Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur.Çünkü,kötü insanların türküleri yoktur↔Neşet Ertaş
Bir Ulusun türkülerini yapanlar,yasalarını yapanlardan daha güçlüdür↔Shakespeare
Sevdim insanlardan çok türkülerini.İnsansız yaşayabildim,türküsüz hiçbir zaman↔Nazım Hikmet
Türküler kırk bin yıl su altında kalmış,yıkanmış,cilalanmış çakıl taşı gibidir↔Yaşar Kemal
Ne zaman bir köy türküsü duysam,şairliğimden utanırım↔Bedri Rahmi
Türküz türkü çağırırız↔Veysel
19 Kasım 2022 Cumartesi
21 Ağustos 2022 Pazar
#TürkününTarihçesi
Türkünün Tarihçesi, Tanımı, Türk Dünyasındaki Yeri
Ana dili Türkçe olan ya da Türk diliyle bildirimde bulunan insanların yaşadığı her yerde varlığı bilinen, dün olduğu gibi bugün de sözlü geleneğin vazgeçilmez icra ürünlerinden olan ve Türk dünyasının müştereklerinden kabul edilen türküler, Türk kültürünün temel unsurlarından biridir. Türküler, mitolojik dönemden günümüze uzanan uzun ince bir çizgide Türklerin sosyal, siyasal, dinî ve kültürel hayatının her safha ve sayfasında yer almış, önemli görevler üstlenmiştir. Türk insanı çoğu zaman türkülerde kendini bulmuştur. İçini türkülere dökmüş, sevincini, heyecanını, hüznünü, acısını türkülerle dile getirmiş, sırlarını türkülerle paylaşmış, derdini türkülere açmış, aşkını, sevdasını, hatırasını, gönlünü, kalbini, kısacası yüreğini türkülerle ortaya koymuştur. Türküsüz kalmayı yurtsuz kalma olarak düşünmüş, onsuz kendini gurbette hissetmiştir.
Türküler kimi zaman anne sütü sıcaklığında çocuğun ses ve söz dağarcığına bir ninni olarak akmış, kimi zaman bir ölüm ya da ayrılığın acısıyla yoğrularak katılaşmış, ağıtlaşmış, kimi zaman kadere boyun eğmenin sessizliğini ve çaresizliğini yaşatırken kimi zaman da zulme, haksızlığa, vefasızlığa, soysuzluğa, saygısızlığa başkaldırının güçlü sesi olmuştur.
Türkülerde
mertlik, yiğitlik, aşk, heyecan ve gizem vardır. Kıskançlık, şüphe ve
endişe vardır. Emek ve çile vardır. Doğa vardır, toprak, su, ateş ve hava
vardır. Hak ve haksızlık vardır. Mitoloji, edebiyat, tarih, felsefe, gelenek,
görenek, hukuk ve töre vardır. Renk ve desen vardır. Güç ve enerji vardır.
Kısacası insan, bizim insanımız, Türk insanı vardır (Yakıcı, 2007: 13)
Tanpınar,
“Türküler hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan
aslî yanımızı ifâde ederler " (Tanpınar: 1972:320) derken sanki “Bizim
romanlarımız, türkülerimizdir" diyen Yahya Kemâl’e vurgu yapmaktadır.
Türkülerin
ardındaki şiiriyet, incelik ve güzellik, hikmet dolu dünyanın Türk insanının
fikir ve his kâinatının bütün dokularını verecek derinlikte olduğunu belirten
Aytaç, motifleri ve beşerî temleriyle Anadolu insanını bir bütün olarak
tanımlayan türkülerin, Türk dünyası ve kültürü için son derece önemli belgeler
olduğuna dikkat çekmektedir. (Aytaç 2003:332) Kimilerine göre türküler
düğünlerde halay olur çekilir, savaşlarda mehter olur çalınır. Sevgiliye
yalvarmadır. Kahır, sitem, aşk kokar. Ve sonrasında mezar başında ağıt olur.
(Bekki 2004:37-38)
Türkülerin
en önemli özelliği hayatın kendisi olmalarıdır. Bir ayna vazifesi gören
türküler, hayat kadar tatlı ve bir o kadar da kısadır. İnsan hayatı da tekrar
tekrar dinlemek istediğimiz bir türküye benzer. Bu türküler, dinledikçe zevk
aldığımız ve her nağmesine hayatımızın bir parçasını sakladığımız ürünlerdir.
Ancak, tıpkı hayatımız gibi onu başa alma ve tekrar dinleme şansımız artık
kalmamıştır. Ne kadar da arzu etsek hayatı geriye alıp baştan yaşayamayız. Acı
ve tatlı hatıralarla geçmişte bıraktıklarımız, türkülerin bir köşesine takılıp
bizi ölünceye kadar takip eder (Çetindağ 2005:XV).
Türkülerin,
dar bir çevrede, tarikat-tekke mensupları arasında veya bütün millet
hayatındaki yayılışı ile geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da millî ve beşerî
canlılığını devam ettirecek mahsuller (Elçin 1986:195) olduğunu belirten Şükrü
Elçin Hoca’nın bu sözlerini hem kendisi hem de türküler için bir alkış olarak
kabul etmek gerekir.
Türk
insanının hangi coğrafya, sosyal, siyasal, kültürel çevre ve inanç ortamında
yaşarsa yaşasın, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, hangi cinsiyet ve yaş
grubu içinde bulunursa bulunsun, yaşı, cinsiyeti, öğrenim düzeyi,
mesleği, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel durumu ne olursa olsun türküden
tat alacağı, ondan uzak kalamayacağı, türküsüz yaşayamayacağı bir gerçektir.
Türkü kelimesinin
menşei hakkında birbirine benzer görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşlerden en
fazla kabul göreni şüphesiz, türkü kelimesinin Türk'ten doğduğu ve Türklere has
bir ezgi olduğu görüşüdür. Hem Farsçada hem de Arapçada nispet eki olarak
kullanılan 'î'nin, Türk kelimesine eklenmesiyle meydana gelen 'Türkî', Türk'e
has, Türk'e özgü, Türk'le ilgili anlamındadır. Bu kelimenin sonundaki ünlü,
ağızlarda zamanla yuvarlaklaşmış ve türkü biçimine dönüşmüştür (Çetindağ
2005:8).
