#AliYakıcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AliYakıcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2022 Pazar

#TürkününTarihçesi

Türkünün Tarihçesi, Tanımı, Türk Dünyasındaki Yeri

        Ana dili Türkçe olan ya da Türk diliyle bildirimde bulunan insanların yaşadığı her yerde varlığı bilinen, dün olduğu gibi bugün de sözlü geleneğin vazgeçilmez icra ürünlerinden olan ve Türk dünyasının müştereklerinden kabul edilen türküler, Türk kültürünün temel unsurlarından biridir. Türküler, mitolojik dönemden günümüze uzanan uzun ince bir çizgide Türklerin sosyal, siyasal, dinî ve kültürel hayatının her safha ve sayfasında yer almış, önemli görevler üstlenmiştir. Türk insanı çoğu zaman türkülerde kendini bulmuştur. İçini türkülere dökmüş, sevincini, heyecanını, hüznünü, acısını türkülerle dile getirmiş, sırlarını türkülerle paylaşmış, derdini türkülere açmış, aşkını, sevdasını, hatırasını, gönlünü, kalbini, kısacası yüreğini türkülerle ortaya koymuştur. Türküsüz kalmayı yurtsuz kalma olarak düşünmüş, onsuz kendini gurbette hissetmiştir.

        Türküler kimi zaman anne sütü sıcaklığında çocuğun ses ve söz dağarcığına bir ninni olarak akmış, kimi zaman bir ölüm ya da ayrılığın acısıyla yoğrularak katılaşmış, ağıtlaşmış, kimi zaman kadere boyun eğmenin sessizliğini ve çaresizliğini yaşatırken kimi zaman da zulme, haksızlığa, vefasızlığa, soysuzluğa, saygısızlığa başkaldırının güçlü sesi olmuştur.

        Türkülerde mertlik, yiğitlik, aşk,  heyecan ve gizem vardır. Kıskançlık, şüphe ve endişe vardır. Emek ve çile vardır. Doğa vardır, toprak, su, ateş ve hava vardır. Hak ve haksızlık vardır. Mitoloji, edebiyat, tarih, felsefe, gelenek, görenek, hukuk ve töre vardır. Renk ve desen vardır. Güç ve enerji vardır.  Kısacası insan, bizim insanımız, Türk insanı vardır (Yakıcı, 2007: 13)

        Tanpınar, “Türküler hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan aslî yanımızı ifâde ederler " (Tanpınar: 1972:320) derken sanki “Bizim romanlarımız, türkülerimizdir" diyen Yahya Kemâl’e vurgu yapmaktadır.

        Türkülerin ardındaki şiiriyet, incelik ve güzellik, hikmet dolu dünyanın Türk insanının fikir ve his kâinatının bütün dokularını verecek derinlikte olduğunu belirten Aytaç, motifleri ve beşerî temleriyle Anadolu insanını bir bütün olarak tanımlayan türkülerin, Türk dünyası ve kültürü için son derece önemli belgeler olduğuna dikkat çekmektedir. (Aytaç 2003:332) Kimilerine göre türküler düğünlerde halay olur çekilir, savaşlarda mehter olur çalınır. Sevgiliye yalvarmadır. Kahır, sitem, aşk kokar. Ve sonrasında mezar başında ağıt olur. (Bekki 2004:37-38)

        Türkülerin en önemli özelliği hayatın kendisi olmalarıdır. Bir ayna vazifesi gören türküler, hayat kadar tatlı ve bir o kadar da kısadır. İnsan hayatı da tekrar tekrar dinlemek istediğimiz bir türküye benzer. Bu türküler, dinledikçe zevk aldığımız ve her nağmesine hayatımızın bir parçasını sakladığımız ürünlerdir. Ancak, tıpkı hayatımız gibi onu başa alma ve tekrar dinleme şansımız artık kalmamıştır. Ne kadar da arzu etsek hayatı geriye alıp baştan yaşayamayız. Acı ve tatlı hatıralarla geçmişte bıraktıklarımız, türkülerin bir köşesine takılıp bizi ölünceye kadar takip eder (Çetindağ 2005:XV).

        Türkülerin, dar bir çevrede, tarikat-tekke mensupları arasında veya bütün millet hayatındaki yayılışı ile geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da millî ve beşerî canlılığını devam ettirecek mahsuller (Elçin 1986:195) olduğunu belirten Şükrü Elçin Hoca’nın bu sözlerini hem kendisi hem de türküler için bir alkış olarak kabul etmek gerekir.

        Türk insanının hangi coğrafya, sosyal, siyasal, kültürel çevre ve inanç ortamında yaşarsa yaşasın, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, hangi cinsiyet ve yaş grubu içinde bulunursa bulunsun, yaşı, cinsiyeti, öğrenim düzeyi,  mesleği, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel durumu ne olursa olsun türküden tat alacağı, ondan uzak kalamayacağı, türküsüz yaşayamayacağı bir gerçektir.

        Türkü kelimesinin menşei hakkında birbirine benzer görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşlerden en fazla kabul göreni şüphesiz, türkü kelimesinin Türk'ten doğduğu ve Türklere has bir ezgi olduğu görüşüdür. Hem Farsçada hem de Arapçada nispet eki olarak kullanılan 'î'nin, Türk kelimesine eklenmesiyle meydana gelen 'Türkî', Türk'e has, Türk'e özgü, Türk'le ilgili anlamındadır. Bu kelimenin sonundaki ünlü, ağızlarda zamanla yuvarlaklaşmış ve türkü biçimine dönüşmüştür (Çetindağ 2005:8).

         Türkü sözü, muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle adlandırılmıştır. Türküye Azeri Türkleri; mahnı, Başkurtlar; halk yırı, Kazaklar; türki, türik halik ânı, Kırgızlar; eldik ır, türkü, Özbekler; türki, halk koşigi, Tatarlar; halık cırı, Türkmenler; halk aydını, Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi demektedir. (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü 1991:908-909)

        XI. yüzyılın ünlü eseri Divanü Lügati't Türk'te türkü karşılığı olarak 'ır', 'yır' terimlerinin kullanıldığı belirtilmektedir (Atalay 1992: 3).

