9 Ocak 2019 Çarşamba

#CemalSüreya


Cemal Süreya, 1931 doğumlu, Türk şair. Asıl adı Cemalettin Seber olan Süreya, İkinci Yeniler’in ileri gelen kuramcılarındandır. 

1931 yılında, o zamanlar Tunceli’ye bağlı olan ve daha sonradan Erzincan’a geçen, Pülümür ilçesinde dünyaya gelen ve Dersim İsyanı nedeniyle, göç etmek zorunda bırakılan ailesiyle sürgüne gönderildi.
1947 senesinde BilecikOrtaokulu’ndan, 1950’de de Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olan Süreya, 1954'te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat Bölümü'nü bitirmesinin ardından Maliye Bakanlığı'nda müfettişlik yapmaya başladı. Temmuz 1965’te görevinden ayrılarak 1961’de kuruculuğunu yaptığı Papirüs dergisini yeniden çıkarmaya başlayan Süreya o sırada hayatını, yaptığı Fransızca çevirileri sayesinde idame ettiriyodu.
1971 senesinde tekrar Maliye Bakalığı’ndaki işine dönen Süreya 1978 yılında Kültür Bakanlığı'nnışma Üyesi oldu. 1982 senesinin Şubat ayında müşavir maliye müfettişliğinden emekli olmasının ardından yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük ve çevirmenlik de yapan Süreya, Papirüs'ü üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar PostasıYeditepeOluşumTürkiye YazılarıPolitikaYeni UlusAydınlıkSaçak, 15 günlük Yazko Somut ve haftalık 2000'e Doğru dergilerinde de köşe yazıları yazdı.
1983 yılında, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevini üstlenen Süreya emekliliğinden sonra bir dönem, Oluşum, Türkiye Yazıları, Saçak ve Maliye Yazıları gibi dergilerin kültür-sanat bölümlerinde yöneticilik de yaptı.
İlk şiiri olan “Şarkısı-beyaz” Ocak 1953'te, Mülkiye dergisinde yayınlanan Süreya, şiire lisedeyken aruz denemeleriyle başlamasının ardından üniversite yıllarında serbest vezinle yazmaya yöneldi.
Şiirlerindeki şekil, muhteva ve anlatım özellikleri ile kısa sürede okuyucuların dikkatini çeken Süreya, 1950’lerin başında oluşan İkinci Yeni şiir akımına katıldı. Zamanla İkinci Yeni hareketinin önde gelen şairlerinden biri pozisyonuna gelen Süreya, şiirde anlamsızlığı savunan görüşleri benimsemedi; geleneğe karşı olmasına rağmen geleneğin yeniliklerini kullanmayı seçti. Doğu ve Batı şiirinin birbirini tamaladığı değil, birbirine karşı geldiği noktada yer almayı seçen Süreya, şiirinde cinselliği işlerken toplumsal ve etik değerlere de sırt çevirmemeye çalıştı.
Yazılarında sorunları çözümlemeye çalışmak yerine yeni sorular sorma üslubunu benimseyen Süreya, denemelerinde de kendi görüşlerini belirtmektense diğer şairlerin düşencelerini incelerdi. Siyasal konulara da değinen Süreya’nın, Hürriyet Gösteri ve Milliyet Sanat’ta yayımlanan günlüğü, otobiyografi, anı ve deneme türlerinin bir sentezidir.
Üvencinka eseriyle, Arif Damar ile birlikte 1958 yılının Yeditepe Şiir Ödülü’nün sahibi olmaya hak kazanan Süreya’nın Göçebe adlı eseri ise 1966 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Toplu şiirleri 1984 yılında Sevda Sözleri adı altında basılan Süreya, 9 Ocak 1990tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti. Hayatı boyunca 4 kere evlenen ve 29 farklı evde oturan Süreya’nın bu yaşam tarzı şiir ve yazılarına da yansıdı. 4 Kasım 1989imza tarihli miras yazısında, eşine bıraktığı iki halı, kütüphane, çiçeklerin tümü, büyük ayna, bütün kitaplarının telif hakkının yarısı, kendisini ve bütün notlarını eşine bıraktığını belirten Cemal Süreya adına, ölümünden sonra bir şiir ödülü verilmeye başlandı.
Süreya’nın hayatı ölümünden sonra Feyza Perinçek ve Nursel Duruel tarafından, 1995 senesinde, Cemal Süreya / Şairin Hayatı Şiire Dahil ve 1997’de de Cemal Süreya Arşivi adıyla iki kitap olarak yayımlandı.
Eserleri
Düzyazı
Şapkam Dolu Çiçekle (1976) Günübirlik (1982) Onüç Günün Mektupları (1990, ö.s.; YKY 1998) 99 Yüz (1991; YKY 2004) 999. Gün / Üstü Kalsın (1991) Folklor Şiire Düşman (1992) Uzat Saçlarını Frigya (Günübirlik’in yeni basımı: 1992) Aydınlık Yazıları / Paçal (1992) Oluşum’da Cemal Süreya (1992) Papirüs’ten Başyazılar (1992) Günler (999. Gün’ün genişletilmiş basımı: YKY 1996) Güvercin Curnatası (Cemal Süreya ile konuşmalar: haz. Nursel Duruel, YKY 1997; genişletilmiş basım: YKY,iir Üzerine Yazılar (YKY 2000)
Şiir
Üvercinka (1958; Yeditepe Şiir Armağanı) Göçebe (1965; 1966 TDK Şiir Ödülü) Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973) Sevda Sözleri (Uçurumda Açan ile birlikte toplu şiirleri: 1984) Sıcak Nal ve Güz Bitigi (1988; Behçet Necatigil Şiir Ödülü) Sevda Sözleri (bütün şiirleri: 1990, ö.s; YKY 1995)

