16 Eylül 2023 Cumartesi

#TarıkAkan


Tarık Akan, Asıl adı Tahsin Tarık Üregil'dir.13 Aralık 1949 yılında İstanbul'da bir abla ve bir ağabeyden sonra üçüncü çocuk olarak doğdu. Aslen Gümüşhane kökenlidir.

Tarık Akan, subay olan babası Yaşar Bey'in görevi nedeniyle Erzurum Dumlupınar ilkokulunda başladığı ilkokulu Kayseri'de bitirdi, babasının emekliliği ile İstanbul'a, Bakırköy'e geldiler. Orta ve liseyi Bakırköy'de bitirdi.

Yıldız Teknik Üniversitesi, Makine Yüksek Mühendisliği'nde okudu, ardından Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi ve mezun oldu.
Sinemaya geçmeden önce Bakırköy plajlarında cankurtaranlık, sokaklarında ise işportacılık yaptı.
1970 yılında Ses Dergisi'nin açtığı Sinema Artist Yarışması'nı kazanarak 1971'de ilk filmi 'Solan Bir Yaprak Gibi'yle sinemaya geçti ve Tarık Akan adını aldı.
1970-1975 arası Tarık Akan'ın yılda 12 film çektiği dönemdi.
Emel Sayın'la ‘‘Mavi Boncuk’’u,
Hülya Koçyiğit'le ‘‘Sev Kardeşim’’i,
Hale Soygazi ile ‘‘Gece Kuşu Zehra’’yı, ‘‘Hababam Sınıfı’’nı bu yıllarda çekti.
Sonra ‘‘değişirken yok olmayı’’ göze aldı ve mesajı olan filmler yapmaya karar verdi.
Bu kararın ilk ürünü Nehir, onu Cüneyt Arkın'la birlikte oynadığı ‘‘Maden’’, ‘‘Sürü’’, ‘‘Yol’’, ‘‘Kanal’’ gibi filmler izledi.
1979 yılında askerlik görevini yedek subay olarak Denizli'de yaptı.
Tarık Akan, 1991'den beri Bakırköy Taş Mektep'in İlkokulu'nun ortaklarından birisidir.
Aziz Nesin'in vefatından sonra görevini devir alan oğlu Ali Esin'den vakıf başkanlığını devir aldı.
Sinemacılığın kötü gittiği 1975-1980'li yıllarda ticari taksi alarak kiralama sistemi ile ticarete devam etti.
Tarık Akan, 12 Eylül'de 12 yılla yargılanmış ancak 2.5 ay hücre hapsi cezası almıştı.
2002 yılında "Anne kafamda bit var" isimli bir kitap çıkarmıştır. Kitabında 12 Eylül Darbesi'nden sonra yaşadıklarını kaleme aldı.
Yazları fırsat bulduğunda Bodrum Akyarlar'da manço kulüp yanında taştan bir Rum evini restore edip dostlarını da ağırladığı bir yazlık haline getirdi.
2015 yılında akciğer kanserine yakalandı. Tedavilerini olan Tarık Akan, Bodrum'daki evinde yaşamaya devam etti.
16 Eylül 2016 Cuma sabahı akciğer kanseri sebebi ile 67 yaşında yaşama veda etti.

Evlilikleri :

7 Ağustos 1986'da Yasemin Erkut'la evlendi, bu evlilikten Barış Zeki ve ikiz olan Yaşar Özgür'le Özlem adlarında üç çocuğu oldu.
16 Haziran 1989 Haziran'ında eşinden boşandı.
Şimdilerde ise halen balerin Acun Günay'la nikahsız bir beraberlik yaşamaktadır.

Kitapları :

2002 - Anne Kafamda Bit Var"(12 Eylül Anıları)

Ödülleri :

1973 - 1973 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Suçlu” ile Kazandı 
1978 - 1978 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Maden” ile Kazandı 
1980 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu,”Adak ve Sürü” ile Kazandı 
1982 - Cannes Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Yol” ile Aday
1984 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Pehlivan”ile Kazandı 
1985 - Berlin Uluslararası Film Festivali, Gümüş Ayı, “Pehlivan” ile Mansiyon 
1989 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Üçüncü Göz” ile Kazandı
1990 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Karartma Geceleri” ile Kazandı 
1992 - Adana Altın Koza Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Karartma Geceleri” Kazandı
1996 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, Yaşam Boyu Onur Ödülü 
2003 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, “Gülüm”ile Kazandı
2006 - Sinema Yazarları Derneği Ödülleri, Onur Ödülü 
2007 - Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği Ödülleri, Sinema Emek Ödülü