        Arat, türkünün muhafaza edilmiş iki anlamının Divanü Lügati't-Türk'te bulduğu ifade eder. Buna göre yır koş- 'koşma, türkü düzmek', yır 'gazel, ır', yır yırla- 'ır, şarkı söylemek', yırla- 'ır ırlamak', ır 'yır', anlamında verilmiştir (Arat 1986: 15).

        Yazıcı, 'ır' ve 'yır'lara 'Türkî/Türkü' adının verilmesinin bilinçli bir tepkinin sonucunda ortaya çıktığını ifade etmektedir (Yazıcı, 1995: 1).

        Divanü Lügati't Türk'te türkü için ır ve yır terimleri kullanılmaktadır. Fuad Köprülü de aynı şekilde türkü için ır/yır terimlerinin kullanıldığını ifade etmektedir. Türkü karşılığında kullanılan bu terim, 14. yüzyıldan itibaren bu anlamı da korunmak suretiyle nağme, hava karşılığında Türk boylarında kullanılmıştır. Yazıcı, 11. yüzyıla kadar bütün Türk boylarında, türkü için makamlı, besteli söz anlamına gelen ır ve yır terimlerinin kullanıldığını, 11. yüzyıldan itibaren İslâmiyet'in kabulüyle birlikte Arap ve Fars kültürlerinin etkisi artınca, Türklerin karşı harekete geçerek bilinçli bir şekilde türkü kelimesini kullandığını vurgular. İslâmiyet'in kabul edilmesi ve bununla birlikte Arap, Fars kültürlerinin etkisiyle Türkler de karşı harekete geçerek türkü adını kullanmıştır. (Çetindağ 2005:6-7)

        “Türkü” teriminden söz eden ve bugün için bilinen ilk yazılı metin 15. yüzyılın ünlü dil ve edebiyatçısı Alî Şîr Nevâyî’ye aittir. Alî Şîr Nevâyî “Mîzânu’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi)” adlı eserinde “Türkî” terimine yer vermektedir:

        Ve yine bir şarkı türüdür ki ona Türkî denmektedir ve bu söz ona alem olmuştur. O haddinden fazla beğenilen ve ruha ferahlık veren, zevk u safâya düşkün kimselere faydalı ve meclisleri süsleyici bir şarkı türüdür; şöyle ki bu türü güzel söyleyen kimseleri sultanlar himaye eder, “Turkî-gûy” lakabı ile meşhurdurlar. Bu da Remel-i müsemmen-i mahzûf vezninde tertip edilir. (Alî Şîr Nevâyî 1993:118)

        Yine aynı kitabın “Arûz Terimleri” bölümünde “Türkî” karşılığı olarak şu bilgiler yer almaktadır:

        Nevâyî’nin verdiği bilgiye göre haddinden fazla hoşa giden ve duygulandıran bir şarkı türüdür. Arûz’un Remel-i müsemmen-i mahzûf  (Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılıp bestelenir. Türk halk edebiyatında yer alan türkü ise Hece vezninin on birli ölçüsü ile yazılıp bestelenir. Türkü koşma şeklinde, dörtlükler halinde olabildiği gibi değişik şekillerde de olabilir. Türkülerin değişik ezgili şekilleri “Varsağı, Kaya başı, Bozlak, Kerem” gibi adlarla anılır. Türkü bestelemeğe “türkü yakmak” denilir. (Alî Şîr Nevâyî 1993:196-197)

        Zaten, türkünün terim olarak ortaya çıkışıyla ilgili bütün görüşler de burada birleşmektedir:

         TürkününTürk halk şiirinin en eski türkülerinden biri olduğunu belirten Dizdaroğlu, türkü teriminin ortaya çıkışıyla ilgili olarak Rıza Nur’un görüşlerine yer vermektedir. Rıza Nur, Ali Şir Nevaî'nin Mîzan-ül-Evzan’ında türküden bahsedildiğini bildirmekte ve şu bilgileri eklemektedir: "Muhtasar BaburŞah'ında türkünün Sultan Hüseyin Mirza zamanında icat olduğunu, ona vezin tahsis edildiğini ve iki devirde bağlandığını (bestelendiğini?) söyler. Demek türküHorasan'da icat edilmiştir. Şeklin b m b m tarzında dörtlük, veznin fâilâtün fâilün olduğunu, iki devirli müzik bulunduğunu zannetmek mümkündür. Ancak, Rıza Nur'un sözünü ettiği türkü,Anadolu Türk edebiyatındaki hece ölçüsü ile olan türküler değil, Çağatay edebiyatında, aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilâtkalıbında yazılan ve özel bir uyak düzeni olan, ayrı bir ezgi ile söylenen manzum ürünlerdir. Önemli nokta, biçimi, kalıbı ve ezgisi ne olursa olsun, türkü teriminin on beşinci yüzyılda Doğu Türklerince de kullanılmasıdır.

        Mahmut Ragıp Gazimihal de Rıza Nur'un düşüncelerini doğrulamakta, “türkü” adlı ilk parçaların on beşinci asrın başlarında Horasan’da çıktığı kayıtlarla sabittir” demektedir.(Dizdaroğlu 1968:258-259)

        Hece vezni ile söylenmiş türkülerin Anadolu'daki ilk örneğinin ise, XVI. yüzyılda görüldüğü, “türkü”  adını taşıyan hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla ve bentleri üçlük, kavuştakları(bağlantıları) iki dizeli olan bu metnin, XVI. yüzyıl halk şairlerinden Öksüz Dede'ye ait olduğu belirtilmektedir. (Dizdaroğlu 1968:259)

        TÜRKÜ

        "Gül budanmış dal dal olmuş

       Menekşesi yol yol olmuş

       Siyah zülfün tel tel olmuş

       Biz şu yerlerden gideli

       Gurbet illere düşeli

       Gül menekşeye karışmış

       Küskün olanlar barışmış

       Taze fidanlar yetişmiş

       Biz şu yerlerden gideli

       Gurbet illere düşeli

       Öksüz Âşık der bu sözü

Hakk’a çevirmiştir yüzü

Öldü zannettiler bizi

Biz şu yerlerden gideli

Gurbet illere düşeli (Köprülü 2004: 85)

        Nihal Atsız, Ekim 1938’de, Halk Bilgisi Haberleri dergisinin 84. Sayısında “On Beşinci Asra Ait Bir Türkü” başlığıyla yayımladığı bir yazısında, anonim bir Tevârih-i Âl-i Osman nüshasına dayanarak 15. yüzyıla ait olduğunu belirttiği bir türkünün iki dizesine yer vermiştir:          