Kaynak : Biyografi.info

#HalideEdipAdıvar


#HalideEdipAdıvar
Halide Edip Adıvarİstanbul'da doğdu. Kimi kaynaklara göre doğum yılı 1884'tür. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okuttu. Orada Rıza Tevfik'den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu'nun mistik edebiyatını dinledi. Sonradan evlendiği Salih Zeki'den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901'de bitirdi. Halide Edib, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-u Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi William Shakespeare’e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermişti. Eşi Salih Zeki Bey'in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı.
1908'de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Vakası'nda bir süre için Mısır'a kaçmak zorunda kaldı. 1909'dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda, İzmir'in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920'de Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı.
Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917'de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrıldı. 1939'a kadar dönmek üzere Amerika'ya ve Mohandas Gandhi tarafından Hindistan'a çağrıldı. 1939'da İstanbul'a dönen Adıvar 1940'ta İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu, 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954'te istifa ederek evine çekilmiş ve 1964'te ölmüştür.
Adıvar'ın Seviye Talip (1910), Handan (1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır. Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir sevgiyi dile getirmek istediği için kişilerin iç dünyasına yönelir ve bu sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini sergiler. Bu yapıtların önemli özelliğini, birbirine benzeyen ve ondan önceki Türk romanlarında bulunmayan kadın kahramanlarda aramak doğru olur. Yazarın asıl amacı kadın kahramanların kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu için, romanlarının anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve fırtınalı bir aşk öyküsünü onların anı defterlerinden ya da mektuplarından anlatır. Erkek (bazen kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç çatışma, romanların moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının ya da erkeğin ölümüyle biter. Adıvar'ın, biraz kendi olduğunu iddia edilen bu kadın kahramanları, yazarın o dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler. Seviye Talipler, Handanlar, Kâmuranlar her şeyden önce güçlü kişiliği olan, haklarını savunan, Batı terbiyesi almış, ama Batılılaşmayı giyim kuşamda aramayan, resim ya da müzik gibi bir sanat alanında yetenek sahibi, yabancı dil bilir, kültürlü ve çekici kadınlardır.
Adıvar 1910 yıllarında Ziya GökalpYusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı'nda çalışmaya başladıktan sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik romanda, Yeni Turan adlı idealist bir partinin program ve çalışmalarını anlatırken yeni bir Türkiye'nin hangi sağlam temellere oturtulması gerektiği hakkında o zamanki görüşlerini açıklamak fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye(1923) romanlarında Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da tanık olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. Bununla birlikte, bir aşk sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur. Ancak şimdi, yine olağan dışı bu kadın, öncekiler gibi bireysel sorunlarla sarsılan kültürlü bir sanatçı olarak değil, milli dava peşinde erdemlerini kanıtlayan ya da Anadolu'da düşmana karşı savaşan bir yurtsever olarak çıkar karşımıza.
Adıvar'ın ilk yapıtlarında Türk okuruna sunduğu bir yenilik yarattığı bu kadın imgesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri uzlaştırdığı için önemliydi. Osmanlı -İslam geleneklerine göre ev kadını olarak yetiştirilmiş basit ve cahil kadın, o dönemin aydın kesiminin gözünde geri kalmış bir uygarlığın simgesi gibiydi. Öte yandan Batılılaşmış "asrî" kadın da köklerinden kopmuş, değerlerini şaşırmış, namus anlayışı kuşku uyandıran bir kadındı. Adıvar'ın kahramanları işte bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla bir özleme cevap veriyorlardı. Çünkü bunlar hem Batılılaşmış hem de milli değerlerine bağlı kalmış, hem serbest hem de namus konusunda çok titiz, ahlakı sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadınlar üstelik dişiliklerini de korumayı başarmışlardır.
Adıvar'ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal'da (1936) ileri bir adım attığını, yeni bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının olay örgüsü bir iki kişi arasındaki bireysel ilişkilere bağlı olarak gelişirken, Abdülhamit II dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal'ın olay örgüsü siyasal, düşsel, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir. Romanın okuru en çok çeken yönü de fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve saray çevresiyle Abdülhamit II zamanının İstanbul'u anlatmasıdır.
Ne var ki yazarın amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi romanda çevrelerin bir işlevi de belli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk kesimini; Genç Türkler'den Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise, yozlaşmış yönetici kesimi temsil eder. Roman iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısmın ana teması Abdülhamid'in istibdat idaresi karşısında şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur. Gerçi Adıvar içtenlikle ezilen halktan yanadır, ama gelenekçiliği ve savunduğu mistik dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez. Romanda II. Meşrutiyet'in ilanı "asırların kurduğu müesseselerin köklerini" söken, "içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı" altüst eden bir devrim olarak nitelenir. Doğru tutum Mevlevî tarikatından Vehbi Dede'nin yaptığı gibi "herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek"tir. Yazar devrimden değil evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında yozlaşmış saray çevresi sergilenirken ana tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu'nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Ama Peregrini'nin "öyle basit ve insanî ananeler" dediği geleneklere bağlı Sinekli Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlık'ı kabul ederek Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha çok Doğu değerlerinin üstünlüğüne işaret sayılmaktadır. Ne var ki yazar, Rabia ile Peregrini'nin sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Farkedilir ki, olaylar yazarın kafasındaki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda yerlerini, zorlama izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.
1943'te CHP Ödülü'nü alan Sinekli Bakkal Türkiye'de en çok baskı yapan roman olmuştur. Sinekli Bakkal'ı izleyen romanların ise yazarın ününe katkıda bulunacak nitelikte oldukları söylenemez.
Adıvar çeşitli alanlarda etkinlik göstermiş, siyasal ve toplumsal konularda da hem Türkçe, hem İngilizce kitaplar yazmış, İngilizce'den Türkçe'ye çeviriler yapmıştır. Zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. Yapıtlarından kimileri İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Macar, Fin, Urdu, Sırp, Portekiz dillerine çevrilmiştir.
Kitapları : 
Roman: Heyulâ (1909) 
Raik’in Annesi (1909) 
Seviyye Talip (1910) 
Handan (1912) 
Son Eseri (1913) 
Yeni Turan (1913) 
Mev'ud Hüküm (1918) 
Ateşten Gömlek (1923) 
Vurun Kahpeye (1923) 
Kalp Ağrısı (1924) 
Zeyno'nun Oğlu (1928) 
Sinekli Bakkal (1936) 
Yolpalas Cinayeti (1937) 
Tatarcık (1939) 
Sonsuz Panayır (1946) 
Döner Ayna (1954) 
Akile Hanım Sokağı (1958) 
Kerim Usta'nın Oğlu (1958) 
Sevda Sokağı Komedyası (1959) 
Çaresaz (1961) 
Hayat Parçaları (1963) 
Hikâye 
Harap Mabetler (1911) 
Dağa Çıkan Kurt (1922) 
İzmir'den Bursa'ya (1963) 
Kubbede Kalan Hoş Seda (1974) 
Anı :
Türkün Ateşle İmtihanı (1962) 
Mor Salkımlı Ev (1963) 
Oyun
Kenan Çobanları (1916) 
Maske ve Ruh (1945) 