Türkü
sözü, muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle adlandırılmıştır. Türküye
Azeri Türkleri; mahnı, Başkurtlar; halk yırı, Kazaklar; türki, türik halik ânı,
Kırgızlar; eldik ır, türkü, Özbekler; türki, halk koşigi, Tatarlar; halık cırı,
Türkmenler; halk aydını, Uygur Türkleri de
nahşa, koça nahşisi demektedir. (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri
Sözlüğü 1991:908-909)
XI. yüzyılın
ünlü eseri Divanü Lügati't Türk'te türkü karşılığı olarak 'ır', 'yır'
terimlerinin kullanıldığı belirtilmektedir (Atalay 1992: 3).
Arat, türkünün
muhafaza edilmiş iki anlamının Divanü Lügati't-Türk'te bulduğu ifade eder. Buna
göre yır koş- 'koşma, türkü düzmek', yır 'gazel, ır', yır yırla- 'ır, şarkı
söylemek', yırla- 'ır ırlamak', ır 'yır', anlamında verilmiştir (Arat 1986:
15).
Yazıcı, 'ır'
ve 'yır'lara 'Türkî/Türkü' adının verilmesinin bilinçli bir tepkinin sonucunda
ortaya çıktığını ifade etmektedir (Yazıcı, 1995: 1).
Divanü
Lügati't Türk'te türkü için ır ve yır terimleri kullanılmaktadır. Fuad Köprülü
de aynı şekilde türkü için ır/yır terimlerinin kullanıldığını ifade etmektedir.
Türkü karşılığında kullanılan bu terim, 14. yüzyıldan itibaren bu anlamı da
korunmak suretiyle nağme, hava karşılığında Türk boylarında kullanılmıştır.
Yazıcı, 11. yüzyıla kadar bütün Türk boylarında, türkü için makamlı, besteli
söz anlamına gelen ır ve yır terimlerinin kullanıldığını, 11. yüzyıldan
itibaren İslâmiyet'in kabulüyle birlikte Arap ve Fars kültürlerinin etkisi
artınca, Türklerin karşı harekete geçerek bilinçli bir şekilde türkü kelimesini
kullandığını vurgular. İslâmiyet'in kabul edilmesi ve bununla birlikte Arap,
Fars kültürlerinin etkisiyle Türkler de karşı harekete geçerek türkü adını
kullanmıştır. (Çetindağ 2005:6-7)
“Türkü”
teriminden söz eden ve bugün için bilinen ilk yazılı metin 15. yüzyılın ünlü
dil ve edebiyatçısı Alî Şîr Nevâyî’ye aittir. Alî Şîr Nevâyî “Mîzânu’l-Evzân
(Vezinlerin Terazisi)” adlı eserinde “Türkî” terimine yer vermektedir:
Ve yine bir
şarkı türüdür ki ona Türkî denmektedir ve bu söz ona alem olmuştur. O haddinden
fazla beğenilen ve ruha ferahlık veren, zevk u safâya düşkün kimselere faydalı
ve meclisleri süsleyici bir şarkı türüdür; şöyle ki bu türü güzel söyleyen
kimseleri sultanlar himaye eder, “Turkî-gûy” lakabı ile meşhurdurlar. Bu
da Remel-i müsemmen-i mahzûf vezninde tertip edilir. (Alî Şîr Nevâyî
1993:118)
Yine aynı
kitabın “Arûz Terimleri” bölümünde “Türkî” karşılığı olarak şu bilgiler yer
almaktadır:
Nevâyî’nin
verdiği bilgiye göre haddinden fazla hoşa giden ve duygulandıran bir şarkı
türüdür. Arûz’un Remel-i müsemmen-i mahzûf (Fâilâtün Fâilâtün
Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılıp bestelenir. Türk halk edebiyatında yer
alan türkü ise Hece vezninin on birli ölçüsü ile yazılıp bestelenir. Türkü
koşma şeklinde, dörtlükler halinde olabildiği gibi değişik şekillerde de
olabilir. Türkülerin değişik ezgili şekilleri “Varsağı, Kaya başı, Bozlak,
Kerem” gibi adlarla anılır. Türkü bestelemeğe “türkü yakmak” denilir. (Alî
Şîr Nevâyî 1993:196-197)
Zaten,
türkünün terim olarak ortaya çıkışıyla ilgili bütün görüşler de burada
birleşmektedir:
TürkününTürk
halk şiirinin en eski türkülerinden biri olduğunu belirten Dizdaroğlu, türkü
teriminin ortaya çıkışıyla ilgili olarak Rıza Nur’un görüşlerine yer
vermektedir. Rıza Nur, Ali Şir Nevaî'nin Mîzan-ül-Evzan’ında türküden
bahsedildiğini bildirmekte ve şu bilgileri eklemektedir: "Muhtasar
BaburŞah'ında türkünün Sultan Hüseyin Mirza zamanında icat olduğunu, ona vezin
tahsis edildiğini ve iki devirde bağlandığını (bestelendiğini?) söyler. Demek
türküHorasan'da icat edilmiştir. Şeklin b m b m tarzında dörtlük, veznin
fâilâtün fâilün olduğunu, iki devirli müzik bulunduğunu zannetmek mümkündür.
Ancak, Rıza Nur'un sözünü ettiği türkü,Anadolu Türk edebiyatındaki hece ölçüsü
ile olan türküler değil, Çağatay edebiyatında, aruzun fâilâtün fâilâtün
fâilâtün fâilâtkalıbında yazılan ve özel bir uyak düzeni olan, ayrı bir ezgi
ile söylenen manzum ürünlerdir. Önemli nokta, biçimi, kalıbı ve ezgisi ne
olursa olsun, türkü teriminin on beşinci yüzyılda Doğu Türklerince de
kullanılmasıdır.
Mahmut Ragıp
Gazimihal de Rıza Nur'un düşüncelerini doğrulamakta, “türkü” adlı ilk
parçaların on beşinci asrın başlarında Horasan’da çıktığı kayıtlarla sabittir”
demektedir.(Dizdaroğlu 1968:258-259)
Hece vezni
ile söylenmiş türkülerin Anadolu'daki ilk örneğinin ise, XVI. yüzyılda
görüldüğü, “türkü” adını taşıyan hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla ve
bentleri üçlük, kavuştakları(bağlantıları) iki dizeli olan bu metnin, XVI.
yüzyıl halk şairlerinden Öksüz Dede'ye ait olduğu belirtilmektedir.
