#TürkülüYürekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#TürkülüYürekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2024 Salı

#CemalSüreya

 Cemal Süreya (1931 - 09.01.1990)

Cemal Süreya, 1931 doğumlu, Türk şair. Asıl adı Cemalettin Seber olan Süreya, İkinci Yeniler’in ileri gelen kuramcılarındandır. 

*
1931 yılında, o zamanlar Tunceli’ye bağlı olan ve daha sonradan Erzincan’a geçen, Pülümür ilçesinde dünyaya gelen ve Dersim İsyanı nedeniyle, göç etmek zorunda bırakılan ailesiyle sürgüne gönderildi.
*
1947 senesinde BilecikOrtaokulu’ndan, 1950’de de Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olan Süreya, 1954'te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat Bölümü'nü bitirmesinin ardından Maliye Bakanlığı'nda müfettişlik yapmaya başladı. Temmuz 1965’te görevinden ayrılarak 1961’de kuruculuğunu yaptığı Papirüs dergisini yeniden çıkarmaya başlayan Süreya o sırada hayatını, yaptığı Fransızca çevirileri sayesinde idame ettiriyodu.
*
1971 senesinde tekrar Maliye Bakalığı’ndaki işine dönen Süreya 1978 yılında Kültür Bakanlığı'nnışma Üyesi oldu. 1982 senesinin Şubat ayında müşavir maliye müfettişliğinden emekli olmasının ardından yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük ve çevirmenlik de yapan Süreya, Papirüs'ü üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar PostasıYeditepeOluşumTürkiye YazılarıPolitikaYeni UlusAydınlıkSaçak, 15 günlük Yazko Somut ve haftalık 2000'e Doğru dergilerinde de köşe yazıları yazdı.
*
1983 yılında, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevini üstlenen Süreya emekliliğinden sonra bir dönem, Oluşum, Türkiye Yazıları, Saçak ve Maliye Yazıları gibi dergilerin kültür-sanat bölümlerinde yöneticilik de yaptı.
*
İlk şiiri olan “Şarkısı-beyaz” Ocak 1953'te, Mülkiye dergisinde yayınlanan Süreya, şiire lisedeyken aruz denemeleriyle başlamasının ardından üniversite yıllarında serbest vezinle yazmaya yöneldi.
Şiirlerindeki şekil, muhteva ve anlatım özellikleri ile kısa sürede okuyucuların dikkatini çeken Süreya, 1950’lerin başında oluşan İkinci Yeni şiir akımına katıldı. Zamanla İkinci Yeni hareketinin önde gelen şairlerinden biri pozisyonuna gelen Süreya, şiirde anlamsızlığı savunan görüşleri benimsemedi; geleneğe karşı olmasına rağmen geleneğin yeniliklerini kullanmayı seçti. Doğu ve Batı şiirinin birbirini tamaladığı değil, birbirine karşı geldiği noktada yer almayı seçen Süreya, şiirinde cinselliği işlerken toplumsal ve etik değerlere de sırt çevirmemeye çalıştı.
*
Yazılarında sorunları çözümlemeye çalışmak yerine yeni sorular sorma üslubunu benimseyen Süreya, denemelerinde de kendi görüşlerini belirtmektense diğer şairlerin düşencelerini incelerdi. Siyasal konulara da değinen Süreya’nın, Hürriyet Gösteri ve Milliyet Sanat’ta yayımlanan günlüğü, otobiyografi, anı ve deneme türlerinin bir sentezidir.
*
Üvencinka eseriyle, Arif Damar ile birlikte 1958 yılının Yeditepe Şiir Ödülü’nün sahibi olmaya hak kazanan Süreya’nın Göçebe adlı eseri ise 1966 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
*
Toplu şiirleri 1984 yılında Sevda Sözleri adı altında basılan Süreya, 9 Ocak 1990 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti. Hayatı boyunca 4 kere evlenen ve 29 farklı evde oturan Süreya’nın bu yaşam tarzı şiir ve yazılarına da yansıdı. 4 Kasım 1989 imza tarihli miras yazısında, eşine bıraktığı iki halı, kütüphane, çiçeklerin tümü, büyük ayna, bütün kitaplarının telif hakkının yarısı, kendisini ve bütün notlarını eşine bıraktığını belirten Cemal Süreya adına, ölümünden sonra bir şiir ödülü verilmeye başlandı.
*
Süreya’nın hayatı ölümünden sonra Feyza Perinçek ve Nursel Duruel tarafından, 1995 senesinde, Cemal Süreya / Şairin Hayatı Şiire Dahil ve 1997’de de Cemal Süreya Arşivi adıyla iki kitap olarak yayımlandı.
Eserleri :
Düzyazı
Şapkam Dolu Çiçekle (1976) Günübirlik (1982) Onüç Günün Mektupları (1990, ö.s.; YKY 1998) 99 Yüz (1991; YKY 2004) 999. Gün / Üstü Kalsın (1991) Folklor Şiire Düşman (1992) Uzat Saçlarını Frigya (Günübirlik’in yeni basımı: 1992) Aydınlık Yazıları / Paçal (1992) Oluşum’da Cemal Süreya (1992) Papirüs’ten Başyazılar (1992) Günler (999. Gün’ün genişletilmiş basımı: YKY 1996) Güvercin Curnatası (Cemal Süreya ile konuşmalar: haz. Nursel Duruel, YKY 1997; genişletilmiş basım: YKY,iir Üzerine Yazılar (YKY 2000)
Şiir
Üvercinka (1958; Yeditepe Şiir Armağanı) Göçebe (1965; 1966 TDK Şiir Ödülü) Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973) Sevda Sözleri (Uçurumda Açan ile birlikte toplu şiirleri: 1984) Sıcak Nal ve Güz Bitigi (1988; Behçet Necatigil Şiir Ödülü) Sevda Sözleri (bütün şiirleri: 1990, ö.s; YKY 1995)
*
Kaynak : Biyografi.info

