8 Ocak 2024 Pazartesi

#MetinGöktepe

 

Metin'e Ağıt
*
Gün Döndü Geceye Yavrum
Gelmedin Sen Ah Gelmedin
Yolunu Gözledim Durdum
Dönmedin Sen Ah Dönmedin
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Vurma Zalım Vurma Nolur
Körpeciktir Kıyma Nolur
Benim Yavrum Gazeteci
Onu Benden Alma Nolur
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Ben Anayım Dayanamam
Yokluğuna Alışamam
Göz Pınarlarım Kurudu
Ey İnsanlar Ağlayamam
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Metin’im(Yiğidim)Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Söz ve Müzik  : Ferhat Tunç
Video kaynak : umudunezgileri.com
Kol geziyor kara zulüm 
İki yakanızda elim
Anasının feryadıdır
Yakar bu evreni bilin 
"Uyyyy ben ölim
Uyyyy ben ölim"
Metin Göktepe'nin cenazesinde annesinin ağıtından tıpkı alıntı. 
*
Bülent Aydınel -
Evrensel Gazetesi  Muhabiri Metin Göktepe"Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar
diyerek gittiği haberde, gözaltına alındı ve polislerce dövülerek öldürüldü. Gün 8 Ocak 1996'ydı... 
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştı. 
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Metin, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin, çalışkan, başarılı, sevilen
bir öğrenciydi. Abla ve ağabeylerinin yıllara yayılan göçünün ardından 1979’da annesi ve babasından hemen önce küçük kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. 
Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. Lisede de başarılı bir öğrenci olan Metin, mezun olduktan sonra bir yıl dershaneye devam etti ve buradaki başarısıyla, kardeşinin de dershaneye gitmesini sağladı.
Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Bu sırada fabrikada çalışan ablası, ağabeyi ve 86’dan itibaren kültürel ve sosyal faaliyetlerine katıldığı dernek sayesinde politik mücadele ile tanıştı. Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 
1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. Metin, 8 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polislerce dövülerek öldürüldü.
Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, "Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte "ısrarcı" davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.
“İnsanca yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahipsiniz. Size hiç kimse işkence ve eziyet yapamaz; insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamazsınız!”
Bu satırlar Emniyet Genel Müdürlüğü"nün internet sitesinde yazar.
Peki Metin nasıl öldü?
Onun da ayrıntısı var:
“O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri "özel muamele" dedi. On kişi Metin"in üzerine çullandı. Cop, kazma sapı gibi şeylerle vuruyorlardı. Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar. Tekrar dövmeye başladılar. Çok kan kaybediyordu. Tuvalete götürüp yıkadılar. İçlerinden biri "ölecek galiba, hastaneye götürelim" diyordu. Diğerleri "ölürse ölsün" diyerek dövmeye devam ettiler, Metin artık hareket etmiyordu.”
Çevik Kuvvet memuru Şuayip Mutluer, 1. Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık"a verdiği ifadede şöyle diyordu:
“Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat, gazeteci olduğunu İstiklal Marşını bilmediğini söyledi. Ben de "boş ver" dedim, bir tekme de ben attım. O sırada polis memuru Saffet Hızarcı"nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Sonradan adamı dövmekten copunun kırıldığını öğrendim.”
Metin Göktepe"yi bu şekilde hunharca döverek öldürenler, dava açıldığında “istemeden adam öldürmek suçu” ile yargılandılar.
“Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. Yere düşmüş insanın kafasına kırk kere kalasla vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür!”
Davayla ilgili çarpıcı detaylardan birisi de, Metin Göktepe'yi öldüren polisleri yargılayacak yer  bulunamamasıydı...
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul"dan güvenlik gerekçesiyle davayı Aydın"a nakletti. Orası da beğenilmedi, Afyon'a gönderildi. Duruşma günlerinde Susurluk Davası"ndan mahkum olmuş Korkut Eken Afyon'a geldi. 12 Mart dönemini yaşayanların adını bildiği Necdet Küçüktaşkıner, sanık polislerin avukatı oldu.
Ablası Meryem Göktepe cinayeti ve sonrasını anlatıyor:
İnsan bazen kimi olumsuzlukları hissediyor.
8 Ocak gecesi Metin'i aramak için ev telefonunu uyumuşlardır düşüncesiyle kısaca çaldırıp kapattım.
Saat 23.30 civarında.
Aklım Metin'de nedense ve uyumuşum. Sabah kalktığımda bir şeyim kaybolmuş gibiydim.
