Türküsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türküsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2016 Salı

Edip Akbayram : Gidenlerin Türküsü


Giden

Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı...
En sevdiği...
En......
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..

1933
Nazım Hikmet RAN

15 Kasım 2016 Salı

Uğur Karataş : Şafak Türküsü



Şafak Türküsü 

1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan`ı düşün anne
şeyh bedrettin`i
börklüce`yi
torlak kemal`i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya`nın
deniz`i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim cok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz sivası eylül`ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara kıllı ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond`u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım`in gözleriyle pırıl pırıl moskova`yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir oğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çicek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
cam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılısıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anna bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
cam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan salterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anna bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çicekler
çicekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yoğun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne

Ağustos-Ekim 1983
Şafak Türküsü, 1984) 

Nevzat Çelik

5 Kasım 2016 Cumartesi

Nazım Hikmet Ran : Güneşi İçenlerin Türküsü


Güneşi İçenlerin Türküsü...

Bu bir türkü:- 
toprak çanaklarda 
güneşi içenlerin türküsü! 
Bu bir örgü:- 
alev bir saç örgüsü! 
                         kıvranıyor; 
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor 
                                      esmer alınlarında 
                          bakır ayakları çıplak kahramanların! 
Ben de gördüm o kahramanları, 
ben de sardım o örgüyü, 
ben de onlarla 
                     güneşe giden 
                                        köprüden 
                                               geçtim! 
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. 
Ben de söyledim o türküyü! 
Yüreğimiz topraktan aldı hızını; 
altın yeleli aslanların ağzını 
                                        yırtarak 
                                              gerindik! 
Sıçradık; 
            şimşekli rüzgâra bindik!. 
Kayalardan 
            kayalarla kopan kartallar 
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. 
Alev bilekli süvariler kamçılıyor 
                             şaha kalkan atlarını! 
  
                    Akın var 
                                güneşe akın! 
                        Güneşi zaptedeceğiz 
                                güneşin zaptı yakın! 
  
Düşmesin bizimle yola: 
evinde ağlayanların 
                            göz yaşlarını 
                                        boynunda ağır bir 
                                                                zincir 
                                                                    gibi taşıyanlar! 
Bıraksın peşimizi 
            kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! 
İşte: 
        şu güneşten 
                        düşen 
                               ateşte 
                                    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! 
Sen de çıkar 
göğsünün kafesinden yüreğini; 
şu güneşten 
                düşen 
                        ateşe fırlat; 
yüreğini yüreklerimizin yanına at! 
  
                          Akın var 
                                  güneşe akın! 
                          Güneşi zaaptedeceğiz 
                                  güneşin zaptı yakın! 
  
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! 
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, 
toprak kokuyor bakır sakallarımız! 
Neş'emiz sıcak! 
                kan kadar sıcak, 
delikanlıların rüyalarında yanan 
                                                o «an» 
                                                    kadar sıcak! 
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, 
ölülerimizin başlarına basarak 
                                            yükseliyoruz 
                                                        güneşe doğru! 
Ölenler 
        döğüşerek öldüler; 
                              güneşe gömüldüler. 
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! 
  
                          Akın var 
                                      güneşe akın! 
                          Güneşi zaaaptedeceğiz 
                                      güneşin zaptı yakın! 
  
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! 
Kalın tuğla bacalar 
                    kıvranarak 
                                ötüyor! 
Haykırdı en önde giden, 
                            emreden! 
Bu ses! 
        Bu sesin kuvveti, 
                             bu kuvvet 
yaralı aç kurtların gözlerine perde 
                                                     vuran, 
onları oldukları yerde 
                                durduran 
                                      kuvvet! 
Emret ki ölelim 
                   emret! 
Güneşi içiyoruz sesinde! 
Coşuyoruz, 
           coşuyor!.. 
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde 
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! 
  
                           Akın var 
                                       güneşe akın! 
                           Güneşi zaaaaptedeceğiz 
                                       güneşin zaptı yakın! 
  
  
Toprak bakır 
            gök bakır. 
Haykır güneşi içenlerin türküsünü, 
Hay-kır 
        Haykıralım! 

1924
Nazım Hikmet RAN