        O Alaşardağı kırda

        Davşan neler eder kurda

        Fakat kimi araştırmacılar, “iki dizesi bilinen bir parçanın kendilerini kesin yargıya götüremeyeceğinden, biçimce türkü olan metinler ele geçinceye dek, Öksüz Dede’nin şiirini türkü türünün Anadolu’da tarihçe en eski örneği olarak kabul edeceklerini belirtmektedirler. (Dizdaroğlu 1968:259)

        17. yüzyılda Türkiye’nin yetiştirdiği âşık tarzı Türk şiirinin önemli temsilcilerinden Âşık Ömer, bir şiirinde “türkü” terimine yer vermekte, aynı dörtlükte türküden anlamayanlardan, türkü kıymeti bilmeyenlerden şikâyet etmektedir:

                    Ömer der ehl-i irfan meclisi bunlar

                    Derilmiş gelmişler merhabâ canlar

                    Dürr-i meknûn söylesem de kim anlar

                    Türkü nedir müfred nedir bilmezler (Elçin 1987: 32)

        Birçok tarihi kaynakta adından söz edilen, hakkında görüşler ileri sürülen “türkü” nedir? Şiir midir, ezgi adı mıdır, edebiyatın mı yoksa müziğin mi içinde değerlendirilmelidir?

        Bu sorulara cevap niteliğinde olan onlarca bilgi aktarılmış, düşünce ifade edilmiş, tanım yapılmıştır.

        Kunos, türkünün, en çok sekizli, on birli ölçülerle söylenen saz şiiri olduğunu ifade eder. Aynı zamanda çoğu türkünün anonim halk edebiyatında yer aldığını,   türkülerde aşk, güzellik, tabiat, gençlik ve acıklı konuların işlendiğini, türkülerin ağızlarda dolaşarak şekil değişikliğine uğradığını belirtir (Kunos, 1978: 158).   

        Herbert Jansky, türküyü şu şekilde tanımlamaktadır: Türkü, "Büyük tarihi hadiseler karşısında halk kitlesinin sevinçlerini veya ümitsizliklerini; büyük şahsiyetler hakkındaki saygılarını veya nefretlerini; gençler arasında geçen hazin aşk hikâyelerini, millî hece veznini ölçü alan ve kalpleri fetheden mısralarla, derin bir muhteva içinde dile getiren edebî, aynı zamanda mûsiki bakımından ehemmiyete hâiz olan bu kendine has bestelerle söylenen; dar manâsıyla ise tarihi bir vesika mahiyeti gösteren Türk  halk şiirinin en eski türlerinden biridir." (Jansky 1977: 57-58)

         Boratav, Türkiye'nin sözlü geleneğinde ezgi ile söylenen, halk şiirlerinin her çeşidini göstermek için en fazla türkü adının kullanıldığını söylemekte, söylendiği bölgelerle konuların durumuna, sözlerin ve ezginin çeşitlenmesine göre türkü karşılığı olarak şarkı, deyiş, deme, hava, ninni, ağıt adlarının da kullanıldığını belirtmekte ve türküyü şu şekilde tanımlamaktadır: "Düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere (zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir ezgiyle koşulmuş olarak söylenen şiirlerdir." (Boratav, 1982: 150).

        Yukarda birkaçına yer verilen örnekler dışında birçok araştırıcının bu konuda yaptığı onlarca tanım bulunmaktadır. Bütün bu bilgi ve görüşler ışığında türkü için şöyle bir tanım yapılabilir:

        Duyguları, düşünceleri, hayalleri, birey ya da toplum olarak doğumdan ölüme kadar yaşanan, insan ve toplumda iz bırakan bütün olayları dile getiren, sevinçli ya da üzüntülü zamanlardaki heyecanı yansıtan, kaynakları genellikle ozan/âşık, türkü yakıcı ve söyleyicisi kişilerden oluşan, hangi edebiyat şubesine ait ya da hangi biçim ve türde ortaya çıkmış olursa olsun halka mal edilerek anonimleşen, şölende, düğünde, toplantıda ve her türlü icra ortamında dillerden düşürülmeyen, icracısı, icra ortamı ve konusuna göre kendine has bir ezgiyle söylenen manzum ürünlere türkü denir (Yakıcı 2007: 44).

        Türkiye Türklerinin bir kültürel mirası, bir kültür hazinesi olan türkünün, Türkçenin uzak ve yakın lehçeleriyle konuşulduğu büyük coğrafyada yaşayan insanların sosyal ve kültürel hayatında da önemli bir yerinin olduğu bilinmektedir. Türk dünyasının farklı toplulukları tarafından farklı biçimlerde icra edilen türküler, farklı adlandırmalarla Türk dünyası kültür ve edebiyatının önemli ürünlerini oluşturmaktadır.

        Tarih boyunca Altaylardan Atlas ülkelerine, Avrupa ortalarına dalga dalga akan Türk ulusu, her yerleştiği yere kendi öz benliğini türkülerle sıvamıştır. Bir nevi türkü çeşidi olan ır (yır,cır), sagu, koşuk, kojan, tuyug ve benzerleri şamanın kutsallığını, kımızın zevkini dile getiren eski deyişlerdir (Demiray 1973:6549-6550).Türk insanının yaşadığı her coğrafyada mitolojik devirlerden günümüze taşıdığı bu kültür hazineleri, farklı ad ve biçimlerde varlığını sürdürmüş ve günümüzde de Türk kültürünün vazgeçilmez müşterekleri olarak varlıklarını sürdürmektedir.

        Yıldırım, “Kültürel Açıdan Türk Dünyası’nın Durumu ve Geleceği” üzerine düşüncelerine yer verdiği yazısında, tarihte ve günümüzde Türk kültürünün varlığını sürdürdüğü coğrafyanın/Türk dünyasının sınırını şöyle çizmektedir:

        “Türkiye dünya tarihi Ural/Basra körfezi doğrultusundaki çizginin doğusunda ve batısında cereyan eden hadiseler üzerine kuruludur dersek, çok yanılmış olmayız. Özellikle, tarihî ve yeni zamanlar için bu tespit geçerlidir. En azından benim doğru gördüğüm budur.