(Dizdaroğlu 1968:259)
TÜRKÜ
"Gül
budanmış dal dal olmuş
Menekşesi
yol yol olmuş
Siyah
zülfün tel tel olmuş
Biz şu
yerlerden gideli
Gurbet illere
düşeli
Gül menekşeye
karışmış
Küskün olanlar barışmış
Taze fidanlar yetişmiş
Biz şu yerlerden
gideli
Gurbet illere
düşeli
Öksüz Âşık der bu
sözü
Hakk’a çevirmiştir yüzü
Öldü zannettiler bizi
Biz şu yerlerden gideli
Gurbet illere düşeli (Köprülü 2004: 85)
Nihal Atsız,
Ekim 1938’de, Halk Bilgisi Haberleri dergisinin 84. Sayısında “On Beşinci Asra
Ait Bir Türkü” başlığıyla yayımladığı bir yazısında, anonim bir Tevârih-i Âl-i
Osman nüshasına dayanarak 15. yüzyıla ait olduğunu belirttiği bir türkünün iki
dizesine yer vermiştir:
O Alaşardağı kırda
Davşan neler eder kurda
Fakat kimi
araştırmacılar, “iki dizesi bilinen bir parçanın kendilerini kesin yargıya
götüremeyeceğinden, biçimce türkü olan metinler ele geçinceye dek, Öksüz
Dede’nin şiirini türkü türünün Anadolu’da tarihçe en eski örneği olarak kabul
edeceklerini belirtmektedirler. (Dizdaroğlu 1968:259)
17. yüzyılda
Türkiye’nin yetiştirdiği âşık tarzı Türk şiirinin önemli temsilcilerinden Âşık
Ömer, bir şiirinde “türkü” terimine yer vermekte, aynı dörtlükte türküden
anlamayanlardan, türkü kıymeti bilmeyenlerden şikâyet etmektedir:
Ömer
der ehl-i irfan meclisi bunlar
Derilmiş gelmişler merhabâ canlar
Dürr-i meknûn söylesem de kim anlar
Türkü nedir müfred nedir bilmezler (Elçin 1987: 32)
Birçok
tarihi kaynakta adından söz edilen, hakkında görüşler ileri sürülen “türkü”
nedir? Şiir midir, ezgi adı mıdır, edebiyatın mı yoksa müziğin mi içinde
değerlendirilmelidir?
Bu sorulara
cevap niteliğinde olan onlarca bilgi aktarılmış, düşünce ifade edilmiş, tanım
yapılmıştır.
Kunos,
türkünün, en çok sekizli, on birli ölçülerle söylenen saz şiiri olduğunu ifade
eder. Aynı zamanda çoğu türkünün anonim halk edebiyatında yer
aldığını, türkülerde aşk, güzellik, tabiat, gençlik ve acıklı
konuların işlendiğini, türkülerin ağızlarda dolaşarak şekil değişikliğine
uğradığını belirtir (Kunos, 1978: 158).
Herbert
Jansky, türküyü şu şekilde tanımlamaktadır: Türkü, "Büyük tarihi
hadiseler karşısında halk kitlesinin sevinçlerini veya ümitsizliklerini; büyük
şahsiyetler hakkındaki saygılarını veya nefretlerini; gençler arasında geçen
hazin aşk hikâyelerini, millî hece veznini ölçü alan ve kalpleri fetheden
mısralarla, derin bir muhteva içinde dile getiren edebî, aynı zamanda mûsiki
bakımından ehemmiyete hâiz olan bu kendine has bestelerle söylenen; dar
manâsıyla ise tarihi bir vesika mahiyeti gösteren Türk halk şiirinin en
eski türlerinden biridir." (Jansky 1977: 57-58)
Boratav,
Türkiye'nin sözlü geleneğinde ezgi ile söylenen, halk şiirlerinin her çeşidini
göstermek için en fazla türkü adının kullanıldığını söylemekte, söylendiği
bölgelerle konuların durumuna, sözlerin ve ezginin çeşitlenmesine göre türkü
karşılığı olarak şarkı, deyiş, deme, hava, ninni, ağıt adlarının da
kullanıldığını belirtmekte ve türküyü şu şekilde tanımlamaktadır:
"Düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan
çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere
(zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir
ezgiyle koşulmuş olarak söylenen şiirlerdir." (Boratav, 1982: 150).
Yukarda
birkaçına yer verilen örnekler dışında birçok araştırıcının bu konuda yaptığı
onlarca tanım bulunmaktadır. Bütün bu bilgi ve görüşler ışığında türkü için
şöyle bir tanım yapılabilir:
Duyguları,
düşünceleri, hayalleri, birey ya da toplum olarak doğumdan ölüme kadar yaşanan,
insan ve toplumda iz bırakan bütün olayları dile getiren, sevinçli ya da
üzüntülü zamanlardaki heyecanı yansıtan, kaynakları genellikle ozan/âşık, türkü
yakıcı ve söyleyicisi kişilerden oluşan, hangi edebiyat şubesine ait ya da
hangi biçim ve türde ortaya çıkmış olursa olsun halka mal edilerek anonimleşen,
şölende, düğünde, toplantıda ve her türlü icra ortamında dillerden
düşürülmeyen, icracısı, icra ortamı ve konusuna göre kendine has bir ezgiyle
söylenen manzum ürünlere türkü denir (Yakıcı 2007: 44).
Türkiye
Türklerinin bir kültürel mirası, bir kültür hazinesi olan türkünün, Türkçenin
uzak ve yakın lehçeleriyle konuşulduğu büyük coğrafyada yaşayan insanların
sosyal ve kültürel hayatında da önemli bir yerinin olduğu bilinmektedir. Türk
dünyasının farklı toplulukları tarafından farklı biçimlerde icra edilen
türküler, farklı adlandırmalarla Türk dünyası kültür ve edebiyatının önemli
ürünlerini oluşturmaktadır.
Tarih
boyunca Altaylardan Atlas ülkelerine, Avrupa ortalarına dalga dalga akan Türk
ulusu, her yerleştiği yere kendi öz benliğini türkülerle sıvamıştır. Bir nevi
türkü çeşidi olan ır (yır,cır), sagu, koşuk, kojan, tuyug ve benzerleri şamanın
kutsallığını, kımızın zevkini dile getiren eski deyişlerdir (Demiray
1973:6549-6550).Türk insanının yaşadığı her coğrafyada mitolojik devirlerden
günümüze taşıdığı bu kültür hazineleri, farklı ad ve biçimlerde varlığını
sürdürmüş ve günümüzde de Türk kültürünün vazgeçilmez müşterekleri olarak
varlıklarını sürdürmektedir.