8 Ocak 2024 Pazartesi

#BircanPullukçuoğlu

 

Bircan Pullukçuoğlu : Ömrüm (Güz mü Geldi Benzin Soluk)
#Ömrüm
*
Güz mü geldi rengin soluk
Ne tez yaprak döktün ömrüm
Hep ağlarsın boynun bükük
Gözyaşın derya mı ömrüm
*
Ne tadın de de tuzun var
Ne yaşamakta gözün var
Bülbül gibi güle figan
Etmekten ne çıkar ömrüm
*
Her kuşun bir yuvası var
Hele bak ne sevdası var
Yaşamaya hevesi var
Neden tadın kaçmış ömrüm
*
Alem gülüp eğleniyor
Gönlüne sultan arıyor
Beni gören deli diyor
Yataksız yorgansız ömrüm 
*
Söz ve Müzik : Seyfi Doğanay
*
Türk halk müziğinin güçlü seslerinden Bircan Pullukçuoğlu 15 Ağustos 1948’de Aydın’ın Söke ilçesinde doğdu.
*
Bircan Pullukçuoğlu, Anadolu müziğinin, geleneksel bağlama icrası ve yapımının ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden biri olan Coşkun Güla' dan müzik eğitimi aldı.
*
Bircan Pullukçuoğlu TRT’de çeşitli televizyon programlarında görev alan aldı.
*
Sanatçı Bircan Pullukçuoğlu TRT repertuarında notaya aldığı birçok türkü bulunmaktadır.
Bircan Pullukçuoğlu bağlama çaldı ve TRT’de ses sanatçısı olarak görev yaptı.
Sanatçı, Bircan Pullukçuoğlu çalışmalarını daha sonra ise Ankara Radyosu’nda şef olarak sürdürdü.
*
Türk halk müziğinin ünlü sanatçılardan Bircan Pullukçuoğlu 9 Ocak 2016 tarihinde öldü.
Bircan Pullukçuoğlu’nun ölüm haberini; Türk sanat müziği ses sanatçısı, bestekar, şair, yazar, sunucu ve oyuncu Onur Akay Twitter hesabından takipçileriyle duyurdu. Akay yayınladığı mesajda, ‘Halk müziğinin bel kemiği kırıldı. Keşke gençler izinden gitse! Bircan Pullukçuoğlu’na Allah’tan rahmet dilerim.’ ifadelerini kullandı.
*

#MetinGöktepe

 