        Bu eksenin doğusunda yaşayan ulusların tarihinin de, toplumlarının da tıpkı batısında ortaya çıkanlar gibi, geçmişlerinin oluşumunda, biçimlenmelerinde, dil ve kültür birimleri halinde ortaya çıkmalarında bir ulusun değişmez etken olduğu görülür: Türkler.

        Türkler, bu eksenin doğusundaki ülkelerini Türk ili diye belirlemişler. Sınırları, Çin, eski İran gibi, Afganistan ve Hindistan gibi ülkeler ile çevrili bu sahaya, Batılı kaynaklar Turqia "Türk Ülkesi" demişler. Eksenin batısına, demografik yapı, yeni otlak bulma zarureti gibi nedenlerle, ister Karadeniz kuzeyi bozkırlar yoluyla, ister Kafkas güneyi koridorları yoluyla geçip gelen Türkler de, bu yeni alanlar üzerinde yeni yurt kurma işlemlerine girişmişlerdir. Ve batılılar bu yurda da Turqia "Türk ülkesi" demişlerdir. Doğu Avrupa, Macaristan, Uralların batısı, Balkanlar, IV. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar, bu ekseni kuzeyden geçip gelen Türklerin elindedir.” (Yıldırım 1996:67-68)

        Yıldırım ayrıca, bu coğrafyada Türk insanının son dört yüz yıl içinde çok acılar çektiğini, acılarını, ıstıraplarını ağıtlara, türkülere dokuduğunu, söylediğini, birbirinden uzak düşenlerin düşüncelerini, hasretlerini, tarihlerini birbirlerine bu yolla eriştirmeye çalıştığını, kuşlara, dağlara, ovalara destanlar, türküler düzdüğünü belirtmektedir. (Yıldırım 1996:69)

        Bu nedenledir ki eski ve yeni lehçeleriyle Türkçenin konuşulduğu ve Türk insanının yaşadığı coğrafyalarda yaşamış ve yaşamakta olan türkü geleneğini tanıtıcı nitelikte bilgiler vermek, türkünün Türk kültürü ve dünyasındaki yerinin ne kadar önemli olduğunun fark edilmesi ya da bilinmesi bakımından önemlidir. Bu düşünceyle Türkiye dışındaki Türk topluluklarında yaşayan türkü geleneğinin özellikle edebiyata yansıyan örneklerinden hareketle devlet, ülke ya da toplulukları alfabetik olarak sıralanmış ve özellikle de burada türkü karşılığı olarak kullanılan terim, kavram ve kelimelere yer verilmiştir.

        Altay Türklerinde türkü karşılığı olarak kullanılan terimlerin başında kojoñlar gelmektedir. Kojoñ, lirik bir türdür. Lirik kojoñlar, diğer türlere nazaran, daha bir tematik ve şiirseldir. Halk, onlar vasıtasıyla yüreğindekileri, sevgisini, kederini, üzüntülerini ifade eder. “Kojoñçı”lar, sadece kendi yüreklerindeki sevinçleri ve kederleri ifade etmezler, bütün bir halkın duygu ve düşüncelerine, sevinç ve kederlerine de tercüman olurlar. Bunun içindir ki, halkın duygu ve düşüncelerini, yaşayışını öğrenmek için kojoñlara müracaat kaçınılmazdır.

        Kojoñları sıradan kişiler değil, büyük bir şiir yeteneğine sahip olan ve “kojoñçı” adı verilen insanlar meydana getirmiştir. Bu tür kojoñçılar, halk arasında saygın bir konumda olan, adları ve sanları halk arasında geniş bir şekilde yayılan sanatkârlardır. Halk arasında, bu tür büyük kojoñçıların adı etrafında efsaneler meydana gelmiştir (Surazakov, 1975: 78-96) Geçmişin büyük kojoñçıları, bugün de hatırlanmakta, meydana getirdikleri kojoñları hâlâ terennüm edilmektedir.

        Geçmiş dönemin meşhur kojoñçılarının başında Adıbas, Küçük, Amır, Tana, Mañdlay, Kündüzek gibi isimler gelmektedir. Bu kojoñçılar, sadece kojoñ metinlerini değil, bu kojoñların ezgilerini (küylerini) de meydana getirmişlerdir. Altay Türklerinin kojoñları, sadece söz ve şiir sanatı açısından zengin değildir. Onlar, ezgi bakımından da zengindirler. Halk arasında ezgisi olmayan bir kojoñ, “kanatsız bir kuşa” benzetilmiştir (Tuhtenev, 1972). Kojoñlar kendi içinde sınıflandırılmaktadır. Kojoñ geleneği bugün de devam etmektedir. (Yakıcı, 2007: 279-286)

        Azerbaycan’da türkü kelimesinin karşılığı olarak “mahnı” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime ayrıca Azerbaycan’daki kırık havalardan bir kısmının da adıdır. Mahnı kelimesiyle hemen hemen eş anlamlı bir şekilde kullanılan bir diğer kelime “tesnif”tir. Tesnifler de sözlü gelenekte yaratılmış, belirli makamlarla icra edilen halk şiiri ürünleridirler. Azerbaycan’da karşılıklı söylenen türküler için ise “deyişme” kelimesi kullanılmaktadır (Namazaliyev 1993: IX-X) Halk mahnılarında Anadolu sahasındaki türkü örneklerinde olduğu gibi, şiirin asıl bir gövdesi ve bu gövdeye eklenen kavuştaklar vardır. Gövdenin ve kavuştakların mısra sayıları da değişebilmektedir(Yakıcı, 2007: 287-289).

        Ay Beri Bah, Beri Bah

        Pencereden daş gelir,

        Humar gözden yaş gelir,

        Seni mene verseler,

        Allah’a da hoş gelir.

        Ay veri bah, beri bah,

        Can beri bah, beri bah

        Pencerenin milleri,

        Açılıb gızıl gülleri,

        Oğlanı yoldan eyler,

        Gızın şirin dilleri.

        Ay veri bah, beri bah,

        Can beri bah, beri bah.

        Pencerede guş menem,

        Uç deseler uçmanam,

        Yar mene gaş göz eyler,

        Men heç başa düşmerem.