Gördüğüm rüyanın etkisi olabilir mi acaba diye arkadaşımla konuşuyordum iş yerimde. Rüyamda bir dere kenarındayım. Şırıl şırıl akan suda balıklar adeta dans ediyor. Ben de çok keyifle elimi uzatıp balıklardan tutuyorum.
Derken bir kara balık, boyu diğerlerinden daha küçük olanı avucumun içinden kayarak kaçıyor.
Çok üzülüyorum bu duruma.
Arkadaşım güzel olduğunu söylüyor, kısmetmiş balık görmek gibi şeyler söylüyor.
Ancak benim içimi acıtan bir şey olmuş o küçük karabalığın kaçışında...
O gün 9 Ocak sabahı işyerimde masama sığamıyorum. Sürekli oda değiştirip dolaşıyorum. Odama döndüğümde çeşitli kereler birileri tarafından arandığımı öğreniyorum.
Bu da canımı sıkıyor oldukça. Sonrasında eski iş arkadaşlarımın öğlene yemeğe gelecekleri notunu alıyorum "sakın Meryem bir yere ayrılmasın" tembihi ile.
Bugün olağanüstü bir gün diyorum kendi kendime. En yakın arkadaşıma bugün neden herkes beni arıyor ki, acaba bir şey mi oldu diye soruyorum. Hemen de uzaklaştırıyorum bu kötü düşünmeyi.
Gayri ihtiyari Metin diyorum birden.
Metin'e bir şey mi oldu düşüncesini saçma bulup, titriyorum sanki.
Bir telefona nihayet ben çıkıyorum. Beni yakaladın bravo diyorum.
Karşı taraf durgun fark ediyorum. Ha evet ablam ve abim de aramışlar ulaşamamışlar diyor çok eskiden Metin ile ortak arkadaşımız olan Uysal. Benimle çok acil buluşmak istediğini anlatıyor, ama ben ona arkadaşlar gelecek filan diyorum. İsterse benim işyerime gelebileceğini de söylüyorum.
Olmaz diyor ve çok kararlı geliyor sesi.
Bir şey olup olmadığını sorduğumda kendi özel bir sorunu olduğunu, ancak benim ona yardım edebileceğimi söylüyor. Kıyamayıp çıkıyorum ve tembihliyorum bürodaki arkadaşımı eğer gelirlerse beni mutlaka beklesinler diyorum.
Buluşmaya gidinceye kadar yüreğim ağzımda. Yol çok uzun geliyor. Oysa işyerime çok yakın. Buluşma anına kadar hep Metin ile ilgili olumsuzlukları öteliyorum.
Özgür Gündem'de çalışan ortak arkadaş gazeteye gidelim daha rahat konuşuruz diyor.
Karşısına dikiliyorum Yenikapı'dan sahile doğru gittiğimiz yolda. "Bana ya neler olduğunu anlat ya da gelmeyeceğim" diyorum.
İnkar etmeye çalışıyor. Bakıyor olmayacak Metin diyor. Yüreğim sıkışıyor, "Bir şey mi oldu, çabuk her neyse söyle" diye sarsıyorum.
"Yaralılar var dünkü gözaltılardan" diyor. Hatırlıyorum birden, dün cenazeler kalkacaktı sahi.
"Evrensel'den de Metin yaralıymış" diyor.
Nerde?
Nasıl?
Sorularım havada uçuşuyor.
Uysal "Sakin ol üç Metin var ya, hangisi belli değil" dediğinde "Ne fark eder ki? Gerçeği bilmek istiyorum" diyorum.
Aslında yüreğime ateş düştü ama hep kovmak istiyorum. Gazeteye gidiyoruz, bana bakıyor herkes ve ben acaba birisi gerçeği söyler mi? diye şaşkın bakınırken,"Ablasıymış", "ablasıymış" kerelerce çınlıyor kulaklarımda.
"Ablasıymış!" hiç normal gelmiyor.
Ben telefona uzanıyorum, abimi arayacağım.
Çok uzun geliyor o süre bana.
Bu arada masada bir toplu iğne alıp parmağıma olanca gücümle batırıyorum.
Kabus değil! Rüya değil! Karşıdan alo diyen yengeme soruyorum.
Yaralıymış, Çapadaymış.
Bulanık insanlar, karmakarışık uğultulu sesler'
Beni hastaneye götürdüklerini arabada öğreniyorum. Cerrahpaşa yolundayız. Hastane girişini geçiyoruz, anlam veremiyorum.
Çapa demişti yengem oysa. Adli Tıp önünde duruyor araba.
İbo! İbo'yu, ağabeyimi görüyorum.
Sağda üç genç kız ilişiyor gözüme, birisi yerlere atıyor kendini, ağlıyor, bağırıyor.
Diğer ikisi genç kızı sakinleştirmeye çalışıyor hem de ağlıyorlar.
İbo'ya koşup sarılıyorum o da ağlıyor benimle.
"Söyle" diyorum, "ne oldu Metin'e, öldü mü yoksa?" bir süre bir şey diyemiyor.
Nasıl denir ki? Metin, Metin nasıl ölür! "Anla artık" diyor...
Göktepe'ye şiddet uygulayan beş polis ‘kastı aşan şekilde insan öldürmek’ (öldürme niyeti bulunmadan, taksirle) ve ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek’ suçlarından yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası aldı.
Sanıkların bir kısmı bir buçuk yıldan az süre cezaevinde tutuldu, ancak 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Af Yasası cezaların tamamlanmasına engel oldu.
Öldürülmesinden sorumlu polisler kamuoyunda "Rahşan affı" diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay yatmışlardır. 
*
Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir.
*
Can Yücel'in Kaleminden METİN'E METİN
BİR METİN
Metin'in kafasında
bir darp var
Polis karakolundan
morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
yüreğimizde
beynimizde
Soruyor bir işaret
fişeği
Biz ölerek mi
yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...
kaynak : onedio.com