Kaynak : Biyografi.info

8 Ocak 2019 Salı

#MetinGöktepe


#MetinGöktepe 
Metin'e Ağıt
********************************
Gün Döndü Geceye Yavrum
Gelmedin Sen Ah Gelmedin
Yolunu Gözledim Durdum
Dönmedin Sen Ah Dönmedin
********************************
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
********************************
Vurma Zalım Vurma Nolur
Körpeciktir Kıyma Nolur
Benim Yavrum Gazeteci
Onu Benden Alma Nolur
********************************
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Yiğidim Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
********************************
Ben Anayım Dayanamam
Yokluğuna Alışamam
Göz Pınarlarım Kurudu
Ey İnsanlar Ağlayamam
********************************
Uy Ben Öleyim Lo
Uy Ben Öleyim Lo
Metin’im(Yiğidim)Sen Ölme Ne Olur
Dur Ben Öleyim Lo
********************************
Söz ve Müzik : Ferhat Tunç
Video kaynak : umudunezgileri.com


Kol geziyor kara zulüm 
İki yakanızda elim
Anasının feryadıdır
Yakar bu evreni bilin 
"Uyyyy ben ölim
Uyyyy ben ölim"* 
*Metin Göktepe'nin cenazesinde annesinin ağıtından tıpkı alıntı. 