        Ay veri bah, beri bah,

        Can beri bah, beri bah. (Efendiyev, 1985: 33)

        Başkurt Türklerinin türkü karşılığı olarak sözlü gelenek kültürlerinde yaşattığı başlıca kelimeler yır, takmak, siñlev ve beyittir(Yakıcı, 2007: 295-311).

        Başkurt halk yırları; içerik, yaşayış biçimi ve görevleri/işlevleri bakımından oldukça çeşitlidir. Kendilerine has ezgileri olan yırlarla dört dizeli diğer yırların geniş bir şekilde yayılmış olduğu eskiden beri bilinmektedir. Halk arasında yırların “ozon yır” (uzun yır, türkü) ve “kıska yır” (dörtlük, mani) denilen türleri de vardır. Sosyal-estetik görevleri bakımından ayrılsalar da şiir kuruluşu bakımından takmaklar, yırlara çok yakındırlar. Takmaklarla yırlar arasındaki sınırı belirlemek bile çoğu zaman zordur.

        Dört dizeli yırlar, halk dilince genelde, “törlö yırlar” (türlü yırlar) diye isimlendirilmiştir. Bu adlandırma, aslında, onların yerine getirdikleri görevler ve icra biçimleriyle doğrudan bağlantılıdır. Başkurt halk yırlarının büyük bir kısmı, 9-10 hece ölçüsüyle kurulmaktadır. Buna göre, bunların her birisi türlü ezgilerle yırlanmaktadır. Dört dizeli yırlar da, her türlü ezgide yırlanabilmektedirler. Bu tür yırlara” törlö yırlar” denilmesinin sebebi de onların her türlü ezgide yırlanabilmeleridir (Galin, 1977: 8).

        Çuvaş halk şiiri geleneğinde türkülere, “yır” ya da “cır” kelimesiyle aynı kökten gelen “yurĭ”denilmektedir. Bunun yanı sıra, Tatar ve Başkurt Türklerinin halk şiiri geleneklerindeki gibi, “takmak” ve “peyit” terimleri de türküleri adlandırmak için kullanılmaktadır. Tıpkı, Türkiye sahasının “türkü”sü gibi, Çuvaş sahasının “yurĭ”si deanlam bakımından çok geniştir.  Terim, her türlü ezgili maznumeyi kapsamaktadır. “Yurĭ”ler konuları ve söyleniş yerlerine göre çeşitlenmekte ve buna göre de adlandırılmaktadırlar. İsimlendirmede de, “sĭpka yurrisem” (beşik türküleri-ninniler) örneğinde olduğu gibi, “yurĭ” kelimesiyle oluşturulmuş tamlamalar kullanılmaktadır. “Munkun”, “Şıvarni” ve “Surhuri” gibi geleneksel ve dinî bayramlarda söylenen ezgili metinler de “yurĭsem” başlığı altında toplanmaktadır (Yakıcı, 2007: 312-325).

        Gagauzlar’da türkü söyleme geleneği Türkiye Türklerinin türkü geleneğine benzer bir seyir takip etmektedir. Bu coğrafyada yaşayan Türkler de “türkü” ve “hava” terimlerini kullanmaktadırlar (Yakıcı, 2007: 326-327).

        Hakas Türklerinin sözlü edebiyatında geniş bir yer işgal eden halk türküleri için “ır/sarın” ve “tahpah” terimleri kullanılmaktadır. “Tahpah” terimi, günümüz Türk lehçelerinde de “takmak” biçiminde “kalabalık karşısında ezbere söylenen şiir” anlamının yanında, destan dışındaki şiir ve şarkıların tümünü karşılar bir şekilde kullanılmakta ve tıpkı “koşıg” gibi, dörtlüklerden oluşan şiirleri ifade etmektedir (Ergun, 1997: 229). Hakas Türkleri arasında “tahpah”,  diğer Türk lehçelerindeki “koşık”ın anlamını da içine alacak bir şekilde kullanılmaktadır. Ergun, “takmak”ın de tıpkı “koşıg” gibi, günümüzde “mani”yi andıran şiirleri de içine alabilecek bir biçimde dörtlüklerden kurulu bütün şiirler için kullanıldığını belirtmektedir (Ergun, 1997: 230).

        Hakas Türklerinin “tahpah”larında, çok çeşitli kafiyeleniş biçimlerine rastlanmaktadır: Dize bazı kafiyeli, dört dizenin de kendi aralarında kafiyelendiği, ilk iki dizenin kendi aralarında kafiyelendiği, sarmal kafiyenin yer aldığı “tahpah” örneklerine rastlamak mümkündür. “Tahpah”ları oluşturan dizelerin hece sayıları da farklılık arz etmektedir. “Tahpah”lar daha çok 7-12 heceli dizelerden oluşmaktadır. “Tahpah”lar, genelde, Türkiye sahasının manileri gibi, tek dörtlükten meydana gelmektedir. Fakat üç ya da dört dörtlükten oluşan örneklere de rastlanmaktadır (Maynogaşeva-Kızlasova, 1990: 7-9)

        “Tahpah”larda, Türkiye sahası türkü ve manilerinde olduğu gibi, hayatın hemen her aşamsıyla ilgili konulara yer verilmektedir. Bu konuların başında yurt, doğa, iş, üretim; yoksulluk, zenginlik; hayat, gençlik; genç kız, genç erkek; eğlence, misafirlik, ikram; evlenme, aile hayatı, aşk, kardeşlik ve mizah gelmektedir (Yakıcı, 2007: 328-330).

        Irak Türklerinde türkü karşılığı olarak “ beste, şarkı, neşide, hoyrat” kelimeleri kullanılmaktadır. Bestelerin konuları arasında aşk, gurbet, ölüm, tabiat vb. temaları görmek mümkündür. Ayrıca Irak Türkmenlerinde oyunlarda ve törenlerde söylenen türkülerin yanı sıra esnaflarla ve mesleklerle ilgili türküler de bulunmaktadır. Bölgede olay veya kahramanlık türkülerine “şarkı” veya “neşide” adı verilmektedir. Kerkük türkülerinde kullanılan şekil özelliklerine baktığımızda yaygın olarak kullanılan nazım şekli manidir. Yedili mani mısralarından başka sekizli, on birli, on ikili veya on dörtlü türkülere de rastlamak mümkündür.