Filmleri :

1971 - Emine
1971 - Beyoğlu Güzeli
1971 - Vefasız
1971 - Melek mi, Şeytan mı?
1971 - Solan Bir Yaprak Gibi
1972 - Sisli Hatıralar
1972 - Azat Kuşu
1972 - Kaderimin Oyunu
1972 - Suçlu
1972 - Para
1972 - Aşkların En Güzeli
1972 - Üç Sevgili
1972 - Sev Kardeşim
1972 - Tatlı Dillim
1972 - Feryat
1973 - Yeryüzünde Bir Melek
1973 - Umut Dünyası
1973 - Yalancı Yarim
1973 - Canım Kardeşim
1973 - Bebek Yüzlü
1973 - Oh Olsun
1974 - Hababam Sınıfı
1974 - Esir Hayat
1974 - Memleketim
1974 - Kanlı Deniz
1974 - Yaz Bekarı
1974 - Mavi Boncuk
1974 - Mahçup Delikanlı
1974 - Boşver Arkadaş
1975 - Bizim Aile / Merhaba
1975 - Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı
1975 - Ateş Böceği
1975 - Çapkın Hırsız
1975 - Gece Kuşu Zehra
1975 - Delisin
1975 - Evcilik Oyunu
1975 - Ah Nerede
1976 - Gizli Kuvvet
1976 - Cani
1976 - Kader Bağlayınca
1976 - Öyle Olsun
1976 - Aşk Dediğin Laf Değildir
1977 - Şeref Sözü
1977 - Baraj
1977 - Bizim Kız
1977 - Babanın Evlatları
1977 - Nehir
1977 - Sevgili Dayım
1978 - Maden
1978 - Seninle Son Defa
1978 - Kanal
1978 - Sürü
1978 - Lekeli Melek
1979 - Adak
1979 - Demiryol
1981 - Deli Kan
1981 - Herhangi Bir Kadın
1981 - Yol
1982 - Arkadaşım
1982 - Kaçak
1983 - Derman
1983 - Çocuklar Çiçektir
1983 - Gecenin Sonu
1983 - Beyaz Ölüm
1984 - Pehlivan
1984 - Yosma
1984 - Damga
1984 - Kayıp Kızlar
1984 - Alev Alev
1985 - Bir Avuç Cennet
1985 - Kan
1985 - Tele Kızlar
1985 - Son Darbe
1985 - Paramparça
1986 - Halkalı Köle
1986 - Adem ile Havva
1986 - Acı Dünyalar
1986 - Ses
1986 - Kıskıvrak
1986 - Beyoğlu'nun Arka Yakası
1987 - Yağmur Kaçaklar
1987 - Skandal
1987 - Su Da Yanar
1987 - Çark
1987 - Kızımın Kanı
1988 - El Kapıları
1988 - Dönüş
1988 - Üçüncü Göz
1989 - İkili Oyunlar
1989 - İsa, Musa, Meryem
1989 - Leyla İle Mecnun
1989 - Kimlik
1990 - Bir Küçük Bulut
1990 - Devlerin Ölümü
1990 - Berdel
1990 - Karartma Geceleri
1991 - Bir Kadın Düşmanı
1991 - Uzun ince Bir Yol
1991 - Siyabend ile Heco
1992 - Taşların Sırrı
1994 - Yolcu
1994 - Çözülmeler
1995 - Aşk Üzerine Söylenmemiş Herşey
1997 - Mektup
1997 - Antika Talanı
1999 - Hayal Kurma Oyunları
1999 - Eylül Fırtınası
2002 - Gülüm
2002 - Abdülhamit Düşerken
2002 - Koçum Benim
2003 - Vizontele Tuuba
2004 - Gece Yürüyüşü
2006 - Ankara Cinayeti
2006 - Ahh İstanbul
2009 - Deli Deli Olma
2009 - Karşıyaka Memleket (Nazım Hikmet Ran) (Sinema Filmi)
2013 - Geç Gelen Ödüller (Kendisi) (TV Filmi)
*

12 Eylül 2023 Salı

#12Eylül

43 yıl önce bugün, 7 kilogram kafasında 7 gram beyin olmayan Kenan Evren isimli faşist ve askeri cuntası tarafından darbe yapılarak, yönetime el konulmuş ve askeri faşizmi iliklerimize kadar yaşatmışlardı...