Bülent Aydınel -
Evrensel Gazetesi  Muhabiri Metin Göktepe"Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar
diyerek gittiği haberde, gözaltına alındı ve polislerce dövülerek öldürüldü. Gün 8 Ocak 1996'ydı... 
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştı. 
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Metin, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin, çalışkan, başarılı, sevilen
bir öğrenciydi. Abla ve ağabeylerinin yıllara yayılan göçünün ardından 1979’da annesi ve babasından hemen önce küçük kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. 
Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. Lisede de başarılı bir öğrenci olan Metin, mezun olduktan sonra bir yıl dershaneye devam etti ve buradaki başarısıyla, kardeşinin de dershaneye gitmesini sağladı.
Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Bu sırada fabrikada çalışan ablası, ağabeyi ve 86’dan itibaren kültürel ve sosyal faaliyetlerine katıldığı dernek sayesinde politik mücadele ile tanıştı. Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 
1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. Metin, 8 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polislerce dövülerek öldürüldü.
Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, "Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte "ısrarcı" davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.
“İnsanca yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahipsiniz. Size hiç kimse işkence ve eziyet yapamaz; insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamazsınız!”
Bu satırlar Emniyet Genel Müdürlüğü"nün internet sitesinde yazar.
Peki Metin nasıl öldü?
Onun da ayrıntısı var:
“O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri "özel muamele" dedi. On kişi Metin"in üzerine çullandı. Cop, kazma sapı gibi şeylerle vuruyorlardı. Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar. Tekrar dövmeye başladılar. Çok kan kaybediyordu. Tuvalete götürüp yıkadılar. İçlerinden biri "ölecek galiba, hastaneye götürelim" diyordu. Diğerleri "ölürse ölsün" diyerek dövmeye devam ettiler, Metin artık hareket etmiyordu.”
Çevik Kuvvet memuru Şuayip Mutluer, 1. Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık"a verdiği ifadede şöyle diyordu:
“Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat, gazeteci olduğunu İstiklal Marşını bilmediğini söyledi. Ben de "boş ver" dedim, bir tekme de ben attım. O sırada polis memuru Saffet Hızarcı"nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Sonradan adamı dövmekten copunun kırıldığını öğrendim.”
Metin Göktepe"yi bu şekilde hunharca döverek öldürenler, dava açıldığında “istemeden adam öldürmek suçu” ile yargılandılar.
“Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. Yere düşmüş insanın kafasına kırk kere kalasla vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür!”
Davayla ilgili çarpıcı detaylardan birisi de, Metin Göktepe'yi öldüren polisleri yargılayacak yer  bulunamamasıydı...
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul"dan güvenlik gerekçesiyle davayı Aydın"a nakletti. Orası da beğenilmedi, Afyon'a gönderildi. Duruşma günlerinde Susurluk Davası"ndan mahkum olmuş Korkut Eken Afyon'a geldi. 12 Mart dönemini yaşayanların adını bildiği Necdet Küçüktaşkıner, sanık polislerin avukatı oldu.
Ablası Meryem Göktepe cinayeti ve sonrasını anlatıyor:
İnsan bazen kimi olumsuzlukları hissediyor.
8 Ocak gecesi Metin'i aramak için ev telefonunu uyumuşlardır düşüncesiyle kısaca çaldırıp kapattım.
Saat 23.30 civarında.
Aklım Metin'de nedense ve uyumuşum. Sabah kalktığımda bir şeyim kaybolmuş gibiydim.
Gördüğüm rüyanın etkisi olabilir mi acaba diye arkadaşımla konuşuyordum iş yerimde. Rüyamda bir dere kenarındayım. Şırıl şırıl akan suda balıklar adeta dans ediyor. Ben de çok keyifle elimi uzatıp balıklardan tutuyorum.
Derken bir kara balık, boyu diğerlerinden daha küçük olanı avucumun içinden kayarak kaçıyor.
Çok üzülüyorum bu duruma.
Arkadaşım güzel olduğunu söylüyor, kısmetmiş balık görmek gibi şeyler söylüyor.
Ancak benim içimi acıtan bir şey olmuş o küçük karabalığın kaçışında...
O gün 9 Ocak sabahı işyerimde masama sığamıyorum. Sürekli oda değiştirip dolaşıyorum. Odama döndüğümde çeşitli kereler birileri tarafından arandığımı öğreniyorum.
Bu da canımı sıkıyor oldukça. Sonrasında eski iş arkadaşlarımın öğlene yemeğe gelecekleri notunu alıyorum "sakın Meryem bir yere ayrılmasın" tembihi ile.
Bugün olağanüstü bir gün diyorum kendi kendime. En yakın arkadaşıma bugün neden herkes beni arıyor ki, acaba bir şey mi oldu diye soruyorum. Hemen de uzaklaştırıyorum bu kötü düşünmeyi.
Gayri ihtiyari Metin diyorum birden.
Metin'e bir şey mi oldu düşüncesini saçma bulup, titriyorum sanki.
Bir telefona nihayet ben çıkıyorum. Beni yakaladın bravo diyorum.
Karşı taraf durgun fark ediyorum. Ha evet ablam ve abim de aramışlar ulaşamamışlar diyor çok eskiden Metin ile ortak arkadaşımız olan Uysal. Benimle çok acil buluşmak istediğini anlatıyor, ama ben ona arkadaşlar gelecek filan diyorum. İsterse benim işyerime gelebileceğini de söylüyorum.
Olmaz diyor ve çok kararlı geliyor sesi.
Bir şey olup olmadığını sorduğumda kendi özel bir sorunu olduğunu, ancak benim ona yardım edebileceğimi söylüyor. Kıyamayıp çıkıyorum ve tembihliyorum bürodaki arkadaşımı eğer gelirlerse beni mutlaka beklesinler diyorum.
Buluşmaya gidinceye kadar yüreğim ağzımda. Yol çok uzun geliyor. Oysa işyerime çok yakın. Buluşma anına kadar hep Metin ile ilgili olumsuzlukları öteliyorum.
Özgür Gündem'de çalışan ortak arkadaş gazeteye gidelim daha rahat konuşuruz diyor.
Karşısına dikiliyorum Yenikapı'dan sahile doğru gittiğimiz yolda. "Bana ya neler olduğunu anlat ya da gelmeyeceğim" diyorum.
İnkar etmeye çalışıyor. Bakıyor olmayacak Metin diyor. Yüreğim sıkışıyor, "Bir şey mi oldu, çabuk her neyse söyle" diye sarsıyorum.
"Yaralılar var dünkü gözaltılardan" diyor. Hatırlıyorum birden, dün cenazeler kalkacaktı sahi.
"Evrensel'den de Metin yaralıymış" diyor.
Nerde?
Nasıl?
Sorularım havada uçuşuyor.
Uysal "Sakin ol üç Metin var ya, hangisi belli değil" dediğinde "Ne fark eder ki? Gerçeği bilmek istiyorum" diyorum.
Aslında yüreğime ateş düştü ama hep kovmak istiyorum. Gazeteye gidiyoruz, bana bakıyor herkes ve ben acaba birisi gerçeği söyler mi? diye şaşkın bakınırken,"Ablasıymış", "ablasıymış" kerelerce çınlıyor kulaklarımda.
"Ablasıymış!" hiç normal gelmiyor.
Ben telefona uzanıyorum, abimi arayacağım.
Çok uzun geliyor o süre bana.
Bu arada masada bir toplu iğne alıp parmağıma olanca gücümle batırıyorum.
Kabus değil! Rüya değil! Karşıdan alo diyen yengeme soruyorum.
Yaralıymış, Çapadaymış.
Bulanık insanlar, karmakarışık uğultulu sesler'
Beni hastaneye götürdüklerini arabada öğreniyorum. Cerrahpaşa yolundayız. Hastane girişini geçiyoruz, anlam veremiyorum.
Çapa demişti yengem oysa. Adli Tıp önünde duruyor araba.
İbo! İbo'yu, ağabeyimi görüyorum.
Sağda üç genç kız ilişiyor gözüme, birisi yerlere atıyor kendini, ağlıyor, bağırıyor.
Diğer ikisi genç kızı sakinleştirmeye çalışıyor hem de ağlıyorlar.
İbo'ya koşup sarılıyorum o da ağlıyor benimle.
"Söyle" diyorum, "ne oldu Metin'e, öldü mü yoksa?" bir süre bir şey diyemiyor.
Nasıl denir ki? Metin, Metin nasıl ölür! "Anla artık" diyor...
Göktepe'ye şiddet uygulayan beş polis ‘kastı aşan şekilde insan öldürmek’ (öldürme niyeti bulunmadan, taksirle) ve ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek’ suçlarından yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası aldı.
Sanıkların bir kısmı bir buçuk yıldan az süre cezaevinde tutuldu, ancak 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Af Yasası cezaların tamamlanmasına engel oldu.
Öldürülmesinden sorumlu polisler kamuoyunda "Rahşan affı" diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay yatmışlardır. 

Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir.

Can Yücel'in Kaleminden METİN'E METİN
BİR METİN
Metin'in kafasında
bir darp var
Polis karakolundan
morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
yüreğimizde
beynimizde
Soruyor bir işaret
fişeği
Biz ölerek mi
yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...
kaynak : onedio.com

7 Ocak 2019 Pazartesi

William Shakespeare : Korkmak



#WilliamShakespeare

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.