Yıldırım,
“Kültürel Açıdan Türk Dünyası’nın Durumu ve Geleceği” üzerine düşüncelerine yer
verdiği yazısında, tarihte ve günümüzde Türk kültürünün varlığını sürdürdüğü
coğrafyanın/Türk dünyasının sınırını şöyle çizmektedir:
“Türkiye
dünya tarihi Ural/Basra körfezi doğrultusundaki çizginin doğusunda ve batısında
cereyan eden hadiseler üzerine kuruludur dersek, çok yanılmış olmayız.
Özellikle, tarihî ve yeni zamanlar için bu tespit geçerlidir. En azından benim
doğru gördüğüm budur.
Bu eksenin
doğusunda yaşayan ulusların tarihinin de, toplumlarının da tıpkı batısında
ortaya çıkanlar gibi, geçmişlerinin oluşumunda, biçimlenmelerinde, dil ve
kültür birimleri halinde ortaya çıkmalarında bir ulusun değişmez etken olduğu
görülür: Türkler.
Türkler, bu
eksenin doğusundaki ülkelerini Türk ili diye belirlemişler.
Sınırları, Çin, eski İran gibi, Afganistan ve Hindistan gibi ülkeler ile
çevrili bu sahaya, Batılı kaynaklar Turqia "Türk Ülkesi"
demişler. Eksenin batısına, demografik yapı, yeni otlak bulma zarureti gibi
nedenlerle, ister Karadeniz kuzeyi bozkırlar yoluyla, ister Kafkas güneyi
koridorları yoluyla geçip gelen Türkler de, bu yeni alanlar üzerinde yeni yurt
kurma işlemlerine girişmişlerdir. Ve batılılar bu yurda da Turqia "Türk
ülkesi" demişlerdir. Doğu Avrupa, Macaristan, Uralların batısı,
Balkanlar, IV. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar, bu ekseni
kuzeyden geçip gelen Türklerin elindedir.” (Yıldırım 1996:67-68)
Yıldırım
ayrıca, bu coğrafyada Türk insanının son dört yüz yıl içinde çok acılar
çektiğini, acılarını, ıstıraplarını ağıtlara, türkülere dokuduğunu,
söylediğini, birbirinden uzak düşenlerin düşüncelerini, hasretlerini,
tarihlerini birbirlerine bu yolla eriştirmeye çalıştığını, kuşlara, dağlara,
ovalara destanlar, türküler düzdüğünü belirtmektedir. (Yıldırım 1996:69)
Bu
nedenledir ki eski ve yeni lehçeleriyle Türkçenin konuşulduğu ve Türk insanının
yaşadığı coğrafyalarda yaşamış ve yaşamakta olan türkü geleneğini tanıtıcı
nitelikte bilgiler vermek, türkünün Türk kültürü ve dünyasındaki yerinin ne
kadar önemli olduğunun fark edilmesi ya da bilinmesi bakımından önemlidir. Bu
düşünceyle Türkiye dışındaki Türk topluluklarında yaşayan türkü geleneğinin
özellikle edebiyata yansıyan örneklerinden hareketle devlet, ülke ya da toplulukları
alfabetik olarak sıralanmış ve özellikle de burada türkü karşılığı olarak
kullanılan terim, kavram ve kelimelere yer verilmiştir.
Altay
Türklerinde türkü karşılığı olarak kullanılan terimlerin başında kojoñlar
gelmektedir. Kojoñ, lirik bir türdür. Lirik kojoñlar, diğer türlere nazaran,
daha bir tematik ve şiirseldir. Halk, onlar vasıtasıyla yüreğindekileri,
sevgisini, kederini, üzüntülerini ifade eder. “Kojoñçı”lar, sadece kendi
yüreklerindeki sevinçleri ve kederleri ifade etmezler, bütün bir halkın duygu
ve düşüncelerine, sevinç ve kederlerine de tercüman olurlar. Bunun içindir ki,
halkın duygu ve düşüncelerini, yaşayışını öğrenmek için kojoñlara müracaat
kaçınılmazdır.
Kojoñları
sıradan kişiler değil, büyük bir şiir yeteneğine sahip olan ve “kojoñçı” adı
verilen insanlar meydana getirmiştir. Bu tür kojoñçılar, halk arasında saygın
bir konumda olan, adları ve sanları halk arasında geniş bir şekilde yayılan
sanatkârlardır. Halk arasında, bu tür büyük kojoñçıların adı etrafında efsaneler
meydana gelmiştir (Surazakov, 1975: 78-96) Geçmişin büyük kojoñçıları, bugün de
hatırlanmakta, meydana getirdikleri kojoñları hâlâ terennüm edilmektedir.
Geçmiş
dönemin meşhur kojoñçılarının başında Adıbas, Küçük, Amır, Tana, Mañdlay,
Kündüzek gibi isimler gelmektedir. Bu kojoñçılar, sadece kojoñ metinlerini
değil, bu kojoñların ezgilerini (küylerini) de meydana getirmişlerdir. Altay
Türklerinin kojoñları, sadece söz ve şiir sanatı açısından zengin değildir.
Onlar, ezgi bakımından da zengindirler. Halk arasında ezgisi olmayan bir kojoñ,
“kanatsız bir kuşa” benzetilmiştir (Tuhtenev, 1972). Kojoñlar kendi içinde
sınıflandırılmaktadır. Kojoñ geleneği bugün de devam etmektedir. (Yakıcı, 2007:
279-286)
Azerbaycan’da
türkü kelimesinin karşılığı olarak “mahnı” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime
ayrıca Azerbaycan’daki kırık havalardan bir kısmının da adıdır. Mahnı
kelimesiyle hemen hemen eş anlamlı bir şekilde kullanılan bir diğer kelime
“tesnif”tir. Tesnifler de sözlü gelenekte yaratılmış, belirli makamlarla icra
edilen halk şiiri ürünleridirler. Azerbaycan’da karşılıklı söylenen türküler
için ise “deyişme” kelimesi kullanılmaktadır (Namazaliyev 1993: IX-X) Halk
mahnılarında Anadolu sahasındaki türkü örneklerinde olduğu gibi, şiirin asıl bir
gövdesi ve bu gövdeye eklenen kavuştaklar vardır. Gövdenin ve kavuştakların
mısra sayıları da değişebilmektedir(Yakıcı, 2007: 287-289).
Ay Beri Bah,
Beri Bah
Pencereden
daş gelir,
Humar gözden
yaş gelir,
Seni mene
verseler,
Allah’a da
hoş gelir.
Ay veri bah,
beri bah,
Can beri
bah, beri bah
Pencerenin
milleri,
Açılıb gızıl
gülleri,
Oğlanı
yoldan eyler,
Gızın şirin
dilleri.
