Can etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2016 Pazartesi

Can Ataklı : En önemli soru; darbe bilindiği halde o kadar insan niye öldü?

7 Kasım 2016

Cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasının yaşandığı andan itibaren içimizde hep bir kuşku vardı.
Bu darbe hiçbir mantığı olmayan bir kalkışmaydı.
Daha ilk andan dinci faşist cemaatin buna kalkıştığının anlaşılmasına rağmen “gerekçesi” ve “hedefi” hakkında elimizde en küçük bir bilgi bile yok.
Darbeden sonraki günlerde ulaşabildiğimiz bilgilere göre bu kalkışma gündüz saatlerinde başlamış, MİT-Genelkurmay ve istihbarat teşkilatları arasında gidip gelmeler olmuş, askerin kışlasından çıkmaması için bazı önlemler alınmıştı.
Buna rağmen küçük bir grup sokağa çıkmış, Boğaz Köprüsü ile Ankara ve İstanbul'un bazı noktaları tanklar tarafından tutulmuştu.
Bütün medya organları canlı yayınlar yaparken sadece 17 askerle girilen TRT'den “ne olduğu” anlaşılamayan bir bildiri okunmuştu. Bu bildiride ne Cumhurbaşkanı ne de hükümet üyeleri ile ilgili tek satır bilgi bile yoktu. O olmadığı gibi iktidarın akıbeti hakkında da elde hiçbir bilgi bulunmuyordu.
Gece yarısında Cumhurbaşkanı telefonla CNN Türk'e bağlandı, halkı sokağa çağırdı, darbe fiilen bitti.
Peki, ne olmuştu?
Kişisel kanaatim, bize ulaşan bilgi kırıntılarından edindiğim izlenim, darbenin henüz gündüz saatlerinde fark edildiği, gerekli önlemlerin alındığı ve bastırıldığı, buna karşı “halka anlatılmasındaki” zorluk düşünülerek küçük bir grubun sahaya çıkmasına izin verildiği, böylelikle darbenin hem açığa çıkarıldığı hem de Cumhurbaşkanı ve halk tarafından bastırılmış gibi gösterildiği yönündeydi.
Bu görüşlerimi daha önce bu köşede yazdığım gibi geçen hafta Habertürk'te Didem Arslan Yılmaz'ın “Türkiye'nin Nabzı” programında da açıkça söyledim.
Bu konuşmam daha sonra sayısız internet sitesi tarafından haberleştirildi ve izlemeyen milyonlara da ulaştı.
Dün Hürriyet'te Ertuğrul Özkök darbe gecesi Cumhurbaşkanı'nı telefonla canlı yayına bağlayan Hande Fırat'ın “24 saat- 15 Temmuz'un kamera arkası” adlı kitabından bazı bölümleri paylaştı.
Özkök'ün kitaba dayandırarak verdiği bilgilere göre bir helikopter pilotu binbaşı 15 Temmuz günü saat 14.45'de Ankara Yenimahalle'deki MİT merkezine gelerek “orduda hareketlenme olduğunu” ihbar ediyor ve gece bir darbeye kalkışılacağını anlatıyor.
Bunun üzerine MİT- Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları arasında müthiş bir trafik başlıyor. Saat 18.00 itibarıyla Genelkurmay bütün askeri birliklere “Hiçbir uçağın kalkmaması, kışlalardan hiçbir askeri araç ve silahın çıkmaması” konusunda kesin emir veriyor.
Saat 21.00'de küçük bir grup asker Ankara ve İstanbul'da sokağa çıkıyor. 22.00'de Başbakan durumu öğreniyor. Gece yarısı da Cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırarak darbenin resmen bitişini sağlıyor.
Bu bilgilere göre çok açık ki; darbe gündüz öğrenilmiş, gerekli önlemler alınmış, bir anlamda darbe zaten bastırılmış.
Ertuğrul Özkök yazısının sonunda çok can alıcı bir soruyu soruyor;
– KİMDİR o gün MİT'e gelip darbeyi önceden haber veren Binbaşı H.A…
– MİT görevlileri üzerlerine düşeni yapmışlar. Olay Genelkurmay'a kadar iletilmiş.
– Ve bu çok ciddi bilgiler niye Başbakan'a zamanında iletilmedi? Cumhurbaşkanı'nın koruma müdürü arandığı halde, niye bu hayati derecede önemli bilginin Cumhurbaşkanı'na zamanında iletilip gerekli önlemi alması sağlanamadı.
Ve geliyorum en hayati, en kritik soruya:
– Elde bu kadar bilgi varken bu darbe niye önlenemedi?
Niye bu kadar insanın hayatını kaybetmesine yol açıldı? Evet can alıcı soru bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ısrarla “O gece verilen şehitlerin hesabını kimden soracağız” diyor.
Sahi; bütün ilgililer darbeyi bildiklerine ve hatta bastırmış olmalarına rağmen “o şehitlerin hesabını” kimden soracağız?
BUNU YAZMAK GEREK