Metin'e Ağıt
*
Gün Döndü Geceye Yavrum
Gelmedin Sen Ah Gelmedin
Yolunu Gözledim Durdum
Dönmedin Sen Ah Dönmedin
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Vurma Zalım Vurma Nolur
Körpeciktir Kıyma Nolur
Benim Yavrum Gazeteci
Onu Benden Alma Nolur
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Ben Anayım Dayanamam
Yokluğuna Alışamam
Göz Pınarlarım Kurudu
Ey İnsanlar Ağlayamam
*
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Metin’im(Yiğidim)Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
*
Söz ve Müzik  : Ferhat Tunç
Video kaynak : umudunezgileri.com
Kol geziyor kara zulüm 
İki yakanızda elim
Anasının feryadıdır
Yakar bu evreni bilin 
"Uyyyy ben ölim
Uyyyy ben ölim"
Metin Göktepe'nin cenazesinde annesinin ağıtından tıpkı alıntı. 
*
Bülent Aydınel -
Evrensel Gazetesi  Muhabiri Metin Göktepe"Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar
diyerek gittiği haberde, gözaltına alındı ve polislerce dövülerek öldürüldü. Gün 8 Ocak 1996'ydı... 
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştı. 
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Metin, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin, çalışkan, başarılı, sevilen
bir öğrenciydi. Abla ve ağabeylerinin yıllara yayılan göçünün ardından 1979’da annesi ve babasından hemen önce küçük kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. 
Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. Lisede de başarılı bir öğrenci olan Metin, mezun olduktan sonra bir yıl dershaneye devam etti ve buradaki başarısıyla, kardeşinin de dershaneye gitmesini sağladı.
Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Bu sırada fabrikada çalışan ablası, ağabeyi ve 86’dan itibaren kültürel ve sosyal faaliyetlerine katıldığı dernek sayesinde politik mücadele ile tanıştı. Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 
1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. Metin, 8 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polislerce dövülerek öldürüldü.
Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, "Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte "ısrarcı" davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.
“İnsanca yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahipsiniz. Size hiç kimse işkence ve eziyet yapamaz; insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamazsınız!”
Bu satırlar Emniyet Genel Müdürlüğü"nün internet sitesinde yazar.
Peki Metin nasıl öldü?
Onun da ayrıntısı var:
“O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri "özel muamele" dedi. On kişi Metin"in üzerine çullandı. Cop, kazma sapı gibi şeylerle vuruyorlardı. Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar. Tekrar dövmeye başladılar. Çok kan kaybediyordu. Tuvalete götürüp yıkadılar. İçlerinden biri "ölecek galiba, hastaneye götürelim" diyordu. Diğerleri "ölürse ölsün" diyerek dövmeye devam ettiler, Metin artık hareket etmiyordu.”
Çevik Kuvvet memuru Şuayip Mutluer, 1. Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık"a verdiği ifadede şöyle diyordu:
“Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat, gazeteci olduğunu İstiklal Marşını bilmediğini söyledi. Ben de "boş ver" dedim, bir tekme de ben attım. O sırada polis memuru Saffet Hızarcı"nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Sonradan adamı dövmekten copunun kırıldığını öğrendim.”
Metin Göktepe"yi bu şekilde hunharca döverek öldürenler, dava açıldığında “istemeden adam öldürmek suçu” ile yargılandılar.
“Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. Yere düşmüş insanın kafasına kırk kere kalasla vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür!”
Davayla ilgili çarpıcı detaylardan birisi de, Metin Göktepe'yi öldüren polisleri yargılayacak yer  bulunamamasıydı...
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul"dan güvenlik gerekçesiyle davayı Aydın"a nakletti. Orası da beğenilmedi, Afyon'a gönderildi. Duruşma günlerinde Susurluk Davası"ndan mahkum olmuş Korkut Eken Afyon'a geldi. 12 Mart dönemini yaşayanların adını bildiği Necdet Küçüktaşkıner, sanık polislerin avukatı oldu.
Ablası Meryem Göktepe cinayeti ve sonrasını anlatıyor:
İnsan bazen kimi olumsuzlukları hissediyor.
8 Ocak gecesi Metin'i aramak için ev telefonunu uyumuşlardır düşüncesiyle kısaca çaldırıp kapattım.
Saat 23.30 civarında.
Aklım Metin'de nedense ve uyumuşum. Sabah kalktığımda bir şeyim kaybolmuş gibiydim.