Ay veri bah,
beri bah,
Can beri bah,
beri bah.
Pencerede
guş menem,
Uç deseler
uçmanam,
Yar mene gaş
göz eyler,
Men heç başa
düşmerem.
Ay veri bah,
beri bah,
Can beri
bah, beri bah. (Efendiyev, 1985: 33)
Başkurt
Türklerinin türkü karşılığı olarak sözlü gelenek kültürlerinde yaşattığı
başlıca kelimeler yır, takmak, siñlev ve beyittir(Yakıcı, 2007: 295-311).
Başkurt halk yırları; içerik, yaşayış biçimi ve görevleri/işlevleri bakımından oldukça çeşitlidir. Kendilerine has ezgileri olan yırlarla dört dizeli diğer yırların geniş bir şekilde yayılmış olduğu eskiden beri bilinmektedir. Halk arasında yırların “ozon yır” (uzun yır, türkü) ve “kıska yır” (dörtlük, mani) denilen türleri de vardır. Sosyal-estetik görevleri bakımından ayrılsalar da şiir kuruluşu bakımından takmaklar, yırlara çok yakındırlar. Takmaklarla yırlar arasındaki sınırı belirlemek bile çoğu zaman zordur.
Dört dizeli
yırlar, halk dilince genelde, “törlö yırlar” (türlü yırlar) diye isimlendirilmiştir.
Bu adlandırma, aslında, onların yerine getirdikleri görevler ve icra
biçimleriyle doğrudan bağlantılıdır. Başkurt halk yırlarının büyük bir kısmı,
9-10 hece ölçüsüyle kurulmaktadır. Buna göre, bunların her birisi türlü
ezgilerle yırlanmaktadır. Dört dizeli yırlar da, her türlü ezgide
yırlanabilmektedirler. Bu tür yırlara” törlö yırlar” denilmesinin sebebi de
onların her türlü ezgide yırlanabilmeleridir (Galin, 1977: 8).
Çuvaş halk
şiiri geleneğinde türkülere, “yır” ya da “cır” kelimesiyle aynı kökten gelen
“yurĭ”denilmektedir. Bunun yanı sıra, Tatar ve Başkurt Türklerinin halk şiiri
geleneklerindeki gibi, “takmak” ve “peyit” terimleri de türküleri adlandırmak
için kullanılmaktadır. Tıpkı, Türkiye sahasının “türkü”sü gibi, Çuvaş sahasının
“yurĭ”si deanlam bakımından çok geniştir. Terim, her türlü ezgili
maznumeyi kapsamaktadır. “Yurĭ”ler konuları ve söyleniş yerlerine göre
çeşitlenmekte ve buna göre de adlandırılmaktadırlar. İsimlendirmede de, “sĭpka
yurrisem” (beşik türküleri-ninniler) örneğinde olduğu gibi, “yurĭ” kelimesiyle
oluşturulmuş tamlamalar kullanılmaktadır. “Munkun”, “Şıvarni” ve “Surhuri” gibi
geleneksel ve dinî bayramlarda söylenen ezgili metinler de “yurĭsem” başlığı
altında toplanmaktadır (Yakıcı, 2007: 312-325).
Gagauzlar’da
türkü söyleme geleneği Türkiye Türklerinin türkü geleneğine benzer bir seyir
takip etmektedir. Bu coğrafyada yaşayan Türkler de “türkü” ve “hava”
terimlerini kullanmaktadırlar (Yakıcı, 2007: 326-327).
Hakas
Türklerinin sözlü edebiyatında geniş bir yer işgal eden halk türküleri
için “ır/sarın” ve “tahpah” terimleri kullanılmaktadır. “Tahpah” terimi,
günümüz Türk lehçelerinde de “takmak” biçiminde “kalabalık karşısında ezbere
söylenen şiir” anlamının yanında, destan dışındaki şiir ve şarkıların tümünü
karşılar bir şekilde kullanılmakta ve tıpkı “koşıg” gibi, dörtlüklerden oluşan
şiirleri ifade etmektedir (Ergun, 1997: 229). Hakas Türkleri arasında
“tahpah”, diğer Türk lehçelerindeki “koşık”ın anlamını da içine alacak
bir şekilde kullanılmaktadır. Ergun, “takmak”ın de tıpkı “koşıg” gibi,
günümüzde “mani”yi andıran şiirleri de içine alabilecek bir biçimde
dörtlüklerden kurulu bütün şiirler için kullanıldığını belirtmektedir (Ergun,
1997: 230).
Hakas
Türklerinin “tahpah”larında, çok çeşitli kafiyeleniş biçimlerine
rastlanmaktadır: Dize bazı kafiyeli, dört dizenin de kendi aralarında
kafiyelendiği, ilk iki dizenin kendi aralarında kafiyelendiği, sarmal kafiyenin
yer aldığı “tahpah” örneklerine rastlamak mümkündür. “Tahpah”ları oluşturan
dizelerin hece sayıları da farklılık arz etmektedir. “Tahpah”lar daha çok 7-12
heceli dizelerden oluşmaktadır. “Tahpah”lar, genelde, Türkiye sahasının
manileri gibi, tek dörtlükten meydana gelmektedir. Fakat üç ya da dört
dörtlükten oluşan örneklere de rastlanmaktadır (Maynogaşeva-Kızlasova, 1990:
7-9)
“Tahpah”larda,
Türkiye sahası türkü ve manilerinde olduğu gibi, hayatın hemen her aşamsıyla
ilgili konulara yer verilmektedir. Bu konuların başında yurt, doğa, iş, üretim;
yoksulluk, zenginlik; hayat, gençlik; genç kız, genç erkek; eğlence,
misafirlik, ikram; evlenme, aile hayatı, aşk, kardeşlik ve mizah gelmektedir
(Yakıcı, 2007: 328-330).
Irak
Türklerinde türkü karşılığı olarak “ beste, şarkı, neşide, hoyrat”
kelimeleri kullanılmaktadır. Bestelerin konuları arasında aşk, gurbet, ölüm,
tabiat vb. temaları görmek mümkündür. Ayrıca Irak Türkmenlerinde oyunlarda ve
törenlerde söylenen türkülerin yanı sıra esnaflarla ve mesleklerle ilgili
türküler de bulunmaktadır. Bölgede olay veya kahramanlık türkülerine “şarkı”
veya “neşide” adı verilmektedir. Kerkük türkülerinde kullanılan şekil
özelliklerine baktığımızda yaygın olarak kullanılan nazım şekli manidir. Yedili
mani mısralarından başka sekizli, on birli, on ikili veya on dörtlü türkülere
de rastlamak mümkündür.
