşıp karşılaşmayacağımı bilmiyorum.
CİNAYETİN İKİ DAVAYLA TARİH ÇAKIŞMASINA BAKMAK ŞART
- Hablemitoğlu gibi siyasi bir cinayet olan Hrant Dink davasında AK Parti-Gülen kavgası patlak vermeden ismi belli olan sorumlular ne sorgulanmış ne de açığa alınmıştı. İki davanın benzerlik gösteren yanları var mı?
Orada bir fail fotoğrafı var elde, bizde hiçbir şey yok. Biz şu anda faili bilmiyoruz, görüntü de yok. Hrant Dink suikastında görsel birtakım deliller var. Kötü olan şu: Bir geçiş sürecinde işlenmiş bir cinayet bu. 3 Kasım 2002 seçimleri oluyor, 18 Aralık 2002’de Necip öldürülüyor. Çok daha ilginç bir tarihi çakışma var. 26 Aralık tarihinde Alman vakıflarıyla ilgili dönemin DGM’lerinde görülmeye başlanacak olan davada Necip tanık sıfatıyla müdahil olacaktı. Yine aynı süreçte, Fetullah Gülen örgütlenmesine dair dönemin DGM’lerinde başlayacak davalarda da Necip tanıklık yapacaktı. Nuh Mete Yüksel bunu açıkladı: “Ben zaten iddianamenin önemli bölümünü Necip Bey’in çalışmalarına dayanarak oluşturdum. Kamu kurumlarında hazırlanmış raporlarla birleştirdim” dedi. Bu tarihi çakışmaların dikkate alınması gerekiyor.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı

BU TARAF YA DA O TARAF ÖLDÜRMÜŞTÜR DİYEMİYORUM BELKİ BİR DİĞERİNE ‘BEN HALLETTİM SEN MERAK ETME’ DEDİ
- Necip Bey’in çalışmaları kadar bu tarih çakışmaları da sizin gözünüzde hem Alman vakıflarını hem de Fetullah Gülen teşkilatını şüpheli hale mi getiriyor o halde?
Bu taraf ya da o taraf diyemiyorum ben. Belki başka bir şeydir. Basının birtakım spekülatif yönlendirmelerinin de olduğunu söyleyebilirim. O dönemde konuşan birtakım kanaat önderleri ve adının yanında ‘uzman’ yazan insanlar farklı yorumlarda bulundular! Ama ben şöyle yorumluyorum: Bir akademisyen, ağırlıklı olarak dış Türkler çalışıyor, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu şeriatçı terör tehlikesi ve cemaatler üzerinde çalışıyor. Yabancı STK ve vakıfların o dönemde Türkiye’de herhangi bir yasal düzenlemeye tabi olmadıklarını ortaya koymuştu. Necip’in ölümünden sonra Vakıflar Yasası değiştirilerek yeni bir düzenleme yapıldı. Dolayısıyla bu cinayetin içinde herkes olabilir. Üstelik de biri diğerine ‘Ben hallettim, sen merak etme’ gibi bir şey de söylemiş olabilir. Buradaki uluslararası ya da yerel alışverişleri bizim tahayyül etmemize imkân yok.
Yerel taşeron, küresel bir işbirliği olabilir.
- Yerel taşeron derken Fetullah Gülen’i mi kastediyorsunuz?
Bizim iddianame 15 Temmuz’dan önce hazırlanmaya başlanmış. İçinde Hablemitoğlu suikastının karartıldığına, görevlilerin sorumluluklarını yerine getirmediklerine dair birtakım bilgiler var. Böyle olunca biz FETÖ/PDY çatı davasına müdahil olmak istedik. 22 Temmuz’da dava kabul edildi, biz de dilekçemizi 25 Temmuz’da verdik. Müdahilliğimiz kabul edildi. Ama şu an benim görüştüğüm Savcı Cem İşçimen bu davayla ilgili 1.5 yıla yakındır çalışıyor. Çatı davadan sonra ne olur onu bilemiyorum.
- Eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı iki yıldır ‘Hablemitoğlu’nu Cemaat öldürmüş olabilir’ şeklinde demeçler veriyor. Sizinle temasa geçti mi Hanefi Avcı ve benzeri isimler?
Hayır. Zaten isteseler de görüşmem. Asla görüşmem öyle emniyetçiyle falan. Güven duymuyorum ki. Benim güvenim o akşam sarsıldı, bir daha toparlamaya imkân yok.