        Kerkük Türklerinin şiir geleneğinde mani tarzında türküler de önemli bir yere sahiptir. Hoyrat adı verilen çeşitli dörtlükler bir araya getirilerek türküler oluşturulmuştur. Şekil olarak mani şeklinde kurulan bu şiirler “muçila, kesük, yetimi, muhalif, bayat, yolcu” gibi çeşitli makamlarla söylenmektedirler (Yakıcı, 2007: 331-339).  

        Dumanlı Dağlar

        Kerkük’ün etrafı dumanlı dağlar,

        İçerim yanırı (anam) gözlerim ağlar,

        Ayrılıg ateşi cigerim dağlar,

        Gezme bu dağlarda ceyran seni avlarlar,

        Neneden, babadan, yardan ayrı goyarlar.

        Ceyran senin kimi cigerim yara,

        Cahanda bulmadım (anam) derdime çara,

        Bir kimsem de yohdu söylesin yara,

        Gezme bu dağlarda ceyran seni avlarlar,

        Neneden, babadan, yardan ayrı goyarlar.

        Mezarım daşına yazsınlar adım,

        Dağlar daşlar dinler (anam) menim feryadım,

        Kimler olacahdı menim imdadım,

        Gezme bu dağlarda ceyran seni avlarlar,

        Neneden, babadan, yardan ayrı goyarlar. (Paşayev 1990: 272)

        Zülf Uzun Üze Deyer

        Zülf uzun üze deyer,

        Eyilse dize deyer,

        Zülfün Ecem ipeyi,

        Telin Tebriz’e deyer. (Paşayev 1990: 273)

        Karaçay Türklerinde türkü karşılığı olarak “cır” terimi kullanılmaktadır. Karaçay cırcıları onlarca konu ve türde cırlamaktadır (Yakıcı, 2007: 340-343).

        Karakalpak Türklerinde halk şiiri karşılığı olarak “kosık” kelimesi kullanılmaktadır. Türk halk şiirinde geniş bir alanda kullanılan ve koş- fiil kökünden türediği zannedilen “koşma” kelimesiyle benzer bir yapıya sahip “kosık” teriminin kapsamına çeşitli konulardaki şiirler girmektedir. Karakalpak folklorunda halk kosıklarının geniş bir kullanım alanı vardır (Yakıcı, 2007: 346-354).

        Karakalpak insanının doğumundan ölümüne hayatının hemen her safhasında halk kosıkları kullanılmaktadır. Halk kosıkları halk içinde yaratılan, halkın yaşam tarzını, gelenek ve göreneklerini yansıtan bir halk edebiyatı türüdür. Karakalpak halk kosıklarının büyük bir çoğunluğu öncelikle sözlü gelenekte yaratılmışlar ve kullanılmışlardır, ancak yazılı edebiyatta yaratıcısı belli olan bazı kosıklar da zamanla halk içinde kullanılarak halk kosığı haline gelmiştir. Mesela “Bozatav”, “Aksüñgil” ve “Aycamal” kosıkları buna örnek teşkil etmektedir. Halk kosıkları, sevgi, tarihi olaylar, nasihat, iş, ölüm vb. konularda söylenmektedir. Kosıklar, diğer halk edebiyatı türlerinden muhteva ve şekil özelliklerinin yanı sıra ezgileriyle ayrılmaktadır. Hatta halk kosıkları kendi içindeki türlerde de ezgi farkı vardır. Sevgi kolunu bir halk kosığı ile çocukların söylediği kosık arasında ezgi yönünden bir ayrım söz konusudur (Maksetov, 1992: 75-76).

        Kazak Türklerinin halk şiirinde genel anlamda “cır” (türkü) başlığı altında toplayabileceğimiz türlerin başında “añ”, “aytıs”, “betasar”, car car”, “coktav”, “estirtüv-köñil aytuv (cubatuv)”, “koştasuv”, “körisüv”, “navrız öleñleri”, “ötirik öleñ”, “sıñsuv”, “tarihi cır”, “tolgav” ve “toy bastar” gelmektedir (Adambayev, 1960: 143-178). Bu türlerden kimileri akınların atışmaları sırasında söyledikleri ezgili şiirlerden oluşurken, kimileri de düğün merasimlerinde söylenen ezgili şiirlerle cenaze törenleri sırasında söylenen ağıt mahiyetindeki ezgili şiirlerden oluşmaktadır (Yakıcı 2007: 355-373).

        Kazan Türkleri/Tatarların sözlü edebiyat ve müzik geleneğinde türkü karşılığı olarak görülen türler arasında “kıska cır, tarihi ve lirik cırlar, takmak, beyit, yola ve uyın yırları görülmektedir(Yakıcı, 2007: 393-420).

        Kazan Tatarlarının halk şiiri ürünlerinden, özellikle de ezgili manzumelerinden söz etmek gerektiğinde öncelikli olarak “kıska cır(dörtlük)lar, “takmak”, “beyit” “yola ve uyın yırları”, “tarihi ve lirik cırlar” gibi kavramlarla karşılaşılmaktadır.

        Kazan Tatarlarında halk şiiri türü olan türkü, “cır” ve “yır” kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, klasik edebiyatla sözlü edebiyat geleneklerinin birleşmesinden meydana gelen “beyit”lerden ve “kıska cırlar” grubuna dahil edilmekle birlikte daha çok halk dansları sırasında söylenen ezgili “takmak”lardan da söz etmek gerekmektedir.

        Kazan Tatarlarının halk şiirinin türkü karşılığı türleri incelendiğinde, Türkiye sahası “mani”leriyle benzerlikler gösteren “kıska cır” örneğine daha çok rastlanmaktadır (Nadirov, 1976: 7-33).

        Kıbrıs Türklerinin “türkü” dağarcığında bugün Türkiye türkü repertuvarlarına da girmiş onlarca türkü bulunmaktadır (Yakıcı, 2007: 374-375).

        Kırgızlarda türkü karşılığı olarak genellikle ır, lirika ve ağıt karşılığı da “koşok” terimleri kullanılmaktadır (Yakıcı, 2007: 376-379).

        Kırım Türklerinin zengin bir türkü repertuvarı bulunmaktadır. Bunda, tarihi bir Türk yurdu  ve zengin bir kültür merkezi olan Kırım’ın Köroğlu’dan Karacaoğlan’a, Âşık Ömer’den Âşık Garip’e birçok ünlü ozana ev sahipliği yapmış olmasının önemli rolü bulunmaktadır (Yakıcı, 2007: 380-381).