6 Ocak 2019 Pazar

Neşet Ertaş : Uykuda mısın Sevgili Yarim


Uykuda mısın sevgili yarim uyan uyan
Aç pencereyi göreyim gül yüzünü uyan yar
Aç pencereyi göreyim gül yüzünü uyan yar
****************************************************
Aman yar canım yar yar
Sabah olmadan aman uyan yar
Aman aman yar yar
Canım gülüm yar yar
Sabah olmadan aman uyan yar
****************************************************
Horozlar ötmeden gün ışımadan uyan uyan
Kimseler görmeden usul usul bana gel bana gel
Kimseler görmeden usul usul bana gel bana gel
****************************************************
Aman yar canım yar yar
Sabah olmadan aman uyan yar
Aman aman yar yar
Canım gülüm yar yar
Sabah olmadan aman uyan yar
****************************************************
Söz ve Müzik : Kazım Sanrı
Neşet Ertaş : Uykuda mısın Sevgili Yarim

5 Ocak 2019 Cumartesi

#MünirÖzkul

“O iyi insanlar,o güzel atlara binip çekip gittiler.Demirin tuncuna,insanın piçine kaldık.” Yaşar Kemal
Münir Özkul, türk tiyatro ve sinema oyuncusu. Türk tiyatro ve sinema tarihine damgasını vurmuş önemli isimlerden biridir. İsmail Dümbüllü' den devraldığı ünlü "kavuk"la tiyatro sahnelerindeki başarısını; canlandırdığı "Yaşar Usta", "Turşucu Yaşar" ve "Kel Mahmut" gibi karakterlerle de sinema oyunculuğundaki ustalığını gözler önüne sermiştir. Türk sinema tarihinde özellikle, karakter oyunculuğunda başta gösterilen isimler arasındadır.
Münir Özkul15 Ağustos1925 tarihinde İstanbul' un Bakırköy semtinde, eski Osmanlı paşalarından birinin torunu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlarda tiyatroya merak salmış olan Özkul, İstanbul Erkek Lisesi' ndeki eğitiminin ardından oyuncu olmaya karar vererek gözünü sahnelere dikti. O zamana kadar yaşamını sürdürdüğü ve aşinası olduğu Bakırköy' de bulunan Halkevi' nde oyunculuğa adım attı. İlk amatör sahne deneyimlerini burada 1940 yılında gerçekleştiren Özkul, İstanbul Devlet Tiyatrosu' nda bir süre oynadıktan sonra Ankara Devlet Tiyatrosu' na geçti. Ardından da, İstanbul Şehir Tiyatrosu' nda profesyonel oyunculuk kariyerine devam etmeye başladı ve artık bağımsız çalışabilecek düzeye geldiğine kanaat getirerek, 1948 yılında Ses Tiyatrosu' nda sergilenen oyunlarda rol almaya başladı. Ancak buradaki çalışması uzun soluklu olamadı ve hemen ardından yine özel bir tiyatro olan Küçük Sahne' ye geçti.
Küçük Sahne, genç oyuncunun kariyerinin yükselişinde bir dönüm noktası oldu. Çünkü, ilk defa önemli bir oyunda rol alma şansı doğdu. Sadri AlışıkNevin AkkayaŞükran Güngör ve Cahit Irgat gibi güçlü oyuncularla, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul' un yaptığı ve John Steinbeck' in aynı adlı romanından tiyatroya uyarlanan "Fareler ve İnsanlar"da oynadı. Yeteneği Muhsin Ertuğrul' un gözünden kaçmayan Özkul, Küçük Sahne' de ayrıca, "Yarış", "Onikinci Gece", "Aşağıdan Yukarı" ve "Karışık İş" gibi başarılı oyunlarda da yer aldı.
1960 yılında arkadaşlarının isteği doğrultusunda Aksaray Bulvar Tiyatrosu’ nu kurdu ve oyunlar sergilemeye başladı. 1962'de Bulvar Tiyatrosu, Münir Özkul Tiyatrosu adını alır.
Tiyatro sahnelerinden "tesadüfen" film setlerine geçişi 40' lı yılların sonuna denk düşen Özkul, askerliğini yaptığı dönemde, "Vatan ve Namık Kemal" adlı filmde yönetmen asistanlığı yapan arkadaşı Sırrı Gültekin' i ziyaret için Yeşilçam' a gittiği bir gün ilk defa bir film arayışı içinde olan arkadaşının ricasını kırmayarak, biraz da komik bir anı olsun diye kamera karşısına geçti ve rol aldığı 400' ün üzerinde filmle, Türk sinemasına damgasını vuran önemli karakter oyuncuları arasına girmesini sağlayacak sinema serüveni böylece başlamış oldu.
Münir Özkul, 1949 yılında ilk kez rol aldığı film "Vatan ve Namık Kemal" dir. Vatan ve Namık Kemal filminde "soldan sekizinci asker" rolüyle figüran olarak başlar sinemaya. Ardından 1951 yılında, senaryosu İhsan Koza ile Nazım Hikmet tarafından yazılan ve Vedat Ar' ın yönetmenliğinde çekilen "Üçüncü Selim'in Gözdesi" adlı bir İpek Film yapımında yer aldı. Hemen ardından, 1951' de, yine birer İpek Film yapımı olan "Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan" ile "Lale Devri" nde yardımcı oyuncu olarak kamera karşısına geçen Özkul, aynı yıl, Muhsin Ertuğrul' un yönetmenliğinde çekilen "Evli mi Bekar mı" ve Baha Gelenbevi' nin yönettiği "Barbaros Hayrettin Paşa" adlı filmlerde başrol oynadı.