Gördüğüm rüyanın etkisi olabilir mi acaba diye arkadaşımla konuşuyordum iş yerimde. Rüyamda bir dere kenarındayım. Şırıl şırıl akan suda balıklar adeta dans ediyor. Ben de çok keyifle elimi uzatıp balıklardan tutuyorum.
Derken bir kara balık, boyu diğerlerinden daha küçük olanı avucumun içinden kayarak kaçıyor.
Çok üzülüyorum bu duruma.
Arkadaşım güzel olduğunu söylüyor, kısmetmiş balık görmek gibi şeyler söylüyor.
Ancak benim içimi acıtan bir şey olmuş o küçük karabalığın kaçışında...
O gün 9 Ocak sabahı işyerimde masama sığamıyorum. Sürekli oda değiştirip dolaşıyorum. Odama döndüğümde çeşitli kereler birileri tarafından arandığımı öğreniyorum.
Bu da canımı sıkıyor oldukça. Sonrasında eski iş arkadaşlarımın öğlene yemeğe gelecekleri notunu alıyorum "sakın Meryem bir yere ayrılmasın" tembihi ile.
Bugün olağanüstü bir gün diyorum kendi kendime. En yakın arkadaşıma bugün neden herkes beni arıyor ki, acaba bir şey mi oldu diye soruyorum. Hemen de uzaklaştırıyorum bu kötü düşünmeyi.
Gayri ihtiyari Metin diyorum birden.
Metin'e bir şey mi oldu düşüncesini saçma bulup, titriyorum sanki.
Bir telefona nihayet ben çıkıyorum. Beni yakaladın bravo diyorum.
Karşı taraf durgun fark ediyorum. Ha evet ablam ve abim de aramışlar ulaşamamışlar diyor çok eskiden Metin ile ortak arkadaşımız olan Uysal. Benimle çok acil buluşmak istediğini anlatıyor, ama ben ona arkadaşlar gelecek filan diyorum. İsterse benim işyerime gelebileceğini de söylüyorum.
Olmaz diyor ve çok kararlı geliyor sesi.
Bir şey olup olmadığını sorduğumda kendi özel bir sorunu olduğunu, ancak benim ona yardım edebileceğimi söylüyor. Kıyamayıp çıkıyorum ve tembihliyorum bürodaki arkadaşımı eğer gelirlerse beni mutlaka beklesinler diyorum.
Buluşmaya gidinceye kadar yüreğim ağzımda. Yol çok uzun geliyor. Oysa işyerime çok yakın. Buluşma anına kadar hep Metin ile ilgili olumsuzlukları öteliyorum.
Özgür Gündem'de çalışan ortak arkadaş gazeteye gidelim daha rahat konuşuruz diyor.
Karşısına dikiliyorum Yenikapı'dan sahile doğru gittiğimiz yolda. "Bana ya neler olduğunu anlat ya da gelmeyeceğim" diyorum.
İnkar etmeye çalışıyor. Bakıyor olmayacak Metin diyor. Yüreğim sıkışıyor, "Bir şey mi oldu, çabuk her neyse söyle" diye sarsıyorum.
"Yaralılar var dünkü gözaltılardan" diyor. Hatırlıyorum birden, dün cenazeler kalkacaktı sahi.
"Evrensel'den de Metin yaralıymış" diyor.
Nerde?
Nasıl?
Sorularım havada uçuşuyor.
Uysal "Sakin ol üç Metin var ya, hangisi belli değil" dediğinde "Ne fark eder ki? Gerçeği bilmek istiyorum" diyorum.
Aslında yüreğime ateş düştü ama hep kovmak istiyorum. Gazeteye gidiyoruz, bana bakıyor herkes ve ben acaba birisi gerçeği söyler mi? diye şaşkın bakınırken,"Ablasıymış", "ablasıymış" kerelerce çınlıyor kulaklarımda.
"Ablasıymış!" hiç normal gelmiyor.
Ben telefona uzanıyorum, abimi arayacağım.
Çok uzun geliyor o süre bana.
Bu arada masada bir toplu iğne alıp parmağıma olanca gücümle batırıyorum.
Kabus değil! Rüya değil! Karşıdan alo diyen yengeme soruyorum.
Yaralıymış, Çapadaymış.
Bulanık insanlar, karmakarışık uğultulu sesler'
Beni hastaneye götürdüklerini arabada öğreniyorum. Cerrahpaşa yolundayız. Hastane girişini geçiyoruz, anlam veremiyorum.
Çapa demişti yengem oysa. Adli Tıp önünde duruyor araba.
İbo! İbo'yu, ağabeyimi görüyorum.
Sağda üç genç kız ilişiyor gözüme, birisi yerlere atıyor kendini, ağlıyor, bağırıyor.
Diğer ikisi genç kızı sakinleştirmeye çalışıyor hem de ağlıyorlar.
İbo'ya koşup sarılıyorum o da ağlıyor benimle.
"Söyle" diyorum, "ne oldu Metin'e, öldü mü yoksa?" bir süre bir şey diyemiyor.
Nasıl denir ki? Metin, Metin nasıl ölür! "Anla artık" diyor...
Göktepe'ye şiddet uygulayan beş polis ‘kastı aşan şekilde insan öldürmek’ (öldürme niyeti bulunmadan, taksirle) ve ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek’ suçlarından yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası aldı.
Sanıkların bir kısmı bir buçuk yıldan az süre cezaevinde tutuldu, ancak 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Af Yasası cezaların tamamlanmasına engel oldu.
Öldürülmesinden sorumlu polisler kamuoyunda "Rahşan affı" diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay yatmışlardır. 
*
Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir.
*
Can Yücel'in Kaleminden METİN'E METİN
BİR METİN
Metin'in kafasında
bir darp var
Polis karakolundan
morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
yüreğimizde
beynimizde
Soruyor bir işaret
fişeği
Biz ölerek mi
yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...
kaynak : onedio.com