5 Ocak 2024 Cuma

#AylaAlgan

Ayla Algan  (29.10.1937 - 04.01.2024)

1937’de  İstanbul’da doğdu. Ortaokul eğitimini İstanbul’da Notre Dame de Sion’da lise eğitimini ise Fransa’da Versailles Lisesi’nde bitirdi. Daha sonra tiyatro eğitimini almak üzere Amerika’ya giderek, New York Actors’ Repertory Theatre’ın öğrencisi oldu. Bu esnada ilk sahne tecrübelerini yaşadı.

1960’da Türkiye’ye dönen Algan, aynı yıl İstanbul Şehir Tiyatrosu oyuncusu oldu. Türkiye’de ilk kez sahneye 1961’de “Tarla Kuşu” oyunuyla çıktı. Aynı yıl, “Hamlet” oyununda, hem Ophelia hem Hamlet karakterlerini canlandırdı.

Paris’te, National Tiyatro’da, Mehmet ULUSOY’un yönettiği Gogol-Ölü Canlar, Nazım Hikmet-İnsan Manzaraları’nda beş farklı karakter yaratarak  Orta Direk-Yaşar Kemal, Odeon Tiyatro’sunda başrolleri Fransızca oynadı.

Berlin Schaubühne Tiyatrosu’nda Giden Tez Geri Dönmez, Keşanlı Ali Destanı, Talihli Amele, Kurban ve Keloğlan oyunlarında oynadı, Beklan Algan ile çalıştı.

1965’te Sadri Alışık’la birlikte oynadığı Atıf Yılmaz imzalı “Ah Güzel İstanbul” filmiyle dikkat çekti. 1971’de Paris’in ünlü konser salonu Olympia’ da sahneye çıkan Algan, 1972’de Bulgaristan’da Uluslararası Altın Orfe Müzik Yarışması’nda ikinci oldu. Aynı yıl, Devlet Sanatçısı ünvanı aldı ve UNICEF Onur Ödülü’ne layık görüldü. 1977’de Polonya’da yapılan Sopot Müzik Yarışması’nda birinci oldu.

Eğitim çalışmaları:

1964 yılında Beklan Algan ve Mesut Üstünel’in kurduğu ilk ücretli özel konservatuar olan  LCC’de  3 yıl dersler verdi.

1984 yılında  Erol Keskin, Ayla Algan, Beklan Algan, Prof. Cevat Çapan, Taner Barlas, Ahmet Levendoğlu, Macit Koper, Haluk Şevket, Yekta Kara, Müge Gürman, Metin Deniz, Ergüder Yoldaş, Prof. Süleyman Velioğlu, Oben Güney tarafından kurulan tiyatro okulu Bilsak’ ta dersler verdi.

LCC ve Bilsak Tiyatro Okulları kurucu ve eğitimcisi olan sanatçı, Prof. Süleyman Velioğlu ile birlikte resim ve tiyatro ile yaratıcı drama, resim ile art terapi, ontoloji konularında felsefi ve pratik çalışmalar gerçekleştirdi.

1988 yılında Beklan Algan, Haluk Şevket Ataseven ve Erol Keskin ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na bağlı bir birim olarak T.A.L Tiyatro Araştırma Laboratuarı’nı kurdu ve Prof. İsmail Tunalıyla sanat ontolojisi eğitimi ve tezlerde felsefi tiyatro çalışmaları yaptı.

1989 yılından bu yana birçok kurumun çalışanlarına ve üst düzey yöneticilerine “Kurumsal ve Kişisel Gelişim” “İletişim” “Kalite” “Motivasyon” “Yaratma edimi” vb. konularda eğitimler vermektedir.

2010 yılından bu yana, Genel Sanat Yönetmeni olarak görev aldığı İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde “Yaratıcı ve Çağdaş Tiyatro Teknikleri” ve “Reklam Dizi Sinema Oyunculuğu” dersleri vermektedir.

Algan Sinema, Tiyatro, Dizilerde aldığı rollerle halen sanat hayatına da devam etmekte iken 04.01.2024 perşembe günü İstanbul' da vefat etmiştir.