Bugünlerde yaşadığımız dünyanın en ileri faşizminden tek farkı onlar üniformalıydılar, bugünküler sivil...
#12EylülAskeriFaşistDarbesi sonucunda:
1 milyon 683 bin kişi 'fiş'lendi.
650 bin kişi gözaltına alındı.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.
517 kişiye idam cezası verildi.
259 kişinin idam dosyası Yargıtayca onandı.
49 kişi idam edildi.
71 bin kişi 141, 142 ve 163'den yargılandı.
98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi 'kuşkulu bir şekilde' öldü.
171 kişinin 'işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.
14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları 'açlık grevi' sonucu yaşamını yitirdi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.
1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.
47 yargıç görevden atıldı.
7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.
937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu .
İstanbul'da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
31 gazeteci cezaevine konuldu.
Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci öldürüldü.
49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.
#KahrolsunFaşizm !.
#KahrolsunFaşistDiktatörlük !..
#FaşizmeKarşıOmuzOmuza !..
Dünyanın Dört Bir Yanında Faşizme Karşı Omuz Omuza Direnenlere Bin Selam Olsun!..

9 Eylül 2023 Cumartesi

#9Eylül

🙋‍♂️🎶🎶🎶🌺🌹🌷🌹💐

#9Eylül
#İzmir
#9Eylül1922
İzmirinKurtuluşu

#9Eylül #İzmir 'in düşman işgalinden kurtuluşunun 101.yılı kutlu olsun!..

#İzmirinDağlarındaAtatürkAçar

#YaşaMustafaKemalPaşaYaşa

#YaşasınKuvayıMilliye

#NeMutluTürkümDiyene

Bütün arkadaşlarımıza;

Türkü tadında, sağlıklı, huzurlu, mutlu, sevgi, dostluk, barış, kardeşlik ve umut dolu, doğal afetlerin,  korkunun, baskının, zulmün ve faşizmin olmadığı, dinbazların din sömürüsü yapmadığı, musmutlu, güpgüzel bir cumartesi günü dileğim ile günaydınlar olsun!..

Türküler ile dostca, sağlıcakla, sevgi ile ve 🇹🇷 #Atatürk 🇹🇷 ile kalın!..

🌺🌹🌷🌹💐🎶🎶🎶🙋‍♂️

*
#MustafaKemalinAskerleriyiz
*
Bornova’yı görünce sürdük atları
Göğsümüzde taşıdık şanlı bayrağı
Kurtarmaya and içtik yüce vatanı
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
*
Düşman sarmış yurdumu işgal altında
Birlik olma zamanı bayrak altında
Aradığın o kudret damarlarında
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
*
Bornova’yı geçerken helallik aldık
Cumhuriyet yolunda bir tarih yazdık
Rehber oldu devrimler izinde millet
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
*
Düşman sarmış yurdumu işgal altında
Birlik olma zamanı bayrak altında
Aradığın o kudret damarlarında
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
*
Söz ve Müzik : Ege


https://www.youtube.com/watch?v=NkPSx7vhsyI

30 Ağustos 2023 Çarşamba

#30Ağustos

 

Haluk Levent İzmir Marşı

#30Ağustos
#30Ağustos1922
#30AğustosZaferBayramımızKutluOlsun !..
101 yıl önce bugün #YaİstiklalYaÖlüm diyerek yola çıkan,
emperyalist işgalciler tarafından her tarafı işgal edilmiş yurdumuzu;
"Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!"
diyerek kurtuluş savaşımızın büyük taarruzunu başlatan, yurdumuzu düşman işgalinden kurtaran ve bu büyük zaferle taçlandıran,
başta ulu önderimiz, ebedi Baş Komutanımız, sarı saçlı mavi gözlümüz
#MustafaKemalAtatürk ve #SilahArkadaşları ile bütün #KuvayıMilliye 'cilere bin selam olsun!..
Bütün #KurtuluşSavaşı kahramanlarımızı; sonsuz sevgi, saygı, özlem, minnet ve rahmetle anıyoruz...
Toprakları bol, ruhları şad, mekanları cennet olsun!..
#30AğustosZaferBayramımızKutluOlsun !..
#NeMutluTürkümDiyene !..
*
#İzmirMarşı
#HalukLevent