9 SAAT 39 DAKİKANIN SANİYE SANİYE KRONOLOJİSİ

CNN Türk Ankara Haber Müdürü Hande Fırat'ın darbe gecesini anlatan “24 Saat 15 Temmuz'un kamera arkası” adlı kitabında o gece ile ilgili çok ilginç bilgiler var.
O gecenin kronolojisine bakınca insanın içindeki kuşkular ister istemez artıyor.
İşte 15 Temmuz günü hemen öğleden sonra başlayan olayların saniye saniye gelişmesi;
– Saat 14.45: Binbaşı H.A. MİT'e geliyor.
– Saat 16.00: Binbaşının verdiği bilgiler MİT Müsteşarı'na iletiliyor.
– Saat 16.21: Bu bilgiler Genelkurmay İkinci Başkanı'na iletiliyor.
– Saat 17.30: MİT Müsteşar Yardımcısı Genelkurmay'a gider.
– Saat 18.00: MİT Müsteşarı bizzat Genelkurmay'a gider.
– Saat 18.30: Genelkurmay Başkanı uçaklara kalkmayın, tanklara çıkmayın emri verir.
– Saat 22.00: Başbakan, MİT Müsteşarı ile konuşur.
– Saat 23.02: Başbakan NTV'ye çıkar ve “Bu bir kalkışmadır” der.
– Saat 00.24: Cumhurbaşkanı CNN Türk'e çıkar.
Yani Binbaşı H.A.nın MİT'e gelişi ile Cumhurbaşkanı'nın konuşması arasında tam 9 saat 39 dakika geçmiştir.
Bütün bunlar sizin içinizde de “darbe önceden bastırılmıştı” kuşkusu uyandırmıyor mu?
Bİ SORALIM BAKALIM

STANDART AND POOR'S KAÇ PARA ALDI?

Dinci faşist darbe girişiminin hemen ardından Standart and Poor's değerlendirme kuruluşu Türkiye'nin kredi notunu düşürmüştü.
BB+'dan BB-‘ye düşmüştük. Durağan olan durumumuz da riskliye dönüşmüştü.
S&P'nin bu kararı iktidar tarafından öfkeyle karşılanmıştı.
Cumhurbaşkanı defalarca bu kuruluşa arşı ağır sözler etmiş “Biz bunların nasıl parayla kredi notu dağıttığını biliyoruz. Onların kararı vız gelir tırıs gider, biz yolumuza bakarız” demişti.
S&P geçen hafta Türkiye'nin notundaki eksiyi kaldırdı ve durumumuzu da “durağan”a getirdi yine.
Çok harika bir şey olmasa da buna “notumuz arttı” diyebiliriz.
Ancak bakıyorum da bir süre önce ateş püskürenlerde hiç ses yok.
Eğer gerçekten Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi S&P kredi notunu “para alarak” artırıyorsa veya yine bu kez “başkalarından para alarak” düşürüyorsa, Türkiye için verilen son kararda hangisi geçerli?
Türkiye notunun biraz yükselmesi için para mı verdi?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