SAVCI İŞÇİMEN’LE GÖRÜŞÜNCE SIRTIMDAKİ YÜKÜN YARISINI BOŞALTTIM DAHA ÖNCE HEP CİDDİYE ALMADAN DİNLEDİLER
- Yeni dava sürecinde ‘Fail şu, arkasında şunlar vardı’ şeklinde net bir tablo ortaya çıkarılsa bile devlete güveniniz oluşmaz mı?
Oluşur tabii ki. Zaten Savcı Necip Cem İşçimen ile yaptığımız görüşmeden sonra o akşam sırtımdaki yükün yarısını boşaltmış gibi hissettim. Çünkü bundan önce hep şöyle şeyler yaşadım. Olayın yaşandığı gece sabaha kadar emniyette kaldım. Bir başka sefer 12 saat dinlediler. Emniyete çok sık gidip geldim. Bilmiyorum diğer olaylarda eşler benim kadar sık emniyete gidip geldi mi? O açıdan da çok kızgınım. Bu cinayet bugün olsaydı gitmezdim ‘Ne işiniz var, def olun gidin’ derdim. Bu kadar da amiyane söylüyorum.
- Yasınıza saygı duyulmadı anlamında mı söylüyorsunuz bunları?
Hiç kimse duymadı. O anın sıcaklığıyla bir yandan aklınızın bir yanı ‘Aman Şengül yardımcı ol, yol alınsın’ diyor. Bir yanınız da ‘Bunlara mı anlatıyorum ben’ diyor. Ciddiye almadan dinliyorlar, yargılayan bakışlarla. Duvara konuşuyormuşum gibi hissettiğim geceler oldu. 13 saat kaldığım akşam Ankara Emniyet Müdürü ve diğer görevliler vardı. Sonra sabah sekize doğru beni bir teşhis odasına indirdiler. Karşıma 4-5 kişi çıkardılar. Olay günü aracımın karlarını temizlerken birkaç şüpheli kişi gördüğümü anlatmıştım. ‘Bakın bakalım gördüklerinizden biri bunların arasında mı?’ dediler. Ben o an bağırmaya başladım çünkü karşıma dizdiklerinden ikisi biz daha önce konuşurken çay, meyve getiren kişilerdi. ‘Siz benimle alay mı ediyorsunuz’ dedim. Teknik bir yöntem olduğunu söylediler! O dönemin emniyet müdürünün tavrı da hiç hoş değildi.
- Kimdi o emniyet müdürü ve ne yaptı?
Ercüment Yılmaz. Beni o zaman Başbakan olan Abdullah Gül ile görüştürdü. Gittim. Ben içerideyken Ercüment Yılmaz’ın da içeri alınması gündeme geldi. Girdi içeri bana Abdullah Gül’ün yanında ‘Eşinizin başka çalışma mekânı var mıydı?’ gibi absürd sorular sordu. Dedim ki ‘Ercüment Bey bir haftadır bir sizinle birlikte uyumadığımız kaldı. O kadar zaman geçirdik, bunu bana sormanız için Başbakan’a gelmemize gerek yoktu’. Böyle trajikomik bir şey vardı karşımda. Çok sarsıcıydı benim için. Bütün o dönemdeki duygularımı tarif etmek için bir kelime icat etmem lazım. Bana yönelik bir nemelazımcılık, değersizleştirme... Bütün bunları hissettim. Öldürülerek ölmüş birinin geride bıraktıklarının hislerini asla anlayamaz kimse.
DEVLET İDEOLOJİK KÖRLÜĞÜN DIŞINA ÇIKAMADI
- Necip Hablemitoğlu suikastı özelinde devlet kurumlarında bir ideolojik körlük dönemi yaşandığını mı düşünüyorsunuz?
İdeolojik körlük de diyebiliriz, cehalet körlüğü de diyebiliriz. Çünkü bu kadrolarla bu kadar yakın temas içinde olunmasının en önemli nedeni bu cehalet körlüğü. Yeterli bilgi ve donanımı olan insanlarla hükümet edilmedi bu ülkeye. Çok daha bilgili, uzmanlaşmış insanlarla çalışabilirlerdi. O ideolojik körlüğün dışına çıkabilselerdi o zaman saygı duyardım.