Kerkük
Türklerinin şiir geleneğinde mani tarzında türküler de önemli bir yere
sahiptir. Hoyrat adı verilen çeşitli dörtlükler bir araya getirilerek türküler
oluşturulmuştur. Şekil olarak mani şeklinde kurulan bu şiirler “muçila, kesük,
yetimi, muhalif, bayat, yolcu” gibi çeşitli makamlarla söylenmektedirler
(Yakıcı, 2007: 331-339).
Dumanlı
Dağlar
Kerkük’ün
etrafı dumanlı dağlar,
İçerim
yanırı (anam) gözlerim ağlar,
Ayrılıg
ateşi cigerim dağlar,
Gezme bu
dağlarda ceyran seni avlarlar,
Neneden,
babadan, yardan ayrı goyarlar.
Ceyran senin
kimi cigerim yara,
Cahanda
bulmadım (anam) derdime çara,
Bir kimsem
de yohdu söylesin yara,
Gezme bu
dağlarda ceyran seni avlarlar,
Neneden,
babadan, yardan ayrı goyarlar.
Mezarım
daşına yazsınlar adım,
Dağlar
daşlar dinler (anam) menim feryadım,
Kimler
olacahdı menim imdadım,
Gezme bu
dağlarda ceyran seni avlarlar,
Neneden,
babadan, yardan ayrı goyarlar. (Paşayev 1990: 272)
Zülf Uzun
Üze Deyer
Zülf uzun
üze deyer,
Eyilse dize
deyer,
Zülfün Ecem
ipeyi,
Telin
Tebriz’e deyer. (Paşayev 1990: 273)
Karaçay
Türklerinde türkü karşılığı olarak “cır” terimi kullanılmaktadır. Karaçay
cırcıları onlarca konu ve türde cırlamaktadır (Yakıcı, 2007: 340-343).
Karakalpak
Türklerinde halk şiiri karşılığı olarak “kosık” kelimesi kullanılmaktadır.
Türk halk şiirinde geniş bir alanda kullanılan ve koş- fiil kökünden türediği
zannedilen “koşma” kelimesiyle benzer bir yapıya sahip “kosık” teriminin
kapsamına çeşitli konulardaki şiirler girmektedir. Karakalpak folklorunda halk
kosıklarının geniş bir kullanım alanı vardır (Yakıcı, 2007: 346-354).
Karakalpak
insanının doğumundan ölümüne hayatının hemen her safhasında halk kosıkları
kullanılmaktadır. Halk kosıkları halk içinde yaratılan, halkın yaşam tarzını,
gelenek ve göreneklerini yansıtan bir halk edebiyatı türüdür. Karakalpak halk
kosıklarının büyük bir çoğunluğu öncelikle sözlü gelenekte yaratılmışlar ve
kullanılmışlardır, ancak yazılı edebiyatta yaratıcısı belli olan bazı kosıklar
da zamanla halk içinde kullanılarak halk kosığı haline gelmiştir. Mesela
“Bozatav”, “Aksüñgil” ve “Aycamal” kosıkları buna örnek teşkil etmektedir. Halk
kosıkları, sevgi, tarihi olaylar, nasihat, iş, ölüm vb. konularda
söylenmektedir. Kosıklar, diğer halk edebiyatı türlerinden muhteva ve şekil
özelliklerinin yanı sıra ezgileriyle ayrılmaktadır. Hatta halk kosıkları kendi içindeki
türlerde de ezgi farkı vardır. Sevgi kolunu bir halk kosığı ile çocukların
söylediği kosık arasında ezgi yönünden bir ayrım söz konusudur (Maksetov, 1992:
75-76).
Kazak
Türklerinin halk şiirinde genel anlamda “cır” (türkü) başlığı altında toplayabileceğimiz
türlerin başında “añ”, “aytıs”, “betasar”, car car”, “coktav”, “estirtüv-köñil
aytuv (cubatuv)”, “koştasuv”, “körisüv”, “navrız öleñleri”, “ötirik öleñ”,
“sıñsuv”, “tarihi cır”, “tolgav” ve “toy bastar” gelmektedir (Adambayev, 1960:
143-178). Bu türlerden kimileri akınların atışmaları sırasında söyledikleri
ezgili şiirlerden oluşurken, kimileri de düğün merasimlerinde söylenen ezgili
şiirlerle cenaze törenleri sırasında söylenen ağıt mahiyetindeki ezgili
şiirlerden oluşmaktadır (Yakıcı 2007: 355-373).
Kazan
Türkleri/Tatarların sözlü edebiyat ve müzik geleneğinde türkü karşılığı
olarak görülen türler arasında “kıska cır, tarihi ve lirik cırlar, takmak,
beyit, yola ve uyın yırları görülmektedir(Yakıcı, 2007: 393-420).
Kazan Tatarlarının
halk şiiri ürünlerinden, özellikle de ezgili manzumelerinden söz etmek
gerektiğinde öncelikli olarak “kıska cır(dörtlük)lar, “takmak”, “beyit” “yola
ve uyın yırları”, “tarihi ve lirik cırlar” gibi kavramlarla karşılaşılmaktadır.
Kazan Tatarlarında
halk şiiri türü olan türkü, “cır” ve “yır” kavramlarıyla ifade edilmektedir.
Bunun yanı sıra, klasik edebiyatla sözlü edebiyat geleneklerinin birleşmesinden
meydana gelen “beyit”lerden ve “kıska cırlar” grubuna dahil edilmekle birlikte
daha çok halk dansları sırasında söylenen ezgili “takmak”lardan da söz etmek
gerekmektedir.
Kazan
Tatarlarının halk şiirinin türkü karşılığı türleri incelendiğinde, Türkiye
sahası “mani”leriyle benzerlikler gösteren “kıska cır” örneğine daha çok
rastlanmaktadır (Nadirov, 1976: 7-33).
Kıbrıs
Türklerinin “türkü” dağarcığında bugün Türkiye türkü repertuvarlarına da
girmiş onlarca türkü bulunmaktadır (Yakıcı, 2007: 374-375).
Kırgızlarda türkü
karşılığı olarak genellikle ır, lirika ve ağıt karşılığı da “koşok” terimleri
kullanılmaktadır (Yakıcı, 2007: 376-379).
