8 Ağustos 2018 Çarşamba

Feyzullah Çınar : Geldim Şu Alemi Islah Edeyim



Geldim şu alemi ıslah edeyim 
Özümü meydanda gördüm sonradan 
Zaman mahlükuna meylimi verdim 
Sermayemden zarar gördüm sonradan 

Geldi bizim ele sevdi sevişti 
Al kadeh ver kadeh doldurdu içti 
Sadık yarim diye yeminler içti 
Özü çürük imiş duyduk sonradan 

Şu zalimin kara kara gözleri 
Yaramıza yaramadı tuzları 
İki dinli şu cahilin sözleri 
Durdukça kar etti cana sonradan

Yöre : Sivas
Söz ve  Müzik : Feyzullah Çınar
Feyzullah ÇınarGeldim şu alemi ıslah edeyim 

6 Ağustos 2018 Pazartesi

Sevingül Bahadır : Kız Çocuğu (Hiroşima)



#Hiroşima
73 yıl önce bugün Katil Amerika tarafından Japonya'nın Hiroşima kentine 
yapılan Atom Bombası saldırısı sonucunda hayatını kaybeden insanları
saygı,sevgi ve rahmet ile anıyorum.
Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!..
Kahrolsun İnsanlığın Öldürüldüğü Günü yaratan Katil Batı Bmperyalizmi!..

Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler. 

Hiroşima'da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar. 

Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu. 

Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kâat gibi yanan çocuk. 

Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin, 
şeker de yiyebilsinler. 

(1956)
Nazım Hikmet Ran

Sevingül Bahadır : Kız Çocuğu (Hiroşima)

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Nevzat Çelik : Şafak Türküsü



#ŞafakTürküsü
1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan`ı düşün anne
şeyh bedrettin`i
börklüce`yi
torlak kemal`i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya`nın
deniz`i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim cok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz sivası eylül`ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara kıllı ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond`u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım`in gözleriyle pırıl pırıl moskova`yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir oğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çicek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
cam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılısıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
cam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan salterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çicekler
çicekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yoğun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne

Ağustos-Ekim 1983
Şafak Türküsü, 1984) 

Nevzat Çelik

Ahmet Kaya : Şafak Türküsü

Ahmed Arif : Anadolu




Beşikler vermişim Nuh`a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana`n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu`yum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz !
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu`yu,
Karayılan`ı,
Meçhul Asker`i...
Sonra Pir Sultan`ı ve Bedrettin`i.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa`da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatcının, fesatcının, hayinin...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, duş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yaratılırım.
Namuslu,  genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

Ahmed Arif

2 Ağustos 2018 Perşembe

Nazım Hikmet Ran : Nikbinlik


Nikbinlik

Güzel günler göreceğiz çocuklar, 
güneşli günler 
                göre- 
                      -ceğiz... 
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, 
ışıklı maviliklere 
                          süre- 
                                -ceğiz... 
Açtık mıydı hele bir 
                            son vitesi, 
adedi devir. 
         Motorun sesi. 
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir 
                                  ne harikûlâdedir 
             160 kilometre giderken öpüşmesi... 
Hani şimdi bize 
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır, 
             yalnız cumaları 
                      yalnız pazarları.. 
Hani şimdi biz 
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz 
                    ışıklı caddelerde mağazaları, 
hani bunlar 
77 katlı yekpare camdan mağazalardır. 
Hani şimdi biz haykırırız 
     Cevap: 
            açılır kara kaplı kitap: 
                                              zindan.. 
Kayış kapar kolumuzu 
                              kırılan kemik 
                                                   kan. 
Hani şimdi bizim soframıza 
                                 haftada bir et gelir. 
Ve 
çocuklarımız işten eve 
                            sapsarı iskelet gelir.. 
Hani şimdi biz.. 
İnanın: 
        güzel günler göreceğiz çocuklar 
        güneşli günler 
                            göre- 
                                  -ceğiz. 
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, 
ışıklı maviliklere 
                          süre- 
                               -ceğiz..... 
  
1930 
Nazım Hikmet Ran

Jehan Barbur ve Cahit Berkay : Selvi Boylum Al Yazmalım


Tuttum elini
Sıcacıktı
Yüreği derindeymiş gibi
Götür beni
Deli oğlan
Sevdiğime yol versin
Bu dağlar bu taşlar
Rüzgarlı ovalar
Dağılan yağmurlar
Al yazmam serde
Gönlüm başka elde
Sevmek dostluktur dilde...

Sevgi neydi
Sevgi emekti
Uçuşan yaprak
Boş bir salıncak

Senden başka
Yok hiç kimse
Düşerim dara
İçim yara

Gelirim ardı sıra
Dön bak bana
Yoksan boştur Asya
Gelirim ardı sıra
Dön bak bana
Yoksan yoktur Asya...

Nakışladı kamyonunu
Kırmızıdandı yavuklusu
Götür beni
İstanbullu
Annem duyarsa duysun
Bizi saklar dağlar
Taştan bu ovalar
Dağılan yağmurlar hey
Al yazmam serde
Gönlüm başka elde
Sevmek dostluktur dilde
Sevgi neydi
Sevgi emekti
Uçuşan yaprak
Boş bir salıncak
Senden başka
Yok hiç kimsem
Düşerim dara
İçim yara
Gelirim ardı sıra
Dön bak bana
Yoksan boştur Asya
Gelirim ardı sıra
Dön bak bana
Yoksan boştur Asya...
Yoksan yoktur Asya...

Jehan Barbur ve Cahit Berkay : Selvi Boylum Al Yazmalım

1 Ağustos 2018 Çarşamba

ÇİÇERO : HAİN



Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir.
Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. 
Sınırları zorlayan düşman silah ve alemlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. 
Fakat bir hain, hain gibi görünmez,
Kurbanları ile aynı aksanda konuşur,onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, 
bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür.
Politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak 
yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkuludur.

Marcus Tullius Cicero 
M.Ö.106-M.Ö.43