26 Ağustos 2023 Cumartesi

#26Ağustos #BüyükTaarruz


#YaşaMustafaKemalPaşaYaşa
#YaşasınKuvayıMilliye
Türk'ün Ulu Atası'na Bin Selam Olsun!..
*
30 Ağustos Gecesinde / Nazım Hikmet RanKuvayi Milliye/Destan
*
26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER 
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR 
VE 
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E BAKAN NEFER 

*
Saat 2.30. 
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, 
ne ağaç, ne kuş sesi, 
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin, 
gece yıldızların altında kayalardır. 
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, 
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan 
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için 
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi 
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den 
dünyanın en yıldızlı karanlığını. 
Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa 
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek. 
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor. 
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde 
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var: 
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir 
Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar. 
Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir, 
bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar. 
Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından 
gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp 
yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider. 
Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve 
yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri. 
Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? 
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce 
ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken 
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek. 
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. 
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam 
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu 
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, 
birdenbire beş adım sağında onu gördü. 
Paşalar onun arkasındaydılar. 
O, saati sordu 
Paşalar: 'Üç', dediler. 
Sarışın bir kurda benziyordu 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı. 
*
Saat 3.30. 
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir. 
İzmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla 
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi 
baktı manga efradına birer birer: 
Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer. 
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. 
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam. 
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam, 
memlekette toprağını ve tek öküzünü 
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu 
mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için 
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı. 
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı 
ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir, 
yine de dimdik ayakta kalabilir. 
Sekizinci İbrahim korkmayacaktı bu kadar 
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar. 
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki: 
tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar. 
*
Saat: 4 
Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası. 
On ikinci Piyade Fırkası. 
Gözler karanlıkta, uzakta. 
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde. 
Herkes yerli yerinde. 
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı, 
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp 
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır. 
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, 
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir 
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı. 
*
Saat: 4.45. 
Sandıklı civarı. 
Köyler. 
Sarkık, siyah bıyıklı süvari, 
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu. 
Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu: 
dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük... 
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, 
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. 
Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari 
ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında, 
düşman elinde kalan bir başka horoz vardır: 
Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. 
Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır. 
*
Saat beşe on var
Kırk dakka sonra şafak sökecek. 
'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' 
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde. 
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, 
uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak, 
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor: 
— Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, 
bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam, 
fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. 
Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın. 
'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. 
Onu biz, kendimiz vadettik kendimize. 
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. 
'Kim bilir belki yarın...' 
*
Saat beşe beş var. 
Dağlar aydınlanıyor. 
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. 
Gün ağardı ağaracak. 
Kokusu tütmeğe başladı: 
Anadolu toprağı uyanıyor. 
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp 
ve pırıltılar görüp ve çok uzak 
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak 
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada, 
şahlanıp ölesi geliyordu insanın. 
Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi. 
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa. 
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. 
Şimdi bir hamlede o kadar büyük. 
Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü 
ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını 
ağlanacak kadar küçük buluyordu. 
Yüzbaşı sordu: 
— Saat kaç? 
— Beş. 
— Yarım saat sonra demek... 
98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden 
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, 
bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için 
ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar. 
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık, 
siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına. 
Nureddin Eşfak baktı saatına: 
— Beş otuz... 
Ve başladı topçu ateşiyle 
ve fecirle birlikte büyük taarruz... 
Sonra. 
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. 
Bunlar: 
Karahisar güneyinde 50 
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler. 
Sonra. 
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar. 
Sonra. 
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu. 
Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı... 
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı. 
Nureddin dedi ki: 
'Teselyalı Çoban Mihail,' 
Nureddin dedi ki: 
'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...' 
Sonra. 
Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürürken 
serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu. 
Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu. 
Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar: 
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları 
her seferkinden kocamandılar. 
Ve bu postallar daha bir hayli zaman 
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından 
seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. 
Sonra. 
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken 
kederinden yüzlerini toprağa döndüler. 
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı, 
Kan içindeydi yüzü gözü. 
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. 
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere 
ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da. 
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı 
ardarda çakan aydınlık bir bütündü. 
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu: 
'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e 
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. 
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. 
*
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim. 
*
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...' 

*
Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten, 
Ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i. 
Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
suda balık, havada kuş kadar çokturlar, 
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar 
ve kahreden yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır... 
*
Kuvayi Milliye/Destan 
Nazım Hikmet Ran

18 Ağustos 2023 Cuma

İnönü ve Kutsal Emanetler

Evet..İNÖNÜ CAMİLERİ KAPATTI..,

Evet; İNÖNÜ CAMİLERİN ÖNÜNE JANDARMA DİKTİ..

Evet; İNÖNÜ HALKIN CAMİLERE GİRİŞİNİ YASAKLADI..

Evet; NİĞDE ve ULUKIŞLA’da oldu bunlar..

Ama neden yaptı..? Niçin oldu..? Sebep neydi..?

Bu işin arkasındaki gizem neydi..? sorusunu kimse sormadı..

Meydanı boş bulan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları 70 yıldır bu propagandayı yaptı.. Maalesef gerçeği bilemeyen ve doğru bilgiye ulaşma imkanı olmayan halkımızın büyük bir bölümü bu yalanlara inandı..

Yalanın siyasi rant sağladığını gören iktidar mensupları dozunu her geçen gün artırarak yalanlarına devam ediyor.

Daha birkaç gün önce diyanetçi bir öğretim görevlisi Tv ekranlarından “ATATÜRK DÖNEMİNDE GENELEV YAPILAN CAMİLER VARDI..” diyebildi..

Onların, yalanlarını günde 40 kere tekrarlayabilecekleri onlarca Tv kanalı var..

Bizim sosyal medyadan başka gerçeği anlatacağımız hiçbir kanalımız yok..

Evet, İNÖNÜ bazı tarihi camileri kapatmış, başına da jandarmalar dikmişti..

Bu camilere kimseyi yaklaştırmıyordu..

Hükümet hakkında aleyhte propaganda alıp yürüyor.. Buna rağmen kimseye de bir açıklama yapılmıyordu..

Peki neydi bu olayın ardındaki sır:

*

Atatürk ölmüş… İkinci dünya savaşı başlamış, İnönü cumhurbaşkanı seçilmişti..

Hitler'in Orduları Avrupa ülkelerini birer birer ezip geçiyordu..

Alman tankları Fransızların asla geçilemez dedikleri Maginot hattını bile geçmişti..

Daha 1941 yılında 13 ülke teslim bayrağını çekmiş, Alman Orduları Türkiye sınırına dayanmıştı..

Türkiye de boş durmuyordu..

Alman tanklarına karşı Trakya’nın altına binlerce KORUGAN yapılmıştı..

Bununla yetinilmemiş, Alman Ordularının İstanbul’a girişini önlemek için Çatalca –Büyükçekmece hattına Maginot hattının bir benzeri ÇAKMAK HATTI inşaa edilmişti..

Alman tanklarına karşı önlem alınmıştı.. Peki ya Alman uçakları..?

Alman uçakları İstanbul’u bombalarsa..?

Tarihimizin maddi manevi en değerli hazineleri, kutsal emanetler ne olacaktı..?

Bir Alman taarruzuna karşı kutsal emanetlerin Alman uçaklarının menzili dışında bir yere taşınmasına karar verildi..

İnönü, herşeyin gizlilik içinde yapılmasını, Almanların kutsal mekanlara dokunmayacağının da hesaba katılmasını istedi..

Düşünüldü taşınıldı.. İstanbul saray ve müzelerindeki tüm değerli eşyaların Anadolu’nun ortasında Niğde ve Ulukışla’da dini mabetlere saklanmasına karar verildi..

Özel tren hazırlandı.

İçi çinko, özel bölmeli sandıklar yaptırıldı.

Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kutsal emanetler, Hazreti Muhammed’in hırkası, mühürü, kılıcı, oku, yayı, Kabe’nin anahtarı, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran-ı Kerim’i, padişahların tahtları, eşyaları, hazine, silah, tablo, porselen, paha biçilmez el yazması eserler, büyük bir gizlilikle ve titizlikle sandıklara yerleştirildi.