TAL’da yapılan araştırmalar sonucunda çıkan oyunlardan bazıları:

“Anadolu İnsanın Kültürel Kimliğinde Oyun”, 1996  (Anadolu İnsanı’nın Kültürel Kimliğinde Oyun geleneksel Türk Tiyatrosu Araştırma ve Uygulama Birimi)

“Troya İçinde Vurdular Beni”, Tiyatro Araştırma Laboratuvarı, Beklan ALGAN

“Everest My Lord”, (Sevim BURAK)-Naz ERAYDA, Bülent ERKMEN, 1997

“Sınırlar”, Tiyatro Araştırma Laboratuvarı,  Ayla ALGAN

“Yunus”,  1991 yılında İstanbul’da yapılan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü  ITI’nın 4. Olağan Kongresi sırasında Ellen STEWART Stüdyosu’nda geliştirilmiştir.

“Troyalı Kadınlar”, Tiyatro Araştırma Laboratuvarı,  Ayla ALGAN

“Boşluk ve Kadın”, Tiyatro Araştırma Laboratuvarı,  Ayla ALGAN

“Afrika Dansı” Sevim BURAK anısına Tiyatro Araştırma Laboratuvarı

2010’da tekrar açılan ve dernek yapısında çalışmalarına devam eden T.A.L. Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nın kurucusu ve başkanıdır.

Senaryo ve Yönetmenlik deneyimleri:

1964’te Vedat Türkali’nin senaryosuyla Ertem Göreç’in çektiği “Karanlıkta Uyananlar” filminde eşi Beklan Algan ve Fikret Hakan’la başrolleri paylaşarak sinema dünyasına girdi.

“Binbir Gece” dizisinde film grameri ve oyuncu koçluğu yaptı.

Şarkı çalışmaları:

Tasavvuf felsefesi ile çağımızda New Age akımındaki insan varlığının durumu ve bugünün insanını doğa içinde düşünsel ve bedensel olarak sahneye getirme çalışmaları ile Dünyaya Yunus Emre’nin felsefesini ve şiirle şarkılarını Fransızca, İngilizce ve Almanca olarak tanıtmıştır. Fransa, Orta Asya, ABD, Avrupa ve Afrika’da konser ve dinletiler, Paris’te Barclay Plak Şirketi tarafından çıkan uzunçalar ve 45’lik Plaklarında, kendi halk müziğinden yola çıkarak Fransızca ve Türkçe olarak yorumladığı şarkılar vardır.

1961–2000 yılları arasındaki devlet sanatçılığını halen sürdürmektedir.

Yunus Emre,

Olimpia (konseri) ilk Türk sanatçısı,

Paris Barclay Plak Şirketinde Yunus Emre ve Yöresel Eski türkülerden 45’likler ve uzun çalar,

Çağdaş Türk Şairleri, Şarkılı Şiirler – Beste Selmi ANDAK

Türkiye’nin her yerinde Halk Konserleri, Avrupa, Amerika, Afrika, Rusya, Yunanistan’da…

Kenan Işık’ın sahnelediği Şeyh Galip’in “Aşk Hastası“ oyununu oynadıktan sonra emekli oldu.

Rol aldığı oyunlardan bazıları;

“Hamlet Hamlet “İstanbul Şehir Tiyatroları”,  Muhsin ERTUĞRUL

“Hamlet Ophelia “İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Tarla Kuşuydu Jüliet”İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Sezuan İyi İnsanı”İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Fizikçiler “İstanbul Şehir Tiyatroları”(İskender Armağanı en iyi kadın oyuncu ödülü)

“Çil Horoz “İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Kuşlar “İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Nesrin”İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Sinekler”İstanbul Şehir Tiyatroları”

“Üç Kuruşluk Opera”Kenter Tiyatrosu”

“Rozenbergler Ölmemeli “Dostlar Tiyatrosu” Genco ERKAL.

“Ölü Canlar “Paris National Thaatre-ParisTheatre de Liberte”(Fransızca oynamıştır.) Mehmet ULUSOY

“Orta Direk “Paris National Thaatre”[Fransızca oynamıştır.)

“Nazım Hikmet İnsan Manzaralarında “Paris National Thaatre” [Fransızca oynamıştır.)

“Aşk Hastası”İstanbul Şehir Tiyatroları” Kenan IŞIK

“Troya İçinde Vurdular Beni “Tiyatro Araştırma Laboratuvarı” Beklan ALGAN

“İstanbul Gözleri Mahmur (En iyi kadın oyuncu ödülü)

“Everest My Lord Sevim BURAK. Naz ERAYDA, Bülent ERKMEN

“Misyon – (Bir Devrimi Anmak) “Heiner MÜLLER” Paul PLAMPER

“Orkestra “Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu” Ali POYRAZOĞLU

“Nazım’a Armağan”13. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali”

“Giden Tez Geri Dönmez “Berlin Schaubühne Tiyatrosu”

“Keşanlı Ali Destanı “Berlin Schaubühne Tiyatrosu”

“Talihli Amele “Berlin Schaubühne Tiyatrosu”

“Kurban”, Berlin Schaubühne Tiyatrosu

“Keloğlan “, Berlin Schaubühne Tiyatrosu

“Hayvanlar Karnavalı”, İş Sanat,  Işıl KASAPOĞLU

“Bir Sergiden Tablolar”, İş Sanat,  Işıl KASAPOĞLU

“Peer Gynt”, İş Sanat” Işıl KASAPOĞLU

“Troyalı Kadınlar”, (TAL) Ayla Algan

“Britanica da öteki oynadığı oyunları tarihleri ile birlikte bulabilirsiniz.