Kırım
Türklerinin zengin bir türkü repertuvarı bulunmaktadır. Bunda, tarihi bir
Türk yurdu ve zengin bir kültür merkezi olan Kırım’ın Köroğlu’dan
Karacaoğlan’a, Âşık Ömer’den Âşık Garip’e birçok ünlü ozana ev sahipliği yapmış
olmasının önemli rolü bulunmaktadır (Yakıcı, 2007: 380-381).
Kumuk
Türkleri de türkü karşılığı olarak sözlü gelenekte genellikle “yır, sarın,
yas, veyah, şahalay” gibi terimlere yer vermektedir( Yakıcı, 2007: 382-385).
Nogay
Türklerinde türkü karşılığı olarak yır, bozlav (bozlak) ve zâr(ağıt)
terimlerinin kullanıldığı görülmektedir (Yakıcı, 2007: 386).
Özbek
Türkleri, türkü karşılığı olarak “koşik” kelimesini kullanmaktadırlar. Özbek
Türklerinde koşikler, gündelik hayatın çeşitli merhalelerindeki işlerle, aşk ve
sevgiyle alakalı pek çok konuda söylenen şiirlerdir. Bir diğer ifade ile Özbek
halkının hemen her konuda, toylarda ve çeşitli törenlerde ezgiyle söylediği
şiirlerdir. Koşikler, genel olarak dörtlük şeklinde ve hece ölçüsüyle
söylenmelerine rağmen aruz ölçüsüyle oluşturulmuş örnekleri de vardır (İmamov
1990: 142). Özbek koşikleri konu, ezgi ve yapılarına göre kendi içinde
çeşitlilik göstermekte ve farklı biçimde sınıflandırılmaktadır (Yakıcı, 2007:
387-392).
Tıva
Türklerinin sözlü geleneğindetürkü karşılığı olarak kullanılan halk
kültürü ürünleri ır, kojamık ve kojandır.
Tıva
Türklerinin sözlü geleneğinde halk şiiri ürünlerine ır ve kojamık/kojañ adı
verilmektedir. Tıvalı araştırıcı S. B. Pürbü, halk yırı denilince akla belli
bir ezgi ile yırlanan manzumelerin gelmesi gerektiğini, “kojamık”ın bir yandan
şiirle diğer yandan da müzikle ilgili olduğunu ifade etmektedir (Pürbü, 1976:
84). Tıva sözlü şiir geleneği, kendi içerisinde “ırlar” ve “kojañlar” olarak
iki gruba ayrılmaktadır. “Ir”dan anlaşılması gereken, ezgili ve yurt-vatan,
ekonomi, yaşayış, aşk-sevgi konulu lirik ve manzum sözlerdir. Pürbü, “kojañ”ı,
hızlı bir tempo ile söylenen, aşk-sevgi, sıkıntı-keder konulu lirik ve mizahî
manzum sözler olarak tanımlamaktadır (Pürbü, 1976: 84). “Kojañ” ile “kojamık”
terimlerinin birbiriyle karıştırıldığına, “kojañ”ın Rusların “çastuska”sına
benzer bir şiir biçimi, “kojamık”ın ise “ır” ezgilerinden birisinin adı
olduğuna dikkat çekmektedir (Pürbü, 1976: 84).
Tıva halk
ırları ya tek dörtlükten ya da ardı ardına gelen iki dörtlükten oluşmaktadır.
Bundan dolayı “ır”ın birbiri ardına gelen kıtalarına “kojamık” denilir. Halk
ırlarını bu şekilde besteleme tarzına “sentaktik paralelizm” adı verilmektedir.
Bundan dolayı “kojamık”, “ır”ın besteleniş tarzı, “kojañ” ise ırın türüdür. Bir
başka ifadeyle, “kojamık” ırın ezgisi, “kojañ” ise ırın türüdür.
Halk
ırlarının işlediği konuların başında yurt-vatan sevgisi gelmektedir. Tıva
Türkleri, yaşayışlarını yurt-vatanla ilişkilendirip onu kutsayarak
sürdürmüşlerdir. Kendi yaşayışlarını, doğrudan ona bağlamışlardır(Yakıcı, 2007:
279-286).
Türkmenistan’da
türkü karşılığı olarak “aydım, öleñ (üleñ, hay öleñ), leyeran, yar-yar” gibi
terimler kullanılmaktadır. Bu türle bağlantılı olarak özellikle Türkmenistan’ın
kuzey bölgesinde türkü söyleme geleneğine “talhın aytmak” denilmektedir. Bu
talhınlar, dörtlük şeklinde genellikle kadınlar tarafından türlü konularda hem
tek hem de karşılıklı söylenmektedirler (Yakıcı, 2007: 425-427).
Talhınların
kafiye şemaları “aaba”, “aabb”, “aaab” gibi çeşitli şekillerde
olabilir. Türkmenistan’da toylarda söylenen “öleñ”, “üleñ”, “hay öleñ”,
“leyeran”, “yar-yar” gibi şiirler de türkü bahsi içinde değerlendirilebilecek
örneklerdendir. Toy aydımları da denilen bu türün örnekleri, düğünlerde gelin
kızların evden çıkışları ve yeni evine gidişi süresince geçen bölümde söylenen
halk şiirleridir. Düğün törenlerinde gelin almaya gelen gurup ile gelinin
yakınları arasındaki karşılıklı söyleşmelerde bu toy aydımları
kullanılmaktadır. Gelin almaya gelen damadın yakınlarının toy aydımlarıyla kız
tarafını kızdırmaya, ev sahiplerinin de onların işlerini zorlaştırmaya
çalıştıkları görülmektedir. Toy aydımları, mani tarzında olabildiği gibi bent
ve kavuştak esasına dayalı bir şekle de sahiptirler
(Seyitmıradov-Halmuhammedov, 1976: 38-43). Türkmen aydımları, günlük hayatın
uğraşlarıyla, aşk, sevgi, ayrılık gibi insan hayatının hemen bütün alanlarında
rastlanabilecek konularda söylenmektedirler.
Köllerdeki
gamış bolsam,
Bazardakı
iymiş bolsam,
Zergerdeki
kümüş bolsam,
Gulagına
daksın maral.
Men aşıgıñ
çenti bolsam,
Köneürgenciñ
kenti bolsam,
Yılanlınıñ
gantı bolsam,
Katırdadıp
iysin maral. (Seyitmıradov-Halmuhammedov, 1976: 40)
Uygur/Doğu Türkistan Türklerinin sözlü gelenek kültüründe türkü karşılığı
olarak “koşak, nahşa, koça nahşisi” vb. terim ve kelimelere yer verildiği
görülmektedir (Yakıcı, 2007: 428-431).