DÜNYAYA MÜLTECİLERLE ŞANTAJ YAPMAK TERS TEPER

İç kamuoyunun elbette hoşuna gider. Siz Avrupa ülkelerine “eeeyyy” diye bağırır sonra da “salarım üzerinize mültecileri görürsünüz dünyanın kaç bucak olduğunu” derseniz buna prim verecek çok insan vardır.
HDP milletvekillerinin, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının tutuklanmasına Amerika ve Avrupa'dan gelen tepkilere karşı “dik durduğumuzu” göstermek için aklımıza geleni söylüyoruz.
Dün de yazdığım gibi iktidar muhtemelen yabancı ülkelerden gelen tepkilerin daha da artmasını istiyor.
Böylelikle Türk halkına “Bütün dünya bize karşı birleşti, amaç Türkiye'yi yok etmek, bizi kıskanıyorlar” demek kolaylaşıyor.
Aşağılık duygusu içindeki halkın bir bölümü de “Bugüne kadar yabancıların karşısında hep boynumuzu büktüğümüzü, her istenileni yaptığımızı” zannederek iktidarın arkasındaki saflarını sıklaştırıyor.
Kısa dönemlerde bu tür efelenmeler olumlu etkiler de yapabilir ama iş şantaja kadar ulaşırsa bu strateji bir anda ters teper.
Avrupa Bakanı tepkilerin artması üzerine yaptığı açıklamada “geri dönüş anlaşmasının” iptal edileceğini, Batı'nın bundan sonra başının çaresine bakmak zorunda kalabileceğini söyledi.
Türkçesi şudur; Açarım kapıları, salarım bütün Suriyeli mültecileri üzerinize, görürsünüz o zaman.
Acaba?
Bu kadar kolay mı bu?
Değil. Olmadığını daha önce de gösterdiler.
Yaz başlarında Cumhurbaşkanı benzer sözler söylemiş, “otobüslere doldurur sınır kapılarına göndeririz” demişti.
Sonra ne olmuştu biliyor musunuz? Avrupa Birliği üyelerinin ortak donanması Ege'de konuşlanmıştı. Türkiye'den bir kacak mülteci botu bile geçirmemişlerdi. Açıkçası Türkiye askeri bir abluka altına alınmıştı.
Kimsenin haberi bile olmadı. Çünkü medya bunu hiç yazmadı.
Benzeri şimdi de başımıza gelir.
Üstelik bu kez şantajı daha kararlı biçimde yerine getirmeye çalışabiliriz ve donanmamız askeri bir müdahale ile bile karşılaşabilir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER

ELBETTE ÇOK ŞEY FARK EDER

Diyarbakır'da 11 kişinin ölümüne neden olan patlamayı kimin yaptığı konusundaki “muamma” sürüyor.
Valilik bombanın patlamasından hemen sonra “PKK'nın yaptığını düşünüyoruz” açıklaması yapmıştı. Zaten herkesin ortak kanaati de buydu.
Ancak ertesi gün Reuters Ajansı bomba olayını IŞİD'in üstlendiğini ileri sürdü.
Emniyet ise bunu reddetti ve bombacının adını vererek “Bu PKK işi” dedi.
“Ha PKK ha IŞİD, zaten bir o bir bu yapıyor” diyemeyiz.
O bomba HDP'li milletvekillerinin gözaltına alındığı sırada patlatıldı. Eğer bombayı PKK'nın patlattığı doğru değilse ve iktidar ısrarla bu açıklamayı yapıyorsa amaç bellidir. Tutuklamalar sırasında yapılan kanlı PKK saldırısı ile HDP'liler iyice köşeye sıkıştırılmış olur.
Türkiye ilk kez bir eylemin kim tarafından yapıldığı konusunda ikileme düştü.
Ve ilk kez “kimin yaptığı” çok önemli. Çünkü gerçek failin bilinmesi çok şeyi değiştirir.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İFADE ALMAK TAMAM DA TUTUKLAMAYA GEREK YOKTU