        Kumuk Türkleri de türkü karşılığı olarak sözlü gelenekte genellikle “yır, sarın, yas, veyah, şahalay” gibi terimlere yer vermektedir( Yakıcı, 2007: 382-385).

        Nogay Türklerinde türkü karşılığı olarak yır, bozlav (bozlak) ve zâr(ağıt) terimlerinin kullanıldığı görülmektedir (Yakıcı, 2007: 386).

        Özbek Türkleri, türkü karşılığı olarak “koşik” kelimesini kullanmaktadırlar. Özbek Türklerinde koşikler, gündelik hayatın çeşitli merhalelerindeki işlerle, aşk ve sevgiyle alakalı pek çok konuda söylenen şiirlerdir. Bir diğer ifade ile Özbek halkının hemen her konuda, toylarda ve çeşitli törenlerde ezgiyle söylediği şiirlerdir. Koşikler, genel olarak dörtlük şeklinde ve hece ölçüsüyle söylenmelerine rağmen aruz ölçüsüyle oluşturulmuş örnekleri de vardır (İmamov 1990: 142). Özbek koşikleri konu, ezgi ve yapılarına göre kendi içinde çeşitlilik göstermekte ve farklı biçimde sınıflandırılmaktadır (Yakıcı, 2007: 387-392).

        Tıva Türklerinin sözlü geleneğindetürkü karşılığı olarak kullanılan halk kültürü ürünleri ır, kojamık ve kojandır.

        Tıva Türklerinin sözlü geleneğinde halk şiiri ürünlerine ır ve kojamık/kojañ adı verilmektedir. Tıvalı araştırıcı S. B. Pürbü, halk yırı denilince akla belli bir ezgi ile yırlanan manzumelerin gelmesi gerektiğini, “kojamık”ın bir yandan şiirle diğer yandan da müzikle ilgili olduğunu ifade etmektedir (Pürbü, 1976: 84). Tıva sözlü şiir geleneği, kendi içerisinde “ırlar” ve “kojañlar” olarak iki gruba ayrılmaktadır. “Ir”dan anlaşılması gereken, ezgili ve yurt-vatan, ekonomi, yaşayış, aşk-sevgi konulu lirik ve manzum sözlerdir. Pürbü, “kojañ”ı, hızlı bir tempo ile söylenen, aşk-sevgi, sıkıntı-keder konulu lirik ve mizahî manzum sözler olarak tanımlamaktadır (Pürbü, 1976: 84). “Kojañ” ile “kojamık” terimlerinin birbiriyle karıştırıldığına, “kojañ”ın Rusların “çastuska”sına benzer bir şiir biçimi, “kojamık”ın ise “ır” ezgilerinden birisinin adı olduğuna dikkat çekmektedir (Pürbü, 1976: 84).

        Tıva halk ırları ya tek dörtlükten ya da ardı ardına gelen iki dörtlükten oluşmaktadır. Bundan dolayı “ır”ın birbiri ardına gelen kıtalarına “kojamık” denilir. Halk ırlarını bu şekilde besteleme tarzına “sentaktik paralelizm” adı verilmektedir. Bundan dolayı “kojamık”, “ır”ın besteleniş tarzı, “kojañ” ise ırın türüdür. Bir başka ifadeyle, “kojamık” ırın ezgisi, “kojañ” ise ırın türüdür.

        Halk ırlarının işlediği konuların başında yurt-vatan sevgisi gelmektedir. Tıva Türkleri, yaşayışlarını yurt-vatanla ilişkilendirip onu kutsayarak sürdürmüşlerdir. Kendi yaşayışlarını, doğrudan ona bağlamışlardır(Yakıcı, 2007: 279-286).

        Türkmenistan’da türkü karşılığı olarak “aydım, öleñ (üleñ, hay öleñ), leyeran, yar-yar” gibi terimler kullanılmaktadır. Bu türle bağlantılı olarak özellikle Türkmenistan’ın kuzey bölgesinde türkü söyleme geleneğine “talhın aytmak” denilmektedir. Bu talhınlar, dörtlük şeklinde genellikle kadınlar tarafından türlü konularda hem tek hem de karşılıklı söylenmektedirler (Yakıcı, 2007: 425-427).  

        Talhınların kafiye şemaları “aaba”, “aabb”, “aaab” gibi çeşitli şekillerde olabilir. Türkmenistan’da toylarda söylenen “öleñ”, “üleñ”, “hay öleñ”, “leyeran”, “yar-yar” gibi şiirler de türkü bahsi içinde değerlendirilebilecek örneklerdendir. Toy aydımları da denilen bu türün örnekleri, düğünlerde gelin kızların evden çıkışları ve yeni evine gidişi süresince geçen bölümde söylenen halk şiirleridir. Düğün törenlerinde gelin almaya gelen gurup ile gelinin yakınları arasındaki karşılıklı söyleşmelerde bu toy aydımları kullanılmaktadır. Gelin almaya gelen damadın yakınlarının toy aydımlarıyla kız tarafını kızdırmaya, ev sahiplerinin de onların işlerini zorlaştırmaya çalıştıkları görülmektedir. Toy aydımları, mani tarzında olabildiği gibi bent ve kavuştak esasına dayalı bir şekle de sahiptirler (Seyitmıradov-Halmuhammedov, 1976: 38-43). Türkmen aydımları, günlük hayatın uğraşlarıyla, aşk, sevgi, ayrılık gibi insan hayatının hemen bütün alanlarında rastlanabilecek konularda söylenmektedirler.

        Köllerdeki gamış bolsam,

        Bazardakı iymiş bolsam,

        Zergerdeki kümüş bolsam,

        Gulagına daksın maral.

        Men aşıgıñ çenti bolsam,

        Köneürgenciñ kenti bolsam,

        Yılanlınıñ gantı bolsam,

        Katırdadıp iysin maral. (Seyitmıradov-Halmuhammedov, 1976: 40)

                    Uygur/Doğu Türkistan Türklerinin sözlü gelenek kültüründe türkü karşılığı olarak “koşak, nahşa, koça nahşisi” vb. terim ve kelimelere yer verildiği görülmektedir (Yakıcı, 2007: 428-431).