Yabancı sinemanın tipik karakterlerinden etkilenen Türk sinemasında, Burhan Felek tarafından Laurel ve Hardy ikilisinin kendi kültürümüze uyarlanmasıyla dönüştüğü Edi-Büdü ikilisinin 1952 yılında sinemaya aktarılmış versiyonu olan "Edi ile Büdü Tiyatrocu" ve "Edi ile Büdü" filmlerinde Vasfi Rıza Zobu ile birlikte rol alan Özkul, artık sinema çevrelerinde adını duyurmaya, halktan büyük ilgi görmeye başlamıştı. İlk yıllarında genellikle İpek Film yapımlarında yer alan oyuncu, çoğu zaman komedi türü filmlerde rol aldı ve özellikle mimikleriyle, samimi tavırlarıyla halk tarafından kısa sürede benimsendi. Ancak asıl başarısını Arzu Film yapımlarıyla yakaladı.
1953 yılında, Muhsin Ertuğrul'un yönettiği "Halıcı Kız" filminde yer aldıktan sonra kariyerinin önü iyice açıldı. Aynı yıl, fantastik bir komedi olan ve senaryosu yine İhsan İpekçi ile Nazım Hikmet tarafından yazılan "Balıkçı Güzeli/1002. Gece" ve ardından, 1956'da çekilen "Kalbimin Şarkısı" adlı duygusal film ile karakter oyunculuğuna doğru yönelişe geçen Özkul, "Miras Uğrunda" ve Zeki Müren' in başrolünü oynadığı "Altın Kafes" ile oyunculuk gücünü ortaya koyarak; dram, duygusal, komedi gibi farklı türlerde her kalıba girebilen bir oyuncu olduğu kanısını pekiştirmeye başladı.
Sinema çalışmalarının yanı sıra, gönül verdiği tiyatro sahnelerini de bırakmayan Özkul, 1957 yılında Devlet Tiyatroları' nın yönetmenliğine getirildi. Sanat kariyerinde adeta bir atılım olarak değerlendirilebilecek bu gelişmenin ardından, Küçük Sahne' yi terk etmek zorunda kaldı. Bu durum, sanatçının profesyonel oyunculuğa adım attığı Küçük Sahne' nin, ustasını kaybetmesiyle birlikte daha fazla tutunamayarak dağılmasına neden oldu.
1960 ile 1970 yılları arasında kırkın üzerinde filmde rol alan Özkul, daha önce Altan Karındaş' la birlikte tiyatro sahnesine de aktardığı ve oyunun inanılmaz başarısı sonucunda, 1971 yılında Türk tiyatro ve ortaoyunu üstadı İsmail Dümbüllü' den "ortaoyuncular kavuğu" nu devralmasını sağlayan, Sadık Şendil' in yazdığı "Kanlı Nigar" adlı muhteşem eserin sinema versiyonunda da yer aldı.1968 yılında, Ülkü Erakalın' ın yönetmenliğinde çekilen filmde, Belgin Doruk ve Selma Güneri' yle birlikte rol aldı. Türk sinemasının en verimli dönemlerinden olan 70' li yıllara gelindiğinde, geniş bir oyuncu kadrosuna sahip, aile filmlerinde rol almaya başlayan Özkul, özellikle Adile Naşit' le iyi bir ikili oluşturdu ve bu ikili halk tarafından da çok sevildi; benimsendi. Yakışıklı olmasa da, hatta çirkince bir yüze, uzun ve ince bir fiziğe sahip olsa da birkaç filmde jön rollerde yer alan ve hiçbir zaman kötü rollere yakıştırılamayan Özkul, özellikle bu yıllarda Türk sinemasının klişe konularında "fakir ama gururlu", iyi kalpli, babacan karakterleri canlandırdı.
Münir Özkul, 1972 yılında, başrollerini Hülya Koçyiğit ile Tarık Akan' ın paylaştığı "Sev Kardeşim" adlı Ertem Eğilmez filmindeki başarılı performansıyla, Antalya Altın Portakal Film Festivali' nde "En İyi Erkek Oyuncu" ödülüne layık görüldü.
70' li yıllarda, Ertem Eğilmez imzalı filmlerde unutulmaz rollere hayat veren, ağlatan duygusal replikleri o etkileyici sesiyle Türk izleyicisinin hafızasına kazıyan Özkul, "Neşeli Günler", "Mavi Boncuk", "Aile Şerefi", "Gırgıriye" serileri, "Gülen Gözler" ve "Bizim Aile" gibi filmlerle karakter oyunculuğundaki ustalığını ortaya koydu. Sanatçının unutulmaz rolleri arasında zirveyi ele geçirense, "Hababam Sınıfı" seri fimlerinde canlandırdığı, disiplinli, ancak yufka yürekli öğretmen "Kel Mahmut" karakteri oldu. Öyle ki, bu tipleme neredeyse adını aşarak sanatçının lakabı haline geldi ve bu şekilde anılmaya başlandı.
80'li yıllarda duraklama dönemine giren Yeşilçam' da video filmlerine yönelişi izleyen Özkul, bu dönemde kalitesi düşük birtakım sinema ve video filmlerinde rol aldı. Ardından, tek televizyonlu dönemin sonlarına doğru dizi çekimlerinin artış göstermesiyle birlikte, 1987 yılında TRT' de yayınlanmak üzere çekilen, senaryosunu Seden Kızıltunç' un yazıp başrolde oynadığı, müziklerini de Cahit Berkay' ın yaptığı fantastik komedi dizisi "Uzaylı Zekiye" adlı dizi için kamera önüne geçti. Bu dizinin ardından birkaç filmde daha rol alan ünlü oyuncu, içkiye olan düşkünlüğünün de etkisiyle sağlığı ile ilgili sorunlar yaşamaya başladı ve özel projeler dışında herhangi bir çalışma yapmadı. Hayatının önemli bir kısmını alkolle savaşarak geçirdi. 1990' lı yılların ortasında alkolü tamamen bıraktı. 