- Hayata Necip Hablemitoğlu gibi Atatürk ilkeleri ve laiklik kavramı üzerinden bakan bir akademisyen ‘Gülen Cemaati bir suç örgütüdür ve sistematiği şudur’ şeklinde ciddi bir çalışma ortaya koyuyor. Eğer mesele Türkiye’yi arındırmaksa ve kurumların sağlıklı işleyişini sağlamaksa bu uyarıları yapan kişinin Atatürkçü mü muhafazakâr mı olduğunun ne önemi var?
Öteki buldukları insanların sözleri ya da bilgisi değer taşımıyor. Bu çok kötü bir şey.
Son bir haftadır bir de şunu duyuyorum: FETÖ’nün asıl müsebbibi laik kesimdir. Bu, kahkaha atmama neden oluyor. Katı laiklerle, sosyal barışı ve sosyal demokrasiyi önemseyen insanları aynı kefeye koyup ‘Bunu siz yaptınız’ derseniz yine samimiyeti kaybetmiş oluyorsunuz. O zaman bu yine fırsatçılığa evrilmiş oluyor. Madem bir şeyin üstünü kapattın, oradan barışa doğru yönelmek zorundasın. Toplumsal barışı her sabote edeceğimiz adım bize bumerang olarak başka sorunlarla dönecek. Tekrar eski retoriğinle geliyorsan benim önüme ben buradaki samimiyeti sorgularım.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: Öldürülmese 2002'deki Fetullah Gülen davasında tanıktı
KORKSAYDIM ZEKERİYA ÖZ’Ü ‘RÜYASINDA BİLE GÖREMEZ’ DİYE REDDETMEZDİM
- Türkiye toplumsal olarak 15 Temmuz’da yaşadığı travmayla yüzleşip kayıplarının yasını gerçek manada tutabildi mi?
Yüzleşemedik bununla. Ölenleri şehit olarak tanımlamak olayı kabul edilebilir hale getiriyor. Mesela ben hiçbir zaman eşime şehit demedim, demem. Devlet de demesin aman! Şehit değil, katledildi. Siz istediğiniz kadar o insanları yüceltin, bir yere koyun. Kayıp yaşayanların şurasındaki acıyı asla dindirmediği gibi bazen daha da kanırtabilir. Bakın şu örneği hatırlayın. 15 Temmuz gecesi ölenlerden biri Yeni Şafak foto muhabiri Mustafa Canbaz’dı. Sonra ailesini Beştepe’de saraya çağırdılar. Eşinin orada yaşadığı travmayı hatırlayan var mı acaba? Orada o gecenin görüntüleri izlettirilince sesleri duyunca aile orayı terk etmek zorunda kaldı. Bu patolojiye dönüşüyor. Siz bu söylemlerle o patolojiyi besliyorsunuz. 15 Temmuz gecesi camilerden sala okunmasını eleştirenlere tepki gösterdiler. Benim her duyduğumda tüylerim diken diken oldu. Sadece ölümü çağrıştıran bir şey bu. Tabii aradan zaman geçmiş, bir de laik biriyim ya bu hükümete de oy vermedim ya bunları söylemenin hiçbir değeri olmadığını biliyorum.
- Bunları söylerken hiç tedirgin olmuyor musunuz? 14 senedir beklediğiniz bir dava yeni açılıyor. Siyaseten ve yaşam tarzı olarak nerede duyduğumu hatırlatırsam acaba Hablemitoğlu suikastıyla ilgili mahkeme süreci akamete uğrar mı diye kaygınız yok mu?
Bugüne kadar böyle bir korkum hiç olmadı. Bakın Zekeriya Öz Ergenekon sürecinde bir gazete muhabiriyle bana ‘Bu davaya müdahil olsunlar’ diye haber gönderdi. Korksaydım onu ‘Rüyasında bile göremez’ diye reddeder miydim? Ben güven duymadım orada yapılanlara.
Bu adam benim kocamdı, sevgilimdi, arkadaşımdı, zaman zaman babam ya da oğlum. Ama ben onu hayatımda bir yere koydum. Onunla ilgili bu süreci kariyerim olarak görüyorum. Bu kariyerim orada duruyor. Laik biri olarak toplumsal hayata dair gözlemlerimi ise bir akademisyen olarak paylaşıyorum. Bir profesörüm, yıllarımı verdiğim bir yas çalışması var, yıllarımı verdiğim öğrenci iletişimim var. Onlara bu ülkede sosyal hizmetin nasıl olduğunu ve olması gerektiğini anlatıyorum. Ben bunları ayırt edebiliyorum. Ben dava süreciyle kendi akademik duruşumu ayırt edebiliyorum, devlet de ayırt edebilsin. Devletin ideolojisi olmaz. Devletin tek ideolojisi bütün vatandaşlarına eşit bir biçimde yaklaşmak olmalıdır. Belki çok ütopik bir şey söylüyorum.