1942 yılı.. Alman Ordularının Trakya sınırımıza dayandığı o günlerde… Bir gece 391 sandık… 48 vagona yerleştirildi.. Tren.. paha biçilmez değerdeki yüküyle.. Büyük bir gizlilik içinde ve koruma altında Anadolu’nun ortalarına doğru hareket etti…

Kutsal emanetler ve paha biçilmez değerdeki mücevher ve el yazması eserler Niğde’de Ak Medrese ve Sarı han ile Ulukışla’da bir camiye yerleştirilir..

Herşey gizlilik içinde yapılmak zorundadır.. Yerel yöneticilere bile bilgi verilmez.. Camilerin etrafına özel askeri birlikler konuşlandırılır… Bu ibadet yerlerine kimse yaklaştırılmaz..

1943 yılında İnönü, Churchill ile görüşmek üzere Adana’ya giderken treni Ulukışla’da durdurur.., Kutsal emanetlerin saklandığı 3 binayı teftiş eder.. Kendisi bile içeri girmez, Birliğin komutanından bilgi alır.. Ayrılırken de “-Bize emanet, size emanet.. Gözüm arkada kalmasın..” der..

*

Dört sene geçer, savaş biter.. Dünyaya sükunet hakim olur..

Kutsal emanetler 1947 yılında tekrar getirilir.. Saray ve müzelerindeki yerlerine konur..

Yıllar geçse de ne İnönü, ne CHP bu konudan söz etmez.. Kendilerine bir paye çıkarmaz..

Bunu fırsat bilen cumhuriyet düşmanları 70 yıldan beri “-İnönü camileri kapattı..” yalanını yayarlar.. Hatta daha da azar, kapatılan camilerin çevresindeki koruma askerlerinin atlarını bahane edip “-İnönü camileri ahır yaptı..” yalanını işlerler de işlerler..

Kemal Arı’dan muhteşem bir belge (-“Sizi Gidi Maskaralar Sizi!”)...

Yazıyı okuyanlar lütfen paylaşabilirler mi?Bu gerçeklerin gün yüzüne çıkması için sosyal medyayı

kullanmak zorundayız..! (alıntı) 

*



CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in 8.11.2012 tarihli ve 7/9232 numaralı, 2.Dünya Savaşı sırasında Niğde’de bazı camilerde, Topkapı’daki kutsal emanetlerin korunması hakkında verdiği soru önergesine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın verdiği cevap:

“2.Dünya Savaşı nedeniyle Topkapı Sarayı Müzesi, Türbeler Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzelerinden bazı eserlerin Niğde’ye koruma amaçlı gönderildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünce tespit edilen kayıtlara göre kutsal emanetler, hazine, gümüş, silah, porselen, kütüphane ve arşiv bölümlerine ait kıymetli eserlerin içi ve dışı çinkolu, bazılarının içi bölmeli özel yapılmış 391 sandık içine yerleştirilerek Müdür Yardımcısı Lütfü Turanbek maiyetindeki bir ekip ile Niğde’ye gönderilmiştir. Sandıklar içindeki bu eserlerin Niğde’de Ak Medrese ve Sarı Han’a yerleştirildiği, burada kaldıkları sürece Müdür Yardımcısı Lütfü Turanbek ve maiyetinin eserlere refakat ettiği ve savaşın bitmesinin ardından 1947 yılında eserlerin ilgili müzelere iade edildiği arşiv kayıtlarında yapılan inceleme neticesinde belirlenmiştir.”

Bu cevap, günümüzde yayılmaya çalışılan, İsmet İnönü’nün ibadet yerlerini kapattığı, depo yaptığı, önüne asker dikerek halkın içeri girmesini engellediği, din düşmanı olduğu söylentilerine de cevaptır.

Ayrıca bu cevabın konusu bu sene vizyona giren 2014 ABD yapımı George Clooney’nin yönetmenliğini üstlendiği “ Hazine Avcıları “ filmi ile de benzerlik göstermektedir. Film İkinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Bir romandan beyazperdeye uyarlanan filmde, bir grup tarihçi ve sanat uzmanın bir araya gelmesiyle oluşan ekip, Naziler tarafından ele geçirilen ve her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan önemli sanat eserlerini kurtarmaya çalışıyor. Filmin başrollerini ise Matt Damon, George Clooney ve Cate Blanchett paylaşıyor.