Diskografi

Ayla Algan (1976 Coşkun Plak)

Aşka Veda (1977 Coşkun Plak)

Yunus Emre (1972 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı)

En İyileriyle Ayla Algan (2008 Ossi Müzik)

Filmografi

O Hayat Benim – 2014

Tut sözünü – 2014 ( Film )

Dantel söküğü – 2013 ( Film )

Bensiz – 2013 (Film )

Yüreğine Sor – 2009 (Film )

Ezber (Kısa Film) – 2009

Unutulmaz – 2009-….

Ayda – 2007

Şöhret Okulu – 2007

Binbir Gece – 2006

Öteki Türkiye’de Bir Cumhurbaşkanı – 2004

Patroniçe – 2004

Ziyaret – 2004

Arapsaçı – 2004

Aliye – 2004

Yadigar – 2004

Metropol Kabusu – 2003

Hızma – 2002

Havada Bulut – 2002

Biz Size Aşık Olduk – 2002

O da Beni Seviyor – 2001

Yıldız Tepe – 2000

Hanım Ağa – 2000

Üzgünüm Leyla – 2000

Kurşun Kalem – 2000

Harem Suare – 1999

Şükran Büfe – 1999

Sıdıka – 1997

Ali (Sakın Arkana Bakma) – 1996

Beşi Bir Yerde – 1996

Doktora Bak Doktora – 1994

Yaz Yağmuru – 1993

Kız Kulesi Aşıkları (Hera ile Leandros) – 1993

Seni Seviyorum Rosa – 1992

Dört Mevsim İstanbul: İstanbul Bir Özlemdir – 1990

Çil Horoz – 1987

Eksik Etek – 1976

Salak Bacılar – 1975

Gölgedeki Adam – 1970

Son Söz Benim – 1970

Yılan Soyu – 1969

Zilli Nazife – 1967

Ah Güzel İstanbul – 1966

Biraz Kül Biraz Duman – 1966

Yıldız Tepe – 1965

Karanlıkta Uyananlar – 1964

Aldığı Ödüllerden bazıları:

1965 Fizikçiler oyunundaki rolüyle “İlhan İskender Ödülü”

1967 “Ah Güzel İstanbul” filmi ile San Remo Bordighera Film Şenliği-Gümüş Ağaç Ödülü

1972 Devlet Sanatçısı

1973 Bulgaristan-Altın Orfe Şarkı Yarışması İkincilik Ödülü (Barış üstüne bir şarkı)

1972 Unicef Sanatçısı

1974 Olimpia Birinciliği

1977 Polonya-Sopot Festivali Pop Müzik Yarışması Birincilik Ödülü Kızılderililerin problemleri üstüne (kara kartal)

1978 Sopot Dünya Birinciliği; Şarkı-Yorum

1996 Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Oyuncu Ödülü.

Birçok kurum, Lise, Üniversite, Dernek, Belediye, Kulüp, yılın sanatçısı, en iyi eğitmen, onur ödülü, başarı ödülü, Tiyatro onur ödülü, Kariyer ödülü vb. ödüllere layık görmüştür. 

Kaynak : http://aylaalgan.com.tr/biyografi/

1 Ocak 2024 Pazartesi

#2024 #YeniYıl

 

