6 Kasım 2016 Pazar

Yıldıray Çınar : Helal Et Hakkını Helal Et Anam


Yıllarca sinende gezdirdin beni
Helal et hakkını helal et anam
Suçumu bağışla üzdüysem seni
Helal et hakkını helal et anam

Yalanmış anladım başka sevgiler
En güzel sevgiler sendeymiş meğer
Yüzünü görmeden ölürsem eğer
Helal et hakkını helal et anam

Gözlerin ne tatlı bakıyor bana
Sözlerin ne tatlı ne yakın cana
Bu yavrun her zaman muhtaçtır sana
Helal et hakkını helal et anam

Söz : Mehmet Erbulan
Müzik : Yıldıray Çınar

Yudum : Birgün (Bırak Gam Kederi Yaralı Gönlüm)


Bırak gam kederi yaralı gönlüm
Yüce dağdan duman çekilir bir gün
Çapa vurulmadık bu topraklara
İlkbaharda tohum ekilir bir gün

Unuttu dediğin dost seni anar
Alnının terini sofraya sunar
Sana kutsal gelen bin yıllık çınar
Fiske vuruşuyla yıkılır bir gün

Meyveye dönüşür kuruyan dallar
Kaplani giyinir yeşiller allar
Gelir bayram günü çalar davullar
Al ellere kına yakılır bir gün

Hasan Kaplani

Grup Yorum : Kayıpların Ardından



Adını verdim durgun göllere
Düşmeyesin diye oğul, uzak yollara

Sesini verdim akarsulara
Dalmayasın diye oğul, kan uykulara

Kuzgunlar dolanınca turna peşine
Çoban türküleri oğul, akar düşüne

Silinip de gitmiyor yürek acısı
Kaybolan canların oğul, bu kaçıncısı

Sevdanı verdim dağlar başına
Üfleyesin diye oğul, aşk ateşine

Ahmet Telli : Su Çürüdü

SU ÇÜRÜDÜ 

1
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

2

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

3

İki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

4

Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının,
vebalının bir rengi vardır. İrinin bir rengi... Ölünün bile bir
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin
rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

5

Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
Soyumun neye benzediğini unuttum. 'İnsana benziyorlardı'
diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun
halkasında insanlık...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

6

Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla
çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu
damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. İnce bir kan şeridi
sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

7

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya
dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba
kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...

Adımdan gayrısını bilmiyorum


Ahmet Telli

Aşık Erbabi : Pezevenk

PEZEVENK
. . . . . .
Dunya ahvalinden haberi yoktur
Sohbeti din ile açar pezevenk
Komsusu aç iken kendisi toktur
Sanki melek olmuş uçar pezevenk
. . . . . .
Karanlik işlerde zıplama ister
Evine granit * kaplama ister 
Dünya mektebinden diploma * ister
Insanlık dersinden kaçar pezevenk
. . . . . .
Herkesin kabına çeşmesi akmaz
Erkek sinekleri hareme sokmaz
Fakir komşusunun yüzüne bakmaz
Selamsız sabahsız geçer pezevenk
. . . . . .
Sanırsın Allah'la akde oturmuş
Cennete giderken macun götürmüş
Huriler'i dizip işi bitirmiş
Şimdi gılmanları seçer pezevenk
. . . . . .
Aydınlığa düşman yobazın dölü
Hu çekerken şişmiş ağzında dili
Erbabi, ülkede bunlardan dolu
Durmadan zehrini saçar pezevenk

Aşık ERBABİ

Faşist Olmanın Temel İlkeleri

Hitler' in propaganda bakanı rahmetli(!) Göbbels' den miras!
Faşist olmanın temel ilkeleri
1)Halkı her zaman ateşle, asla soğumasına izin verme.
2)Hatalı olduğunu, yanlış yaptığını asla kabul etme.
3)Asla rakibinin üstün bir yanı olduğunu kabul etme.
4)Asla kendinden başka bir seçeneğe hareket alanı bırakma.
5)Asla kabahat üslenme.
6)Sadece rakibine odaklan, kötü giden her şeyin suçunu üzerine yık.
7)Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
8)Bir yalanı yeterli sıklıkla tekrarlarsan halk eninde sonunda ona inanır.
Bunları söyleyen Göbbbels' in Faşist Führer' i Adolf Hitler kendi kafasına sıkarak kendi  hayatına son vermişti..
Bizim Faşist Hitler' i döver...

Oliver Cromwell : Ey, Bu Meclis'in Aşağılık Mensupları!...

Ey, Bu Meclis'in Aşağılık Mensupları!...
Acele edin ve defolup gidin...
Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. 
Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.
Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şeysiniz!
Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar,  ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı?  
Bir parça vicdan da mı yok? 
Bir sahtekâr kadar bile dindar değilsiniz!
Para sizin yeni tanrınız olmuş! satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı..
Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? 
Sizi çıkarcı sürüsü. 
Bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! 
Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. 
Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkemiz beni bu meclisi temizlemeye çağırdı!  ve bu gücü de bana Tanrı verdi.
Vay halinize! şimdi derhal defolun!!!  acele edin rüşvetin köleleri!
Acele edin, gidin!
Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!..
Yukarıdaki söylev, tarihte demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere'de geçmiştir.  
Sözleri sarf eden kişi, 1653 senesinin 20 nisan günü, meclis çatısı altında kükreyerek nutuk atan  General Oliver Cromwell isimli, sadece ülkesinin çıkarlarını kollayan Yurtsever bir Generaldi.
...ve bu nutuk tarihi şekillendiren 50 söylevden biri sayılıyor.

Siz ne zannet miştiniz?...