Yukarda
verilen bilgi ve belgeler ışığında Türkiye ve Türk dünyasında türkü söyleme
geleneğinin ve bu çerçevede oluşturulan metinlerin genel görünümüne
bakıldığında; “türkü” teriminin yakın doğu ve uzak batı Türkleri başta olmak
üzere Asya, Avrupa, Afrika, Amerika vd. coğrafyalarda yaşayan birçok insan
tarafından bilindiği ve kullanıldığı görülmektedir.
“Türkü”
terimi dışında Türkçenin ana dil olarak kullanıldığı coğrafyalarda tarihi süreç
içinde kullanılmış ve kullanılmakta olan terim ve kelimeler alfabetik olarak
şöyle sıralanabilir: an, aydım, aytıs, betasar, beyit, bozlav/bozlak, cır,
demeçevirme, deyişme, hava, hoyrat, ır, koça nahşa, kojon/kojan,
koşak/koşik/koşok/koşuk, leyeran, lirika, mahnı, mani, mugam, nahşa, nağme,
neşide, peyit, sarın, şahalay, şarkı, tahpah, takmak, tesnif, ülen, veyah,
yaryar, yas, yır, yuri vd.
Ir/yır/cır
terimi ya da koşuk/koşak/koşik terimleri veya kojon, takmak vb. diğer terim ve
kelimeler Türkçenin çok eski tarihlerden bu güne kullanmış ve hâlâ da
kullanmakta olduğu türkü geleneği ürünlerinin karşılığı olan kavramlardır.
Fakat “türkü” terimi 15. yüzyıl öncesinden itibaren kapsamlı olarak Türk
kültüründe yer almakla birlikte içinde taşıdığı “Türk” mühründen dolayı farklı
bir değer ifade etmektedir. Bunun içindir ki, “türkü”
kavramının/kelimesinin Türklerin, Türkçenin ya da Türk kültürünün yaşadığı
bütün coğrafyalarda ezgili bütün söyleyişleri şemsiyesi altında toplayan bir
terim olarak kabul görmesi ve kullanılması ortak dil kullanımı ve sözlü gelenek
kültüründeki müştereklerin belirginleşmesi bakımından önemlidir. Bu nedenle
bizim önerimiz de “türkü” teriminin bu alanda kullanılacak ana sözcük olması
yönündedir.
Kaynaklar:
Adambayev,
B.,(1960), “Şeşendik Sözder”, Kazak Adebiyetiniñ Tariyhı, Birinşi
Tom, Birinşi Kitap, Almatı.
Alî Şîr
Nevâyî, (1993), Mîzânu’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi), Haz.
Kemal Eraslan, Ankara.
Arat, Reşid
Rahmeti, (1986), Eski Türk Şiiri, Ankara.
Atalay,
Besim, (1992), Divanü Lügati’t-Türk, İstanbul.
Aytaç,
Pakize, (2003), “Türküler”, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı/Türk Dünyası
Edebiyat Tarihi, C.3, Ankara.
Bekki,
Salahaddin, (2004), Baş Yastıkta Göz Yolda/Sivas Türküleri, İstanbul.
Çetindağ,
Güldağ,( 2005), Elazığ Türküleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ.
Demiray,
Mehmet Güner, (1973), “Gemerek Türküleri”, Türk Folklor
Araştırmaları, 283, Şubat 1973.
Dizdaroğlu,
Hikmet, (1968), “Halk Şiirinde Türler”, Türk Dili Türk Halk Edebiyatı Özel
Sayısı,207, Aralık.
Efendiyev,
P. Ş., (1985), Halgın Söz Hezinesi, Bakı.
Elçin,
Şükrü;, (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara.
Elçin,
Şükrü;, (1987), Âşık Ömer , Ankara.
Ergun,
Metin, (1997), “Koşuk ve Takmak Terimleri Üzerine”, V. Milletlerarası Türk Halk
Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri-I, Ankara s. 225-230.
Ergun,
Metin, (2002), Kopuz Sarını, Kazak Aşık Tarzı Şiir Geleneği, Akın ve
Cıravlar, Ankara.
Galin,
Salavat, (1977), “Yır, Takmak, Siñlev”, Başkort Halık İcadı-Yırzar, Öfö.
Gemuhluoğlu,
Fethi, (1987), “Türkülerle Merhaba”, Türk Yurdu, C.8, Ekim
1987.
Jansky,
Herbert; "Türk Halk Şiiri" ,Çev. Abdurrahman Güzel, Dünya
Edebiyatından Seçmeler, 4.
Karşılaştırmalı
Türk Lehçeleri Sözlüğü, Ankara 1991.
Köprülü,
M.Fuad, (2004), Saz Şairleri, Ankara.
Kunos,
Ignacz, (1994), Türk Halk Edebiyatı, (Yay. Haz. Tuncer Gülensoy), Kayseri.
Kunos,
Ignacz, (1998), Türk Halk Türküleri, (Yay. Haz. Ali Osman Öztürk),
Ankara.
Maksetov,
Kabıl, (1992), Karakalpak Halkınıñ Körkem Avızeki Döretpeleri, Bilim,
Nökis.
Maynogaşeva,
V.E.- Kızlasova, A.G., (1990), Hakas Literaturazı, Ağban.
Nadirov,
İlbaris, (1976), “Tatar Halkınıñ Kıska Cırları”, Tatar Halık İcatı-Kıska
Cırlar, Kazan.
Namazeliyev,
Gafar, (1993), Azerbaycan Halk Türküleri (Mahnı ve Tesnifler), Ankara.
Paşayev,
Gezenfer, (1990), Kerkük Folkloru Antologiyası, Bakı.
Pürbü, S.
B., (1976), “Irlar”, Tıva Ulustuñ Aas Çogaalı, Kızıl.
Seyitmıradov,
K. - Halmuhammedov, Ş., (1976), Türkmen Folklorı Hazirki Zamanda, Aşgabat.
Surazakov,
S., (1975), Altay Folklor, Gorno-Altayask.
Tanpınar,
A.Hamdi;(1972), Huzur, İstanbul.
Tuhtenev, T.
S., (1972), Altay Albatınıñ Kojoñdoru, Gorno-Altaysk.
Yakıcı, Ali;
(2007), Halk Şiirinde Türkü/Tanım-Tasnif-İnceleme-Metin, Ankara.
Yıldırım,
Dursun, (1998), Türk Bitiği, Ankara.
*Doç. Dr.
Gazi Üniversitesi. yakici@gazi.edu.tr