Bu
yılbaşı
ağacımızı
hediyelerle
donatmak yerine,her
dalını bir dostumuzun,
adı ile süslemek istedik,
Akrabalar, dostlar, yoldaşlar,
uzakta yakında olan arkadaşlar.
Eski ve yeni arkadaşlar, yoldaşlar,
Her gün gördüklerimiz ve ara sıra bazı
bazı görüşebildiklerimiz. Hep aklımızda
olanlar ve sıkça unuttuklarımız. Her zaman
yanımızda olanlar ile olamayanlar. Kötü gün
dostlarımız ile hep destek olanlar… İstemeden
üzdüğümüz dostlarımız ve istemeden bizi üzenler.
Yakınımızda olanlar, ulaşamadıklarımız, uzun yıllardır
görmediklerimiz,  özlediklerimiz. Vefa borcumuz olan
arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, yoldaşlarımız...
Bir telefon uzaklığında olanlar. Alçak gönüllüler, gönülden
sevenler. Az ya da çok hayatımıza girmiş, sevilmiş, biz de iz
bırakmış tüm kıymetl isimler. Bu ağaçta hepsinin kökleri sağlam,
dalları uzun ve güçlü olacak. İsimleri daima ve sürekli asılı kalacak.
Her yeni yıl, eskilerin yanına yenileri eklenecek. Hayatın bütün zor
anlarında ağacımızın gölgesi, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı, dostlarımızı,
yoldaşlarımızı, bir nefes serinletecek. Yeni yılla gelecek tüm yeni umutların,
yeni başlangıçların, dostlukların, bütün yeni günlerinizi aydınlatması ve sizler
ile hayatın her alanında çok daha güzel anlar paylaşmak istek ve dileğimiz ile;
Yeni yılınızı kutlar,
sağlıklı, huzurlu,
mutlu, neşeli,
barış, kardeşlik,
saygı, hoşgörü,
iyi niyet, sabır,
yardımlaşma,
başarı, dostluk,
sevgi ve umut 
dolu günler ile
depremlerin,
doğal afetlerin ve 
savaşların olmadığı
insanca yaşanabilir 
bir dünyada
karanlığı yenecek
kararlılık iradesi ile,
ışıklı maviliklerle dolu
 güneşli,  musmutlu
güpgüzel  yarınlar
temenni ederiz…
Türkü tadında,
türküler ile dostça,
sağlıcakla, 
sevgi ile ve 
🇹🇷 Atatürk 🇹🇷 
ile kalınız.
İYİ Kİ VARSINIZ!..
Yıldız & Yıldırım ALKAN