1 Ocak 2024 Pazartesi

#2024 #YeniYıl

 

Bu
yılbaşı
ağacımızı
hediyelerle
donatmak yerine,her
dalını bir dostumuzun,
adı ile süslemek istedik,
Akrabalar, dostlar, yoldaşlar,
uzakta yakında olan arkadaşlar.
Eski ve yeni arkadaşlar, yoldaşlar,
Her gün gördüklerimiz ve ara sıra bazı
bazı görüşebildiklerimiz. Hep aklımızda
olanlar ve sıkça unuttuklarımız. Her zaman
yanımızda olanlar ile olamayanlar. Kötü gün
dostlarımız ile hep destek olanlar… İstemeden
üzdüğümüz dostlarımız ve istemeden bizi üzenler.
Yakınımızda olanlar, ulaşamadıklarımız, uzun yıllardır
görmediklerimiz,  özlediklerimiz. Vefa borcumuz olan
arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, yoldaşlarımız...
Bir telefon uzaklığında olanlar. Alçak gönüllüler, gönülden
sevenler. Az ya da çok hayatımıza girmiş, sevilmiş, biz de iz
bırakmış tüm kıymetl isimler. Bu ağaçta hepsinin kökleri sağlam,
dalları uzun ve güçlü olacak. İsimleri daima ve sürekli asılı kalacak.
Her yeni yıl, eskilerin yanına yenileri eklenecek. Hayatın bütün zor
anlarında ağacımızın gölgesi, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı, dostlarımızı,
yoldaşlarımızı, bir nefes serinletecek. Yeni yılla gelecek tüm yeni umutların,
yeni başlangıçların, dostlukların, bütün yeni günlerinizi aydınlatması ve sizler
ile hayatın her alanında çok daha güzel anlar paylaşmak istek ve dileğimiz ile;
Yeni yılınızı kutlar,
sağlıklı, huzurlu,
mutlu, neşeli,
barış, kardeşlik,
saygı, hoşgörü,
iyi niyet, sabır,
yardımlaşma,
başarı, dostluk,
sevgi ve umut 
dolu günler ile
depremlerin,
doğal afetlerin ve 
savaşların olmadığı
insanca yaşanabilir 
bir dünyada
karanlığı yenecek
kararlılık iradesi ile,
ışıklı maviliklerle dolu
 güneşli,  musmutlu
güpgüzel  yarınlar
temenni ederiz…
Türkü tadında,
türküler ile dostça,
sağlıcakla, 
sevgi ile ve 
🇹🇷 Atatürk 🇹🇷 
ile kalınız.
İYİ Kİ VARSINIZ!..
Yıldız & Yıldırım ALKAN

19 Aralık 2023 Salı

#MaraşKatliamı

45 yıl önce bugün , elleri kanlı faşist katiller tarafından Maraş' ta yüzlerce vatandaşımız katledildi.

#UnutursakKalbimizKurusun !..
#KahrolsunFaşizm !..
#DünyanınDörtBirYanındaFaşizmeKarşıOmuzOmuzaDirenenlereBinSelamOlsun !..

"Der Mahzuni boyun eğme köpeğe

Döner kuzgun üleş, pislik yemeğe

Utanıyom Maraş’lıyım demeğe

Maraş halkı yine gamlı gamlısın"

#AşıkMahzuniŞerif

*

Katliamdan önce

Altı çeltik, üstü kekik kokan topraklarda 60'lardan başlayan solun etkisi ve 70'lerle beraber Maraş emekçileri politikleşip örgütlenir.

Aşık Mahzuni o yıllarda  Maraş'ın Alevileri, devrimcileri ile beraber Elbistan'da bir konser düzenlemek için hazırlık yaparlar. O dönem Elbistan'da faşist faaliyetler sürdüren ülkücüler, 6 Haziran 1967 günü konsere saldırdıktan sonra kitle dağılır.  Bir gün sonra ''pazar alışverişi'' için köylerden gelen Alevilere tekrar saldırırlar. Ülkücü faşistler, onlarca insanı yaralayıp işyerleri ve evleri yağmalarlar.