İsmet İnönü’nün baş aktörü olduğu bizim filmimizde ise İnönü her zamanki ileri görüşlülüğü ile eserler Nazilerin eline geçmeden önlem alıyor. Filmimiz şöyle:

1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı. İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu. İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki emniyetli binalara koymayı planlıyor.
İsmet Paşa düşmanın dini yerlerin bombalamayacağını biliyordu. O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi ve başka önemli eserleri tam 48 vagona yerleştirerek Niğde’ye gönderdi.

Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti. Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar. Bu değerli eşyalar Niğde’de Ak Medrese, Sarı Han ve Ulukışla’ya yerleştirildi. Tarihi binaların etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi. Kimse içeri alınmadı ve konudan kimseye bahsedilmedi.

1943 yılında İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı. Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi. İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 binayı da teftiş etti. Sarı Han’da Tunabek’e sordu: ‘Asker nöbetini aksatmıyor, içeri kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’.

Filmimiz burada sona eriyor.

İnönü bu olaydan hatıralarında da, tuttuğu günlüklerde de bahsetmedi. Onun devlet adamı kimliği her zamanki gibi ön plandaydı.

2014 yılında bu olayın, kurucusu olduğu Cumhuriyet’in yetkilileri tarafından, kendisini din düşmanı gibi göstermeye çalışmakta kullanılacağını bilse her halde güler ve tek bir kelime söylerdi. “Maskaralar!”.

Aslında kutsal emanetleri İsmet İnönü’nün ilk kurtarışı da değildi. (1)

Lozan Konferansı’nın birinci döneminin sonunda, 25 Ocak 1923 oturumunda İngiliz temsilcilerden M. Ryan, Türkiye’den ayrılmış olan ülkelerden alınıp götürülmüş eşyanın geri verilmesi konusunda antlaşmaya bir madde konulmasını istedi. Özellikle 1917’de Medine’de Peygamber’in kabrinden alınarak İstanbul’a götürülen hazineleri kastediyordu. M. Ryan, Fahreddin Paşa’nın o zaman bu hazineleri götürürken savaştan sonra geri vereceğini söylediğini, ancak bu sözün yerine getirilmediğini, hazinelerin hâlâ İstanbul’da olduğunu söyledi. M. Ryan, İngiltere’nin kutsal emanetleri iki nedenle geri istediğini belirtti: 1. Hicaz Kralı’nın kendilerine başvurup hazinelerin geri verilmesini istediği için… 2. Büyük bir İslam devleti olan İngiltere’nin, kendi Müslüman uyruklarının haklı alınganlıklarına saygı gösterdiği için…

M. Ryan, Hicaz Kralı’nın bu hazineleri Türkiye’den geri istemesinin “yalnız hakkı değil, aynı zamanda görevi” olduğunu belirtti. Peygamber’in kabrini süsleyen bu armağanların çoğunun -bunların İstanbul’a götürülmesini istemeyecek olan- Hint prenslerince verildiğini iddia etti. Bu nedenle Türk Temsilci Heyeti’nin, bu armağanların Hicaz Kralı’na geri verilmesine razı olması gerektiğini belirtti. İngiltere’ye Fransa da destek verdi. M. Bargeton, büyük bir İslam devleti olan Fransa’nın da kutsal emanetlerin eski yerine konulmasını istediğini söyledi.

Bunun üzerine söz alan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, kutsal emanetlerin dinsel kurallara tabi olduğunu, dinsel kararları ise ancak İslam bilginlerinin ve halifenin verebileceğini belirterek bu konunun burada görüşülemeyeceğini söyledi. Ayrıca halifenin, kutsal yerlerin hizmetçisi ve koruyucusu olduğunu belirtti. Devletlerin, dinsel konularla siyasal konuları birbirine karıştırmamalarını istedi. Böylece henüz laik olmayan Türkiye’nin bir temsilcisi, İngiltere ve Fransa’ya laiklik dersi verdi.

Ryan, direnmek istedi. Bu hazinelerin kutsal niteliklerine rağmen “dinsel şeyler” olmadıklarını, “maddi şeyler” olduklarını hatırlattı. Ayrıca padişahların, kutsal yerlerin koruyucularını atayan fermanları “halife” sıfatıyla değil, “hükümdar” sıfatıyla imzaladıklarını söyledi. Şükrü Kaya, bunun doğru olmadığını belirtti. (Seha L. Meray, Lozan Konferansı, Konferanstaki Görüşmelerin Tutanakları ve Belgeler, Büyükçekmece Belediyesi, C. 2, s.153, 154).