1995 yılında, Kemal Sunal' la birlikte, "Şaban ile Şirin" adlı filmde yer aldı. 90' lı yılların ikinci yarısında, bilhassa özel televizyon kanallarının sayısı artış gösterdikçe, Yeşilçam' a olan rağbet azalmış; televizyon ekranlarına yönelik çalışmalar; özellikle de dizi yapımları ön plana çıkmıştı. Ancak bu furyadan kendini uzak tutan Özkul, 1996' da, izleyiciden büyük ilgi gören ve senaryosu Kandemir Konduk tarafından yazılan "Ana Kuzusu" adlı dizide Perihan Savaş ve Ayşen Gruda ile birlikte rol aldı. Aynı yıl, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi' nde düzenlenen törenle, jübilesini yaparak tiyatro sahnelerine veda etti. Yaşamı boyunca pek çok tiyatro ve sinema yapımında emeği geçmesine rağmen, zaman zaman ciddi maddi zorluklar içine girmiş olan Özkul' a, bu geceden elde edilen gelirle bir ev alındı.
Yine 1996 yılında, Veli Çelik' in yönetmenliğinde çekilen televizyon filmi "Ay Işığında Saklıdır" da, Aydan Şener ve Toprak Sergen' le birlikte yer aldı. Ardından, 1998 yılında, Hamdi Alkan' ın "Reyting Hamdi" adlı televizyon eğlence programında, kısa bir süre için Yarmagül tiplemesinin dedesi rolünü canlandırdı.
Sanat yaşamı boyunca 400' e yakın sinema filminde ve sayısını kendisinin bile tam olarak bilmediği sayıda tiyatro oyununda rol alan Münir Özkul adına, 26 Mart 2005 tarihinde İstanbul Beylikdüzü Academia Center içerisinde "Münir Özkul Sahnesi" açılmıştır.
İçkiye düşkünlüğüyle bilinen sanatçı, özel hayatında da inişli çıkışlı bir seyir izleyerek dört evlilik gerçekleştirmiştir. İlk evliliğini Şadan Hanım' la yapan Özkul, kısa süren bu birlikteliğin ardından Suna Selen ile hayatını birleştirmiş ve bu evlilikten Güner Özkul (d. 1 Şubat 1966) adında bir kızı olmuştur. Kızları sekiz yaşındayken, 1974 yılında çift boşanma kararı almıştır. Sonrasında Özkul, Tophaneli Örümcek Yaşar lakabıyla anılan Yaşar Hanım' la üçüncü evliliğini gerçekleştirmiş; ancak bu da uzun sürmemiştir. Son olarak, 1986 yılından beri halen yaşamını birlikte sürdürdüğü Umman Hanım ile evlenmiştir.
Mankenlik ve CNN Türk' te televizyon programcılığı yapan kızı Güner Özkul' un girişimiyle, 2005 yılında, sanatçıyı birçok yönden ele alan ve yaşamının bir dönemine farklı şekillerde tanıklık etmiş kişilerin kaleme aldığı yazılardan derlenmiş, "Aktör Dediğin Nedir Ki? / Münir Özkul Kitabı" adlı bir kitap yayımlanmıştır.
1998 yılında, T.C. Kültür Bakanlığı, Münir Özkul' a Devlet Sanatçısı ünvanını vermiştir. Özkul, İsmail Dümbüllü' den aldığı ünlü kavuğu, 1989 yılında tiyatro oyuncusu Ferhan Şensoy' a devretmiştir. 1991 yılında ise, en önemli tiyatro ödülleri arasında gösterilen, Dümbüllü Ödülü' ne layık görülmüştür. 8 Nisan 2007 tarihinde, Mizah Üretenler DerneğiKarikatürcüler Derneği ve Bakırköylü Sanatçılar Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen "II. Mizah Ödülleri" töreninde, Münir Özkul Özel Ödülü, ünlü tiyatrocu Nejat Uygur' a verilmiştir.
1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde Münir Özkul için düzenlenen veda töreninde, jübilesini yaparak tiyatro sahnelerine veda etti. Gecenin sonunda Münir Özkul sahneye geldi ve artık onunla özdeşleşmiş tiradı okudu: 
"Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (...) Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!"
2015 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Yönetmeliği kapsamında, sinema alanında ödüllendirildi.
2003 yılından bu yana Demans hastalığı ile yaşayan Münir Özkul, evinden dışarıya çıkmak ve kimseyle görüşmek istemiyordu. Hastalığı yüzünden geçmişe dair birçok şeyi hatırlamıyor ve ölen arkadaşlarının yaşadıklarını sanıyordu.
Uzun yıllardır KOAH ve DEMANS hastalığı ile mücadele eden Münir Özkul, 5 Ocak 2018 tarihinde İstanbul'da evinde 93 yaşında vefat etmiştir.
Oynadığı Tiyatro oyunlarından bazıları : 
Fareler ve İnsanlar
Karakolda 
Yarış 
Sevgili Gölge 
Hamlet 
Kanlı Nigar 
Yorgun Matador 
Keşanlı Ali Destanı 
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı 
Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu 
İbişin Rüyası 
Arpa Ambarı 
Toreadorlar Valsi 
Aşk Aşk Aşk 
Çayhane 
Soyut Padişah 
İstanbul’u Satıyorum 
Hababam Sınıfı 
FİLMOGRAFİSİ:
Reyting Hamdi (Sipahi Dede) (TV Dizisi) (1998)
Ay Işığında Saklıdır (1996)
Nasreddin Hoca (1993)
Al Dudaklım (1993)
Arabesk (1988)
Acı Gurbet (1988)
A Ay (1988)
Afife Jale (1987)
Kuşatma 2 / Şok (1987)
Aile Pansiyonu (1987)
Günah (1987)
Kadersiz Kullar (1987)
Yaşamaya Mecburum (1987)
Yıllar (1987)
Uzaylı Zekiye (1987)
Otobüs Yolcuları / İhsaniye - Karasu (1987)