İktidar ve yandaşları HDP'li milletvekillerinin tutuklanmalarını neredeyse bayram havası içinde kutlayacaklar.
Gazete köşelerden ihtiraslı zevk sesleri yükseliyor.
“Gördünüz mü devletin gücünü, hani ifade vermezdiniz, aldınız mı cevabınızı” türü başlıklar şen şakrak bir edayla sunuluyor.
Bu şımarıklığı ve hırtlığı bir kenara bırakalım ve şu soruyu soralım aslında; HDP milletvekilleri neden tutuklandı?
Elbette teröre bulaşan, yardım eden hiç kimse bu suçunun bedelini ödemeden elini kolunu sallayarak gezemez.
Ancak tutuklanan HDP'liler halk tarafından seçilmiş kişiler ve anayasa gereği dokunulmazlıkları var.
Meclis bu milletvekillerinin yargılanabilmelerinin önünü açmak için “mahkemelerin açtığı soruşturmalarla sınırlı” olarak dokunulmazlıklarını kaldırdı.
O halde yapılması gereken bu konularla ilgili ifadeleri almak, gerekiyorsa davaları açmaktır.
Mahkemeler tutuklama yaparak “dokunulmazlıkları olan seçilmiş kişilerin yasama görevlerine son verme” hakkını bulmuşlardır kendilerinde.
Türkiye'den ve dünyadan gelen tepkilerin asıl nedeni budur.
Ancak ne yazık ki iktidar halk içinde kin ve nefret söylemini en üst düzeye çıkararak ve kişileri “hain, terörist, alçak” diye yaftalayarak kamuoyu oluşturmuştur.
Bu da terörle hiç ilgisi olmayan, her türlü teröre şiddetle karşı çıkan ve bunu bir yaşam biçimi haline getiren, ancak iktidardan yana değil de muhalefette olan pek çok kişiyi paralize etmektedir.
Bir ülkedeki en tehlikeli gelişmelerden biri demokrasi ve hukuktan yana olanların yaratılan fiili durumun baskısı altında söz söyleyememeleridir.

Kaynak : http://www.sozcu.com.tr

6 Kasım 2016 Pazar

Can Yücel : Baban Giderse

Baban giderse;
Başı dumanlı dağın gider,
Atan gider, sırtın gider.
İki kapılı bu handa,
Menzile erişen yolun gider.

Baban giderse;
Darda yetişen elin gider,
Aklın gider, canın gider.
Şu dağlanmış yüreğinde,
Çocuk kalan yanın gider.