25 Aralık 2023 Pazartesi

#İsmetİnönü

#İsmetİnönü
Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı, asker ve devlet adamı.
Osmanlı döneminde orgeneral ve eski Genelkurmay Başkanı olan, cumhuriyetin ilanından sonraki Türkiye'nin ilk Başbakanı, ikinci Cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi Türk asker ve siyasetçidir. Atatürk'ün vefatından sonra CHP Genel Başkanı olunca, CHP Kurultayı tarafından kendisine "Milli Şef" ünvanı verilmiştir. İnönü, Kurtuluş Savaşı'na katılmış ve Lozan Antlaşması'nı imzalamış, birçok defa başbakanlık görevini üstlenmiştir.
İsmet İnönü, tam adı Mustafa İsmet İnönü’dür. 24 Eylül 1884 da İzmir'de Reşit Efendi ile Cevriye Temelli Hanım'ın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Malatya'da yerleşmiş eski bir Türk ailesi olan Kürümoğollarındandır. Büyük babasının adı Abdülfettah'dır. Mahkeme üyeliklerinde bulunmuş ve Harbiye Nezareti Muhakeme Dairesi Mümeyyizliğinden emekli Hacı Reşit beyin oğludur. Babasının görevi nedeniyle ilk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamladı. 1892 de Askeri Rüştiye'ye girmiş, 1895 de okulu bitirmiş, bir yıl Sivas'ta Mülkiye İdadisi'nde (lise) okuduktan sonra, 31 Temmuz 1897 de babasının İstanbul'a tayini nedeniyle o zaman ki Halıcıoğlu'ndaki Harp okulunun lise kısmını kaydolmuştur. 14 Şubat 1901'de Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a (topçu okulu) giren İsmet İnönü, bu okulu 1 Eylül 1903'te topçu teğmeni olarak birincilikle bitirdi. 26 Eylül 1906'da Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni de birincilikle bitirerek 2 Ekim 1906 da kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne'deki 2. Ordu'nun Sahra Topçu 8. Alay'ında 3. Batarya komutanlığına atandı. Bu görevi sırasında İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu (1907). 7 Kasım 1908 de Kolağası rütbesine yükselmiş ve Edirne 2. Tümenin Kurmay başkanlığı görevine getirilmiştir.
31 Mart vakası (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik'ten gelerek bastıran Hareket Ordusu'nda görev aldı.
1910-1912 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. 26 Şubat 1910 da İmam Yahya'ya karşı Hükümet tarafından harekete geçirilen Yemen Mürettep Kuvvetlerinin 4. Kolordu Kurmaylığına atanmış ve Hudeyde'ye gelmiştir. İmam Yahya ile yapılan görüşmelere katılmış ve bir anlaşma imzalanmıştır. Yüz yıllık Yemen isyanları kesildi. İsmet Bey'in oradaki görevi 26 Şubat 1910 ve 5 Mart 1912 tarihleri arasındadır. 5 Mart 1912 tarihine kadar Yemen'de Genel Kuvvetlerin Kurmay Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Ve gösterdiği başarılar nedeniyle 26 Nisan 1912 de Binbaşılığa yükseltilmiştir. 29 Kasım 1914'te kay Harbiye Nezareti'nde Başkomutanlık Karargâhı 1. Şubede bulundu. 2 Aralık 1915'de 2. Ordu Kurmay başkanlığına getirildi ve 14 Aralık 1915'te miralay (albay) oldu. 2. Ordu komutan vekili Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle, 12 Ocak 1917'de 4. Kolordu komutanlığına atandı.
1. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'le birlikte çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri süren dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Milli Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı.
Mondros Mütarekesi'nin (30 Ekim 1918) imzalanmasından az önce Sina ve Filistin Cephesindeki Yıldırım Orduları Grubu'nun General Edmund Allenby karşısında uğradığı Nablus Hezimetinden sonra rahatsızlanarak İstanbul'a dönen İsmet Bey, 24 Ekim 1918'de Harbiye Nezareti'nde müsteşarlığa atandı. 29 Aralık'ta Paris Barış Konferansı'na (1919) hazırlık için kurulan komisyonda askeri müşavir oldu; 4 Ağustos 1919'da yalnızca sekiz gün için Askeri Şûra Muamelat-ı Umumiye müdürlüğüne, bir ara da jandarma ve polis örgütünün iyileştirilmesi için kurulan komisyona üye olarak atandı. Bütün bunlar genellikle birkaç günlük görevlerdi.
Albay İsmet Bey, ilk kez 8 Ocak 1920'de Ankara'ya gitti ve kısa bir süre Mustafa Kemal ATATÜRK'le çalıştı. Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümetinde harbiye nazırı olan Fevzi Paşa'nın (Mustafa Fevzi Çakmak) çağrısı üzerine şubat sonlarında İstanbul'a gitti. 9 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine Ankara'ya döndü ve İstanbul'la bütün resmî bağlarını kopardı.
23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs'ta İcra Vekilleri Heyeti'nde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (o dönemde Genelkurmay Başkanlığı) oldu. Bu görevi üstlendiğinde albaydı ve emrinde, kendisinden hem rütbe, hem kıdemce çok ileride komutanlar da vardı.
İsmet Bey, 6 Haziran 1920'de İstanbul'da divanı-harp tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı.
Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp (Batı) Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı görevine getirildi. Kuruluş aşamasındaki düzenli ordu ile Çerkes Ethem ayaklanmasının ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynadı. Ocak 1921'de Birinci İnönü Muharebesinde Yunan ilerlemesini durdurunca 5 senedir bulunduğu Albaylık rütbesinden Mirliva ( tuğgeneral )rütbesine terfi etti. 27 Mart sabahı başlayan ikinci İnönü Muharebesinde Yunan ordusunun ilk günlerde etkili taaruzlar yapması üzerine cepheye bizzat gelerek komutayı İsmet Paşa'dan devralan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa'nın Türk ordusuna verdiği beklenmedik başarılı karşı taarruz emriyle düşman güçleri geri çekilmek zorunda kaldılar. İkinci İnönü Muharebelerinden sonra,3 Nisan 1921'de TBMM kararıyla, Ferik (Korgeneral) Fevzi Paşa'nın rütbesi Birinci Ferik ( Orgeneral ) liğe terfi etti.
İsmet Paşa ise 4 Mayıs 1921'de Garp Cephesi komutanlığına getirildi. Ancak 17 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kaybedince TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevinden azledilerek, yerine 3 Ağustos 1921'de, aynı zamanda Başvekil (Başbakan) ve Milli Müdafaa Vekili de olan Mustafa Fevzi Çakmak getirildi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Milli Mücadele'nin sonunu belirleyen Mudanya Mütarekesi görüşmelerinde (3 Ekim-11 Ekim 1922) Türk tarafını temsil eden İsmet Paşa, 26 Ekim 1922'de hariciye vekili oldu. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı.