Ana Kucağı (1986)
Kızlar Sınıfı Tatilde (1986)
Babalar da Ağlar (1986)
Dayak Cennetten Çıkma (1986)
Elmayı Kim Isırdı (1986)
Milyarder Mahmut (1986)
Büyük Günah (1985)
Ya Ya Ya Şa Şa Şa (1985)
Deliye Hergün Bayram (1985)
Çalınan Hayat (1985)
Duyar Mısın Feryadımı (1985)
Sarı Öküz Parası (1985)
Şaşkın Gelin (1984)
Geçim Otobüsü (1984)
Çaresizim (1984)
Kızlar Sınıfı (1984)
Gırgıriyede Büyük Seçim (1984)
Şaşkın Ördek (1983)
Dostlar Sağolsun (1983)
İlişki (1983)
Gırgıriyede Cümbüş Var (1983)
Gazap Rüzgarı (1982)
Bir Yudum Mutluluk (1982)
Islak Mendil (1982)
Ağlayan Gülmedi mi? (1982)
Altın Kafes (1982)
Buyurun Cümbüşe (1982)
Talih Kuşu (1982)
Adile Teyze (1982)
Şıngırdak Şadiye (1982)
Görgüsüzler Muratın amcası (1982)
Beni Unutma Fıratın babası (1982)
Deliler Koğuşu (1981)
Bizim Sokak (1981)
Gırgıriyede Şenlik Var (1981)
Gırgıriye Emin (1981)
Banker Bilo (1980)
İbişo (1980)
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979)
Gelinciklerim (1979)
Aşkın Gözyaşları (1979)
İbiş in Rüyası Nahit (1979)
Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor (1978)
Neşeli Günler Kazım (1978)
Cennetin Çocukları Hasan (1977)
Gülen Gözler Yaşar (1977)
Hababam Sınıfı Tatilde (1977)
Aşk Dediğin Laftır (1976)
Aile Şerefi Rıza (1976)
Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976)
İşte Hayat (1975)
Gülşah (1975)
Bizim Aile / Merhaba (1975)
Hababam Sınıfı (1975)
Gece Kuşu Zehra (1975)
Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı Kel Mahmut (1975)
Beş Milyoncuk Borç Verir Misin Münir (1975)
Hasret (1974)
Beş Tavuk Bir Horoz (1974)
Gariban (1974)
Mavi Boncuk Baba (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1974)
Salak Milyoner Mehmet Çavuş (1974)
Niyet Rıfkı (1973)
Çulsuz Ali (1973)
Izdırap (1973)
Şaban İstanbul'da (1973)
Kaynanam Kudurdu (1973)
Oh Olsun Burhan (1973)
Yalancı Yarim Derviş (1973)
O Ağacın Altında (1972)
Üç Sevgili (1972)
Karamanın Koyunu (1972)
Ver Allahım Ver (1972)
Yiğitlerin Kaderi (1972)
Tatlı Dillim (1972)
Sev Kardeşim (1972)
Senede Bir Gün (1971)
Kezban Paris'te (1971)
Son Hıçkırık Ferhat (1971)
Bebek Gibi Maşallah (1971)
Beklenen Şarkı (1971)
Solan Bir Yaprak Gibi (1971)
Donkişot Sahte Şövalye (1971)
Yedi Kocalı Hürmüz (1971)
Beyoğlu Güzeli (1971)
Aşk Uğruna (1971)
Beyaz Kelebekler (1971)
Gönül Hırsızı (1971)
Hayatım Senindir (1971)
İbiş Gangsterlere Karşı (1971)
İşte Deve İşte Hendek (1971)
Kadifeden Kesesi (1971)
Tophaneli Murat (1971)
Ayşecik Ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde (1971)
Aşk Hikayesi (1971)
Hayat Sevince Güzel (1971)
Tatlı Meleğim (1970)
Kara Dutum (1970)
Bütün Aşklar Tatlı Başlar (1970)
Kalbimin Efendisi (1970)
Yuvasız Kuşlar (1970)
Yumruk Pazarı (1970)
Ali İle Veli (1970)
Allı Yemeni (1970)
Berduş Kız (1970)
Dikkat Kan Aranıyor (1970)
Dönme Bana Sevgilim (1970)
Yavrum (1970)
Küçük Hanımefendi (1970)
Şoför Nebahat (1970)
Son Kızgın Adam Mavi (1970)
Hayatım Sana Feda (1970)
Seven Ne Yapmaz (1970)
Arım, Balım, Peteğim (1970)
Sevgili Babam (1969)
Boş Çerçeve (1969)
Uykusuz Geceler (1969)
Gelin Ayşem (1969)
Nisan Yağmuru (1969)
Sevdalı Gelin (1969)
Ayşecik'le Ömercik (1969)
Fakir Kızı Leyla (1969)
Bana Derler Fosforlu (1969)
Nilgün (1968)
Artık Sevmiyeceğim (1968)
Kanlı Nigar (1968)
İstanbul'da Cümbüş Var (1968)
Kara Gözlüm Efkarlanma (1968)
Yayla Kartalı (1968)
Urfa İstanbul (1968)
Kalbimdeki Yabancı (1968)
Çifte Tabancalı Damat (1967)
Elveda (1967)
Sürtüğün Kızı (1967)
Yaşlı Gözler (1967)
Bir Millet Uyanıyor (1966)
Denizciler Geliyor (1966)
Ben Bir Sokak Kadınıyım (1966)
Aşkın Kanunu (1966)
Seni Sevmiyorum (1966)
Fakir Bir Kız Sevdim Kaptan (1966)
Kan Gövdeyi Götürdü (1965)
Senede Bir Gün (1965)
Kart Horoz (1965)
İnatçı Gelin (1965)
Bilen Kazanıyor (1965)
Seveceksen Yiğit Sev (1965)
Şoför Nebahat Bizde Kabahat (1965)
Şekerli Misin Vay Vay (1965)
Yalancının Mumu (1965)
Cezmi Band 007.5 (1965)
Gönül Kuşu (1965)
Dokunma Bozulurum (1965)
Kahreden Kurşun (1965)
Bir Bahar Akşamı (1961)
Yumurcak (1961)
Yaman Gazeteci (1961)
Taş Bebek (1960)
Gurbet (1959)
Altın Kafes (1958)
İftira (1958)
Miras Uğrunda (1956)
Kalbimin Şarkısı (1956)
Bir Aşk Hikayesi (1955)
Tuş / Bir Aşk Hikayesi (1955)
Balıkçı Güzeli / 1002. Gece (1953)
Edi İle Büdü (1952)
Edi İle Büdü Tiyatrocu (1952)
Barbaros Hayrettin Paşa (1951)
Evli Mi Bekar Mı (1951)
Lale Devri (1951)
Yavuz Sultan Selim Ve Yeniçeri Hasan (1951)
Üçüncü Selim'ın Gözdesi (1951)
Vatan ve Namık Kemal (1949)

Kaynak : Biyografi.info