Bu saldırılar NATO ve CIA'nın desteği Türkeş'in egemen olduğu Özal Harp Dairesi, MİT ve kontrgerilla işbirliği ile gelişir.  6-7 Eylül saldırılarının ardından bu tür faşist saldırılar 1968 yılında Malatya'da, 1971'de Hatay-Kırıkhan'da, 1976-1977 yıllarında da Maraş'ın diğer ilçesi Pazarcık 'da devam eder. 1977'de Taksim’de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli’nden sıkılan kurşunlar ile faşist saldırılar artmaya başlar. Hatta 1978'de o kadar çok katliam ve saldırı olduğundan 'katliam yılı' olarak adlandırılır.

Özellikle 1978 yılının Aralık ayında Kahramanmaraş’ta solculara ve Alevi yurttaşlara dönük olarak gerçekleştirilen katliam ve 1980 yılında Çorum’da yine solcu ve Alevi yurttaşlara dönük olarak ve yine devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam darbe için gerekli 'atmosferi' yaratmak için atılan kanlı adımlar olmuştu. Kahramanmaraş ve Çorum’da gerçekleştirilen katliamlar günlerce sürmüş ancak devlet olaylara ısrarla müdahale etmemişti. Maraş katliamı sonrasında verilen sıkıyönetim kararı, katliamın 'amacına' ulaştığının bir kanıtıydı.

12 Eylül darbesinden iki yıl önce, 1978 yılının Aralık ayında tırmandırılan milliyetçi ve gerici hezeyan sonucu Maraş'ta yaşananlar, peşi sıra 11 kentte sıkıyönetim ilan edilmesine ve aynı senaryoların Sivas ve Çorum'da da sahnelenmesine bakılırsa, 12 Eylül'e giden yolu açmak amacı güdüldüğü anlaşılan provokasyonların öncüsü ve en kapsamlısıydı.

Maraş'ın tamamında katliamdan önce ETKO saldırıları sürüyordu. Bunun yanı sıra paket bomba eylemleri sürüyordu. Bu bombalardan biri Pazarcık CHP ilçe başkanı Memiş Özdal'a diğeri de Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilmiş. Memiş Özdal şüphelenip paketi almayınca iki postane emekçisi paketi açmış, patlama sonrası biri ölmüş, diğeri de yaralanmıştı.

Ve katliam...

Maraş'ta 1978 Aralık ayında resmi kayıtlara göre en az 111 yurttaş, Alevi kaynaklarına göre 500'e yakın yurttaş vahşice öldürülmüştü. Binlerce kişi faşist çeteler ve dinci-gericiler tarafından yaralanmış, çocuklar katledilmiş, kadınlara tecavüz edilmişti.

19 Aralık 1978'de başlayan saldırılar 26 Aralık'a kadar iktidar, asker ve polis tarafından seyredildi. Seyretmek yetmezmiş gibi o gün Maraş'ta oturanların beşte biri bu katliama destek vermişti.

Maraş'ta yaşanan katliam sonrası aradan geçen 42 yılın ardından tüm katliamlarda olduğu gibi katiller cezalandırılmamış üstüne ödüllendirilmiş, katliam dosyası tozlu raflara kaldırılmıştı.

Maraş'ta katliam "Güneş Ne Zaman Doğacak" adlı Sovyetler Birliği karşıtı bir filmin ÜGD üyesi Ökkeş Şendiller ve Yunus İlhan tarafından bombalaması ve bu olayı Alevilerin, solcuların yaptığı söylentisini kentte yayması ile başladı. Daha sonrasında gerekçeli kararda bu iki sanığın suçlarının sabit görülmesine rağmen olayın üstü kapatıldı.

Patlamanın ardından sinemadan çıkan ülkücüler, PTT ve CHP binalarına saldırdı.

20 Aralık günü, yoğun olarak Alevilerin yaşadığı bir mahalledeki kıraathaneye bombalı saldırı düzenlendi. 21 Aralık'ta da Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) üyesi iki solcu öğretmen, okul çıkışında katledildi. İki öğretmenin cenaze töreni günü de yine ülkücüler meydandadır. Maraş müftüsü, resmi araçla kent sokaklarında dolaşarak Alevilere karşı saldırıya geçilmesi yönünde kışkırtıcı çağrılar yaparken, çevre ilçe ve köylerden getirilen birtakım kişiler de cenaze alayına saldırır.

Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere giren ülkücüler yaralama olaylarına karışırken ev ve iş yerlerine de saldırdılar. DİSK, TÖB-DER, POL-DER, CHP ve Tekstil Sendikası binaları özellikle hedef gözetilen yerler arasındaydı.

