2 Eylül 2017 Cumartesi

Yıldıray Çınar: Bölemedim Felek ile Kozumu-Olura Olmaza Minnet Etmezken-Yare Pazen Seçemedim



Bölemedim Felek İle Kozumu

Bölemedim Felek İle Kozumu
Güldürmedi Şu Cihanda Yüzümü
Süre Süre Gelir Düşman İzimi
Kalk Gidelim Sevdiğim Bu El Bize Yaramaz

Felek Merhametsiz Taştan Yürekli
Gönlümüz Efkarlı Gamlı Meraklı
Düşman Peşimizde Eli Silahlı
Kalk Gidelim Sevdiğim Bu El Bize Yaramaz

Daha Ne Gelecek Garip Başıma
Felek Zehir Kattı Tatlı Aşıma
Düşmanlar Silahlı Düştü Peşime
Kalk Gidelim Sevdiğim Bu El Bize Yaramaz

Söz : Mehmet Erbulan
Müzik : Yıldıray Çınar


Olura Olmaza Mihnet Etmezken

Olura Olmaza Mihnet Etmezken
Alemde Herşeye Kul Ettin Felek
Eder Kıymetime Paha Yetmezken
Şimdi Kıymetimi  Pul Ettin Felek

Sırmalı Tel Takın Çalim Sazımı
Mevlam Kara Yazmış Benim Yazımı
Anadan Gülmedik Körpe Kuzumu
Yaktın Yüreğimi Kül Ettin Felek

Daim Bilmem Neden Gelmez Yanıma
Bu Hasretlik Kar Eyledi Canıma
Yandım Ateşlere Bak Şu Zalime
Hısım Akrabayı El Ettin Felek

Derleyen : Mahmut Erdal

Yare Pazen Seçemedim

Yare Pazen Seçemedim
Yar Çok Nazlı Sezemediim
Bana Yardan Geç Diyorlar
Gönüldür Bu Geçemedim

Al Sana Fındık Fıstık Yiyemedim
Aşk Şarabından İçemedim

Doğmuş Sabah Güneşi
Koşar Gelir Kardeşi
Öyle Bir Yar Sevmişem Ki
Cihanda Yoktur Eşi

Al Sana Fındık Fıstık Yiyemedim
Aşk Şarabından İçemedim

Bülbüller Gülden Geçer
Gönül Gönülden Geçer
Sanma Ki Kolay Kolay
Seven Sevdiğinden Geçer

Al Sana Fındık Fıstık Yiyemedim
Aşk Şarabından İçemedim

Söz ve Müzik : Yıldıray Çınar

Yöre : Samsun - Çarşamba

1 Eylül 2017 Cuma

Şenay : Hayat Bayram Olsa



Şu dünyadaki en mutlu kişi
Mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi
Sevmeyi bilendir

Şu dünyadaki en güçlü kişi
Güçlükten gelendir
Şu dünyadaki en bilgin kişi
Kendini bilendir

Bütün dünya buna inansa
Bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza

Bütün dünya buna inansa
Bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza

Şu dünyadaki en olgun kişi
Acıya gülendir
Şu dünyadaki en soylu kişi
İnsafa gelendir

Şu dünyadaki en zengin kişi
Gönül fethedendir
Şu dünyadaki en üstün kişi
İnsanı sevendir

Bütün dünya buna inansa
Bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza

Şenay : Hayat Bayram Olsa

Gülay : Sen Gelmez Oldun



Deyiptin baharda görüşelim
Bahar geldi geçti sen gelmez oldun
Yaradan eşkine ne olur dön
Kuşlar kondu göçtü sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun, sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun

Yarim gözleyirem, isteyirem
Sen gelmez oldun

Biz bu sonbaharda buluşacaktık
Bahar geldi geçti sen gelmez oldun
Taşlara mı döndü kalbin gelmedin
Aylar geldi geçti sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun, sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun

Yarim gözlerim yolda
Beklerim ama sen gelmez oldun

Demiştin kapına gelirim diye
Kulağım kapıda ses vermez oldun
Boşyere mi yemin ettik ikimiz
Kuşlar yuva kurdu sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun, sen gelmez oldun
Sen gelmez oldun

Yarim gözlerim yolda
Beklerim ama sen gelmez oldun

Gülay : Sen Gelmez Oldun

31 Ağustos 2017 Perşembe

Aynur Haşhaş : Meyhaneci



Doldur meyhaneci bir daha doldur 
Beş lira borç aldım paralıyım ben 
Dolusunu getir boşunu galdır 
Bugün sabahçıyım buralıyım ben 

İçip içip serhoş olmak istiyom 
Sızıp bir köşede kalmak istiyom
Yaşamayı degil ölmek istiyom 
Bir yarin elinden yaralıyım ben 

Aman meyhaneci doldur ver bana 
Bugün içecegim ben kana kana 
İsmim kaçırandır söyliyeyim sana 
Bütün serhoşların kıralıyım ben

Aynur Haşhaş : Meyhaneci

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Nazım Hikmet Ran : Büyük Taarruz


Büyük Taarruz-1

Saat 2.30
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
                  ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
                     gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
                        daha yakın,
                                daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
                 evimize, aşkımıza ve kendimize dair
                                       sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
                seyrediyordu Kocatepe'den
                        dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık-tepesi olmasa
        Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Küzeydoğuda Güzelim-dağları
ve dağlarda tek
                        tek
                            ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
                   şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su,
                        belki bir ırmak,
                               belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
                            ve kılçıksız yılan balıklarıyla
                                    Yedişehitler kayasının gölgesine girip
                                                                                   çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun
                                       kırmızı
                                               beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
                              haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
                       Altıgözler Köprüsü'nün altından
                                         gündoğuya dönerek
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
Büyükçobanlar Köyü'nü solda
                        ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
                                                           gider.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
                      ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
                  geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek
                    tek
                         ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
        güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.


Saat Üç Buçuk
Kılamuz - Ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
İbrahim,
korkmıyacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz


kaçtığı için korkar.

Büyük Taarruz-3

Saat 4.
Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
                                   ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
                            el kavuşturup
                                                sabah namazına.
İçi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
                        Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
                      kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
                                      dizkapaklarında kan,
                                      kantarmasında köpük...
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
                     ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
                           bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
                                   çorbasını yapmışlardır...
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak
                                 sökecek.
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
                                  Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
                                                    konuşuyor :
        -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
        bilmem ki, nasıl anlatsam,
        Âkif, inanmış adam,
        fakat onun, ben,
                 inandıklarının hepsine inanmıyorum.
        Meselâ, bakın :
        «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
        Hayır,
        gelecek günler için
                            gökten âyet inmedi bize.
        Onu biz, kendimiz
                           vaadettik kendimize.
        Bir şarkı istiyorum
                             zaferden sonrasına dair.
        «Kim bilir belki yarın...»
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı :
                      Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın
                                           yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
                                            kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
                               öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
                      ve yedi buçukluk bataryasını
                                       ağlanacak kadar küçük buluyordu.
Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve İkinci ordular
                            baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
                                beygirinin yanında duran
                                sarkık, siyah bıyıklı süvari
                                kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak
                baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
                 ve fecirle birlikte büyük taarruz...
Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
           Karahisar güneyinde 50
                              ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
                                                    Aslıhanlar civarında
                                                             30 Ağustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
                            buraya gönderenler öldürdü seni...»
Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü
                    ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
                          Deli Erzurumluydu.
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
                            her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
                       yüzlerini toprağa döndüler...
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
                      yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
                  nalların,
                             ellerin
                                      ve gözlerin pırıltısı
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.
          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
          ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.
          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
          yok edin insanın insana kulluğunu,
                                      bu dâvet bizim...
          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
          ve bir orman gibi kardeşçesine,
          bu hasret bizim...»>
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
                                    suda balık,
                                                    havada kuş kadar
                                                                  çokturlar;
korkak,
            cesur,
                     câhil,
                             hakîm
                                      ve çocukturlar
ve kahreden
                 yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...


  Nâzım HİKMET RAN
  939 İstanbul Tevkifanesi,
  940 Çankırı Hapisanesi,
  941 Bursa Hapisanesi.



Ulusumuz'un 30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun!


Ulusumuz'un 30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun!

"Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu.
Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı...

Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... 
Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
Mustafa Kemal Atatürk

Ulusal Kurtuluş Savaşımız' ın finalini zaferle taçlandıranlar başta Ulu Önderimiz Ebedi Baş Komutanımız 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, vatanımız için canla başla savaşarak bu toprakları bizlere Vatan yapan tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı, sevgi , rahmet ve minnet ile anıyoruz.
Toprakları bol, ruhları şad, mekanları cennet olsun.

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Özlem Özdil : Kevser Irmağı




Kevser ırmağında saki olan yar
Bir bardak dem ikram etmez mi ola
Sıratın yolunu iyi bilen yar
Benim de elimden tutmaz mı ola

 Aman medet duy sesimi dardayım
 Sorma hallerimi gayet zordayım
 Cehennemden daha beter kordayım
 Yanarım yandığım yetmez mi ola

Dört yanımı harlı ateş çevirdi
Vücut sarayımı yaktı kavurdu
Yaptım mamur ettim geri devirdi
Viranemde bülbül ötmez mi ola

 Aman medet duy sesimi dardayım
 Sorma hallerimi gayet zordayım
 Cehennemden daha beter kordayım
 Yanarım yandığım yetmez mi ola