Görüşmeler sırasında Ulusumuzun çıkarlarını titizlikle savunan ve koruyan İsmet İnönü, 24 Temmuz 1923'te Sevr Antlaşması ve Mondros Mütarekesini geçersiz kılan, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması'nı imzaladı.
Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, aynı zamanda Halk Fırkası Genel Başkan Vekilliği'ni üstlendi. İsmet Paşa'nın ilk başbakanlık döneminde Cumhuriyetin ilk devrimleri yapılmaya başlandı. Öğretimin birleştirilmesi, halifeliğin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması (3 Mart 1924) bu dönemde gerçekleşti. 1934'te Soyadı Yasası çıktığında Atatürk'ün verdiği İnönü soyadını alan İsmet Paşa, Başbakanlık görevini 1924-1937 yılları arasında da sürdürdü. Muhalefet partisi olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Çankaya'ya olan aşırı muhalefeti'ni hükümet üzerinden yürütmesi üzerine cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile anlaşarak 8 Kasım 1924'te başvekillikten istifa etti.21 Kasım 1924'te yeni hükümeti Fethi Bey kurdu.
Doğudaki Şeyh Said İsyanı üzerine isyana müdahelede başarısız olan Fethi Bey istifa etti. 3 Mart 1925'te İsmet Paşa cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ayaklanmanın bastırılmasında hükümet başkanı olarak önemli rol oynadı 6 Mart 1925 tarihinde Takrir-i Sükun Kanunu'nun yürürlüğe konması ve İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasını sağladı ve tüm muhalefet partilerini, muhalif gazeteleri kapattırdı ve tek parti diktatörlüğünü kurdu. İsyan kısa sürede bastırıldıktan sonra da muhalefete izin vermedi. Bu arada askerliğe devam ederek 1926 yılında Orgeneral rütbesine yükseldi ve aynı yıl içinde askerlikten emekli oldu. Bu tarihten sonra, yeni devletin oluşumunda Mustafa Kemal ile birlikte en önemli siyasal kişilik olarak belirdi.
İnönü, Eylül 1937'de Atatürk'le aralarındaki bazı görüş ayrılıkları yüzünden Atatürk tarafından Başvekillikten azledildi. CHP'nin genel başkan vekilliğinden de alındı. İnönü başvekillikten ayrılınca yerine Celal Bayar atandı. İnönü bu dönemde yalnızca TBMM'de Malatya milletvekili olarak görev yaptı.
Atatürk ile görüş ayrılığı meselesi şöyledir : 1936'da Faşizmi incelemek üzere İtalya'ya gönderilen CHP Genel Sekreteri (Katib-i Umumi) Recep Peker'in dönüşünde yazdığı TBMM üzerinde bir "Faşist Konsey" kurulmasını öngören raporu onaylayıp imzalaması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk "Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raporları okumadan imzalıyor!" dedi ve kararı reddetti. Bu değerlendirmeye "Koskoca memleket rakı sofrasından mı idare edilecek?" diye yanıt verince aralarında gerginlik çıktı. Dersim İsyanı'nın bastırılması sırasında da düşünce ayrılıkları çıkınca Eylül 1937'de cumhurbaşkanı tarafından başbakanlık ve CHP'nin genel başkan yardımcılığı görevlerinden alındı.
İnönü, Atatürk devrimlerinin gerçekleştirilmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın çalışma arkadaşıydı.
Atatürk'ün ölümünden sonra 11 Kasım 1938 de, Türkiye Büyük Millet Meclisitarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. ikinci Dünya Savaşısırasında Cumhurbaşkanıydı. Cumhurbaşkanlığı'nın yanı sıra CHP Genel Başkanlığı'na da getirildi. CHP'nin 26 Aralık 1938'de toplanan I. Olağanüstü Kurultay'ında partinin "değişmez genel başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine "Milli Şef" sıfatı verildi. Bundan sonra 30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı yasa ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50, 100, 500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzlerinde cumhurbaşkanının resminin bulunması kararı alınmıştı. Buna dayanarak, para ve pulların üzerindeki Atatürk resimleri kaldırılıp onların yerine yeni Milli Şef'in portreleri kullanıldı.
Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü Türkiye'yi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı.Varlık Vergisi uygulaması hayata geçirildi.Yine bu dönemde Hasan Ali Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu. Bu enstitüler kapatılana kadar 20.000 mezun köy öğretmeni verdi. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, İkinci Dünya Savaşı galiplerinden olan Sovyetler Birliği'nin lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Ardahan, Artvin ve Sarıkamış'ı istemesi, Türkiye'yi, savaşın diğer galipleri Amerika ve İngiltere ile daha yakın ilişkilere mecbur etti. Bu askeri ve ekonomik desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, "5 yıllık kalkınma planları" ve Köy Enstitülerileri gibi Sovyet taklidi uygulamaların kaldırılmasını talep etti.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti'ye bırakırken, İsmet İnönü de Cumhurbaşkanlığı'ndan 22 MAYIS 1950 da ayrıldı ve 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak siyasi yaşamını sürdürdü.
27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı. 1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasi yaşamını sürdürdü. 8 Mayıs 1972'de CHP genel başkanlığını Bülent Ecevit'e kaptırarak Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa etti, 25 Aralık 1973'de ölünceye kadar Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabii üyeliği görevinde bulundu.
1916 yılında Mevhibe Hanım'la evlenen İsmet İnönü üç çocuk babasıydı. (Ömer İnönü, Erdal İnönü ve Özden Toker'in babasıdır.)
25 Aralık 1973'te ölen İnönü 27 Aralık'ta devlet töreni ile Anıtkabir'de toprağa verildi.
Anılarının bir bölümünü Hatıralarım, Genç Subaylık Yılları, 1884-1918 (1968) adı altında toplamış, ayrıca çeşitli tarihlerdeki söylev ve demeçlerini içeren İsmet Paşa'nın Siyasi ve İçtimai Nutukları, 1920-1933 (1933), İnönü Diyor ki (1944), İnönü'nün Söylev ve Demeçleri I, 1920-1946 (1946) gibi kitapları yayımlanmıştır.

Kaynak : Biyografi.info