        Yukarda verilen bilgi ve belgeler ışığında Türkiye ve Türk dünyasında türkü söyleme geleneğinin ve bu çerçevede oluşturulan metinlerin genel görünümüne bakıldığında; “türkü” teriminin yakın doğu ve uzak batı Türkleri başta olmak üzere Asya, Avrupa, Afrika, Amerika vd. coğrafyalarda yaşayan birçok insan tarafından bilindiği ve kullanıldığı görülmektedir.

        “Türkü” terimi dışında Türkçenin ana dil olarak kullanıldığı coğrafyalarda tarihi süreç içinde kullanılmış ve kullanılmakta olan terim ve kelimeler alfabetik olarak şöyle sıralanabilir: an, aydım, aytıs, betasar, beyit, bozlav/bozlak, cır, demeçevirme, deyişme, hava, hoyrat, ır, koça nahşa, kojon/kojan, koşak/koşik/koşok/koşuk, leyeran, lirika, mahnı, mani, mugam, nahşa, nağme, neşide, peyit, sarın, şahalay, şarkı, tahpah, takmak, tesnif, ülen, veyah, yaryar, yas, yır, yuri vd.

        Ir/yır/cır terimi ya da koşuk/koşak/koşik terimleri veya kojon, takmak vb. diğer terim ve kelimeler Türkçenin çok eski tarihlerden bu güne kullanmış ve hâlâ da kullanmakta olduğu türkü geleneği ürünlerinin karşılığı olan kavramlardır. Fakat “türkü” terimi 15. yüzyıl öncesinden itibaren kapsamlı olarak Türk kültüründe yer almakla birlikte içinde taşıdığı “Türk” mühründen dolayı farklı bir değer ifade etmektedir. Bunun içindir ki,  “türkü” kavramının/kelimesinin Türklerin, Türkçenin ya da Türk kültürünün yaşadığı bütün coğrafyalarda ezgili bütün söyleyişleri şemsiyesi altında toplayan bir terim olarak kabul görmesi ve kullanılması ortak dil kullanımı ve sözlü gelenek kültüründeki müştereklerin belirginleşmesi bakımından önemlidir. Bu nedenle bizim önerimiz de “türkü” teriminin bu alanda kullanılacak ana sözcük olması yönündedir.

Ali  Yakıcı

       Kaynaklar:

        Adambayev, B.,(1960),  “Şeşendik Sözder”, Kazak Adebiyetiniñ Tariyhı, Birinşi Tom, Birinşi Kitap, Almatı.

        Alî Şîr Nevâyî, (1993),  Mîzânu’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi), Haz. Kemal Eraslan, Ankara.

        Arat, Reşid Rahmeti, (1986), Eski Türk Şiiri, Ankara.

        Atalay, Besim, (1992), Divanü Lügati’t-Türk, İstanbul.

        Aytaç, Pakize, (2003), “Türküler”, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı/Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, C.3, Ankara.

        Bekki, Salahaddin, (2004), Baş Yastıkta Göz Yolda/Sivas Türküleri, İstanbul.

        Çetindağ, Güldağ,( 2005), Elazığ Türküleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ.

        Demiray, Mehmet Güner, (1973), “Gemerek Türküleri”, Türk Folklor Araştırmaları, 283, Şubat 1973.

        Dizdaroğlu, Hikmet, (1968), “Halk Şiirinde Türler”, Türk Dili Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı,207, Aralık.

        Efendiyev, P. Ş., (1985), Halgın Söz Hezinesi,  Bakı.

        Elçin, Şükrü;, (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara.

        Elçin, Şükrü;, (1987), Âşık Ömer , Ankara.

        Ergun, Metin, (1997), “Koşuk ve Takmak Terimleri Üzerine”, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri-I, Ankara s. 225-230.

        Ergun, Metin, (2002), Kopuz Sarını, Kazak Aşık Tarzı Şiir Geleneği, Akın ve Cıravlar, Ankara.

        Galin, Salavat, (1977), “Yır, Takmak, Siñlev”, Başkort Halık İcadı-Yırzar, Öfö.

        Gemuhluoğlu, Fethi,  (1987), “Türkülerle Merhaba”, Türk Yurdu, C.8, Ekim 1987.

        Jansky, Herbert; "Türk Halk Şiiri" ,Çev. Abdurrahman Güzel, Dünya Edebiyatından Seçmeler, 4.

        Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Ankara 1991.

        Köprülü, M.Fuad, (2004), Saz Şairleri, Ankara.

        Kunos, Ignacz, (1994), Türk Halk Edebiyatı, (Yay. Haz. Tuncer Gülensoy), Kayseri.

        Kunos, Ignacz, (1998), Türk Halk Türküleri, (Yay. Haz. Ali Osman Öztürk), Ankara.

        Maksetov, Kabıl, (1992), Karakalpak Halkınıñ Körkem Avızeki Döretpeleri, Bilim, Nökis.

        Maynogaşeva, V.E.- Kızlasova, A.G., (1990), Hakas Literaturazı, Ağban.

        Nadirov, İlbaris, (1976),  “Tatar Halkınıñ Kıska Cırları”, Tatar Halık İcatı-Kıska Cırlar, Kazan.

        Namazeliyev, Gafar, (1993), Azerbaycan Halk Türküleri (Mahnı ve Tesnifler), Ankara.

        Paşayev, Gezenfer, (1990), Kerkük Folkloru Antologiyası, Bakı.

        Pürbü, S. B., (1976), “Irlar”, Tıva Ulustuñ Aas Çogaalı, Kızıl.

        Seyitmıradov, K. - Halmuhammedov, Ş., (1976), Türkmen Folklorı Hazirki Zamanda, Aşgabat.

        Surazakov, S., (1975), Altay Folklor, Gorno-Altayask.

        Tanpınar, A.Hamdi;(1972), Huzur, İstanbul.

        Tuhtenev, T. S., (1972), Altay Albatınıñ Kojoñdoru, Gorno-Altaysk.

        Yakıcı, Ali; (2007), Halk Şiirinde Türkü/Tanım-Tasnif-İnceleme-Metin, Ankara.

        Yıldırım, Dursun, (1998), Türk Bitiği, Ankara.

        *Doç. Dr. Gazi Üniversitesi. yakici@gazi.edu.tr

 Kaynak : turkyurdu.com