Yaşanan vahşetin son noktası 24 Aralık’ta Alevi mahallelerinin otomatik silahlarla taranmasıyla başladı. Maraş tecavüzler, çocukların kurşuna dizilmesi ve daha yüzlerce insanlık dışı olaya sahne oldu.

Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, olayların, solcuların tahrik etmesiyle ortaya çıktığını iddia edecek, bir yandan da jandarma ilk üç gün boyunca, olayların önüne geçecek herhangi bir girişimde bulunmayacaktı.

Katliamda devlet parmağı

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in ölümünün ardından, özel arşivinden çıkan 3 Ocak 1979 tarihli bir raporda, Maraş Katliamının MİT tarafından organize edildiğinin belirtildiği, katliamı örgütleyen dört MİT şefinin isimlerinin açıkça ifade edildiği ortaya çıktı. Bu raporda, MHP'nin ve Alparslan Türkeş'in katliamdaki sorumluluğu da açıkça belirtiliyordu. Katliamın ardından İçişleri Bakanlığı'nın gönderdiği özel araştırma ekibinin hazırladığı rapor ise kamuoyuna açıklanmadı.

CIA ajanı Paul Henze'nin Maraş Katliamı'ndan bir hafta önce Maraş'ta görüşmeler yaptığı, katliamın bu görüşmelerde planlandığı da iddialar arasında yer alıyor. Katliamda kullanılan bazı silahların İskenderun'daki NATO cephaneliğinin envanterinde yer aldığı belirtiliyor.

Maraş Katliamı anması yasaklandı

Dava...


1991 yılına dek süren Maraş Katliamı Davası'nda, 804 kişi yargılandı ve çeşitli cezalar verildi. Dosya, Yargıtay'ın bozma kararının ardından, 1991'de yeni çıkarılan Terörle Mücadele Yasası'na dayanarak kapatıldı.

Maraş'taki katliamda rol alanlar hiçbir zaman cezalandırılmadı... Yargılıyormuş gibi mahkemeye çıkarılıp ceza verilenlerin cezaları azaltıldı, sıkıyönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozuldu, yeniden yapılan yargılama sonucunda cezalar uygulanmadı. Ceza alanların cezaları da 1991'de çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle ertelendi ve daha sonra serbest bırakıldılar.

Katliamın ardında MİT ve MHP'nin yer aldığı birçok raporda yer aldı ancak tek bir adım dahi atılmadı.

Ölenleri anmak yasak, gerekçeli karara ulaşmak parayla

Dünün katliamcılarının bugünkü siyasal uzantıları Maraş katliamında katledilenleri her sene anmayı yasaklıyor, son yıllarda ise sadece katliamda katledilenlerinin ailelerine izin veriliyor.

2017 yılında da Maraş’ta 120 kişinin öldürüldüğü katliamın 39’uncu yıl dönümünde Meclis bünyesinde bir araştırma komisyonunun kurulması talebiyle önerge verildi. Ancak “katliam” ifadesi gerekçe gösterilerek önerge, Maraş'ın yıldönümünde iade edildi.

Dönemin CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün bilgi edinme yasası çerçevesinde TBMM’ye dilekçe vererek Maraş Katliamı ile ilgili görülen dava dosyasının bir kopyasını istedi. Fakat mahkemenin gönderdiği o cevapta Aygün’ün istediği belgelerin 41 bin TL ücret ödenmesi karşılığında gönderilebileceği belirtildi.

Ökkeş Şendiller

Türkiye’de adı cinayetler, provokasyonlar ve katliamlarla anılan kişiler son zamanlarda kendilerine medyada sıkça yer bulmaya başladı.  Bunlardan biri de Ökkeş Şendiller. 'Reisi' Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte TRT tarafından yapılan bir belgeselde Maraş katliamını anlatan katil Ökkeş Şendiller "aralarında Hrant Dink'in de bulunduğu komünist militanların gerçekleştirdiği"ni iddia edecek kadar ileri gitmişti.

Şendiller, katliamın üstünün kapatılmasından sonra Ökkeş Kenger soyadını Şendiller olarak değiştirdikten sonra aklanarak ANAP-BBP ittifakıyla Kahramanmaraş milletvekili seçildi. Bu yıllarda Menzilci tairkata bağlanan Şendiller,  trajik olarak Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine getirildi. AKP'nin 'Alevileri dönüştürmek adına yapılan "Alevi Açılımı" çalıştaylarına davet edildi. 