Baban giderse;
Öpülecek elin gider.
Bayram gider…

Can Yücel
:'( :'( :'(

23 Ekim 2016 Pazar

Sibel Can'ın Biyografisi


"Deli Yüreğim", "Dedikodu" ve "Padişah" gibi parçalarıyla tanınan Sibel Can, Maksim Gazinosu'nda assolistlik yapmış en genç sanatçı ünvanına sahiptir. Sibel Can, 1 Ağustos 1970'de, Engin Cangüre ve Emine Gül Sezer Cangüre'nin ilk çocuğu olarak Fatih, Karagümrük'te dünyaya geldi.
İlkokul mezunu olan Sibel Can’ın annesi Bursa Mudanyalı, babası Yugoslav göçmenidir.
Gerçek adı Sibel Cangüre olan sanatçının babası Engin Bey birçok ünlü soliste eşlik eden bir keman sanatçısıydı.
Sibel Can'nın müzikle tanışması küçük yaşlarda oldu.
Henüz 13 yaşındayken, babasının kemanı eşliğinde önce Viyana daha sonra da Almanya, Hollanda ve İsrail'de şarkı söyleyip dansetti.
Türkiye'ye döndü.Yaşı gizlenerek Halikarnas Gazinosu'nda işe başladı.
Galata Kulesi ve Astorya gibi kulüplerde çıkan sanatçıyı, Nükhet Duru'nun Fahrettin Arslan'a tavsiye etmesi üzerine sanatçının bir anda dünyası değişti.
Sanatçı böylece Maksim Gazinosu'nda ilk sahnesini aldı.
Ancak yaşının küçüklazinonun kapatılması üzerine Fahrettin Arslan'nın yardımıyla mahkemede yaşı 6 yaş büyülttürüldü.
Böylece Maksim Gazinosu'nun oryantal dansçısı oldu.Sibel Can üç yıl kadar dans etti.
Maksim gazinosunda Muazzez Abacı, Neşe Karaböcek ve Emel Sayın gibi ismlerin alt kadrosunda çalışma imkanı buldu.
Assolistliğe yükseldiğinde henüz 17 yaşında idi.
Sibel Can, 1987 yılında Kervan Plak'tan ilk albümü olan "Günah Bize"yi çıkarttı.
Bu albümde Orhan Gencebay'ın büyük desteğini gördü. Albüm kısa zamanda satış rekorları kırdı.
1988 yılında o dönemin popüler isimlerinden olan Hakan Ural ile Zerrin Özer'in evinde gizlice evlendi.
Bu evlillikten daha sonra Engincan ve Melisa adından iki çocuk dünyaya getirdi.
Neredeyse her yıl bir albüm çıkaran Sibel Can, 1995 yılında Raks Müzik'e transfer oldu.
Büyük bir yükselişe geçen sanatçı, 1995 yılında yayınlanan "Şarkılarda Senden Yana" albümünde tarzını biraz değiştirdi.
Albümdeki "Deli Yüreğim", "Dedikodu" gibi parçalar Can'ın eski albümlerine nazaran daha çok ses getirdi.
1997 yılında ise, Serdar Ortaç'ın bestelediği "Padişah"lı albüm yayınlandı.
"Padişah"la birlikte Sibel Can, Türkiye'nin en çok konuştuğu isim haline geldi.
1999 yılında Hakan Ural'dan ayrıldı. 2000 yılında çıkarttığı "İşte Türk Sanat Müziği, İşte Sibel Can" adlı albümle yeni bir döneme girdi.
Aynı yıl Sulhi Aksüt ile evlendi ve bu evlilikten Emir isminde bir erkek çocuk dünyaya getirdi.
Sibel Can, albüm çalışmalarının yanında birçok dizide ve filmde de yer aldı.
"Kaldırım Çiçeği", "Gülüm", "Bize Ne Oldu" ve "Berivan" gibi dizilerle kamera karşısında da başarısını kanıtladı.
2001 yılından beri Emre Plak ile çalışan sanatçı en son 2007 yılında "Akşam Sefası" adlı albümü ile sevenleriyle buluştu.
Sibel Can, albüm çalışmalarının yanında birçok dizide ve filmde de yer aldı.
"Kaldırım Çiçeği", "Gülüm", "Bize Ne Oldu" ve "Berivan" gibi dizilerde kamera karşısına geçti.
Sibel Can, 15 Nisan 2015 tarihinde Fox TV'de başlayan “Sesi Çok Güzel” adlı yarışma programının jürisi oldu.
Her hafta yeni yeteneklerin yarıştığı programda jüri koltuğunda oturanlar Sertab Erener, Sibel Can ve Gökhan Türkmen olacak.

Evlilikleri :


1.evliliği : Hakan Ural ile 28 Eylül 1988 tarihinde evlendi. 17 Şubat 1999 Tarihinde boşandı.
Engincan (d. 27 Ocak 1992) ve Melisa (d. 22 Ağustos 1994) adından iki çocuk dünyaya getirdi.
2. evliliği : 2000 yılında müteahhit Sulhi Aksüt ile evlendi. 2010 yılının Eylül ayında boşandılar.
Bu evlilikten Emir (d.Ağustos 2000) isminde bir erkek çocuk dünyaya getirdi.

Albümleri :


1987 - Günah Bize
1988 - Bulursun Beni
1989 - Rüyalarda Buluşuruz
1990 - Hasretim
1991 - Bir Güneş Batışında
1992 - Seni Sevmek
1993 - Hayat Devam Ediyor
1994 - Hatırasıdır
1995 - Şarkılar da Senden Yana
1997 - Bu Devirde
1999 - Daha Yolun Başındayım
2000 - İşte Türk Sanat Müziği İşte Sibel Can
2001 - Canım Benim
2003 - Sen Benimsin
2005 - Özledin mi?
2007 - Akşam Sefası
2009 - Benim Adım Aşk
2011 - Seyyah
2012 - Meşk
2014 - Galata

Filmleri ve dizileri :


1996 - Kaldırım Çiçeği
1997 - Gülüm
1998 - Sibel
1999 - Bize Ne Oldu
2002 - Berivan
2002 - Papatya ile Karabiber
2005 - Saklambaç
2006 - Ah İstanbul