27 Ocak 1923 cumartesi oturumunda İngiltere adına, bu sefer Lord Curzon, kutsal emanetleri geri istedi. L. Curzon, I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya’ya götürülmüş İtalyan sanat eserlerinin geri verilmesi için büyük çaba harcandığını, Almanya’nın da götürdüğü sanat yapıtlarını Belçika’ya verdiğini belirterek sözü kutsal emanetlere getirdi. “1917’de Medine’de, Türk askeri makamları, Peygamber’in kabrinden, bütün Müslümanların çok saygı gösterdiği bir takım eşyayı alıp İstanbul’a götürmüşlerdir” dedi. Müslüman hacıların, Peygamber’in kabrindeki bu değerli eşyaları görmeye alıştıklarını belirterek, Türk Temsilci Heyeti’nin bunların geri verileceği konusunda herhangi bir güvencede bulunmamasını “çok üzücü bir şey” olarak adlandırdı. Bu eşyaların, Peygamber’in kabrine her ulustan Müslümanlarca gönderilen bağışlar olduğunu, bu nedenle bu bağışların dünya durdukça kabrin duvarları üzerinde veya yanında kalması gerektiğini; Medine, Hıristiyan Müttefik devletlerce işgal edilmiş olsaydı belki bunların buradan alınıp götürülmesinin anlaşılabileceğini, oysa durumun böyle olmadığını belirtti. Dünyanın her yanından Medine’ye gelen Müslüman hacılar için, Peygamber’in kabrinin, daha önce burada bulunan hazinelerden yoksun bırakılmış olmasının “hüzün ve üzüntü verici” olduğunu söyledi. L. Curzon, İsmet Paşa’dan, Türkler İstanbul’a yeniden girerken, beş yıl önce Medine’den alınan hazineyi Medine’ye geri gönderecekleri konusunda güvence istedi.

İsmet Paşa da tıpkı Şükrü Kaya gibi bu tartışmanın Türk Temsilci Heyeti’ni aştığını söyledi. Bu konunun Lozan’daki hiçbir temsilci heyetin yetkisi içinde olmadığını, yalnız halifenin tekelinde olduğunu belirtti. Halife’nin Mekke ve Medine ile ilişkisinin “din alanına girdiğini” ve yabancı hükümetleri ilgilendirmediğini söyledi. İsmet Paşa, “Halifenin haklarının ve ayrıcalıklarının siyasal görüşmelere konu olamayacağını” belirtip konuyu kestirip attı.İsmet Paşa’nın bu tavrı L. Curzon’u öfkelendirdi. “Türkler söz konusu eşyayı alıp götürmeye yetkiliyseler, geri getirmeye de yetkilidirler” dedi. Sonra şaşkınlığını itiraf edercesine, “İsmet Paşa bu hazinenin halifenin emrinde olduğunu anlatmak istemektedir. Bu tez daha önce hiç öne sürülmemişti. İslam dünyası da bunu hayretle karşılayacaktır…” dedi. (Meray, age, s. 48,49).

Konu o gün kapandı. Bir daha da açılmadı. İsmet Paşa, Lozan’daki ‘Kutsal Emanetler Savaşı’nı kazanmıştı.İngiltere’nin konunun dinsel boyutunu öne çıkarması büyük bir hataydı. Nitekim görüşmeler sırasında bu hatadan dönmek isteseler de artık çok geçti. Türk heyeti; Şükrü Kaya ve İsmet Paşa bu hatayı çok iyi değerlendirip kutsal emanetlerin geri verilme isteğini reddettiler.

(1) Kaynak: İsmet İnönü, Lozan’da ‘Kutsal Emanetler Savaşı’nı böyle kazandı. Sinan Meydan Sözcü Gazetesi 25.12.2017

KAYNAK : https://www.ismetinonu.org.tr/hazine-avcilari-ve-nigde-camileri-1942/

15 Ağustos 2023 Salı

#AtatürkeÜzülüyorum

Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: “ATATÜRK”

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri,  unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum.

Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti .

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e üzülüyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir.
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip içip rock yapmak, babasının Mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...

Keyif çatmadı...
Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK.

ELİNDE HER FIRSAT VARDI.

O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.

BÜTÜN SUÇU  2 KADEH RAKI İÇMEKTİ O KADAR.....