Maraş katliamının bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller, adeta bir katil soğukkanlılığıyla 2010 yılında utanmadan Maraş’a giderek sorumluların bulunmasını isteyen binlerce kişiye faşist çetelerle birlikte saldırmış, katledilen insanlara gövde gösterisi sunmuştu.

Yalan, çarpıtma ve nicesi...

Tercüman gazetesi, katliama ilişkin “Maraş’ı bahane eden komünistlerin, dinsizlerin, devlete meydan okuması” diye yazdı.

2013 yılında Sütçü İmam Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Ahmet Eycil, Akit'e verdiği röportajda, Gezi ve Maraş katliamı arkasındaki zihniyetin aynı olduğunu, devletin istikrarını bozmaya çalıştıklarını ileri sürerek şu skandal ifadeleri kullandı:

“78 olaylarının (Maraş katliamı) içinde yer alan sol grubun içinde Alevi de var, Ermeni de var, diğer gruplar da var. Şimdiki Gezi olayları içinde de bunlar var. Yani nerede devletin istikrarına olumlu veya olumsuz etki eden bir musibet varsa bunlar hemen içinde yer alıyor.”

Ahmet Eycil aynı röportajda daha da ileri giderek Sünniler ve Aleviler arasındaki 'kardeşlik anlaşmasını bozan maalesef ki Aleviler' diyerek Maraş katliamının sorumlusu olarak Alevileri gösterdi.

İki dönem önceki Maraş Belediye Başkanı Mustafa Poyraz, "İki taraftan da garip insanlar zarar gördü. Bunu kimse tasvip etmiyor. Bir insan bir yerden bir defa ısırılır. Biz bir defa yara aldık. İkinci yaraya K.Maraş izin vermez. Aramıza nifak tohumları, fitne fesat tohumları ekemezler" dedi.

Zaman gazetesi, 2008 yılında katliamın yıldönümüne yakın bir tarihte yaptığı haberde ise bu defa katliamı Sovyetler Birliği'nin planladığını iddia etmişti.

2010 yılında anmaya yapılan saldırının ardından aralarında Maraş Sanayi ve Ticaret Odası'nın da bulunduğu altı örgüt bir açıklama yayınlamıştı. O açıklamada yüzlerce yurttaşın öldürüldüğü bir katliamdan "1978 Maraş Olayları" şeklinde bahsediliyordu. Katliamdan bugüne ülkücü ve islamcı güçlerin katliamdaki başat rolleri açıkken, açıklama "ülkemizi karanlığa sürüklemek isteyen menfur mihraklar" gibi ifadelerle katliamcılarla katledilenlerin aynı "derin bağlantılara" sahip olduğunu imâ ediyordu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çorum ve Maraş katliamlarına ilişkin 2018'de yaptığı açıklamada Alevi ve solcu yurttaşları hedef alarak iki katliamın "Tamamen tiyatro" olduğunu söyledi.  İşte o açıklama: "Yaşı müsait olanlar hatırlar, Çorum ve Maraş olaylarını yaşadık. Onlarca vatandaşımızı şehit verdik. Tamamen tiyatroydu, tamamen kurgulanmış bir fitneydi.''

ÜZÜLMEK YETMEZ

Bugün Maraş'ta ve Türkiye'de kime sorsak katliam için üzüldüğünü söyler.  Fakat Maraş Katliamı için sadece üzüldüğünüzü, olmaması gereken bir olay olduğunu söylemek yeterli değildir. Temenniden daha çok olayların açığa çıkarılması, sorumluların hesap verebilmesini dile getirmek önemlidir.

Ökkeş Şendiller hâlâ katliamın sanığı değil, tanığı olarak belletilmeye çalışılarak, ülke sağının aklanması operasyonunda önemli bir figür olarak varlığını koruyor. Bugün Maraş Katliamı dosyası sessizce kapatılmış bulunuyor. Tıpkı Sivas Katliamı davasının zamanaşımından düşürülmesi gibi...

Emperyalizmin ve sermaye diktatörlüğünün yarattığı bu gerici, piyasacı, vahşi düşünce, Maraş Katliamı sırasında da iktidardaydı, bugün de iktidarda... Türkiye tarihine kara lekeler olarak yapışan bu karanlık ve alçak katliamların gerçek failleri, aslında hepsi birbirinin devamı olan bu gerici ve sermaye yanlısı hükümetler... Yıllar içerisinde cumhuriyet düşüncesini kemiren, ülkeyi gericiliğin karanlığı ile piyasacılığın vahşetine teslim eden iktidarlar, aslında tüm bu katliamların asli sorumlusu. Bize düşen ise katliamın hesabını sormak...

Kaynak : sol.org.tr