MİT’ÇİYİZ DİYE GELENLER ÇALIŞMA ODASINA GİRMESİN DİYE ARKADAŞLARIM ETTEN DUVAR ÖRDÜ
Ben ‘Köstebek’te yazılanların önemini ve bu adamların nasıl çalıştığını biliyordum. Cinayetin ardından inanın şoktayım, ne yaptığımı bilmiyorum. Çocukluk ve üniversite arkadaşlarım koşarak geldi. Necip’in 4-5 metrekarelik çalışma odasının kapısının kilidi bozuk onu hatırladım ve kapıyı bağladım. Tabii bunları şuursuzca, mekanik olarak yapıyorum o an.
*
Arkadaşlarıma dedim ki ‘Bu odaya kimseyi sokmayacaksınız’. Onlardan biri taburenin üstünde kapının önünde oturuyor. Ben emniyete götürüldükten yarım saat sonra iki kişi geliyor ve şöyle diyorlar: ‘Biz MİT’ten geliyoruz, hocanın odasına bakacağız’. Bizimkiler ‘Asla’ diyorlar ve kapının önünde etten duvar oluyorlar. Biz daha sonra odadan incelemeye götürülecek şeyleri bir tutanakla dökümünü yaparak verdik ve yine tutanakla geri aldık. Sadece kitap özelinde konuşuyorsak onun basılabilmesinin şöyle bir garantisi daha vardı. Tarihi atıp noktayı koyduğunda e-posta ile bütün yakın arkadaşlarına, gazete arkadaşlarına yolladı. Benim yanımda yaptı bunu. Kitap zaten basılmadan dağılmıştı. 
*
CEMAAT GAZETESİ PKK’LI DİYE SAHTE AA HABERİ YAPTI
*
Sahte belge ve bilgi üretiminden Necip de nasibini fazlasıyla almış bir isimdir. Cemaat gazetelerinden biri bir gün Anadolu Ajansı mahreçli bir haber yayınladı Necip hakkında. Necip’in Ankara Bahçelievler civarında bir PKK hücre evinde gözaltına alındığına dair bir haberdi. Necip o gazeteye dava açtı çünkü avukatı Anadolu Ajansı’na sizden böyle bir haber çıktı mı diye sordu, hayır cevabını alınca Necip dönemin Ankara Emniyet Müdürü’ne gitti ve ‘Böyle bir haber nasıl yapılabilir’ diye sordu. Adam ‘Sizin bizde böyle bir kaydınız yok’ dedi. Biz o tazminatı davasını kazandık.
Kaynaklar : 

13 Aralık 2023 Çarşamba

#ErdalEren


Erdal Eren (25 Eylül 1964,Şebinkarahisar, Giresun - 13 Aralık 1980, Ankara),
12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.
Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı.
Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.
Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziya?et eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "Avukatıyla görüştüşülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
İdam kararı verilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve sonrasında hemen idam edildi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.
Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.


Ali Ekber EREN : Ankara Adı Kara
#AnkaraAdıKara
*
Gökte turna dizim dizim

Dinmez yüreğimde sızım
Erdal Eren'i asmışlar
Ağıdını söyler sazım
*
Deli sevdalar başımda
Sevdalı yürek peşinde
Çektiler darağacına 
Daha gencecik yaşında
*
Ankara adı kara
Bu yara başka yara
Onyedi yaşındaydı
Kıyılır mı Erdal'a
*
Gökyüzünden bize der ki
Durmasın kavgamın çarkı
Sen ağlama anacığım
Çoğalırız türkü türkü
*
Başı dimdik yürüyordu
Ölümüne gülüyordu
Halkım unutmasın beni
Mutlak gelirim diyordu.
*
Zulüm kurbanını seçti
Bütün dünya buna şaştı
İşkencede Hasan Özmen
Sesi denize ulaştı.
*
Ben her zaman halkı sevdim
Onun için işte öldüm
İnsanlık utansın buna
Dağlarıma selam saldım.
*
Ankara adı kara
Bu yara başka yara
On yedi yaşındaydı
Kıyılır mı Erdal'a
*