Çiçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çiçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2016 Çarşamba

Ali Ekber Çiçek'in Biyografisi



1935 yılında Erzincan'da doğan Ali Ekber Çiçek, babasını 1939 Erzincan depreminde yitirdi ve küçük yaşlarda rençberlik yapmaya başladı.
Bu arada bağlamayı öğrendi ve cem toplantılarında kulağı Alevi deyişleri ve ezgileriyle doldu.
İlkokul öğreniminden sonra maddi olanaksızlıklar sonucu öğrenimini sürdüremedi, ancak ağır yaşam şartlarına karşın müzikten hiç kopmadı.
Müzik aşkı ağır basınca İstanbul'a göç etti ve halk müziğinin önemli isimleriyle tanıştı.
Askerden sonra TRT'nin açtığı sınavı kazanarak, Muzaffer Sarısözen döneminde TRT Ankara Radyosu'na ve Yurttan Sesler Korosu'na girdi.
35 yılı aşkın bir sürede 400'den fazla türküyü derleyerek geniş kitlelere ulaştırdı.
TRT arşivlerinde 54 kaseti bulunan Ali Ekber Çiçek'in ülkemizdeki bütün türkücüler tarafından derlemeleri söylenmektedir.
TRT'den emekli olan sanatçı halen birçok ülkede konserler ve üniversitelerdeki sohbetler aracılığıyla bu toprakların sanatını dünyaya taşımaya çabalıyor.
2003 yılının başlarında TRT Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından Ali Ekber Çiçek'in hayatını anlatan
"Cahilden Uzak Dur, Kemale Yakın" isimli belgesel çekilmiştir.
Türk Halk Müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek 26.04.2006 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

Ali Ekber Çiçek'ten derlenen bazı Türküler :


Böyle İkrarınan Böyle Yolunan
Bunca Olan Emeğimi
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin
Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma
Gurbet Elde Yadellerin Derdini
Gül Yüzlü Sevdiğim
Hazin Hazin Esen Seher Yelleri
İsmini Sevdiğim Saadetli Dostum
Nasıl Yar Diyeyim Ben Böyle Yare
Ondört Bin Yıl Gezdim Pervanelikte(Haydar Haydar)
Ali Ekber Çiçek tarafından derlenen bazı Türküler :
Bir güzeli methedeyim
Çoktan Beri Yollarını Gözlerim
El Vurup Yaremi İncitme Tabib
Gönül gel varalım gülşen bağına
Şepke'nin Kavakları
Yolumuz Gurbete Düştü

16 Ekim 2016 Pazar

Sedef Çiçeği


Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:
– Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?
– Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
– Bu herifin ettiği, yetti gayri. Elli yıldır bezdirdi hayattan… Boşanmak istiyorum…
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı birlikte yaşanmış elli yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
– Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş, derlerdi. Elli yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… İşte ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun kalkıp onun sulamasını bekledim çiçeğimi… Ama olmadı. Onsuz daha iyiyim yemin ederim.
Hâkim yaşlı adama dönerek:
– Diyeceğin bir şey var mı baba? Dedi.


Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:
– Askerliğimi reis-i cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle bü-yümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de… Ona en güzel çiçeklerden bu-ketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, bo-yun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun… Benim sözümü de… O günlerde de tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona, “Gece çiçek sularsan, bu çiçek tekrar canlanırmış” dedim. Adak dilettim… Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki… Her gece o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı, ama kadınımın boyun ağrısı yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartamadım… Karar sizin hakim bey.
O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu…